Mezar Notları XI
Namaz için camiye uğradığımda, musalla taşındaki cenazenin başında, el pençe, boynu bükük iki kişi bekliyordu. Cemaat farzın sonlarındaydı.
Şadırvanda abdest almaya başladım.
Çelenklerle doluydu tabutun etrafı. Bir grup iç avluda, bir grup caminin dış duvar diplerinde, ana giriş kapısının önünde, arabaların arasında, yakalarında meyyitin resmi olduğu halde bekliyorlardı.
Yorum yok nadide çiçeklerden oluşturulan çelenklere, yorum yok tabutun başında bekleyenlere ve yine yorum yok yakınlarının, meyyit’i uğurlayanların neden içeride veya namazda değil de, dışarıda beklediklerine!.
Şaşırmadım, alışılagelen bir haldir bu..
Ben abdestimi aldım, şadırvanda oturarak bekliyordum. Cemaat dışarı çıktı, saflar dizildi. İmam önde, camiden çıkan cemaat imamının arkasında, ölü imamın önünde. Ölünün en yakınları caminin avlusunun dışında kılınan cenaze namazını seyrederek bekliyorlardı.
Ahlar, vahlar, iyi insandı, şöyle İnsandı, böyle İnsandı sesleri..
Namaz kılındı. Hoca cemaate döndü;
“Mevtayı nasıl bilirsiniz?” diye sordu. Cemaat kurulmuş saat gibi öttü.
“İyi biliriz”
“Allah taksiratını affetsin..”
İmam, şadırvanın yanındaki özel odada. Ölünün birinci dereceden akrabaları, ya da birinci dereceden defni ile ilgilenen yakınları ise imamın karşısında, imamı dinliyorlar.
“Mezara gelirim ammaa.
“Tabi hocam”
“Önemli değil hocam”
“Ben takdim edeyim mi Arif bey?”
“Hediyenizi telkinden sonra da verebilirsiniz..”
Kulaklarımı tıkadım duymamak için ama duyuyordum, duymuştum bu pazarlığı!.
Bir insan ölmüş, defninin, gaslinin hediyesi var! Hele din işlerinden hiç anlamıyorsanız, o an ki hüznünüzün, duygularınızın, vicdanınızın sesine veya aldığınız yalan yanlış din bilgisine göre amel etmeye kalkarsanız, hediyeniz büyük olacaktır.
Meyyitin oğlu, hoca efendinin koluna girdi; “Sayın hocam, merhum babamdır, burada, mezarda, mezardan sonra, evde, camide, yedisinde, kırkında, elli ikisinde, hatminde, mevlidinde ne gerekiyorsa yapınız, masraflarınızı tesbit ediniz. Size bu çeki bırakıyorum, diğer hocaları da siz ayarlarsınız”
Ölünün yakınları yastayken, hüzündeyken, dertliyken hoca eline gelen çek ile yepyeni bir sevinç atmosferine girivermişti. Ölümün ne güzel bir nimet olduğunu düşündü!. Tabi ki başkalarının ölümü!.
Bu din tüccarlarının gözlerine nefret ve öfkeyle baktım.
Hak ve hakikatten habersiz gözlerinde; çölde bir cesetle karşılaşan ve o cesete menfaat duygularıyla saldıran bir akbaba ifadesi, bir akbaba bencilliği iğrenç bir şekilde beliriyordu.
Bütün bu olanlara garip bakan, anlamlı bir çift göz aradım cenazeyi uğurlayanlar arasında, bulamadım, bulamadım aradığım bakışları.. Şadırvandan doğruldum, caminin camlarında kendimi ve yalnızlığımı gördüm.
Ölümünün üçüncü gününde, mezkur meyyitin, mermerlenen mezarında şunlar yazılıydı. D. 1925-ö. 1985 Ruhuna Fatiha Holding Kurucularından
Mezara ve mezar taşına bakarak düşündüm. Hatırladım Allah’ın ayetlerini.
“Karun Musa’nın kavmindendi. Onlara karşı azgınlık etti. Biz kendisine öyle hazineler vermiştik ki onun (hazinelerinin) anahtarlarını (taşımak) güçlü bir topluluğa ağır geliyordu. Kavmi ona demişti ki; “Şımarma, Allah, kibirlenip şımaranları sevmez.”
“Allah’ın sana verdiği bu servet için de ahiret yurdunu ara, dünyadan da nasibini unutma. Allah sana nasıl iyilik ettiyse, sen de öyle iyilik et. Yeryüzünde bozgunculuk etmeyi isteme, çünkü Allah bozguncuları sevmez.”
“Bu servet bende bulunan bilgi sayesinde bana verildi” dedi. O (mağrur) bilmedi mi ki Allah, kendisinden önceki nesiller arasından, kendisinden daha güçlü ve ondan daha çok cemaati bulunan nice kimseleri helak etmiştir.”
“Karun süsü, debdebesi içinde kavminin karşısına çıktı. Dünya hayatını isteyenler; “Keşke Karun’a verilenin bir benzeri de bize verilseydi, hakikaten o büyük nasip sahibidir” dediler.”
Kendilerine bilgi verilmiş olanlar ise; “Yazık size, inanan ve iyi iş yapan kimse için Allah’ın sevabı daha hayırlıdır. Buna ancak sabredenler kavuşturulur” dediler.”
Nihayet biz onu da, evini de yere batırdık. Allah’a karşı ona yardım edecek bir topluluğu olmadı. Kendi kendini savunup kurtulanlardan da değildi.”
“Dün onun yerinde olmayı isteyenler; “Vay, dernek Allah, kullarından dilediğine rızkı açar ve kısar. Allah bize lütfetmiş olmasaydı, bizi de yere batırırdı. Demek, kafirler gerçekten iflah olmaz” dediler.”
“İşte ahiret yurdu. Onu yeryüzünde böbürlenmek ve bozgunculuk etmek istemeyenlere veririz. Güzel sonuç, günahlardan sakınanlarındır.”
“Kim bir iyilik getirirse ona, ondan daha güzeli vardır. Kim kötülük getirirse, kötülükleri yapanlar, ancak yaptıkları kötülük kadar cezalanırlar,” [4]
Evet,
Karun bir zengindi, bir azgındı ve Öldü. Rabbini dinlemedi. Rabbinin emirleri kendisine iletildiğinde kibirlendi, şımardı.
Acaba şu an toprağın altında yatan Holding’in kurucusuna da nasihal eden, tebliğ eden oldu mu? Bilmiyor muydu, hayatın sadece bu dünya hayatından ibaret olmadığını?
Bilmiyor muydu, o malı mülkü ve serveti, kendisine Allah’ın verdiğini ve bu mal ile imtihan edileceğini?
Bilmiyor muydu, bir fakirin, bir işçinin hakkını gaspettiği zarrran bunun hesabını tek tek vereceğini?
Bilmiyor muydu, kazanma ve harcama konusunda Allah’ın hükmü olduğunu ve bu hükümden sorguya çekileceğini?
Acaba bilmiyor muydu, malını, mülkünü ve güç sahibi gördüğü dostlarını geride bırakarak, onlardan koparak alemlerin Rabbi olan Allah (c.c.)’ın huzuruna yalnız, yapayalnız ve çırılçıplak bir şekilde çıkacağını, yaptıklarından ve yapması gerekirken yapmadıklarından tek tek hesap vereceğini?
Bilmiyor muydu bütün bunları?
Yoksa, yoksa biliyor muydu?..
Muammer Özkan