Korku Hikayesi; “Lanetli Kasaba”
Hasan, ailesini geçindirmek için istemese de onlardan ayrılmak zorunda kalmış ve yollara düşmüştü. Uzun bir yol gittikten sonra acıktığını hissetti. Açlığını bastırabilmek için bir yer aradı. Gide gide bir kasabaya rastladı. Kasaba düzenli, tertipli ve bakımlıydı ama kasabada bir gariplik vardı sanki. Ortalıkta hiç kimse görünmüyordu. Kasaba terk edilmiş gibiydi. Geldiği bu kasabada neler olduğunu anlayabilmek için adımlarını hızlandırdığı sıra karşısına beyaz bir kedi çıktı. Kedi gelip ayaklarına sürtünerek etrafında dolandı ve karşısına geçerek, diliyle patilerini yalayıp tüylerini temizledi.
O, kedinin güzelliğini seyre dalmışken, kedinin tüyleri birdenbire diken diken olup, rengi siyaha döndü ve gözleri parlayıp ateş çıkmaya başladı. Ayrıca ayakları terse dönmüştü.
Kedi, dilini dışarıya çıkarıp Hasan’ın üzerine doğru koşmaya başladı. Koşarken de ağzından akan salyalar etrafa saçılıyordu. O şekilde koşarken, bir taraftan da ‘Koşun, koşun yemeğimiz ayağımıza geldi’ diyordu. O böyle deyince yüzlerce kedi bir anda ortaya çıktı. Onlarda tıpkı üzerine saldırmaya çalışan kedi gibiydiler.
Kedinin değişerek üzerine gelmesinin verdiği korkuyla bir an ne yapacağını şaşırdı. Kedi iyice yaklaşıp üzerine atladığı sıra şaşkınlığını üzerinden atarak, kediyi eliyle tutup yere fırlatıp kaçmaya başladı.
Hasan, ondan uzaklaştığını zannederken diğer kediler etrafını sardılar. Onlar etrafını sarıp üzerine doğru gelirken bir çıkış yolu bulabilmek için etrafına bakındı.
Kediler kendisine iyice yaklaşmıştı ve çıkış yolu yok gibi görünüyordu. Bir tanesi üzerine atlayıp tırnağını eline geçirince can havliyle bağırıp çağırdı. Bu bağırışlar kedileri bir nebzede olsa da durdurmuştu, ama nereye kadar.
Kediler bir müddet geri çekildikten sonra tekrar hücuma geçince kendisini onlardan koruyabilecek bir şey var mı diye etrafına bakındı ve soluna doğru uzunca bir sopa olduğunu gördü.
Hasan, sopayı gördükten sonra hızlı bir hamle yaparak eline aldı. O sopayla üzerine gelen bütün kedileri bertaraf etti. Kedilerden kurtulunca kendi kendine ‘Nereden düştüm bu kasabaya. Bu kasaba ne lanet bir yermiş’ dedi ve kasabadan çıkmak için geri döndü. Fakat o da ne bu kasabaya geldiği yerde kocaman bir çukur oluşmuştu.
Kasabadan çıkışın olmadığını gören Hasan, korku içerisinde ilerlemeye devam etti. Bu şekilde devam ederken karşısına U şeklinde büyük bir alışveriş merkezi çıktı. Alışveriş merkezini görünce ‘belki burada neler olduğunu bilen birileri vardır’ düşüncesi içerisinde alışveriş merkezine girdi. İçeri girdiğinde ise gördüğü manzara karşısında, adeta dondu kaldı. Çünkü içerisi adeta savaş alanına dönmüş gibiydi. Mağazaların camları kırılmış, kapıları yerlerinden sökülmüştü. İçeride ağır bir koku vardı ve yerler kan gönlüne dönmüştü. Alışveriş merkezinin insanın yüreğine korku veren kanını donduran manzarasından kurtulabilmek için geri dönüp adımını atmışken karşına yüzü gözü çizilmiş, üstü başı yırtılmış bir adam çıktı ve bu adam ‘ne olur kurtarın beni’ der demez olduğu yere yığıldı. Alışveriş merkezinde bu kadar korku verici durum yetmezmiş gibi, şimdi de her taraftan fareler çıkıp üzerlerine gelmeye başladı. Fareler üzerlerine geldikçe arkalarından gaz çıkartıyor ve hoplayarak geliyorlardı.
Hasan, korkmasına rağmen cesarete gelerek yerde yatan adamı sırtladı. Farelere yakalanmamak için, sırtındaki adamla beraber hızla alışveriş merkezinden çıktı. Sırtındaki adamı dikkatli bir şekilde taşıyarak kasabanın dışına çıktı. Onu tehlikenin olmadığı bir mağaraya bırakarak, adamı iyileştirebilecek çare bulabilmek için mağaradan çıktı ve tehlikelerle dolu kasabaya geri döndü. Kasabada, çareler ararken öyle bir yere girdi ki, ne yapacağını, buradan nasıl çıkabileceğini bir türlü bulamayıp şaşırıp kaldı. Girdiği bu yer kasabanın oteliydi ve tam bir labirenti andırıyordu. Otelin içine girdiğinde kapılar üzerine birden bire kapandığından otelden çıkmak da mümkün değildi. Bu yüzden mecburen labirentlerin içinden geçip otelden çıkabilecek bir yol aramaya başladı. İçine girdiği labirentin sağına gitse arkadan çıkıyor, soluna gitse geldiği yere geri dönüyordu. Labirentin bütün yollarından gitmesine rağmen, yolunu bir türlü bulamıyor, sonuçta hep başa dönüyordu. Labirentin içinde öyle bir yere geldi ki, sinirden neredeyse saçını başını yolacak duruma gelmiş ve şaşırmıştı.
Geldiği bu yer dört yönlüydü ve üzerlerinde doğu, batı, güney, kuzey yazan levhalar vardı. Ayrıca bu levhaların her birinin altında başka levhalar vardı ve bu levhaların üzerinde de ‘gideceğin bu yol, doğru yol’ diye yazılıydı. Bunlar da ne dedikten sonra ayağıyla levhalara dokundu. Hasan levhalara dokunduktan sonra levhalar yerinden söküldü ve o hızla yere savruldu. Levhaların yere savrulmasının ardından, levhaların sökülen yerlerinin altından yüzlerce irili ufaklı ateş böcekleri çıkarak Hasan’ın etrafını sardılar. Ateş böcekleri etrafını sardıkça terliyor, onlar tenine dokundukça canını yakıyorlardı. Ateş böceklerinden, kendini korunmak için elleriyle onları kovalamaya çalıştıysa da bir türlü olmuyordu. Birinden kurtulsa diğerleri üzerine yapışıyordu.
Ne yapacağını şaşırmış kalmıştı. Kedilerden kurtuldum derken şimdi de ateşböceklerinin saldırısına uğramıştı. Bakalım bundan sonra başına neler gelecekti.
Ateş böceklerinden kurtulamayacağını anlayan Hasan, onları ayağıyla teker teker ezip öldürdü ve bu şekilde onlardan kurtulmuş oldu.
Otelde, korku dolu anlar geçirip kurtulmayı başaran Hasan, otelin çıkışında sevimli, küçük bir yavru köpekle karşılaştı. Köpeğin sevimliliğine bakmayıp ondan uzaklaşmaya çalışırken, köpek peşine takıldı. O nereye gitse yavru köpek oraya gidiyor, nerede dursa yavru köpekte orada duruyordu. Bu şekilde, bir saat kadar birbirlerini takip edip durdular. Bu takibin sonunda köpeğin peşini bırakmayacağını anlayan Hasan, durup geri döndü ve köpeğe doğru baktı ve köpeğin sevimliliğini gördü. Gördüğü bu yavru köpek kendisine bakıyor, dilini çıkartarak kuyruk sallıyordu. Köpeğin sevimli oluşunun cazibesine daha fazla dayanamayıp yanına yaklaşınca, köpek birden bire hırlamaya başladı. Dişleri uzayarak sivrileşti. Ayağa kalkıp, örümcekler gibi yürümeye başladı. Ağzından salyalar çıkarak, o da kedi gibi konuşmaya başladı. Onun sözleri bitince kedilerin etrafını sarması gibi bu sefer de etrafını yüzlerce köpek sardı. Bu köperlerde tıpkı kediler gibi onun üzerine geliyor, kudurmuş köpekler gibi ağızlarından salyalar akıyordu. Küçük, sevimli köpeğin, kedi gibi değişip üzerine doğru gelmesini son anda fark edip kaçarak, onlardan kurtulmaya çalıştı. Fakat ondan kurtulmasına rağmen, köpeklerin hırlamasını duyuyor, dişlerini arkasına geçirmiş gibi hissediyordu.
Bu kasabaya gelmiş geleli, o kadar korku yaşamış ve yorulmuştu ki, ne yapacağını bilemeden kuytu bir yere sığınmak zorunda kalmıştı. Orada dinlenip kendisine gelince, dışarıya çıktı. Dikkatli bir şekilde, sağına soluna bakındı. Hayvanları görünce onlardan uzak durdu. Mecbur kalmadıkça evlere, otellere girmemeye çalıştı. Kasabanın içindeki her şeyden korkuyordu. Kasabada nerede, nasıl tehlike geleceği belli değildi. Mağarada bıraktığı yaralı adam olmasaydı kasabaya hiç girmez yoluna devam ederdi. Ama o vardı ve yardım edilmesi gerekiyordu. O yüzden kasabadaki tehlikelerden korkmasına rağmen eczane aramaya başladı. Sağı solu araştırırken, bir ağacın gövdesine oyulup içi eczaneye dönüştürülmüş olan bir yer gördü. Temkinli adımlarla ilerleyerek eczaneye girdi. İçeriye girdiğinde, eczanede hiç kimse yoktu. Belki sahibi gelir, diye orada bulunan sandalyelerin birine oturup beklemeye başladı. Uzun müddet beklemesine rağmen, kimse gelmeyince ayağa kalkarak, yaralı adamı iyileştirecek bir şeyler aradı. Onları bulup, tam kapıdan çıkacakken, birisinin: ‘Hop! Hemşerim onların parasını ödemeden nereye gidiyorsun’ demesiyle durdu ve geri döndü. Geri dönünce, tezgâhın arkasında ufak tefek, kara yüzlü, yüzü, gözü, elleri tamamen sivilcelerin kapladığı bir adam duruyordu ve elinde satır vardı.
Kara yüzlü bu adamın yüzünde, hiç merhamet belirtisi yoktu ve elindeki satırı sürekli döndürüyordu. Her nefes alışında hırıltılı ses gelir gibi alıyor, nefes verirken burnunun deliklerinden buhar çıkar gibi çıkıyordu ve nefesi insanı rahatsız edecek derecede kokuyordu. Hasan, kara yüzlü adamı gördüğünde korktu ve kalbi yerinden çıkacak gibi oldu. Kara yüzlü adam, Hasan’ın cevap vermemesi üzerine:
‘Duymadın mı, sana söyledim. O aldıklarının parasını ödedin mi?’ diye tekrar sordu. Hasan, kara yüzlü adamın, tekrar sorması üzerine, ellerini cebine daldırdı. Cebine bakmasına rağmen, para bulamayınca korkarak titrek bir şekilde:
‘Param yok ki’ dedi Hasan, korkak bir ifadeyle.
Kara yüzlü adam, param yok denilmesi üzerine hiddetlendi ve kalfasını çağırdı ve el kol işareti yaparak ona ‘Biz parası olmayanı ne yaparız, burada’ demesiyle birlikte, kalfası başıyla işaret ederek ‘tamam, anladım’ dedi ve hızlı adımlarla giderek eczanenin kapısını kilitledi, eczanenin penceresini perdelerle örttü. Eczanenin kapısı kilitlenince, kara yüzlü adam cebinden zincir çıkartarak Hasan’ın üzerine gelmeye başladı. Bu adam, bir taraftan elindeki zinciri sallıyor, bir taraftan da elindeki satırı döndürüyordu. Kara yüzlü adam elindeki zinciri sallayıp Hasan’a vuracakken, Hasan sağa doğru adım attı. O anda zincir başı başına hafifce değerek arka tarafındaki perdeyi yırttı. Oradan da cama vurunca, cam paramparça oldu. Eczanenin camı kırılınca, bunu fırsat bilerek geriye doğru döndü ve kırık camdan atlayıp, kafasından akan kana aldırmadan eczaneden çıkarak koşmaya başladı. Kara yüzlü adam, Hasan’ın camdan kaçtığını fark edince o da peşinden koşarak elindeki satırı fırlattı. Fırlattığı satır Hasan’ın kulağının yanından geçerek ağaca saplandı.
Korkularla dolu bir günün sonunda, kasabadan çıkarak mağarada bıraktığı yaralı adamın yanına vardı. Yaralı adamı görünce kendi kendine ‘İyi ki ilk yardım kurallarını öğrenmişim. Yoksa bu adama yardım edemezdim’ dedi ve öğrendiği ilk yardım kurallarıyla, önce kafasını sararak kanın durmasını sağladı. Daha sonra yaralı adamı tedavi edebilmek için, elindeki ilaçları kullanarak onun yaralarını temizledi. Adam, o kadar çok darbe almış ve hırpalanmıştı ki, aldığı bu darbelere rağmen hayatta kalması, onun çok kuvvetli bir bünyesi olmasının göstergesiydi.
Yaralı adam, gördüğü tedavinin ardından bir türlü kendine gelemiyordu. Üstelik birde ‘Beni kurtarın’ diye inleyip duruyordu. Ancak, sabaha karşı biraz kendine gelebildi. O anda da dudaklarını hafifçe oynatarak, susuz olduğunu ve su içmek istediğini söyledi. Yaralı adamın, kendine gelip kendisinden su istemesine sevinen Hasan, hemen mağaradan çıkarak su aramak için, korku dolu anlar yaşadığı kasabaya geri döndü.
Kasabada, yine her şey normal gibi görünüyordu. Görünürlerde korkulacak bir şey yok gibiydi. Görünürlerde korkulacak bir şey olmamasına rağmen, yinede kasabaya temkinli girerek su alabileceği çeşme aradı. İki kavşağın birleştiği yerde iki musluklu bir çeşme gördü. Çeşmeye doğru sağına soluna bakınarak yürüdü. Çeşmeye gelip su alacağı sıra, arkasından bir el uzanarak kolunu tutmasıyla irkildi. Kolunu tutan adam kendisine: ‘Nihayet yakaladım seni. Demek, benden kaçarsın ha’ demesi üzerine geri döndü. Geri dönmesiyle birlikte o adamın, eczanede parası olmadığı için, aldığı şeylerin parasını ödemeden çıkmak zorunda kaldığı, eczanenin sahibi kara yüzlü olan adamdı.
Kara yüzlü adam, Hasan’ın geriye dönüp kendisine doğru baktığını görünce, ‘Benim elimden şimdiye kadar aldığı şeylerin parasını ödemeden çıkıp kurtulan olmadı’ dedi ve elleriyle boğazına yapışıp sıkmaya başladı. Hasan, o anda, neredeyse boğulacak duruma geldi. Bu durumdayken, eğer bir şeyler yapmazsa ölebilirdi. Gücünü kuvvetini toplayarak, kara yüzlü adamın midesine diziyle kuvvetlice vurdu. Midesine darbe alan kara yüzlü adam geri çekilince, yumruğuyla ona bir yumruk attı. Kara yüzlü adam, aldığı son darbeyle sendelenip yere düşünce bunu fırsat bilip, hızla koşarak oradan uzaklaştı. Ondan tamamen kurtulunca, nefes nefese kalmış, bir yere oturup dinlenmek istemişti. Ama nereye oturabilirdi ki, hiçbir yer güvenli değildi. Nereye gitse, ne yapsa bu kasabada mutlaka başına bir işler açılıyordu. Güvenli bir yer arayıp bulamayınca kasabanın içlerine doğru yürüdü. Orada, etrafı duvarlarla çevrili yeşil bir alan gördü. Belki burası güvenlidir düşüncesiyle oraya doğru yöneldi ve duvarı atlayarak yeşil olan alana oturdu. Oturup biraz dinlenmek için geriye doğru yaslanınca etrafını birden bire karınca ordusu sardı. Bu karıncalar kıskaçlarını birbirlerine vurarak gittikçe yaklaşıyorlardı ve gözlerinden ateş saçar gibi kırmızı ışık yayılıyordu. Bu karıncalar kendi aralarında fısıldayarak ‘Nihayet, yemeğimiz ayağımıza geldi’ diyorlardı.
Hasan, karıncaların korkunç hallerini görünce, aniden ayağa fırlayarak yeşil alandan koşarak uzaklaştı. Karıncalar, onun uzaklaşmasına rağmen peşini bırakmıyorlar, nereye gitse onu takip ediyorlardı ve karıncalardan kurtulmanın yolu yok gibi görünüyordu. Kasabanın ortasından geçen yolun oraya gelince durmak zorunda kaldı. Çünkü büyük bir araba hızla geliyordu. Bir taraftan üzerine doğru araba geliyor, bir taraftan da karıncalar kendisini iyice sıkıştırmışlar ve yakalamak üzereydiler. Karıncalara yakalanmak üzereyken, gelen araba karıncaların üzerinden hızlıca geçip gitti. Arabanın üzerlerinden geçip gitmesi üzerine, arabanın altında kalan karıncaların hepsi, o anda ezilerek öldüler.
Arabanın altında ezilmekten son anda kurtulan diğer karıncalar ‘Sen bizim ailemizin ölümüne sebep oldun. Bizde senin ölümüne sebep olacağız’ dediler ve Hasan’ın üzerine doğru yürüdüler. Üstelik bir de top halini almışlardı ve bu top gittikçe büyüyordu.
Hasan, karıncılardan kurtuldum diye sevinirken diğer karıncaların sözlerini duydu ve dehşete düştü. Ayrıca karıncalar kendisinden daha büyük olmuşlardı.
Karıncalar top halinde onun üzerine atlayıp her tarafını ısırıyorlardı. Öyle ki ısırılmadık yeri kalmamıştı ve ısırılan yerler kıpkırmızı oluyordu. Onlardan kurtulmak için sırtını yere verdi. Ardından sağa döndü sola döndü. Her dönüşte onların çatırtısı geliyordu. Karıncalardan da böylece kurtulmuş oldu.
Bir tehlikeyi daha atlatan Hasan, su aramak için tekrar yollara düştü. Akşama doğru başka bir çeşme daha gördü ve oraya vardı. Her hangi bir tehlike var mı yok mu diye etrafına bakındıktan sonra cebinde bulunan şişenin içine su doldurarak mağaraya geri döndü.
Yaralı adam, mağarada susuzluktan kıvranıyor, bir an evvel su içmek istiyordu. Hasan, gecikince kendi kendine: ‘Acaba nerede kaldı, başına bir şey mi geldi?’ diye düşünüyor, bir an evvel Hasan’ın gelmesini bekliyordu. Hasan’ı mağaranın girişinde görünce, sevinç içerisinde:
‘Nerede kaldın. Sen gelmeyince kasabada başına bir iş geldi zannettim’ dedikten sonra onun sarılı olan kafasını görünce, kafasına neden sarılı olduğunu sordu. Hasan, başının neden sarılı olduğunu öğrenmesi için, kara yüzlü adamla aralarında geçen olayı anlattı.
Yaralı adam, Hasan’ın başından geçen olayı duyunca:
‘O, kara yüzlü adam kasabamızın en şerli, gözü paradan başka bir şey görmeyen insanıdır. O, kasabamıza gelip eczane açmadan önce her şey güzeldi. Kasabamızın halkı birbirlerine yardım eder, komşusunu gözetir, fakirleri doyururdu. Kimse kimsenin arkasından konuşmaz, kuyusunu kazmazdı. Düşenin elinden tutar, yardım elini uzatırdı. Kasabamıza, o gelip eczane açıktıktan sonra kasabamızın bütün güzelliklerinin, iyiliklerinin değişmesine sebep oldu. Onun kasabamızın değişmesine sebep olan huyu çok paragöz olması ve söz taşıması idi. Yani, onun yüzünden insanlar birbirine düştü. Varlıklı insanlar, onu gördükçe fakirleri gözetmez oldular. Düşenin arkasından birde onlar vurdular, hatta o şerli varlıkları kasabamıza davet eden de oydu’ dedikten sonra su, su dedi ve tekrar bayıldı.
Hasan, yaralı adamın bayıldığını fark edince yanına giderek, sırtından tutup hafifçe ayağa kaldırdı. Cebindeki suyu çıkartarak, hafifçe yüzüne su serpti ve üzerindeki sargıları çıkararak yaralarını temizledi. Üzerlerine merhem sürerek yeni sargıyla, yaralarını sardı. O, kendisine yapılan tedavilere rağmen sürekli inliyor ve ‘Yapmayın, yapmayın’ diyordu. Onun her ne kadar, neden öyle söylediğini anlamasa da sürekli inlemesini önlemek için tekrar yaralarını temizleyip sargılarını sardı ve ne olacağını görmek için beklemeye başladı. Bu arada yaralı adamla uğraştığı için vaktin nasıl geçtiğini anlamamış, çoktan ortalık karanlıklaşmış, gece olmuştu. O yüzden mağarada ateş yakıp, geceyi geçirebilmek için mağaradan çıktı. Mağaranın etrafında çalı çırpı toplayarak, mağaraya geri döndü. Mağarada topladığı çalı çırpıları yakarak hem ısındı hem de yaralı adamı kontrol etti. Gece yarısı olunca, yaralı adamın iniltileri kesildi ve yavaş yavaş kendine gelmeye başladı. Onun kendine gelmeye başladığı dakikalarda ihtiyacının geldiğini hissetti, fakat kendisini tutmak zorunda kaldı. Çünkü yaralı adam kendine gelmeye başlamış ve tekrardan su istemişti. O yüzden adamla ilgilenmiş kendini tutmak zorunda kalmıştı.
Yaralı adam, su içip uykuya daldığında, ancak o zaman ihtiyacını gidermek için dışarı çıkabildi. İhtiyacını giderip geri dönmek isterken hava birden bire bozuldu. Şimşekler çakmaya başlayıp ardından yağmur yağmaya başladı. Yağmur yavaş yavaş yağıp şiddetini artırınca hızlanarak mağaraya geri dönmek istedi. Mağaranın girişine geldiğinde öyle bir şimşek çaktı ki, kendisini zor mağaraya attı. O anda mağaranın girişi büyük bir gürültüyle çökerek girişi kapattı.
Mağaranın girişi, tamamen kapandığından, nereden çıkabilirlerdi. Mağaranın içinde hiçbir çıkış yolu yok gibi görünüyordu. Oturup bunları düşünüyor, mağaradan nasıl çıkabileceğinin planlarını yapıyordu. Bu şekilde düşüncelere dalmışken, yaralı adam tamamen kendisine geldi ve dışarıda neler oluyor diye sordu. Yaralı adamın kendisine gelip soru sorması üzerine, daldığı düşüncelerden sıyrılarak üzgün bir şekilde:
‘Mağaranın girişi, şiddetli yağmurdan dolayı kapandı. Mağaranın girişi kapanınca, bende buradan çıkabilecek bir yer aradım, fakat bulamadım’ demesi üzerine yaralı adam, eliyle mağaranın üst kısmında bir yer göstererek, zorlada olsa:
‘Bu mağarayı avucumun içi gibi biliyorum. Şurada ufak bir giriş var, beni ayağa kaldırabilirsen gösterebilirim, yalnız burası şerli varlıkların konağı o yüzden dikkatli olmalıyız’ dedi.
Yaralı adamın, eliyle işaret edip mağaranın çıkışını göstermesinden sonra düşünmeye başladı. Mağaranın içi tamamen karanlık olduğundan, işaret ettiği yeri nasıl gösterebilirdi ki. Mağaradan çıkacak bir yol bulmuşlardı, fakat işin içinden nasıl çıkacaklardı. Üstelik bir de şerli varlıklar söz konusuydu.
Girdikleri mağarada ilerlerken her taraftan bebek sesleri geliyordu. Yaralı adam bu seslerin şerli varlıklardan geldiğini bildiği için Hasan’a:
‘O bebek seslerine dikkat et. Onlar şerli varlıkların bir aldatmacası. Eğer o seslere aldanıp sesin geldiği yere gidersen onlara karışırsın’ dedi.
Bebek seslerinden sonra kahkaha sesleri duyuldu. Ardından dumanımsı varlıklar görüldü.
Dumanımsı varlıkları gören Hasan korku içerisinde yaralı adama sarıldı. Yaralı adam bile korkuyordu. Hatta o:
‘Şerli varlıkların bu mağarada olduğunu biliyordum, ama şimdiye kadar rastlamamıştım’
‘Şimdi ne yapacağız’ dedi Hasan, yaralı adama sarılarak
‘Bende bilmiyorum’ dedi yaralı adam
Dumanımsı şerli varlıklar onların etrafında dönüyor kahkaha atarak onları korkutmaya çalışıyorlardı.
Onlar korku içerisinde birbirlerine sarılmışken uzaktan birinin sesi duyuldu, Ayetel kürsi, felak ve Nas Surelerini okuyun diye.
Uzaktan gelen sesi duyar duymaz başladılar okumaya. Onlar okudukça şerli varlıklar çığlık atıyor, okumayın, okumayın diye çığlık atıyorlardı.
Uzaktan gelen adam da bir taraftan Saffat Suresini okuyor, bir taraftan da Cin Suresini okuyordu. İçeriden onlar dışarıdan adam okudukça şerli varlıklar çığlık çığlığa kaçışıyorlardı. Sonunda şerli varlıklar ortadan kayboldu.
Onlar kaybolunca da yaralı adamla beraber mağaradan çıkmayı başardılar. Dışarı çıktıktan sonra kendilerini o şerli varlıklardan kurtulmasına sebep olan o kişiyi aradılar ama bulamadılar.
O, ayetleri okuyun demeseydi kim bilir ne halde olurlardı. O yüzden de kendilerini kurtaran o adamın arkasından dua ettiler.
Şerli varlıklardan kurtulduktan sonra yaralı adam, Hasan’a dönerek:
‘Kardeşim, bu kasabaya ne için geldiysen o işini bırak ve çabuk buradan uzaklaş. Yoksa bu kasabadaki lanet sana da bulaşır’ deyince Hasan, yaralı adama acımıştı bu yüzden ona:
‘Mademki bu kasaba lanetli, o zaman seninle beraber çıkalım bu kasabadan. Bak zaten yaralısın, hem bu şekilde yaralarını da tedavi ettiririz’ dedi, yaralı adama.
Yaralı adam onun sözlerinden sonra bir müddet düşündü. Ardından ona:
‘Kardeşim, teklifin için teşekkür ederim ama seninle gelemem’ dedi başını yere eğerek.
Hasan, yaralı adamdan bu sözü beklemediği için şaşırmıştı. Bu yüzden ona:
‘Neden gelmek istemiyorsunuz?’ dedi merak içerisinde.
‘Lanet hepimize bulaşmış durumda. Bu yüzden kasabanın sınırlarından çıktığım anda ölür giderim. O yüzden çıkamam’ dedi yaralı adam. Ardından ona ‘Bu kasabada ki insanların yaşlarını biliyor musun?’ diye bir soru sordu Hasan’a:
Bu soru üzerine Hasan:
‘Hayır, bilmiyorum’ dedi.
‘Bu kasabadaki insanların ortalama yaşı iki yüz ile iki yüz elli arasında. En yaşlımız dört yüz yaşında’ dedi yaralı adam.
Hasan, kasabanın yaş ortalamasını duyunca ağzı bir karış havada kalmıştı.
Yaralı adam, onun şaşkınlığını görünce:
‘Bu lanet yüzünden hiç birimiz ölemiyoruz. Anlayacağın dünyanın sonuna kadar bu şekilde yaşayıp gideceğiz’ dedi.
Hasan, aldığı cevaptan sonra yaralı adama:
‘Peki, senin yaşın kaç?’ diye bir soru sordu yaralı adama:
‘Benim yaşım üç yüz’ dedi yaralı adam Hasan’ın sorusu üzerine. Ardından ona ‘İşte bu yüzden hemen bu kasabayı arkana bakmadan terk et. Ha bir de kasabayı terk ederken sakın ola ki kasabanın suyundan içme. Yoksa bu lanet sana da bulaşır ve sende bizim gibi ömür boyu bu laneti çekersin. Hem de asla bu kasabadan çıkamazsın’ dedi.
Hasan, yaralı adamın sözlerinden sonra onu orada bırakarak ayağa kalktı. Ardından öyle koşmaya başladı ki ömrü hayatında böyle koşmamıştı. O koşarken kasabanın içinde ona saldıran hayvanlar yine saldırmaya çalışıyorlardı, ta ki kasabanın sınırlarına kadar. Kasabanın sınırlarına gelince onu kovalamayı bıraktılar ve kasabaya geri döndüler.
Yazar-MURAT CANPOLAT