Korku Hikayeleri

Korku Hikayelerinden; “Hayalet Posta Arabası”

HAYALET POSTASI ARABASI

Arabanın içi sanki dışarıdan bile soğuk gibiydi ve her yere son derece rutubetli, nahoş bir koku hakimdi. Diğer yolculara bir göz gezdirdim. Tümü de erkekti ve ağızlarını bıçak açmıyordu. Uyuyormuş gibi gözükmüyorlardı, ama her biri sanki kendi düşüncelerine gömülmüşçesine köşesine çekilmişti. Bir sohbet konusu açmaya kalktım.

“Bu gece hava ne kadar da soğuk,” dedim çaprazımdaki yolcuya hitap ederek.

Başını kaldırıp bana baktı ama yanıt vermedi.

“Kış,” diye ekledim, “olanca şiddetiyle başlamışa benziyor.”

Adamın oturduğu köşe o kadar loştu ki, yüz hatlarını açık seçik göremiyordum,- bununla birlikte gözlerinin hâlâ üzerimde olduğunun farkındaydım. Yine de tek kelime etmedi.

Başka zaman olsa biraz öfkelenir, belki de bu öfkemi dile getirirdim, ama şu anda kendimi ikisini de yapamayacak denli bitkin hissediyordum. Gecenin buz gibi soğuğu iliklerime kadar işlemişti ve at arabasının içindeki tuhaf koku, dayanılmaz ölçüde bulandırıyordu midemi. Tepeden tırnağa titredim ve solumdaki yolcuya dönüp bir pencere açmaya itirazı olup olmayacağını sordum.

Ne konuştu, ne de kıpırdadı.

Soruyu biraz daha yüksek sesle tekrarladım, ama sonuç yine aynı oldu. Sonra sabrım taştı, pencereyi aşağı indirdim. Bunu yaparken deri kayış elimde kaldı ve camın bariz biçimde yılların biriktirdiği küfle kaplı olduğu gözüme çarptı. Böylece dikkatimi arabanın durumuna verdim, daha dikkatlice inceledim ve dışarıdaki fenerlerin güvenilmez ışığında, onun dökülmekte olduğunu gördüm. Arabanın her bir parçası tamir gerektirecek halde olmak şöyle dursun, çürümeye yüz tutmuştu. Pencere tahtaları dokunulduğunda parçalarına ayrılıyordu. Deri akşamın üzeri küf kaplıydı ve kelimenin tam anlamıyla bozulmuş, ahşaptan ayrılmıştı. Zemin neredeyse ayağımın altında ufalanıyordu. Kısacası, tüm araba nemden çürümüş haldeydi, belli ki yıllardan beri bir köşeye atılmış durduğu depodan bir iki
günlüğüne sefere çıkarılmıştı.

Henüz hitap etmemiş olduğum üçüncü yolcuya döndüm ve bir yorumda daha bulundum.

“Bu araba,” dedim, “acınacak durumda. Her zamanki posta arabası tamirdedir herhalde?”

Başını ağır ağır bana çevirdi ve tek laf etmeksizin yüzüme baktı. Ömrüm olduğu sürece o bakışı asla unutmayacağım. O bakışla kalbim buz kesti. Şimdi hatırıma getirdikçe bile kalbim buz kesiyor. Gözleri, doğal olmayan ateşli bir ışıltıyla parlıyordu. Yüzü bir cesedinki gibi mosmordu. Kansız dudakları sanki ölümün ızdırabıyla gerilmişti ve pırıldayan dişler serilmişti ortaya.

Söylemek üzere olduğum kelimeler dudaklarımda dondu kaldı ve tuhaf, ürpertici bir korku beni pençesine aldı. O ana kadar gözlerim arabanın karanlığına alışmıştı ve ortalığı şöyle böyle görebiliyordum. Çaprazımdaki komşuma döndüm. O da bana yüzünde aynı irkilten solgunlukla bakıyordu ve gözünde aynı zalim pırıltı vardı. Elimi alnıma götürdüm. Yanımda oturan yolcuya çevirdim başımı ve… ah, Tanrım! Gördüğüm şeyi nasıl tarif edebilirim ki? Yaşayan biri değildi gördüğüm… hiçbiri benim gibi canlı değildi! Korkunç yüzlerinde,- mezarın çiyleriyle nemlenmiş saçlarında,- çamur içindeki lime lime dökülen kıyafetlerinde,- çoktandır gömülü cesetlerinkine benzeyen ellerinde, ölgün, fosforlu bir ışık, çürümüşlüğün ışığı oynaşıyordu. Bir tek gözleri, o korkunç gözleriydi canlı olan ve hepsi de tehdit edercesine dikilmişti bana!

Kendimi kapıya atıp boş yere açmaya uğraşırken, dudaklarımdan dehşet dolu bir feryat; imdat ve merhamet dileyen anlaşılmaz bir
vahşi çığlık yükseldi.

O anda tıpkı yazın çakan şimşeğin ışığında görünen bir manzara gibi kısa ve canlı şekilde, ayın fırtına bulutlarının arasındaki bir gedikten parladığını gördüm… o korkunç işaret levhası yol kenarında uyarı dolu parmağını kaldırmıştı… kırık korkuluklar… şaha kalkan atlar… aşağıdaki karanlık uçurum. Sonra at arabası denizdeki bir gemi gibi sallandı. Peşinden büyük bir çarpışma… ezici bir acı hissi… ve ardından, karanlık.

Bir sabah derin uykudan uyanıp da karımı başucumda beni izlerken bulduğumda aradan sanki yıllar geçmiş gibiydi. Ardından yaşananları geçip, size birkaç kelimeyle, onun şükran dolu gözyaşlarıyla bana anlatmış olduğu hikayeyi aktaracağım. Eski araba yoluyla yenisinin birleştiği kavşağa yakın bir yerde bir uçurumdan aşağı düşmüşüm ve mutlak ölümden, rüzgârın aşağıdaki kayaların eteğinde biriktirdiği kalın kar tabakasına çarparak kurtulmuşum. Şafak sökerken bir çift çoban beni bu kar kümesinin üzerinde görmüş ve en yakındaki sığınacak yere taşıyıp yardımıma bir cerrah çağırmışlar. Cerrah beni kırık bir kol ve kafatasımda bir çatlak ile çılgınlığın eşiğinde bulmuş. Cep defterimde adım ve adresim olduğundan, bana bakıcılık etmesi için eşim çağrılmış, gençlik ve güçlü bir bünye sayesinde en sonunda tehlikeyi atlatmışım. Söylemem gereksiz, ama düştüğüm yer tam olarak, dokuz sene önce posta arabasının başına korkunç bir kazanın geldiği o yermiş.

Az önce size anlatmış olduğum korku dolu olaylardan karıma asla bahsetmedim. Tüm bunları benimle ilgilenen cerraha anlattım ama o, macerama sadece yüksek ateşin yarattığı bir hayal gözüyle baktı. Ta ki artık bu konudan keyifle bahsedemediğimizi farkedinceye kadar, tekrar tekrar tartıştık, sonra bir kenara bıraktık. Başkaları hangi sonuca varırlarsa varsınlar… ben yirmi yıl önce, o Hayalet Posta Arabasının dördüncü yolcusu olduğumu biliyorum.

Amelia Ann Blanford Edwards

Önceki sayfa 1 2 3 4

Gülten AJDER

Kitap okumayı seven insanlar daha zeki ve daha başarılı olurlar. Bende bu yüzden kitap okumayı sevdirmek istedim bu site ile. Gizli kalmış bütün bilgilerin kitaplarda saklı olduğuna inandığımdan, kültür seviyemizi yükseltmek, bilgi hazinemizi daha da zenginleştirmek, gizli yeteneklerin ortaya çıkmasına destek olabilmek için, okusun yazsın benim ülkemin insanları diye bir işin ucundan tutmak isteyen birisiyim.

İlgili Makaleler

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu