Korku HikayeleriSinan Korkmaz

Hikaye Oku; “Kayıp Dalgıçlar”

Hikaye Oku; “Kayıp Dalgıçlar”

Hikaye Oku; O gün bir başkaydı. Geceyi bekleyip dalacaklardı koordinat üzerinden işaretledikleri bölgeden. Amaçları batıklarda varsa değerli şeyler aramaktı. Kıyıdan yaklaşık üç yüz metre açıktan ineceklerdi diplere. İki dalgıç paragöz. Parasız sırtlarına tüp dahi takmazlardı. Kendilerini endüstriyel dalgıç olarak tanıtıyorlardı. Asla kuruş geçmezdi, hayır işlerine bu ikisinden. Çeşitli işlere çağırılırlar, dalıp çıkar, paralarını alır, cehennem olur giderlerdi. Bu defa iş değil merak vardı. Batıklar onlara batıyordu çünkü. Dalacak ve zengin olacaklardı. Denizlerin de bir düzeni vardı. Orda da yaşayanlar vardı. Yalnızca suların içinde değil zeminin altında da bir hayat vardı elbet. Vardı ama kim bundan haberdardı.

Gece olmuştu saat onbir civarı. Botla ilerleyip dalış noktasına vardılar. Son hazırlıkları yapıp kafaüstü diplere indiler. Ellerinde fener, gözlerinde merak ve heyecan. İnin bakalım inin, her şeyden haberi var ifritin. Üç batık gemi vardı su altında. Sırayla taramaya başladılar. En baştakine güverteden girdiler. Çeşitli odaları geçip makine dairesine ulaştılar. Kocaman motor ve parçaları. Burası ne kadar korkunç bir yerdi. Terkedilmiş kasvetli bir ortam. Akıllı insan işi değil ya o hesap. Siz misiniz bu dünyanın akıllısı? Size mi kalmış bu iş? Yeryüzünde becerip bulamadıklarınızı yeraltında mı bulacaktınız? Endüstriyel dalgıçlar…

Öncü dalgıç ardındakine el işaretiyle beni takip et komutu verdi. Geminin diğer alt kısmına gitme için ayak sallamaya başladılar. Lanet olası, aç gözlü köpekbalıkları! Mazgala garibanın telefonu düşse eğilip almazsınız! Bulundukları yerde herhangi bir değerli eşyaya denk gelmediler. Birbirlerine çıkalım işareti yapıp paletlediler yukarıya doğru. Diğer gemiye gireceklerdi hesapta. Yanaştılar ancak giremediler.

Eseveyk dikildi karşılarına. O ne heybetli bir yaratıktı. Bunlara parladı. Ellerinden fenerleri sırtlarından tüpleri aldığı gibi ikisini de yuvasına doğru çekti. Kumlarla girişi kapattı. Süratli bir şekilde itiyordu iki dalgıcı yerin çok derinindeki yuvasına. Yaklaşıp kapıyı açtı. Ailesine ayağa kalkın işareti verdi. Dalgıçlar dünyanın merkezinde yaşayan, kontrol edilmesi güç bir ifrit ailesinin eline düşmüştü. Eseveyk onları yere oturttu. Burası bir mağaradan farksızdı. Su almıyordu. Deniz dibinden yaklaşık on iki kilometre daha altlardaydı. Oraya indirilirken burunlarına yoğun kokular geldi. Yosun, çürümüş balık, tezek ve rutubet. Birde toprak kokuları. Sanki aniden su üstüne çıkarılıp bir mağaraya sokulmuşlardı.

Eseveyk kendi dilinden bir şeyler söyledi ailesine. Talimat gibi bir şey. Bir ayna parçası getirip yuvanın duvarına astırdı. Dalgıçlara dönüp bakın işareti verdi. Korku içindeydiler. Öyle korkuydu ki bu şaşkınlığı unutturuyordu insana. Anlatılan masallar dışında bu alemi hiç duyup görmemişlerdi. Acaba deniz dibine inen diğer dalgıçlarda bu şekilde rehin alınmışmıydı. Baktıkları aynaya bir görüntü geldi. Bu rip akıntısıydı. Bir belgesel gibi. Eseveyk gururlu bakışlarla kafa salladı. Bu akıntı bizim eserimiz diyordu belli ki.

Konuşuyordu ama ne anlayacaklardı ne dediğini. Aynaya ikinci görüntü geldi. İçine girdikleri geminin batış anını gösteriyordu. Eseveyk onu alttan koca bir delikle su dibine indiriyordu. Yaklaşık elli yıllık bir batıktı bu. Geminin altından koca bir sac parçasını defter yaprağı gibi yırtıp almıştı. Mürettebat ve yolcuları balıklara yem etmişti. Bir kişi hariç. Az sonra onu aynadaki görüntüden izletecek sonra uzun odaların birinden çıkarıp dalgıçların yanına getirtecekti. Girdi odanın kapısından öyle bir bağırdı ki dalgıçlar korkudan azap terleri döktü.

Yoğun ayak sesleri duyuluyordu. Evet, aynada görüntüsünü izledikleri kadın getiriliyordu. Gemi batarken bu kadını Eseveyk bir anda farkedip yuvaya indirmeye karar verdi, indirdi de. Dalgıçlar aynadaki görüntülerle iyice perişan edilmişlerdi. Kadının su altından derin kuyulara inme görüntüleri kendi indirilişlerinden daha acıklıydı. O yüz ifadesi, o ağlamaklı, korkulu bakışlar. Kadın rehin alınırken otuzlu yaşlarındaydı. Mücevher delisi bir kadın. Eseveyk’in hiç sevmediği insan tipi. Şöhret hastalığı, mücevher müptelası olmak onun nefret ettiği şeylerdi. Kadını da o yüzden indirmişti diplerin diplerine. Yukardakiler öldü biliyor. Evet öldü ama yukarda öldü, burda henüz değil.

Kadın dalgıçların karşısına getirildi. Yosunla giydirilmişti ve acayip kokuyordu. Donuk bakışlarla iki dalgıcı selamladı başıyla. Yukarda olsaydı seksen yaşında olacaktı. Burda fazla değil on yıl yaşlandı elli yılda. Eseveyk onu senelerce rutubetli odalara kapatmıştı. Sonraları direncini kaybedince ifritlerin yanına çıkarmaya başladı. Buranın hayatta kalan en eski ve tek misafiriydi. Şimdi dalgıçlarda geldi. Artık canı sıkılmayacak, yukardan en son haberleri şimdilik son defa alabilecekti. Tabi Eseveyk başka birilerini çekip indirmezse yuvaya. Dalgıçlar endişeli bir yüz ifadesiyle kadına soru sormaya başladılar. Kadın da onlara indirilişini anlattı.

Gerçi izlemişlerdi aynaya gelen görüntülerden. Ne izledilerse aynısını anlattı kadın. O yıllarda Eseveyk’in nefret ettiği şöhret müptelası ve mücevher tutkunuydu. Artık biraradaydılar. Dalgıçlar da kadının yaşadığı odaya gönderildiler. Yiyecekleri balık ve böcek, içecekleri ise yeraltı sularından olacaktı. Çıkarılmak gibi bir beklentileri olmadı ilk günlerde. Kadın da umutlandırmadı onları. Umutlanacak ne vardı ki. Cezalarını çekiyorlardı. Doğaüstü güçler gerekliydi ordan çıkmaları için. Dalgıçların dalacağından, daldıktan sonra da battığından yeryüzünde kimsenin haberi yoktu zaten. Olsa ne olacaktı ki? Bir şey mi yapabileceklerdi.

Eseveyk yuvadan hızla su dibine çıktı. Girişi kapattı. Biraz dolandı. Yukardan ışık yansımaları geliyordu. Galiba dalgıçların terk edilmiş botu bir başkası tarafından inceleniyordu. Zavallı açgözlüler. Bu olanlardan onlara biri bahsetseydi küfredip deli derlerdi bahsedene. Kim inanırdı ki. Yaşamayan bilmezdi, yaşamakta olan da diyemezdi, bakın ben bu hallere kaldım, diye. Kaybolan nice insan. Nice eşya nice hayvan, nerede bunlar? İşte böyle yerlerdeler.

Kimi dağlara gömülü, kimi diplere. Kimi boyut değiştirdi kimi veda etti evrene. Kalsaydılar yeryüzünde illaki delil getirirdi bir şeyler bu kayıplardan. Mücevher müptelası kadın çok şanslıydı aslında. Kendi gibi iki aç gözlü arkadaş edinmişti. Eseveyk onları nadiren ailesinin yanına getirtiyordu. Birlikte yiyip içiyorlar varsa istekleri Eseveyk’e bildiriyorlardı. Ne isteyebileceklerdi balık, midye, batıklardan kitap araç ve gereç. Yerin kilometrelerce altında nefes alabildiklerine şükretsinler. Üstelik kötü muamele de yoktu ve geç yaşlanıyorlardı. Orada olmalarının bir ayrıcalığıydı bu.

Sinan KORKMAZ

Gülten AJDER

Kitap okumayı seven insanlar daha zeki ve daha başarılı olurlar. Bende bu yüzden kitap okumayı sevdirmek istedim bu site ile. Gizli kalmış bütün bilgilerin kitaplarda saklı olduğuna inandığımdan, kültür seviyemizi yükseltmek, bilgi hazinemizi daha da zenginleştirmek, gizli yeteneklerin ortaya çıkmasına destek olabilmek için, okusun yazsın benim ülkemin insanları diye bir işin ucundan tutmak isteyen birisiyim.

İlgili Makaleler

6 Yorum

  1. cinlerin kontrol edilemeyenine ifrit denirmiş bi yerde okumuştum galiba bunların isimleri oluyormuş

  2. Pes yani Sinan abicim bizim yazlık var orda amatörce dalış denemeleri yapıyorum bu hikâyeyi yazdın bizi iyi korktuttun vallahi. O eseveykmidir nedir çekmesin bizi aşağıya. Güze hikâye emeğine derin duygularına sağlık çok fenasın sen.

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu