Dehşet Öyküleri; “MEHTABIN AYDINLATTIĞI YOL” 3. Bölüm
Merhum Julia Hetman’ın Medyum Bayrolles Aracılığıyla Verdiği İfade
Erkenden odama çekilir çekilmez, o eski hayatta yaygın bir deneyim olduğunu düşündüğüm tarifsiz bir tehlike içinde olma duygusuyla bölünen, huzurlu bir uykuya dalmıştım. Bu duygunun anlamsız olduğuna tamamen ikna olmuş, ama yine de onu aklımdan tamamen koyamamıştım. Kocam Joel Hetman evde değildi; hizmetkârlar da evin başka bir bölümünde uyuyorlardı. Ama bütün bunlar olağan şeylerdi, beni daha önce hiç gerginleştirmemişlerdi, fakat içimdeki o tuhaf dehşet duygusu öylesine tahammül edilmez bir hal aldı ki kımıldamaktaki tereddütümün üstesinden gelip sırtımı gererek başucumdaki lambayı yaktım. Beklentilerimin aksine, bu beni rahatlatmadı; kapının altından sızıp dışarıda gizli gizli dolanan şeytani şey her neyse, ona varlığımı açığa vuracağım aklıma geldiğinden, yanan ışık sanki fazladan bir tehlike yaratacak gibi geliyordu. Hayal gücünüzün yarattığı korkulara maruz kalabilen hâlâ hayatta olan sizler, gecenin şeytani varlıklarına karşı karanlıkta güvenlik sağlayan bu korkunun ne kadar büyük olduğunu bir düşünün. Bu, görülmeyen bir düşmanla kendi sahasında karşılaşmaktır; çaresizliğin getirdiği bir strateji!
Lambayı söndürüp yatak örtümü başımın üzerine çektim ve sessizliğin ortasında feryatlar boğazıma düğümlenmiş, bütün dualar aklımdan çıkmış bir halde uzandım. Bu acınası pozisyonda sizin saatler diyeceğiniz bir süre boyunca uzanmış olmalıyım; bizim içinse saat diye, zaman diye bir kavram yoktur.
En sonunda kulağıma merdivenlerdeki yumuşak, düzensiz ayak sesleri geldi! Sanki önünü göremeyen bir varlığa aitmiş gibi yavaş yavaş, tereddütlü ve kararsızlardı. Benim çarpık mantıklar kuran zihnime göre böylesi da ha da dehşet vericiydi, yakarmanın fayda etmeyeceği kör ve ilkel bir kötülüktü bu. Holün ışığını açık bırakmıştım herhalde ve bu yaratığın el yordamıyla ilerlemesi gecenin bir yaratığı olduğunu kanıtlıyor diye düşündüm. Bu, aptalcaydı ve ışıktan deminki çekinişimle tutarsızlık oluşturuyordu, ama elimden ne gelirdi? Korkunun mantığı yoktur, korku budaladır. Beraberinde getirdiği kasvetli tanıkla, kulağımıza fısıldadığı korkak öğüt birbirleriyle çelişirler. Bizler bunu iyi biliriz. Dehşet Diyarına göçmüş, eski yaşamlarımızın sahnelerinin alacakaranlığında sinsice dolaşırız; birbirimizi ve kendimizi göremeyiz, ama kuytularda ümitsizlik içinde gezer ve sevdiklerimizle konuşma hasreti içinde yanıp tutuşuruz, ama yine de boş kafalıyızdır ve sevdiklerimizin bizden korktukları kadar, biz de onlardan korkarız. Bazen bu görünmezlik kalkar, ölüleri bağlayan yasa askıya alınır ve böylece uyarmak, teselli etmek ya da cezalandırmak istediklerimiz tarafından görülebiliriz. Onlara ne halde göründüğümüzü bilmeyiz; tek bildiğimiz teselli etmeyi en çok istediğimiz ve duyarlılıklarıyla şefkatlerine en fazla ihtiyaç duyduğumuz kişileri bile dehşete düşürdüğümüzdür.
Bir zamanlar bir kadın olan bu varlığın konu dışı konuşmalar yapmasını affedin, yalvarırım. Bize, bu mükemmellikten uzak psişik yollarla, medyumlar aracılığıyla danışan sizler hiç anlamıyor, bilinemez şeylerle yasaklı konular hakkında aptalca sorular soruyorsunuz. Bizim bildiğimiz ve konuştuğumuz dilde aktarabildiğimiz şeylerin çoğu sizinkinde anlamsız. Sizinle, dilimizin, sizin de konuşabildiğiniz küçük bir bölümüyle iletişim kurmalıyız. Bizim başka bir dünyadan geldiğimizi sanıyorsunuz. Hayır, bize gün ışığı, sıcaklık, müzik, kahkaha, kuş sesleri ya da bir parça gönül yoldaşlığı sunmasa da, sizinkinden başka bir dünya hakkında bilgimiz yok. Aman Tanrım! Nasıl bir şeydir hayalet olmak, değişmiş bir dünyada korku ve çaresizliğin pençesinde bir köşeye sinip ürpermek!
Hayır, ölümüm korkudan olmadı. O Şey dönüp uzaklaştı. Fikrime göre sanki asıl onun ani bir korku içindeymiş gibi merdivenlerden telaşla indiğini duydum. Sonra yardım çağırmak için kalktım. Titreyen elim kapı kolunu zar zor bulmuştu ki, Tanrı yardımcım olsun, geri döndüğünü duydum. Merdivenleri tekrar çıkarken ayak sesleri hızlı, tok ve gürültülüydü; neredeyse bütün evi bir o yana, bir bu yana sallıyordu. Duvarın bir köşesine kaçıp yere çömeldim. Dua etmeye çalıştım. Sevgili kocamın adını haykırmaya çabaladım. Sonra kapının ardına kadar açıldığını işittim. Bir anda bilincimi kaybettim ve kendime geldiğimde boğazımda beni boğan bir kavrayış hissettim; dilim dişlerimin arasından fırlıyordu! Ve sonra bu yaşama geçiş yaptım.
Hayır, onun ne olduğu hakkında bir bilgim yok. Ölüm anında bildiklerimizin toplamı, önceden olanlarla ilgili sonradan bildiklerimizin ölçüsüdür. Bu varoluşla ilgili pek çok şey biliriz, ama anılanınızda yazılı olan, hepsini okuyabildiğimiz sayfalar daha fazla aydınlanmaz. Eskiden yaşadığımız o kuşkularla dolu dünyaya yukardan bakıp, bütün gerçekleri açık seçik görebileceğimiz tepeler yoktur burada. Biz hâlâ Gölgeler Vadisi’nde geziniyor, eskiden yaşadığımız dünyanın umutsuz köşelerinde saklanarak, çılgın, kötü insanlara çalılann dikenlerinin arasından bakıyoruz. Ardımızda solup giden o geçmişle ilgili nasıl yeni bilgiler edinebiliriz ki?
Size anlatmak üzere olduğum şey bir gece vakti yaşandı. Gecenin ne zaman geldiğini biliriz çünkü herkes evlerine çekilir ve biz de saklandığımız yerlerden çıkmaya cesaret edip, pencerelerden içeri bakmak ve hatta sizi uyurken seyretmek için evlerimizin etrafında korkmadan dolaşabiliriz. Sevdiklerimiz yada nefret ettiklerimiz geride kaldıklarında yaptığımız gibi, şimdi bulunduğum şeye zalimce dönüştürüldüğüm ikametgâhın civarında uzun süre dolanmıştım. Kendimi belli etmenin bir yolunu, varlığımı sürdürdüğümü, onlara karşı hissettiğim büyük sevgi ve derin şefkati kocamla oğlumun anlamasını sağlayacak bir yol aradım umutsuzca. Uykularında ne zaman yanlarına gitsem uyanıyorlar. Çaresizlik içinde uyanıklarken yanlarına yaklaşmaya cesaret ettiğimde ise yaşayanların korkunç gözleriyle bana doğru bakıp, özlemini çektiğim bakışlarıyla beni korkutarak amacımdan saptırıyorlardı.
0 gece, yüreğimde aradığımı bulma korkusuyla onları bütün gece aramış, ama başarısız olmuştum; evin civarındaki hiçbir yerde olmadıkları gibi, mehtapla aydınlanan çimenlikte de yoklardı. Çünkü güneşi ebediyen kaybetmişsek de ay, ister dolunay ister hilal olsun hâlâ bizimdir. Bazen geceleri, bazen de gündüzleri parlar, ama tıpkı o diğer hayatımızda olduğu gibi, her zaman yükselip gökyüzüne kurulur.
Çimenlikten ayrılıp, yol boyunca uzanan beyaz ışık ve sessizlik içinde kalbim buruk, amaçsızca ilerledim. Aniden zavallı kocamın hayret dolu haykırışlarını ve oğlumun onu teskin edip sakinleştirme çabası içindeki sesini duydum; hemen orada, bir dizi ağacın gölgesinde duruyorlardı, yakınımda, o kadar yakınandaydılar ki! Yüzleri bana dönüktü ve içlerinden daha yaşlı olanının gözleri benimkilere sabitlenmişti. Beni görmüştü, nihayet, nihayet beni görmüştü! Bunun bilinciyle, içimdeki korku sanki zalim bir rüyaymışçasına uçup gitmişti. Ölüm büyüsü çözülmüştü: Aşk, ölülerin tabi oldukları yasaya üstün gelmişti! Sevinçten deliye dönüp bağırdım, yani bağırmış OLMALIYIM. “Görüyor, görüyor; anlayacak!” Sonra heyecanımı kontrol edip gülümsedim. Kendimi kollarına atmak, onu tatlı sözlerle rahatlatmak ve elimde oğlumun eli, yaşayanlarla ölüler arasındaki kopuk bağı yeniden kuracak kelimeleri söylemek için ona doğru ilerledim.
Heyhat! Heyhat! Korkudan beti benzi attı, gözleri sanki avlanılan bir hayvanın gözleri gibiydi. Ben yaklaşırken uzaklaşmak için adım attı ve en sonunda da arkasını dönüp ormana kaçtı; nereye, işte bunu bilmek benim harcım değil.
Yalnızlığı artık ikiye katlanan zavallı oğluma varlığımı hiç hissettiremedim. Kısa bir süre sonra o da Görünmeyenlerin Hayatına intikal etmek ve sonsuza dek elimden yitip gitmek zorunda.
Hikayenin 1. Bölümü İçin TIKLAYINIZ
Hikayenin 2. Bölümü İçin TIKLAYINIZ
Hikayenin 3. Bölümü İçin TIKLAYINIZ