Aşk Hikayesi; “Süleyman”
Süleyman onun için bambaşka biriydi. Ondan başka hiç kimseyi gözü görmüyor. Ne daha zengini umrunda, ne daha yakışıklısı… Varsa yoksa Süleyman. Merkezindeydi hayatının… Kusursuzdu. Bu adam bugüne kadar nerede saklanmıştı ve nasıl kıymetini kimse bilememişti.
Yaklaşık bir sene önce çalıştığı şirketteki şefi aracılığıyla tanışmıştı Süleyman’la. Şefini iş yerinde ziyarete geliyordu. Onu görür görmez hoşlanmıştı. Tanışmışlar, Facebook’ta yazışmaya başlamışlardı. İş yeri dışında da görüşüyorlardı. Zaman ilerledikçe ona karşı daha başka şeyler hissetmeye başlamış, hoşlandığını belli etmişti. O da ona karşı adımlar atmıştı, ama nedense sonra biraz arayı soğutmuş. İlk başta yaşadığı sorunlardandır diye düşünmüştü. Öyle arkadaşlarmış gibi görüşmeye devam etmişler, ama onun Süleyman’a karşı olan hisleri değişmemiş, daha da artmıştı. Ve birgün şefinden onunla aynı şirkette, aynı departmanda işe başlayacağını öğrenmişti. Hayatında duyduğu en güzel haberdi belkide. İnsanın hoşlandığı, hatta sevdiği adamın yakınında olacağını bilmesinden daha güzel ne olabilirdi.
İşe başlamasının ertesi haftasında ona, “bir akşam beraber yemeğe çıkalım” dedi, çıktılar. Yemekte bir iki saat sohbet edip konuştuktan sonra alakasız bir yerde onu sevdiğini söyledi. Gözlerine bakarak seni seviyorum dedi. O da durdu, “bu akşam bunu söyleyeceğini bildiğim için buraya geldim” dedi. Ondan olumlu bir cevap gelmesini istiyordu, ama “ben sana karşı hiç bir şey hissetmiyorum” deyince ne diyeceğimi bilemedi. O anda içine sanki bir şeyler doldu, ama çok tepki vermedi. Kesin rengi bile değişmişti. Yemek süresince, fikrini değiştirmesini; bir umutla gözlerine bakıp istediği hayal ettiği gibi karşılık vermesini bekledi, ama olmadı. Yemek yedikleri yerden kalıp onun arabasını park ettiği yere kadar birlikte yürüdüler. Arabasına bindirmeden son bir defa “kalbinde bana hiç yer yok mu?” diye sordu. Süleyman’sa, “Yok, lütfen beni anla” dedi. Herhalde artık üzüntüsü yüzüne vurmuş olmalıydı ki, “eğer böyle üzüleceksen işten ayrılayım” diye ilave etti. Süleyman’ın zor duruma düşmesini istemediğinden, “gerekirse ben ayrılırım” dedi. Tam arabasına binecekken, “sana sarılabilir miyim?” dedi ve birbirlerine sarıldılar. Süleyman, arabasına binip evine gitti. Sarılırken burnuna gelen kokusu hala aklındaydı..
Red edilmeyi kadınlık gururuna yedirememişti. Adamın yörüngesine girebilmek için çabalıyor da çabalıyordu. Bilmediği yollara gözü kapalı giriyor. Bilmediği odalardan, kapalı kapılardan kuş tüyü hafifliğinde süzülerek geçiyor. Ona ulaşabildiği, erişebildiği, dokunabildiği noktaları bulduğu anda da ışık hızıyla uzaklaşıyordu, bu bilmediği duygudan. Çok geçmeden içi içini yiyor ve o uzun yolları tekrar katetmeye karar veriyordu. İşyerinde her karşılaştıklarında gözlerinin içine bakıyor, beni gör, çıkıyorum bak yörüngenden demeye getiriyordu, istiyordu ki adam dur desin, karanlık odalardan beraber geçmeye meyletsin.
Çevresindeki erkeklerle onu karşılaştırıyor, o hiç başka erkeklere benzemiyordu; elleri en temiz ve en güzel dokunandı. Gözleri en ışıl ışıl bakandı. Birbirinin gözlerine hiç konuşmadan uzun uzun bakan çiftlerle hep alay etmişti, ama şimdi o aşık olduğu adamın gözlerine saatlerce bakmak istiyordu… Onun tarafından “aptal aşık” olarak nitelendirilmemek için de bunu bin bir türlü türlü şirinlikler yaparak çaktırmamaya çalışarak sürdürüyordu. O gözleri öpmek, kirpiklerini ısırmak istiyordu.
Geceleri uyuyamıyor, onu düşünüyor. Sabah olunca işe gideceğini, o çalışırken dudaklarını inceleyeceğini, gözlerine, burnuna… nefes alışverişine bakacağını hesaplıyordu. İşten ayrılmadan önce en son onu görmüş olmanın sevinci içini dolduruyor ve bir gün gelecek; tüm gece onun kollarında uyuyacak, sabah da onunla uyanmanın verdiği mutluluğu tadacaktı. Yataktan kalkmadan önce Süleyman onu kesinlikle öperdi. O traş olmaya gider, uykuyla uyanıklık arasında beklerdi giyinmek için odaya gelmesini. Uyuyor gibi yapar çünkü onu öperek uyandıracağı anki hissi sahte de olsa yaşamak istiyordu. Ondan sonra birlikte çıkacaklardı evden, arabaya binecekler, onun yanına oturacak, araba sürerkenki hareketlerini izleyecekti. Bu günler çok uzakta değildi. Bir gün gelecek hayalleri elbette gerçekleşecekti.
Süleyman’ın ona karşı bir şeyler hissettiğini kesinlikle biliyordu, ama nedense özellikle ona arkadaşı veya kankası gibi davranıyordu. Aslında o zaman, ona karşı hiç bir şey hissetmediğini anlamıştı ama umursamıyordu. Demek ki aşk insanı böyle salaklaştırıp, vurdumduymaz yapıyordu.
Sonunda olacak olmuş, Süleyman iş yerinden birisiyle çıkmaya başlamıştı. Çıktığı arkadaşla da arası oldukça iyiydi. Ancak Süleyman’ın onun gözünün önünde başka biriyle çıkmaya başlaması ona tabiri caizse öyle bir koydu ki, acısını tarif etmek mümkün değil. İlk defa reddedilip hüsrana uğramış değildi ama hiç biri ona bu kadar ağır gelmemişti. Erkekler yüzünden kız arkadaşlarından bazıları ile küsüştüğü bile olmuştu. Hatta bir keresinde aşık olduğu oğlan, yakın arkadaşlarından biriyle çıkmaya başlamıştı ama o hepsini unutmuş gitmişti ve hiç biri ona böyle ağır gelmemişti.
Açıkçası kendini neden bu kadar kötü hissettiği ile ilgili hiç bir fikri yoktu. Süleyman onu reddetmesini ve başkasıyla birlikte olmasını gurur meselesi yapıyor da olabilirdi. Ama ne kadar uğraşırsa uğraşsın üzüntüsünün yüzüne vurmasını engelleyemiyordu. Ofiste tam karşısındaki masada oturuyor. Her gün görüyor, konuşuyordu. Çıktığı kız arkadaşı günde bir iki defa yanına geliyor. Bazen telefonda düşük sesle konuştuklarını duyuyordu. Açıkçası onları böyle gördükçe kelimenin tam anlamıyla kahroluyordu. Yüzü gülse bile içi kan ağlıyordu. Hatta kendi kendine keşke geberseydim de bunları görmeseydim dediği bile oluyordu. Akşamları bazen dışarı çıkıyor, bir yerlere gidiyor, bir iki arkadaş denk gelirse bir şeyler içiyorlardı. Bazen kafasını boşaltmak için deli gibi dizi, film seyrediyor, bilgisayarda oyun oynuyordu. Saçma sapan şeylere para harcıyordu. Ama ne yaparsa yapsın yatmadan önce kendisiyle baş başa kaldığı anlarda sürekli o aklıma geliyordu. Bazen onu düşündükçe midesine bir şeyler oluyor. Belki başka birini bulsam kendimi avuturum, onu unuturum diye düşünüyordu, ama bu haldeyken nasıl bulabilirdi, bu konuda hiç bir fikri yoktu. Çalıştığı yerden ayrılıp ondan uzaklaşsa mı yoksa yıllık izinlerinden birini kullanıp 1 hafta on gün kafasını mı dağıtsa karar veremiyordu. Belki tekrar spor salonuna gitmeye başlasam, kendimi daha iyi hissederim diye düşündüğü de oluyordu.
Bu aralar neden bu duruma düştüm diye kendini sorguluyor. Bazen yukarıdakine isyan ediyor, geçmişte yaptıklarımın acısını şimdi çıkarıyor diye… Bazen abuk subuk sebeplere bağlıyordu.
Bundan bir kaç yıl önce birlikte olduğu ve sonradan ona deli gibi aşık olan bir erkek arkadaşı vardı. Ona sadece birlikte olmak için sevdiğini söylerken o ise ona ciddi manada aşık olmuştu. O adamdan ayrılmak tabiri caizse kurtulmak için türlü türlü yalanlar söylemişti. Ona söylediği yalanların hepsi gerçekleşip başına gelmişti ve şimdi bu hale bundan geldiğini düşünüyordu. Hani ah almak derler ya, demek ki böyle bir şeymiş, yaşadıklarına mantıklı bir sebep bulamıyor, ona yaşattıklarının kefaretini ödüyormuş gibi hissediyordu. Aşk yüzünden intihar edenlere hep zayıf ve zavallı gözüyle bakmıştı. Şimdi o insanların ne düşündüklerini çok daha iyi anlıyordu.
Şu anda içinde bulunduğu durum, yaşamayanın gerçekten anlaması mümkün olmayan bir duyguydu.
Çektiği acı, kalbe saplanan bıçak, göğse saplanan ağrı, mideye oturan sancı, sırta saplanan mızrak ve benzeri bir çok şeyle tarif etmeye çalıştığı ama yetersiz kaldığı, açıklanamayan açıklamayı denedikçe daha da karmaşık hale gelen bir acı çeşidiydi. Zamanla geçer diyorlardı; zamanın aşk acısını geçirdiği meçirdiği yoktu.
Süleyman artık bilerek ondan uzak durmaya çalışıyor, bu durum onu daha da dibe çekiyor, kalp ağrıları günden güne artıyordu. Ağrıların dayanılmaz olduğu anlarda ölmek istiyor. Üzülüyor, ağlıyordu. Üzüntü zamanla yerini nefrete bıraktı. Alkol yaralarına biraz merhem olur gibi oluyordu; küple içerse. Sonra birden sesler, insanlar vs anlamsız gelmeye başladı. Çevresindeki tüm insanları kovmayı nasıl ettiyse başarmıştı. İşten çıkınca gün boyu içiyor, sızıyor kalıyordu. Sonra uyanıyor kaldığı yerden yine tekrar başlıyordu. Acıyı tüm bedeninde ve ruhunda hissediyor. Sonra şoka giriyor. Seslerin ve insanların anlamsızlığı şiddetleniyor, zor ayakta duruyor, iç çekmeye başlıyordu. Sanki içindeki bir toplu iğne deliğine tüm acısını sığdırmaya çalışır gibiydi. Battıkça batıyor, taa en derinlere sürükleniyor, kendini tamda uçurumun kıyıcığındaydı, ama o bunu farkında değildi. Hiç bir şeye aldırmıyor, hayatı umursamıyordu.
Bir sabah kalktığında bunun böyle gitmemesi gerektiğini düşündü. Onları görmezse belki unutabileceğimi düşündü, yıllık izinini almayı düşündü. Kazdağları’nda bir bungalov buldu, yıllık izninini aldı, arabasına atladı. Var elini Kazdağları. İlk günlerde uyuyamıyor, canı sıkılıyor, tatilin de bir işe yaramadığını düşünüyordu. Bir hafta sonra yavaş yavaş ağrıları karnında lokal bir bölgeye toplanmaya başladı. Geçmemişti oradaydı. Neredeyse elle tutulabilir bir nesneydi artık, yumuşak ama kıvamlı. Karnında bir yere çökmüş kalmıştı. Artık eskisi gibi acıları onu esir alamıyor, yavaş yavaş yerini bir çeşit kararlılığa bırakıyordu.
Artık yimi dört saat kafasını meşgul eden tek mesele aşk değildi. Orada karnının içinde bir yerde asılı duran acı, artık ona çocuğu gibi gelmeye başlamıştı. Onu seviyor, okşuyordu.
İşe başladığında içindeki sürekli taşıdığı nefret artık yavaş yavaş bitiyordu. Bir çeşit koşullu affediş başlamıştı. Artık o da acısı gibi kararlanıp kıvama geliyordu. Sonra yavaş yavaş içindeki ateş küllenmeye başladı. Ama acı hep orada karnının içinde bir yerde asılı durdu ve uzunca bir süre de onları her görüşünde sızlamaya devam etti.
Sonra ne oldu erkekde kizda unutdumu birbirilerini ama güzel anlatmişsiniz aşki hep aşklar mutlu sonlami biter dimi … ellerinize sağlik.Güzel olmuş.