Korku Hikayeleri

Korku Hikayesi “Hayaletin Sırrı” 3. Kitap 4. Bölüm

Korku Hikayesi

Korku Hikayesi “Hayaletin Sırrı” 3. Kitap 4. Bölüm

“Kış Evi”

Korku Hikayesi; Anglezarke’a yaklaştıkça hava daha da kötüleşti.

Yağmur yağmaya başlamış, güneydoğudan esen soğuk rüzgar iyice sertleşip yüzümüzü döverken kurşun gibi ağırlaşan gri bulutlar sıkıntı verici bir şekilde alçalmıştı. Vakit geçtikçe rüzgar daha da sertleşti, yağmur yerine kar ve doluyu bıraktı. Toprak iyice çamura dönüşünce giderek yavaşladık. Tüm bunlar yetmezmiş gibi bataklıklara ve balçık dolu yerlere giriyorduk. Sağ salim devam edebilmemiz için Hayalet’in tüm bilgisini kullanması gerekiyordu.

Ancak üçüncü günün sabahında, bulutlar aralanınca tam karşımızdaki amansız tepeleri gördük.

Hayalet, İşte orada diyerek asasını ufka doğru salladı Anglezarke Fundalığı. Ve beş altı kilometre güneyinde de yine asasıyla işaret ederek Blackrod var.

Kasaba göremeyeceğimiz kadar uzaktaydı. Belli belirsiz tüten dumanlar görür gibi oldum, ama bunlar bulut da olabilirdi.

Blackrod nasıl bir yer? diye sordum. Ustam daha önce birçok kez bahsetmiş olduğundan haftalık erzaklarımızı oradan alacağımızı düşünüyordum.

Chipenden kadar misafirperver bir yer değildir, yani uzak durmak en iyisi, dedi Hayalet, insanları tuhaftır ve çoğu da birbirine akrabadır. Ben orada doğduğum için iyi bilirim, Adlington çok daha güzel bir yerdir. Epey de yaklaştık. Seni bırakacağımız yer oranın birkaç kilometre kuzeyinde, dedi Alice’e dönerek. Adı Moor View Çiftliği. Oranın sahipleri Bay ve Bayan Hurst ile birlikte kalacaksın.

Bir saat kadar sonra büyük bir gölün yakınında, etrafında başka hiçbir yerleşim olmayan bir çiftlik evine vardık. Hayalet önden giderken köpekler havlıyordu. Çok geçmeden bahçeye girip onu gördüğüne pek de memnun olmayan yaşlı bir çiftçiyle konuşmaya başladı. Beş dakika kadar sonra çiftçinin eşi de onlara katıldı. Her üçünün yüzü de mahkeme duvarı gibiydi.

Burada hoş karşılanmayacağım kesin, dedi Alice dudak bükerek.

O kadar kötü olmayabilir, diyerek ortamın gerginliği için nedenler bulmaya çalıştım. Kızlarını kaybettiklerini unutma. Bazı insanlar böyle bir yıkımı asla atlatamaz. Beklerken çiftliği daha dikkatli inceledim. Pek iyi durumda değildi, binaların çoğunun bakım ve tamire ihtiyacı vardı. Ahır yana eğilmiş, bir fırtınada yerle bir olacak gibi duruyordu. Görebildiğim her şey kasvetliydi. Yakındaki gölü de düşünmeden edemedim. Karşı kıyıda bataklığa dönüşen, kıyının bu tarafındaysa yalnızca birkaç bodur söğüdün yetiştiği iç karartıcı bir su kütlesiydi. Acaba kızları orada mı boğulmuştu? Hurst ailesi ne zaman pencereden dışarı baksa olanları anımsıyor olmalıydı.

Birkaç dakika sonra Hayalet, arkasına dönüp gelmemizi işaret edince çamurlu yolda ağır adımlarla ilerleyerek yanlarına gittik.

Bu çırağım Tom, dedi Hayalet, beni yaşlı çiftçiyle karısına tanıştırarak.

Gülümseyip merhaba dedim. Her ikisi de başlarını sallasa da gülümsememe karşılık veren olmadı.

Ve bu da genç Alice, diye devam etti Hayalet. Çok çalışkandır ve size ev işlerinde yardımı dokunur. Biraz serttir ama içten davranırsanız sorun yaratmaz.

Her ikisi de Alice’i baştan ayağa süzüp hiçbir şey söylemediler; Alice ise hızlıca onlara başını sallayıp yüzündeki belli belirsiz gülümsemeyi sildi ve sivri burunlu ayakkabılarına bakmaya başladı. Mutsuz olduğunu anlayabiliyordum; Hurst ailesiyle ilk buluşması pek de iyi başlamamıştı. Haksız da sayılmazdı. Her ikisi de perişan ve yenik görünüyordu; hayat onları dümdüz etmiş gibiydi. Bay Hurst’un yüzü ve alnındaki derin çizgiler gülmekten çok somurttuğunu gösteriyordu.

Yakın zamanda Morgan’ı gördünüz mü? diye sordu Hayalet.

Morgan ismini duyar duymaz başımı kaldırınca Bay Hurst’un sol gözünün seğirip kısıldığını fark ettim. Gergin görünüyordu. Hatta belki de korkmuştu. Hayalet’e iletmem için bana o mektubu veren Morgan’dan mı bahsediyorlardı acaba?

Pek değil, diye yanıtladı Bayan Hurst suratsızca. Hayalet’le göz göze gelmiyordu. Bazı geceler burada kalıyor, ama ne zaman gelip gideceği belli olmuyor. Şu sıralar çoğunlukla dışarıda.

En son ne zaman buradaydı?

İki hafta, belki daha da önce.

Bir daha buraya gelecek olursa onunla konuşmak istediğimi iletin. Evime gelsin.

Tamam, söylerim.

Unutmayın! Şimdi gitmemiz gerekiyor.

Hayalet gitmek üzere arkasını dönünce asamla yerdeki iki çantayı alıp peşinden yürümeye başladım. Alice arkamdan koşarak gelip kolumu yakalayarak beni durdurdu.

Verdiğin sözü unutma, diye fısıldadı kulağıma. Beni ziyarete gel ve bir haftayı da geçirme. Sana güveniyorum!

Gelip seni göreceğim, merak etme, diyerek gülümsedim.

Hurstlerin yanına döndü. Üçü çiftlik evine girene kadar arkalarından baktım. Alice için gerçekten çok üzülüyordum, fakat yapabileceğim hiçbir şey yoktu.

Çiftlikten uzaklaşırken Hayalet’e endişelerimden söz ettim. Alice’i evlerine almaktan pek hoşlanmış gibi görünmüyorlardı, dedim, Hayalet’in buna itiraz etmesini bekleyerek. Söylediklerime tamamen katılması beni çok şaşırttı.

Evet, bu doğru, hiç sevinmediler. Ancak başka seçenekleri yoktu. Hurstler bana epey yüklü bir miktar borçlu. Çiftliklerini iki kez öcülerden temizledim. Ve onca uğraşıma karşın henüz tek kuruş bile alamadım. Alice’i evlerine almayı kabul ederlerse borçlarını sileceğimi söyledim.

Duyduklarıma inanamıyordum. Ama bu hiç doğru değil! Ona kötü davranabilirler.

Kız kendi başının çaresine bakabilir, bunu sen de biliyorsun, dedi gaddarca gülümseyerek. Hem ondan uzak kalamayıp ara sıra iyi olup olmadığına bakmaya gideceğine hiç şüphem yok.

İtiraz etmek için ağzımı açmak üzereydim ki Hayalet avının başını koparmaya hazırlanan aç bir kurt gibi gülümsemeye devam etti.

Haksız mıyım? diye sordu.

Başımla onayladım.

Ben de öyle düşünmüştüm evlat. Seni artık yeterince iyi tanıyorum. Kız için endişelenmekten vazgeç. Kendin için endişelen. Zorlu bir kış olacak. Dayanma gücümüzün sınırlarını test edecek bir kış. Anglezarke zayıf ve güçsüzlere göre bir yer değildir!

Aklımı kurcalayan başka bir şey daha vardı ve bunu da sormaya karar verdim: Hurstlere Morgan diye biri hakkında sorular sorduğunuzu duydum. Mektubu gönderen Morgan mı bu?

Birden fazla olmadıklarını umuyorum evlat! Biri yeterince sorun yaratıyor.

Yani o bazen Hurstlerin yanında mı kalıyor?

Evet evlat. Oğulları olduğuna göre bu gayet normal.

Alice’i Morgan’ın ailesine gönderdiniz! diye mırıldandım şaşkınlık içinde.

Evet. Ve ne yaptığımı biliyorum, o yüzden şimdilik bu kadar soru yeter. Yolumuza bakalım. Karanlık bastırmadan oraya varmamız gerekiyor.

Yaklaştığımız ilk anlardan itibaren Chipenden’ın çevresindeki tepelerden hoşlanmıştım, ama Anglezarke çok farklıydı. Bunun nedenini kestiremesem de oraya yaklaştıkça ruhum daralıyordu.

Bunun nedeni belki de yıl sonuna doğru, kasvetli bir havada ve kış yaklaşırken gelmemizdi. Ya da uyuklayan dev bir yaratık gibi önümde yükselen, üzerinde koyu bulutların dolaştığı karanlık fundalığın ta kendisiydi. Böyle hissetmemin asıl nedeni, büyük olasılıkla herkesin beni buraya karşı uyarıp kışın çok zorlu geçeceğini söylemesiydi. Nedeni her ne olursa olsun; Hayalet’in evini, önümüzdeki birkaç ayı geçireceğimiz o kasvetli yeri görünce kendimi daha da kötü hissettim.

Eve yaklaşırken bir nehrin kaynağına doğru ilerleyip Hayalet’in vadi’ dediği, her iki tarafında sarp kayalıkların yükseldiği dar, derin bir yarığın tepelerine doğru tırmanmaya başladık. İlk başta zemin yalnızca oynak taşlarla kaplıydı, fakat daha sonra bu hareketli zemin yerini öbek öbek otlar ve çıplak kayalara bırakınca vadiyi çevreleyen karanlık tepeler bizi sıkıştırıyormuş gibi hissettik.

Yirmi dakika kadar sonra vadi sola kıvrılınca bir anda tam karşımızdaki kayalığa inşa edilmiş olan Hayalet’in evini gördük. Babam hep bir şeyle ilgili ilk izlenimlerin her zaman en doğrusu olduğunu söylerdi. Evi görür görmez moralim bozuluverdi. Neredeyse akşam olmuştu bile ve havanın kararıyor olması durumu düzeltmeye hiç yardımcı olmuyordu. Ev Chipenden’dakinden daha büyük ve etkileyiciydi, ancak daha koyu renk taşlarla inşa edildiğinden fark edilir bir tekinsizliği vardı. Üstüne üstlük pencerelerin küçüklüğü, evin bir vadinin içine inşa edilmiş olduğu gerçeğiyle birleşince odaların çok karanlık olacağını kestirmek güç değildi. Şimdiye dek gördüğüm en itici evlerden biriydi.

En kötüsü de bahçesinin olmayışıydı. Daha önce de söylediğim gibi ev hemen arkasındaki sarp kayalığa yaslanmıştı. Ön kısmındansa beş altı adımdan geniş olmayan ancak oldukça derin ve soğuk görünen nehre ulaşılabiliyordu.

Kaygan taşlardan suya düşmeyip otuz adım daha atabilirseniz tam karşıdaki kayalığa ulaşabilirdiniz.

Bacadan duman tütmüyordu; bu da içeride bizi karşılayacak sıcak bir ateş olmadığı anlamına geliyordu. Oysa Chipenden’da Hayalet’in evcil öcüsü eve ne zaman döneceğimizi bilir ve evi ısıtmakla kalmayıp yemek bile hazırlardı.

Tepede, vadiyi çevreleyen kayalıkların uçları neredeyse evin üzerinde birleşiyor gibiydi ve gökyüzü ancak daracık bir açıklıktan görülebiliyordu. Titremeye başladım çünkü vadi, fundalıktaki tepelerden çok daha soğuktu. Hatta yazın bile güneşin her gün birkaç saatten fazla görülemeyeceğini fark ettim. Tüm bunlar Chipenden’da sahip olduğum şeylerin kıymetini anlamamı sağladı: ormanlar, tarlalar, yüksek tepeler ve üstümüzdeki apaçık gökyüzü. Orada dünyaya tepeden bakıyorduk. Buradaysa derin ve dar bir çukura hapsolmuştuk.

Endişeli bir şekilde başımı kaldırıp yükselen kayalıklara baktım. Orada herhangi biri yahut herhangi bir şey bizi izliyor olsa bile ruhumuz duymazdı.

Evet evlat, işte geldik. Kış evim, burası. Yapacak çok işimiz var. Yorgun olsak da çalışmamız gerek!

Hayalet ön kapıya değil de evin arka kısmındaki ufak, zemini döşemeli alana yöneldi. Arka kapıya üç adım kala karşımıza, su damlayan ve amcalarımdan birinin anlattığı uydurma hikayelerdeki ejderlerin kuyruğunu andıran buz sarkıtlarıyla kaplı kayalık çıktı.

Elbette ki daha sıcak bir yer söz konusu olsa tüm bu ‘dişler’ anında buhar oluverirdi. Ama evin arkasındaki bu soğuk yerde neredeyse tüm yıl bu şekilde kalır, kar da yağdıktan sonra artık ilkbaharın sonlarına kadar erimek bilmezdi.

Burada hep arka kapıyı kullanırız evlat, dedi Hayalet, cebinden çilingir olan erkek kardeşi Andrew’in ona özel yaptığı anahtarı çıkararak. Kilit mekanizması çok karmaşık olmadığı sürece bu anahtar her kapıyı açabiliyordu. Bende de buna benzer bir anahtar vardı ve birçok kez işe yaramıştı.

Anahtarı soktuktan sonra kapıyı açabilmek için epey zorlamak gerekti. İçeri girince odanın karanlığı moralimi iyice bozdu. Hayalet asasını duvara dayayıp çantasından çıkardığı mumu yaktı.

Çantaları şuraya bırak, diyerek arka kapının hemen yanındaki alçak rafları işaret etti.

Bana söyleneni yaptıktan sonra asamı Hayalet’inkinin yanına koyup evin içinde onu takip etmeye başladım.

Mutfağın durumu annemi şok etmeye yeterdi. Burada çalışan bir öcü olmadığına artık emindim. Hayalet geçen kış buradan ayrıldığından beri evle kimsenin ilgilenmediği çok açıktı. Her yer tozla kaplıydı ve tavandan örümcek ağları sarkıyordu. Lavabo kirli tencerelerle ağzına kadar doluydu ve masanın üzerinde küflenip yeşermiş yarım bir ekmek duruyordu. Havada belli belirsiz, tatlımsı, kötü bir koku vardı; sanki karanlık bir köşede bir şeyler çürüyordu. Ateşin yanında annemin çiftlikte kullandığına benzer bir sallanan sandalye duruyordu. Sandalyenin arkasına asılı kahverengi şalın acilen yıkanması şarttı. Şalın kime ait olduğunu merak etmiştim.

Pekala evlat, dedi Hayalet, işe koyulsak iyi olur. Önce evi ısıtacağız. Temizliğe sonra geçeriz.

Evin yanında, ağzına kadar kömür dolu ahşap bir kulübe vardı. Bu kadar kömürün buraya nasıl çıkarılmış olabileceğini düşünmek istemiyordum. Chipenden’da her hafta erzak almak benim görevimdi ve buraya çuval dolusu kömür taşımanın da görevlerimden biri olmayacağını umuyordum.

İki büyük kömür kovası vardı ve her ikisini de doldurup mutfağa taşıdık.

iyi bir kömür ateşi nasıl yakılır bilir misin? diye sordu Hayalet.

Başımla onayladım. Çiftlikteyken, kışları her sabah ilk görevim mutfaktaki ateşi yakmaktı.

Tamam o zaman, dedi Hayalet. Sen bu işi hallet, ben de misafir odasındakiyle ilgileneyim. Bu eski evde tam on üç tane şömine var, ama şimdilik altısını yakmak yeterli olacaktır.

Bir saat kadar sonra altı şömineyi de yakmayı başardık: bir tane mutfakta, bir tane misafir odasında, bir tane zemin katta, Hayalet’in ‘çalışma odam’ dediği yerde ve birinci kattaki üç yatak odasının her birinde birer tane daha. Bunlardan başka yedi yatak odası ve bir de çatı katı vardı, ama onlarla ilgilenmedik.

Pekala evlat, iyi bir başlangıç yaptık, dedi Hayalet. Şimdi gidip biraz su alalım.

Elimizde birer büyük testiyle arka kapıdan çıkıp ön tarafa gittik. Hayalet nehre yöneldi. Su göründüğü kadar derin olduğundan testileri doldurmamız kolay oldu. Ayrıca öyle berraktı ki dipteki kayaları dahi görebiliyorduk. Vadi boyunca neredeyse mırıldanır gibi yavaşça akan bir nehirdi bu.

Tam testimi doldurmuşken tepelerde bir hareketlenme hissettim. Aslında hiçbir şey göremiyordum; bu daha çok izlendiğime dair bir histi ve yukarı, kayalığın gri gökyüzünü bıçak gibi kestiği yere baktığımda da hiçbir şey göremedim.

Yukarı bakma evlat! diye çıkıştı Hayalet, sesi öfkeli geliyordu. Ona bu zevki tattırma. Fark etmemiş gibi davran.

O da kim? diye sordum. Hayalet’i eve doğru takip ederken endişelenmeye başlamıştım.

Söylemesi güç. Bakmadığım için emin olamam, dedi Hayalet aniden durup testisini yere bırakarak. Sonra apar topar konuyu değiştirdi. Ev hakkında ne düşünüyorsun? diye sordu.

Babam bana eğer mümkünse daima doğruyu söylememi öğretmişti ve Hayalet’in kolay kolay incinmeyecek biri olduğunu biliyordum. Kayaların arasında derin bir çukurda karıncalar gibi yaşamaktansa yükseklerde yaşamayı tercih ederim. Şimdiye kadar gördüklerime bakarak Chipenden’daki evinizi tercih ettiğimi söyleyebilirim. Ben de öyle evlat, dedi Hayalet. Ben de öyle. Buraya yalnızca gelmemiz gerektiği için geldik. Burada tam sınırdayız, karanlığın sınırında, kışı geçirmek için de çok kötü bir yer. Buradaki bazı yaratıklar düşünmeye bile gelmez, ama onlarla bizden başka kim mücadele edebilir ki?

Ne tür yaratıklar? diye sordum, annemin söylediklerini anımsıyordum fakat Hayalet’in ne
söyleyeceğini de merak ediyordum.

Of! Sürüyle öcü, cadı, hortlak, cin ve daha beterleri. Golgoth gibi mi?

Evet, Golgoth gibi. Annen sana ondan bahsetmiş olmalı. Öyle değil mi?

Anglezarke’a gittiğimizi söyleyince bahsetti, ama pek fazla bir şey söylemedi. Sadece kış aylarında bazen harekete geçiyormuş.

Bu doğru evlat. Uygun bir zamanda onunla ilgili daha fazla şey anlatırım. Şimdi şuraya bak, diyerek kalın, kahverengi bir dumanın yükseldiği, silindir şeklindeki iki bacayı işaret etti. İşaret parmağını yükselen dumana doğrulttu. Bayrak açmak için buradayız evlat.

Gözlerim bayrak aradı. Oysa dumandan başka bir şey göremiyordum.

Yani boy göstermek için. Sadece burada bulunarak bile bu toprakların karanlığa değil, bize ait olduğunu söylüyoruz, diye açıkladı Hayalet. Karanlığa karşı koymak, özellikle de Anglezarke’da, zor bir şeydir, ancak bu bizim işimiz ve her türlü zorluğa katlanmaya değer. Testisini yerden aldı. Neyse, hadi içeri girip temizliğe başlayalım.

İki saat boyunca yerleri silip süpürmek, cilalamak ve halılarda birikmiş yığınla tozu silkelemekle uğraştım. En sonunda bulaşıkları yıkayıp kuruladıktan sonra Hayalet, ilk katın yatak odalarındaki üç yatağı hazırlamamı söyledi. Üç yatak mı? Diye sordum, yanlış duyduğumu düşünerek.

Evet, üç yatak. İşin bitince de gidip kulaklarını yıkasan iyi olur! Hadi fırla! Orada öyle aval aval bakma. Fazla vaktimiz yok.

Omuz silkerek denileni yaptım. Çarşaflar nemli olduğundan ateşte kurumaları için ters yüz ettim. Sonra da epey yorulmuş halde aşağı indim. Tam kilere inen basamakların önünden geçerken duyduğum bir ses irkilmeme neden oldu.

Aşağıdan, uzun bir iç çekiş ve sonrasında belli belirsiz bir ağlama sesi geliyordu. Basamakların başında, karanlığın sınırında dikkatlice dinlediysem de ses yinelenmedi. Acaba hayal mi etmiştim?

Mutfağa girdiğimde Hayalet’i ellerini yıkarken buldum.

Kilerden gelen bir ses duydum. Hortlak mı?

Hayır evlat, bu evde artık hortlak yok. Hepsini yıllar önce temizledim. Bu Meg olsa gerek. Yeni uyanmış olmalı.

Duyduklarıma inanamıyordum. Meg’le tanışacağımı söylemişti ve onun Anglezarke’da yaşayan bir Lamia cadısı olduğunu biliyordum, içten içe onun Hayalet’in evinde kalıyor olmasını da bekliyordum. Ama evi soğuk ve terk edilmiş görünce bu düşünce aklımdan çıkmıştı. Neden buz gibi bir kilerde uyuyordu ki? Merak ediyor olsam da yanlış zamanda soru sormamam gerektiğini biliyordum.

Hayalet kimi zaman sorduğum sorulara yanıt verecek bir ruh halinde olur, oturup defterimi çıkarmamı ve kalemime mürekkep doldurmamı söylerdi. Kimi zamansa tek düşündüğü o anki işi halletmek olurdu ve şimdi yeşil gözlerindeki kararlı ifadeyi görebildiğimden, o mum yakarken ben sessizce bekledim.

Kilere inen taş basamaklarda onu takip ettim. Tam olarak korktuğumu söyleyemem çünkü ne yaptığını biliyordu. Gelgelelim kesinlikle çok gergindim. Daha önce hiç Lamia cadısıyla karşılaşmamıştım ve her ne kadar onlarla ilgili birkaç şey okumuş olsam da neyle karşılaşacağımı bilmiyordum. Peki, ilkbahar, yaz ve sonbahar boyunca bu soğuk ve karanlık kilerde nasıl hayatta kalabilmişti? Ne yemişti? Hayalet’in çukurlara bağladığı cadılar gibi sümüklüböcek, kurt ve böceklerle mi beslenmişti?

Basamaklar ilk köşeyi dönünce önümüze demir parmaklıklı bir kapı çıktı. Kapının hemen arkasında basamaklar dört kişinin yan yana rahatça geçebileceği kadar genişliyordu. Daha önce hiç bu kadar geniş kiler basamakları görmemiştim. Kapının biraz ötesinde, duvarda bir başka kapı gördüm. Acaba arkasında ne vardı? Hayalet cebinden bir anahtar çıkarıp kilide soktu. Bu, her zaman kullandığı anahtar değildi.

Karmaşık bir kilit mi bu? diye sordum.

Evet, öyle evlat. Çoğundan daha karmaşık. Eğer ihtiyacın olursa bu anahtarı genellikle kapıya en yakın çalışma odasının kitaplığında saklıyorum.

Kapıyı açarken öyle yüksek bir ses çıktı ki sanki tüm taşlar titreyerek evi kocaman bir çana çevirmişti.

Demir, çoğunun buradan geçmesine engel olur fakat işe yaramasa bile üst katlardan sesleri duyabiliriz. Bu kapı, bekçi köpeğinden bile daha iyi.

Çoğunun mu? Kimden bahsediyorsunuz? Ya basamaklar neden bu kadar geniş? diye sordum.

Her şeyin sırası gelecek, diye çıkıştı Hayalet. Soru ve yanıt kısmını daha sonraya sakla. Önce Meg’le ilgilenmeliyiz. Basamaklardan inerken belli belirsiz sesler duymaya başladım. Önce bir inleme, hemen ardındansa eşelemeye benzeyen bu sesler devam edince iyice endişelendim. Evin yer altındaki bölümünün de en az yer üstündeki kadar büyük olduğunu fark etmem uzun sürmedi. Basamaklardan indikçe döndüğümüz her köşeden sonra duvarlarda yeni kapılara rastlıyorduk ve üçüncü köşeyi döndüğümüzde üç kapılı bir sahanlığa ulaştık.

Hayalet ortadaki kapının önünde durup bana baktı. Sen burada bekle evlat. Meg uyandığında bir süre için hep biraz gergin olur. Sana alışması zaman alacak.

Mumu elime tutuşturdu. Kapıyı açıp içeri girdi. Karanlığın içinde gözden kaybolduktan sonra kapıyı kapattı.

Orada on dakika beklemem gerekti ve sanırım basamakların ne kadar ürkütücü olduğunu söylememe gerek yoktur. Bir kere aşağı inmeye başlayınca etraf giderek daha da soğumaya başlamıştı. Üstüne üstlük aşağıdan, merdivenlerin bir köşeyi daha dönerek gözden kaybolduğu yerden rahatsız edici sesler geliyordu. Bunlar çoğunlukla belli belirsiz fısıltılardı, ama uzaktan gelen bir inleme de duydum. Sanki aşağıda kötü durumda olan birileri vardı.

Sonra Hayalet’in girdiği odadan boğuk sesler geldi. Ustam alçak ama sert bir sesle konuşuyordu ve bir kadının ağladığını duydum. Bu fazla uzun sürmedi, sanki ne konuştuklarını duymamı istemiyorlarmış gibi fısıldamaya devam ettiler.

En sonunda kapı aralandı. Hayalet’in ardından sahanlığa biri daha çıktı.

Bu Meg, dedi ustam, onu daha rahat görebilmem için kenara çekilerek. Ondan hoşlanacaksın evlat.

Tüm Eyalet’teki en iyi aşçıdır.

Meg beni baştan ayağa süzerken şaşkın görünüyordu. Ben de aynı şaşkınlıkla ona bakıyordum. Şimdiye dek gördüğüm en güzel kadındı ve sivri burunlu ayakkabıları vardı. Chipenden’a gittikten sonraki ilk dersimde Hayalet bana sivri burunlu ayakkabılar giyen kızlardan uzak durmamı tembihlemişti. Söylediğine göre, farkında olmasalar da, sivri burunlu ayakkabı giyen kızlardan bazıları cadı olabilirmiş.

Bu tembihlemelere kulak asmayıp Alice’le konuşarak başıma türlü türlü dertler açmıştım ve en sonunda ustam yakayı kurtarmama yardımcı olmuştu. Oysa şimdi kendi tembihlerine kendisi uymuyordu! Tek farkla: Meg bir kız değil, kadındı. Ve yüz hatları o kadar kusursuzdu ki gözlerimi ondan ayıramıyordum: gözleri, çıkık elmacık kemikleri, teninin rengi.

Onu ele veren saçlarıydı. Daha çok yaşlı kadınlarınkine benzer gri bir renkteydi. Meg benden fazla uzun değildi ve Hayalet’in ancak omzuna geliyordu. Ona daha yakından bakınca soğuk ve nemli bir kilerde aylardır uyuyor olduğunu anlayabilirdiniz. Saçlarında örümcek ağları vardı, soluk mor elbisesiyse küflenmeye yüz tutmuştu.

Birkaç farklı cadı türü olduğunu biliyordum. Defterlerimi Hayalet’in onlarla ilgili anlattıklarıyla doldurmuştum. Ancak Lamia cadılarıyla ilgili bilgilerimi Hayalet’in kütüphanesinde karıştırmamam gereken kitapları karıştırırken öğrenmiştim.

Deniz aşırı ülkelerden gelen Lamia cadıları kendi topraklarında erkeklerin kanıyla beslenirler. Doğal halleri ‘vahşi’ olarak bilinir ve bu haldeyken insana hiç benzemezler, tüm vücutlarını kaplayan pullar, uzun, kalın pençeleri vardır. Ancak yavaş da olsa beden değiştirme özelliğine sahiptirler ve insanlarla yakın ilişki kurdukça dış görünüşleri de insana benzemeye başlar. Bir süre sonra ‘evcil Lamia’ olarak bilinen bir hal alırlar. Sırtlarında, omurgaları boyunca uzanan yeşil ve sarı renkteki pulları saymazsak kadınlardan farksızdırlar. Bazıları kötücüllükten vazgeçip iyi huylu dahi olabilir. Peki ama Meg artık iyi mi olmuştu?

Hayalet’in, Kemikli Lizzie’ye yaptığı gibi onu, çukura kapatmamasının bir nedeni de bu muydu?

Evet Meg, dedi Hayalet, bu Tom, benim çırağım. İyi bir çocuktur, anlaşacağınıza eminim.

Meg elini uzattı. Elimi sıkmak istediğini düşündüm, fakat parmaklarımız birbirine değmek üzereyken sanki yanmış gibi kolunu aniden çekti ve yüzünde endişeli bir ifade belirdi.

Billy nerede? diye sordu. İpeksi sesi temkinliydi. Billy’i seviyordum.

Hayalet’in benden önceki çırağından, ölmüş Billy Bradley’den bahsettiğini anlamıştım. Billy gitti Meg, diye usulca açıkladı Hayalet. Sana bunu daha önce söylemiştim. Endişelenme, hayat devam ediyor. Tom’a da alışacaksın.

Ama bu hatırlamam gereken başka bir isim daha demek, diye yakındı. Hiçbiri fazla uzun yaşamazken bu çabaya değer mi gerçekten?

Meg akşam yemeğini hazırlamaya hemen başlamadı.

Biraz daha su getirmek için nehre yollandım ve Meg’i tatmin etmek için en az bir düzine git gel yapmam gerekti. Sonra şöminelerden ikisini kullanarak suyu ısıtmaya başladı, ama bunun yemek yapmak için olmadığını görünce hayal kırıklığına uğradım.

Oldukça büyük, demir bir küveti mutfağa taşıyıp sıcak suyla doldurması için Hayalet’e yardım ettim. Su, Meg içindi.

Misafir odasına geçelim de Meg biraz yalnız kalabilsin, dedi Hayalet. Aylardır kilerde ve haliyle temizlenmek istiyor.

Kendi kendime ustamın, onu kilere kapatmasa, kışları buraya döndüğünde evi temiz ve düzenli bulabileceğini söyledim. Ve bu da beraberinde bir başka soru daha getirdi: Hayalet neden Meg’i de Chipenden’daki yaz evine götürmüyordu?

Burası misafir odası, diyerek kapıyı açıp beni içeri buyur etti ustam. Burası sohbet ettiğimiz yerdir. Yardımımıza ihtiyacı olan insanlarla burada buluşuruz.

Misafir odaları eski bir Eyalet geleneğidir. Olabildiğince şık döşenen, evin en güzel odasıdır. Misafirlerin ağırlanması için temiz ve düzenli tutulması gerektiğinden nadiren kullanılır. Hayalet’in Chipenden’daki evinde misafir odası yoktu, çünkü insanları o evden uzak tutmaktan hoşlanıyordu. İşte bu yüzden dört yol ağzındaki bodur söğüt ağaçlarının altına gidip zili çalarak beklemeleri gerekiyordu insanların. Buradaysa kurallar farklı olacağa benziyordu.

Çiftlikteyken bizim de misafir odamız yoktu; çünkü yedi çocuklu bir aile olarak çok kalabalıktık ve hepimiz çiftlik evinde yaşarken tüm odalara ihtiyacımız oluyordu. Zaten Eyalet’te doğup büyümemiş olan annem, misafir odalarının aptalca bir fikir olduğunu düşünür.

Evin en güzel odası, hiç kullanılmayacaksa ne işe yarar ki? derdi hep. İnsanlar bizi olduğumuz gibi kabul etmeli.

Hayalet’in misafir odası o kadar da şık değildi, ancak hurdası çıkmış şezlong da diğer iki koltuk kadar rahat görünüyordu ve oda öyle güzel ısınmıştı ki oturur oturmaz gözlerimin kapanmaya başladığını hissettim. Kilometrelerce yol yürüdüğümüz, uzun bir gün olmuştu.

Esnememi zar zor bastırdıysam da Hayalet’in gözünden kaçmadı. Seninle bir Latince dersi daha yapacaktım ama bunun için uyanık bir zihne ihtiyacım var, dedi. Akşam yemeği biter bitmez yatsan iyi olur; sabah erken kalkıp fiil çekimlerine çalışmalısın.

Başımı sallayarak onayladım.

Bir şey daha, dedi ustam şöminenin yanındaki büfeyi açarak. Çıkarttığı büyükçe, kahverengi cam şişeyi görebilmem için yukarı kaldırdı. Bunun ne olduğunu biliyor musun? diye sordu kaşlarını kaldırarak.

Omuz silktim, ama sonra şişenin etiketini görüp yüksek sesle okudum: Bitki çayı.

Şişelerin üzerindeki etiketlere asla güvenme, dedi Hayalet. Her sabah bu sıvıdan bir bardağa yarım santim kadar koymanı istiyorum. Sonra bardağı sıcak suyla doldurup sıvıyı iyice karıştır ve Meg’e ver. Son damlasını içene kadar da yanından ayrılma. Biraz uzun sürebilir, çünkü yavaş yavaş içmeyi sever. Gün içindeki en önemli görevin bu olacak. Bunun ne olduğunu sorarsa, ona mutlaka, eklemlerinin esnek, kemiklerininse kuvvetli kalmasını sağlayan bitki çayı olduğunu söyle. Bu onu mutlu edecektir.

Peki ya ne bu? diye sordum.

Hayalet bir süre yanıt vermedi.

Bildiğin gibi Meg, bir Lamia cadısı, dedi sonunda, ama bu içecek ona kimliğini unutturuyor. Gerçekten kim olduğunu anımsamak herkes için tehlikeli ve üzücü bir şeydir evlat ve umarım böyle bir şey asla başına gelmez. Meg’in kim olduğunu ve neler yapabileceğini anımsaması hepimiz için çok tehlikeli olur.

Bu yüzden mi onu Chipenden’dan uzakta bir kilerde tutuyorsunuz?

Evet, tedbirli olmak en iyisidir. Hem insanların onun burada olduğunu öğrenmemesi lazım. Bunu kimse anlamayacaktır. Kendisi anımsayamasa da bu civarda onun neler yapabileceğini anımsayan birkaç kişi var.

Ama yaz boyunca yemek yemeden nasıl yaşayabiliyor? Vahşi Lamia cadıları böcek, solucan ya da birkaç fareyi saymazsak yıllarca yemek yemeden yaşayabilir. Meg gibi evcilleşenler bile aylarca aç kalabilir. Üstelik iksir onu uyutmanın yanı sıra birçok besin de içeriyor. Yani bu durum Meg için hiçbir tehlike oluşturmuyor.

Her neyse evlat, onu seveceğine eminim. Çok yakında senin de göreceğin gibi mükemmel bir aşçı olmasının yanı sıra son derece düzenli ve temiz biridir. Tencere ve tavaları daima yeni gibi parlatıp dolaba alışkın olduğu düzende yerleştirir. Çatal bıçaklar için de aynısı geçerli. Çekmeceler hep düzenlidir; bıçaklar solda, çatallar sağda.

Meg’in, evin bu darmadağın hali hakkında ne düşündüğünü merak ettim. Belki de Hayalet onun için her şeyin temiz ve düzenli olmasını istiyordu.

Pekala evlat, yeterince konuştuk. Şimdi gidip nasıl olduğuna bir bakalım.

Banyodan sonra Meg’in yüzüne capcanlı bir pembelik gelmişti. Çok daha genç ve güzel görünüyordu ve gümüş rengi saçlarına rağmen Hayalet’in yarı yaşında olduğu düşünülebilirdi. Üzerinde tertemiz, sırt kısmında beyaz düğmeleri olan, gözleriyle aynı renkte, kahverengi bir elbise vardı. İnanmak güç olsa da düğmeler sanki kemikten yapılmışa benziyordu! Bu düşünceden hoşlanmamıştım. Eğer gerçekten kemikten yapılmışlarsa bu kemikler nereden geliyordu?

Akşam yemeğini hazırlamamış olması beni hayal kırıklığına uğratmıştı. Evde küflü bir ekmek parçasından başka yiyecek bir şey yokken nasıl yemek hazırlayabilirdi ki!

Bu yüzden Hayalet’in yolculuk için yanına aldığı peynirlerden artakalanlarla idare etmek zorunda kaldık. Bu soluk, sarı renkte lezzetli Eyalet peyniriydi, fakat üç kişinin dişinin kovuğuna bile gitmeyecek kadar azdı.

Üçümüz de fakir akşam yemeğimizi bir an önce bitirmemek için mutfak masasının etrafına dizilmiş yavaş yavaş çiğniyorduk. Pek fazla konuşmuyorduk; düşünebildiğim tek şey kahvaltıydı.

Gün ağarır ağarmaz gidip haftalık erzakları alabilirim, diye önerdim Hayalet’e. Adlington’a mı yoksa Blackrod’a mı gitmeliyim?

Her iki kasabadan da uzak dur evlat, diye yanıtladı Hayalet. Özellikle de Blackrod’dan. Burada kaldığımız süre boyunca erzak almak gibi bir görevin olmayacak. Endişelenme. Tek ihtiyacın olan şey erkenden yatmak, o yüzden artık odana çıksan iyi olur. Senin odan evin ön tarafında. Git de güzel bir uyku çek. Meg’le benim konuşmamız gereken bazı şeyler var.

Bana söyleneni yapıp doğruca yatağa gittim.

Yeni odam Chipenden’dakinden çok daha büyük olmasına rağmen yine de yalnızca bir yatak, bir sandalye ve birkaç çekmeceli ufak bir şifoniyerden başka eşya yoktu. Evin arka cephesine bakıyor olsaydı, sarp kayalıktan başka bir şey göremezdim. Neyse ki ön cephedeydi ve sürme pencereyi açar açmaz aşağılarda yavaşça akmakta olan nehrin mırıltısıyla rüzgarın uğultusunu duyabiliyordum. Seyrekleşen bulutların arasından, vadiyi aydınlatan dolunayın gümüşi ışığı nehrin üzerine yansıyordu. Soğuk, dondurucu bir gece
olacaktı.

Çevreyi daha iyi görebilmek için pencereden başımı uzattım. Ay, tam karşıdaki tepenin üzerinde, koskocaman bir bilyeden farksızdı. Karşı kayalığın üzerinde, ay ışığında bir siluetin eğilip aşağıya baktığını gördüm. Aniden gözden kayboldu, ama kukuletası olduğunu görmüştüm!

Bir süre kayalığa bakmaya devam ettiysem de siluet tekrar görünmedi. Soğuk hava odaya dolmaya başlamıştı, pencereyi kapattım. Bu gördüğüm Morgan mıydı? Eğer öyleyse neden bizi gözetliyordu?

Nehirden su alırken bizi izleyen de o muydu?

Üzerimi değişip yatağa girdim. Yorgun olmama rağmen bir türlü uyuyamıyordum. Eski ev gıcırdayıp duruyordu ve bir an yatağın ayakucundan bazı tıkırtılar gelir gibi oldu. Bu ses döşemelerin altında koşuşan farelerden geliyor olmalıydı, fakat yedinci oğlun yedinci oğlu olarak çok farklı şeyler de duyuyor olabilirdim.

Buna rağmen en sonunda uykuya dalabildim; ta ki gecenin bir yarısı aniden uyanana kadar. Öylece yatıp huzursuzca neden bu şekilde uyanıverdiğimi düşünüyordum. Etraf zifiri karanlıktı ve hiçbir şey göremesem de yolunda olmayan bir şeyler olduğunu hissedebiliyordum. Bir ses çıkmıştı. Buna emindim.

Sesi yeniden duymak için fazla beklemem gerekmedi. İki farklı ses alçaktan başlayıp saniyeler geçtikçe yavaş yavaş yükseliyordu. Seslerden biri boğuk bir hırıltıya benziyordu, diğeriyse çok daha alçak bir gümbürtüydü. Sanki birileri dağdan aşağıya koca koca kayalar yuvarlıyordu.

Ses, evin altından geliyor gibiydi ve öyle kuvvetlenmişti ki pencereler sallanıyor, duvarlar bile titriyordu. Korkmaya başlamıştım. Daha da kötüleşirse evin yıkılacağından endişe ediyordum. Neler olduğunu bilmiyordum, ama aklıma aniden bir şey geldi: Yoksa bir deprem, vadiyi evin tepesine mi yıkıyordu?

Joseph Delaney

Wardstone Günlükleri – 1. Kitap “Hayaletin Çırağı”

Wardstone Günlükleri – 2. Kitap “Hayaletin Laneti”

Wardstone Günlükleri – 3. Kitap “Hayaletin Sırrı”

Hikayenin Bölümleri

1 2 3 4 5

hikaye, hikaye oku, hikayeler, korku hikayesi, hayalet, Hayaletin Laneti serisi, Hayaletin Laneti PDF, Hayaletin Çırağı, Hayaletin Çırağı Serisi, Hayaletin Sırrı, Hayaletin Çırağı Oku, Wardstone Günlükleri serisi, Wardstone Günlükleri 1, Wardstone Günlükleri 3, Wardstone Günlükleri Serisi PDF indir, Wardstone Günlükleri serisi fiyat, Hayaletin Laneti PDF, Starblade Günlükleri, Wardstone Günlükleri konusu, 

Gülten AJDER

Kitap okumayı seven insanlar daha zeki ve daha başarılı olurlar. Bende bu yüzden kitap okumayı sevdirmek istedim bu site ile. Gizli kalmış bütün bilgilerin kitaplarda saklı olduğuna inandığımdan, kültür seviyemizi yükseltmek, bilgi hazinemizi daha da zenginleştirmek, gizli yeteneklerin ortaya çıkmasına destek olabilmek için, okusun yazsın benim ülkemin insanları diye bir işin ucundan tutmak isteyen birisiyim.

İlgili Makaleler

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu