Korku Hikayesi; Burnumu Kanatan “Hırpani” Cin
Başarılı Bir Korku Hikayesi, Burnumu Kanatan “Hırpanî” Cin
Karne tatili başlamıştı. Çocukları alıp babamın evine gidecektim. Eşim işinden dolayı bazı hafta sonları bizi ziyaret edecekti. Güzelce hazırlık yapmaya başladık. Yola çıkmadan önce evi ve eşyaları kontrol ettim. Çocuklarım Sena ile Ali bana yardım ettiler. Bir anne olarak en güzel duyguları yaşıyordum. Ailece bir arada olmak hepimize keyif veriyordu. Ben İstanbul’un şirin ilçelerinden Maltepe’de yaşıyordum. Yıllar önce buraya gelin gelmiştim. Eşim aslen Sinoplu, bende Sakaryalıyım. Annem ve babam her tatil öncesi bizi köye çağırır, dinlenmemiz için oraya davet ederdi. Çocuklarım bu davete asla hayır demezdi. Tatili de iple çekerler, karneleri alır almaz dedelerinin köyünde tadına doyum olmaz gün ve gecelere şahit olurlardı.
Valizleri toplayıp otogara gittik. Sakarya otobüsüne binip akşamüzeri köye vardık. Annem ve babam bahçede bizi bekler vaziyette oturuyorlardı. Birbirimize sarıldıktan sonra eve geçtik. Çocuklar oyun oynamaya başlamışlardı bile.
Bizimkilerle derin derin sohbet etmeye başladık. Babam çay demlememi isteyince yerimden kalktım ve mutfağa doğru gittim. Çocuklarım da eve girmişti. Çayı ve bardakları hazırlarken daha önce hiç hissetmediğim ve yaşamadığım bir hissi tadıverdim. Hafif yorgunluk ve uykuya geçiş öncesi bir hâl vardı bende. Yol yorgunuydum ya hani, ona bağladım bu durumu. Mutfak tezgâhının önünde dikiliyordum. Parlayan cilalı tezgâhtan kendime bakakaldım. Yarım da olsa ayna görüntüsü veriyordu. Az çok kendimi seçebiliyordum. Koyu renkli birkaç damla kan burnumdan tezgâhın üzerine akıveriyordu. Burun kanaması normal bir şey olduğu için bunu önemsemeden suyla silerek peçeteyle kuruladım. Bizimkiler görüp de panik olmasınlar diye onlara bir şey söylemedim. Demlik ve bardakları alarak salona geçtim. Kanama durmuştu. Tekrarı olmadığı için hiç önemsemedim. Saatler ilerlemeye başladı. Hepimizin uykusu geldi.
Evlenmeden önce üst katta kaldığım odam öylece duruyordu. Ne hatıralarım vardı o odada. Yaşadıklarım yalan olmuş gibi yıllara karışıp gitti ancak hafızam bunları asla inkâr edemezdi. Allah bizlere unutmak diye bir özellik vermişti. İstemediğimiz şeyleri unutup yarınlara odaklanarak yaşıyorduk. Ben gençliğimde tuhaf rüyalar gören ancak bunları kimselere anlatmayan bir kızdım. Gizemli şeyleri kimseyle paylaşmazdım. Ne duyduğumu söyler ne de gördüğümü anlatırdım. Benim en büyük özelliğim soğukkanlı olmamdı. Olaylara verdiğim tepki başkalarınınkine asla benzemezdi. Birçok insanın korkudan yanına bile yanaşamayacağı şeylerin dibine kadar gidebilen bir kızdım ben. O cesaretimden hiçbir şey eksilmemişti. O gece herkes yattıktan sonra balkona çıkıp köy havası alayım dedim. Balkonum köyün kuzey yönüne bakıyordu ve kavak ağaçlarıyla dolu, büyük ve düz tarlalar vardı karşımda. Yıllar yılı kavak ekildi ve kesildi o tarlalarda. Yorgun olduğum günlerde balkona çıkıp o taraflara doğru uzun uzun bakar gözlerimi ve ruhumu dinlendirirdim. Yine aynı şeyi yapıyordum. Ay ışığı az çok etrafı seyrettiriyordu. Kavakların üzerine doğru göz gezdirmeye başladım. Hafif rüzgârla ağaçların dalları sallanıyor bende serinliyordum. Aklım saatler önce kanayan burnuma takıldı. Burnum neden kanamıştı. Derin bir nefes alarak bunu irdelemeye başladım. O sırada kavak dallarından bazılarının anormal bir şekilde sallanmaya başladığını fark ettim. Görünürde bir şey yoktu. Sadece rüzgâr esiyor ve normal olarak dallar sallanıyordu. Ancak hareketlenme tuhaflaştığı için orada bir şeyler olduğunu düşünmeye başladım. Kuşlar mı kıpırdıyordu? Kedi falan mı çıkmıştı dallara? Onların ağırlığı o dalları böylesine sallayamazdı. Bu durumdan şüphelenmeye başladım. Orada ne vardı? O sesleri kim çıkarıyordu. Burnumun kanamasını çoktan unutmuş karşı tarlalardaki hareketlenmelere odaklanmıştım. Heyecanlandım ancak soğukkanlılığımı koruyordum. Ne göreceğimi çok merak ediyordum. Oraya gidemezdim. Ne göreceksem balkondan görebilecektim, daha ötesi olmazdı. Aklıma bir anda babamın yıllar önce Suudi Arabistan’dan getirmiş olduğu profesyonel av dürbünü geldi. Sessizce odadan çıkarak salona geçtim. Dürbün her zamanki yerindeydi. Onu dolabından çıkardım ve alarak odama geçtim. Unuttuğum bir şey vardı. Dürbün karanlıkta görüntü vermiyordu. Ağaçlara bakıp da orada olan bitenleri nasıl görecektim? Acaba ay ışığı karanlığı açmak için yeterli olacak mıydı? Merakım az sonra geçecekti. Odama girdim, balkona geçtim. Dürbünü gözlerime yaklaştırıp kaldırarak karşı tarlalara diktim. Hareketlenmenin olduğu ağaçların tepelerini taramaya başladım. Dürbünün ortasında görüntü netleştirmek için bir ayar düğmesi vardı. Onu sağa sola çevirerek görüntüyü netleştirmek istedim. Ay ışığı az da olsa karanlığı açıyordu. Görüntüyü netleştirerek tekrar karşı ağaçlara diktim dürbünü. Sağa sola gezdirerek hareketlenmenin olduğu dalları bulmaya çalıştım. Dallar aynı şekilde sallanıyordu. Tuhaflığı bulacaktım az sonra. Geceni bir yarısı merakımı gidermek için yaptığım bu iş tuhaf ve heyecan vericiydi. Ben soğukkanlı bir kadın olduğumdan ne göreceksem artık bu beni değiştirmeyecekti elbet. Ağaç dalları bir yandan sallanıyordu. Yaprakların ardında maymun ebatlarında bir canlı fark ettim. Yalnızdı ve sağa sola atlayarak hareket ediyordu. Bu bir maymuna benziyordu. Onun maymun olduğuna karar vermeye başlamıştım ki dalları açarak benimle göz göze geldi. Dürbünün içine girmişti sanki. Soğukkanlı kadın artık soğukkanlı değildi. O dalları sallayan yaratık da maymun değildi. Ellerim uyuşmaya başladı. Nefes açlığı çektiğimi hissettim. Balkon sandalyelerinden birine oturdum. Önüme bakmaya başladım ve korku sarmıştı beni. Kanayan burnumu düşünürken gördüğüm tuhaflık beni değiştirmişti. Hiçbir iddianın kalıcı olamayacağını düşünmeye başlamıştım. Ne cesaret kalıcıydı nede korkaklık! Ölüm hariç gerçekten hiçbir şeyin garantisi yoktu bu dünyada. Kendimi toparlayıp dürbünü gözlerime yaklaştırdım. Yıllar önce tarif edilen cin ve ifritleri aklıma getirdim. Karşımdaki yaratık kesinlikle bir cindi. Pozisyonunu bozmamıştı ve hala bana doğru bakıyordu. Babam okumaya meraklı bir adam olduğundan kitaplığında din ansiklopedilerinin yanı sıra doğaüstü varlıklar ve âlemler hakkında bilgi veren çeşitli kitapları vardı. Gençliğimde merak ettiğim konuları buradan okuyup incelerdim. Cinlerin hayatına dair pek çok yazılar okumuş ifritlerin hayatından birçok bilgi edinmiştim. Dalların üzerinde duran ve bana bakan o yaratık artık bir cindi evet bunu biliyordum. Fakat onunla ilk defa karşılaştım. Ben hep şuna inanmıştım. Biz insanların gözleri doğaüstü yaratıkları görecek kapasitede yaratılmadığından bizler asla onları göremeyecektik. Bu gece ne olduysa bir ilki yaşıyordum ve o âlemden bir varlığı dürbünle görebiliyordum. Ellerimdeki uyuşma kafama da bulaştı. Ağlayacak gibi oldum fakat ağlamadım. Gözlerim dolmak üzereyken derin bir nefes aldım hıçkırarak. Karşımda duran yaratık dikkatli bir şekilde beni süzüyordu. Dua etmeye başladım çarpılmamak için. Daha beter şeyler de olabilir diye düşünüyordum. Korkum sabit kaldı. Epey zaman geçti, ne o oradan ayrıldı ne de ben dürbünü gözlerimden aldım. Bu olaya mana vermeye başladım. Bu yaratık acaba bir kılığa mı girdi yoksa kendi bedeni miydi? Okuduğum özelliklerine göre en çok maymun bedenine bürünürdü cin ve ifritler. Bunu hatırlamaya başlamıştım ki birden yerinden kalktı ve dalların üzerine basarak tarlanın arka tarafına doğru ilerledi. Dürbünü indirmeden onu izlemeye devam ettim ta ki kaybolana kadar. Korkum devam ediyordu. Bu olay, başıma bir iş açacak mıydı? Balkonda biraz daha oturdum. Cesaretimi toplayıp dürbünü yerine koymaya karar verdim. Bizimkiler derin uykulardaydı. Beni kimse fark edemedi. Salondan odama doğru yöneldim ve içeri girdim. Uyuşukluğum geçmediği gibi korkum da gitmemişti. Biraz daha dua edip sureler okudum. Son olarak ezan okumaya karar verdim. Hızlı bir şekilde kendi duyacağım kadar ezan okumaya başladım. Bu, aklıma yıllar önce Nihat Hoca’dan ders alırken gelen bir yöntemdi. Yaz Kur’an Kurslarında Nihat Hoca bizlere bu gibi varlıkları görürseniz şayet hızlı bir şekilde ezan okumaya başlayın diye tembihlerde bulunurdu. Dediğini yaptım ve yatmaya karar verdim. Yorganın altında sadece burnum ve ağzım açık kalacak şekilde uzanmış uyku bekliyordum. Bir an önce uyumak istiyordum.
Hani o cesur kadın? Hani o soğukkanlı kadın? Korku beni uyuşturmuş ve salak etmişti. Sabah olmuştu. Uyandığımda güzelce dinlenip tazelendiğimi hissettim. Lavaboya giderek el yüz yıkamak istedim. Aynanın karşısına geçtiğimde kendime derin derin baktım. Burnumdan yine bir iki damla kan geldi. Yeniden korku ve uyuşma başladı bende. Soğuk suyu yüzüme çarparak kendimi toparlamak istedim. Kan kesildiğinde odama gidip giyindim. Bizimkiler uyanmadan babamın kitaplığından cinler âlemine dair bir kitap alıp okumaya karar verdim. Eskimiş kalın bir kitap vardı. Bu konuların en detaylısına o kitapta rastlamıştım hep. Kitabı raftan alarak tekrar odama geçtim. Cinlerin isim ve özelliklerini anlatan üniteyi buldum. Bir saat boyunca üniteyi okudum. Dün gece kavak tarlasına gelen ve bana görünen cinin adı Hırpanîydi. Onun özelliklerini okurken son bir günde yaşadıklarım da gözümün önüne geldi. Hırpanî küf kokan, uçma özelliğine sahip, insanlara ve diğer canlılara uğradığında burunlarından birkaç damla şifa kanı getiren bir cinmiş. Genellikle köylerdeki derin ve sık ağaçlı, karanlık tarlalarında gezer, korkulukların çevresinde dolaşır, terkedilmiş kasvetli evlerin bodrumlarında istirahat edermiş. Kabilesinden ayrı yaşayan nadir cinlerdenmiş. Ayrıca ifritleri kokusuyla öldürme özelliğine sahip tek cinmiş.
Ben bu kitabı yıllar önce okuduğumda illaki bu cini de öğrenmiştim ancak aradan yıllar geçtiği için unutmuştum. Kendimi toparlayıp odadan çıktım. Bizimkileri uyandırmadan önce kahvaltıyı hazır ettim. Yaşadıklarımı kendimde bırakmanın tadını çıkarmak için zamanın akışına bıraktım tüm olanları. Herkes her yaşadığını anlatsaydı şayet bir kısım aklını oynatır bir kısım da yaşayanın aklını oynattığını zannederdi.
Hikayenin Yazarı: Sinan KORKMAZ
bu isim ne komik böyle hırpani mırpani ahahahah
Emeğinize teşekkür ediyorum.