Düşündüren Hikayelerden; “Bir İmza ve Sonuçları”
Çünkü bu imza hayatının en büyük anlaşması, birleşmesi ve dönüm noktası. Bu sebeple kalemi eline aldığı andan itibaren tüm hayatı zihninde canlanıp akmaya başladı. Bu akış geleceğin hayal sislerine doğru devam etti. Onu nasıl bir gelecek bekliyordu. Şu an tam geçmiş ve geleceğin yani iki zıt kutbun tam ortasındaydı.
Bu imza, evliliğe atılan ilk adımın nişanesiydi. Bu imzadan önce yani geçmişinde tek başına idi. Sorumluluğu sadece kendi hayatıyla sınırlı, kimseye bağımlılığı yok, hesap vereceği kimse yok. Kararlarını kendi zevk, ihtiyaç ve isteklerine göre veriyordu. Eve istediği saatte girip çıkabiliyor, hayatı kendi istediği gibi yaşıyor kimseye pervası yoktu. Alışverişlerde sadece kendi ihtiyaçlarını karşılıyor, canın istediğini alıyordu. Arkadaş çevresiyle de istediği an beraber olabiliyordu. Kısacası şimdiye kadar hep kendisi için yaşamıştı. Fakat şimdi yani bu imzayı attıktan sonraki hayatında, artık tek başına yaşamayacak. Hayatını birisiyle paylaşacak. Sonra gelecek küçük misafirler de bu paylaşıma katılacak. Kendi dertlerini bir kenarı bırakıp onların dertleriyle ilgilenmek zorunda kalacak. Sadece kendi ihtiyaçları değil onların ihtiyaçlarını da kara kara düşünüp gidermeye çalışacak. Sorumluluğu artacak. Eve giriş çıkışlar istediği zaman olmayacak, onlarla beraber girip çıkılacak. İstediği zaman istediği yere, arkadaşlarının yanına gidemeyecek, onlarla beraber gidecek. Sadete gelecek olursak, artık eli kolu bağlanıp hayatı bir dert küpüne girecek, sorumluluk ağına takılacak, bir bedenine iki, üç veya dört-beş beden sığdıracak.
Bu gelgitler ve düşünce anaforunda elinde kalem, biraz endişe, biraz umut, biraz da emin titrek ellerle imzayı atar. Ve alkış okyanusu birden kabarır. Evetler havada uçuşmuş büyük bir sorumluluğun altına girilmiş. Her şeye rağmen bugün onun en mesut günüdür. Sevdiği ve hayat arkadaşına kavuşmuştur.
Evet, ne kadar da büyük sorumluluğun altına girmesine rağmen mutludur, mesuttur. Hayat, böyle mutluluk içinde ve hıp hızlı bir şekilde günler haftaları, haftalar ayları, aylar yılları kovalar. Günler, haftalar, yıllar geçer gider. Huzur ve saadet yerini yavaş yavaş hüzne ve kedere bırakmaya başlar.
Evliliğin tadı tuzu kalmamıştır. Kavgalar, didişmeler, sen-ben tartışmaları vs. huzuru götürüp sıkıntıları ve üzüntüleri getirecek her şey yaşanmaya başlar evde. Sevgi, saygı kalmamış, huzur ve saadet de tükenmiş.
Artık koşar adımlarla geldiği eve ayakları geri geri giderek, kaldırımları sürterek gelmek istemecesine gelir. Bir an önce eve gelmek için mesaisinin bitmesini dört gözle beklerken şimdi mesainin bitmemesini canı gönülden istiyor. Önceden işten herkesten önce çıkar ve doğrudan evine heyecanla ve sürurla giderdi. Arkadaşlarının iş çıkısı bir yerlerde oturalım konuşalım davetlerini nazikçe geri çevirirdi. Şimdi ise işten en son o çıkar eve geç gitmek için kendine bahaneler bulur orda burada vakit geçirirdi. Arkadaşlarına bir yerde buluşup oturup biraz gevezelik etmeyi o, hem de ısrarla teklif ederdi.
Evet, ne oldu da bu hale gelindi. O, hayatının dönüm noktası, en önemli anı, en mesut zamanı ve yeni bir başlangıcı olan imzayı attığında ayakları bulutların üstünde yere basmıyor uçuyordu. Geleceğe dair büyük planları vardı. Bu mutluluğu hiç bozmayacak ve kimsenin de bozmasına müsaade etmeyecekti. Fakat gel gör ki gelinen hale bak. O hayaller, umutlar, pembe bulutlar sanki bir rüyaymış gibi geçmişte yaşanmış ve uyanılarak gerçeğe dönülmüş bir hal almış.
Sanki bir şeyler unutulmuş, bir yerde eksik bir şeyler yapılmış. Hakikaten o unutulan veya eksik olan neydi? Bir anda bu hale nasıl gelinebildi? Suç kimde kendisinde mi eşinde mi yoksa başkalarında mı? İşte bu sorular bilhassa unuttuğu ve eksik şeyler kafasını kurcalıyor fakat işin içinden çıkamıyordu.
Sonunda arif, bilgili, güngörmüş hemen her konuda kitap okuyarak derin bir kültüre sahip olan ve kendisinin saygı duyduğu, kendisini de sevdiği müdürüne konuyu açmaya kara verdi. Evlenirken ne halde olduğunu sevincini, sevgisini ve sonra bu sevginin aşkının anlaşılmaz olarak tuhaf bir şekilde yok olup gittiğini ve yaşadıklarını bir bir anlattı.
Müdür: ‘’Evet iyi başlamışsınız mutlu, huzurlu ve aşk dolu bir yuva kurmuşsunuz. Sonra bu bülbül yuvası dağılmış yuvalıktan çıkmış, neşenin yerini hüzün, saygının yerini düşmanlık, sevginin yerini nefret doldurmuş. Bu başlangıçta bir şeylerin eksik yapıldığına ve bir şeylerin unutularak kararlar alındığına işarettir. Bir şey başlangıçta ne kadar mükemmel, güzel görünse de eğer bir eksik tarafı ve unutulan bir yönü varsa mutlaka o işin sonu hüsrandır. Velev geç olmadan hataları anlayıp düzeltirsek zararın neresinden dönülse kardır.’’
– Biz neyi unutup eksik yaptık ki? Her şey dört dörtlüktü. Hiçbir eksiğimiz yoktu. Ne istendiyse yaptık, aldık. Ev, araba, eşyalar düğün vs. her şey en güzel mükemmeldi.
– Düğünü en mükemmel, her şeyi eksiksiz tamamlayarak yapmak huzurun, mutluluğun olacağına ve artacağına dair bir kaide olsaydı. Sorunsuz ve tam tamına eksiksiz yapılan tüm düğünlerdeki çiftler sonuna kadar sevgi, huzur ve saadet içinde evliliklerini sürdürürlerdi.
Fakat durum ortada, büyük heyecanla, coşkuyla tüm ihtiyaçların en modern malzemelerle karşılanarak yapılan düğünlerin akibeti ayrılık. Halbuki bin bir güçlükle, yarım yamalak, eşyaların eksik alınarak yapılan düğünlerdeki eşler genelde birbirlerine daha sıkı sarılırlar, mutlu ve mesut bir evlilik sürdürürler.
İşte, sonu ayrılıkla biten evliliklerin başında bir eksiklik unutulan bir şey var. Her ne kadar görünürde her şey tam olsa da. Unutulan şey niçin evlendiğimizi, eksik olan da manevi değerlerimiz. Ve en önemlisi de Allah’ın emri. Allah Kuran’da “Sizden bekâr olanları, kölelerinizden ve cariyelerinizden durumu uygun olanları evlendirin. Eğer bunlar yoksul iseler, Allah onları lütfuyla zenginleştirir. Allah, lütfu geniş olandır, hakkıyla bilendir.’’ buyurmuş. Bu ayette fakirleri, köleleri evlendirin derken zenginlerin evlenmesini istemiyor değil. İnsanlar bilhassa günümüzde olduğu gibi fakirlerin işi olmayanların evlenmesini pek hoş karşılamazlar ve özellikle fakir erkeklere kız vermezler. Halbuki rızık Allah’a mahsustur. İnsan yeter ki ahlaklı, dürüst olsun eşini hiçbir zaman üzmez, yarı yolda komaz.
Allah’ın bu emrini, ahlaklık, dürüstlük ve erdemlik gibi manevi değerlerimizi unuttuğumuz için şimdiki evliliklerin çoğu menfaat üzerine kurulu bir müessese olarak yapılıyor. Yani ortak evlilik şirketi kuruluyor. Böyle olunca şirkette ufak bir sarsılma ve menfaatlerin bittiği yerde sahte sevgi de bitiyor. Böylece menfaat evliliği sona eriyor.
Menfaat sevgiyi öldürüyor. Sevginin ölmesiyle saygı bitiyor. Saygı bitince muhabbet sönüyor. Muhabbet sönünce saadet ortadan kalkıyor.
İşte, sizin sorununuz da bundan ibaret olsa gerek. Önce birbiriniz üzerindeki menfaati bitirin. Sevginizi aşılayın, muhabbetinizi arttırın ve saadeti yakalayın.
-Doğru söylüyorsunuz Müdürüm. Siz konuşurken evliliğimizde yaşadıklarımızı zihin tarlasından geçirdim. Hep dedikleriniz aynen çıktı. Allah’ın emrini ve değerlerimizi unutmuşuz. Fakat zararın neresinden dönülse kardır. Şimdi hemen eve gideceğim ve eşimle konuşup evliliğimize yeniden sıfırdan başlamayı teklif edeceğim. Her şey için teşekkür ederim müdürüm. Diyerek koşar adımlarla evin yolunu tuttu.
Mesut AKDAĞ