Aşk Hikayesi: “Geri Zekalı”
Eczacılık’da tahsil yaparken fakültede bir kız vardı. Akıllı, sevimli, güzel bir kız. Önümde otururdu, pırıl pırıl saçları vardı, bakmaya doyamazdım. Haberim olmadan yavaş yavaş sevmişim. O nasıl oluyor diye sormayın, ben de bilmiyorum çünkü birkaç yıldır aynı sınıftaydık. Yani görür görmez aşık olma durumu yoktu. Yavaş yavaş içimde büyümüş işte hınzır…
Bir salaklık yaptım sonra. Konu açıldı, fakülteden bir arkadaşım sevdiğim birinin olup olmadığını sordu. Var dedim ben de. Kim olduğunu öğrenmek için çok ısrar etti. Bir de liseden yani eski bir arkadaşım da olunca ısrarlarına dayanamayıp söyledim. Kimseye söylememesi için de yemin ettirmiştim…
İyi halt etmiştim tabii. Ertesi gün sınıfa gelince bir baktım ki duymayan kalmamış. Hiç istemediğim, kontrolümde gelişmemiş bir durum; utangacım üstelik, inkar bile edemedim. Kabüllendim. Sustum… Birlikte aynı amfiyi paylaştığımız, ara sıra laboratuvarda birlikte deney yaptığım kızın yüzüne bile bakamaz oldum. Fakültenin bahçesinde karşılaştığımızda yüzüne bakamadığım için ders aralarını kimsenin kullanmadığı arka merdivenlerinde geçirmeye başladım. O da benden uzak durmaya çalışıyordu. Zaten niye yanaşsın ki? Ortada fol yok yumurta yok. Ama ben yine de kızdan kaçmaya devam ediyordum. Laboratuvarda isimlerimizi alay eder gibi haykırarak tempo bile tuttular ama o hiç sert tepki vermedi, kızmadı…
Ortalık yavaştan durgunlaştı sonra. Her şey normale dönmeye başlıyordu. Ona gidip hislerimi hiç söylemedim. Ne diyebilirdim ki? Bilirsiniz, ilk başta söyleyemezseniz zaman geçtikçe daha da zorlaşıyor bu zıkkım. Fakülteye yürüyerek, o da otobüsle geliyordu. Nereden mi biliyordum? İkimizde aynı mahallede oturuyorduk. Evet böyle de saçma bir durum. Arkadaşlarımın gazıyla onun bindiği otobüsle okula gidip gelmeye başladım. Sabahları aynı durakta beklememize, aynı fakültede olmamıza rağmen hiç yanına gitmedim. Otobüsün gelmesini hep iki adım aralıklarla bekledik…
Arada güzel şeyler olmuyor da değildi. Mesela bazen bakışlarını yakalıyordum. Mesela birinde deprem kampanyası için para toplanması gerekiyordu. Ben görevliydim. Liste için sıra sıra gezerken onun sırasına geldim. Herkes isim soy ismini söylüyordu. O da söyledi. Ben de biliyorum zaten dedim. Utanıp gülmüştü. Birinde de laboratuvar çıkışı -evet aynı laboratuardaydık ahaha- arkadaş grubu ile yürürken ismimi yanlış telaffuz eden arkadaşa öyle değil böyle söylenir diyerek ismimin doğru telaffuzunu öğretmişti canımın içi. İsmim konusunda sevdiğim tek şey bu olabilir.
Sonra ne mi oldu diye soruyorsunuz? Yahu geri zekalılık işte. Bir bok olmadı tabii ki. Gidip adam gibi konuşmadım kızla. Zaten belki de hiç sevmedi beni diye kendimi avuttum. Üniversite bitti, kız gitti ve ben de memlekete döndüm bir eczane açtım, iki yıldan beri çalışıyorum.
Dün Facebook’tan bir mesaj geldi bana, tanımadığım biri. “Naber, ben de İzmir’deyim….” tarzı eski bir arkadaştan gelen mesaj. Profile giriyorum. Benim eczacılıktaki sevgili.. İzmir’e bir ilaç firmasının temsilcisi olarak gelmiş. Ben sizi tanımıyorum diyorum kibarca, özür diliyor, karıştırmış. Atmıyor bir daha mesaj. Merak ediyorum ben de bir ortak arkadaşıma soruyorum. “hayır lan evlenmedi” cevabını alıyorum.
Sabah pencereleri açıyorum, ilaç kokususu dağılsın diye ve bir çay söylüyorum. Yaz günü sıcak dışarısı. Eczaneye biri giriyor, girer girmez hatırlıyorum. Benim eczacılıktaki sevgili. İçimi bir heyecan kaplıyor. Kız çiçek gibi, neşeli, gülümseyerek “günaydın” diyor, oturuyor. Çantasını masaya koyuyor. Fakültede hafif tombul, her ders espri yapan, herkesin hemen sevdiği, ama kimsenin sahip olamadığı benim sevgili.
Ben de en neşeli halimi takınarak “Günaydın” diyebiliyorum. Sürekli konuşuyor. Beni tanıdığına veya hatırladığına dair en ufak bir ipucu yok. Heleki o konulara girmiyor. Fakülteden eski arkadaşlardan, hocalardan bahs ediyoruz. Benim çay geliyor. Ona da bir çay söylüyorum. Çırak iki simit kapıp geliyor. Biraz sohbet ettikten sonra, “gitmem gerek, işim var” diyor ayağa kalkıyor. Nasılsa bana bir cesaret geliyor. “Olur işlerini tamamla gel akşam yemeğini birlikte yeriz” diyorum. “Olur” diyor, kartını bırakıp gidiyor. Hemen kasaba uğrayıp yarım kilo kıyma alıyorum. Bakkaldan iki şişe kırmızı şarap, spagetti; manavdan bir bağ fesleğen, bir demet ıspanak alıyorum. Buzdolabına yerleştiriyorum. Spagetti yapabildiğimiz tek yemek.
Akşama doğru eczaneyi kalfaya teslim edip, telefona sarılıyorum. “Neredesin gelip alayım.” diyorum. Onu kararlaştırdığımız kaffeden alıyorum. Dosdoğru benim eve. Kırmızı şarabı açıyor, birer kadeh dolduruyor. Önlüğümü takıyor, sanki kırk yıllık aşçıymışım gibi girişiyorum, spagettiyi hazırlamaya. Tabureye oturuyor, bir taraftan şarabını yudumlarken, bir taraftanda beni izliyor. Ben bir taraftar harıl harıl yemek hazırlarken. O başlıyor anlatmaya. Bülbül gibi şakıyor, neşesi yerinde, “Böyle marifetlerin olduğunu bilmiyordum. Oldukla zevkle çalışıyorsun.” diyor. “İçine sevgi katılmadan pişen aş aş değildir. Severek yapıyorum.” diyorum. Deniz manzarası eşliğinde balkonumda, spagettimizi yiyor, şarabımızı içiyoruz. Bense ilk defa o zaman gerçekten bu kıza aşık olduğumu fark ediyorum.
Hayatı anlamlı kılan en güzel duygudur aşk, insan hayatında gerçek bir milad. O akşam gece geç saatlere kadar sohbet etmiştik. Sanki tümden hücrelerim yenilenmiş, bambaşka bir insan olmuş çıkmıştım. O gün bakışlarıyla, gülüşleriyle gerçekten hayatıma ve kalbime dokunmuştu. Artık güçlüydüm. Yaşamın getirdiği bütün sorunlarla başa çıkabilecek kadar güçlüydüm. Nefes almak bile daha anlamlı gelmeye başlamıştı. Coşku, tutku bakın bu soyut kavramları küçümsememek lazım. Tutkunun içine düştüğünüzde yaşadığınız mutluluğu başka hiçbir şeyde bulamazsınız. Hayatımı ona adamak istiyor, ayak parmaklarımdan saç diplerime kadar her bir hücremin ona ait olduğunu hissediyordum. Bu aşkın kimyasıydı herhalde; onun kaşı, gözü, yüzü, parmak uçları aman tanrım büyüleyiciydi.
O günden sonra muhabbetimiz devam etti. O her İzmir’e gelişinde bana, ben her İstanbul’a gidişimde ona uğruyordum. Aylar sonra, uzunca bir flört sonrası aramızdaki ilişki aşka dönmeye başladı. O beni ilk gün beğenmiş, tüm o neşem, sıcaklığım ilgisini çekmiş. Bense cahilliğim yüzünden açılamamış, gençliğimizin iki senesini boşa öldürmüştüm. Şayet o gelmeseydi ben cesaret edip asla ona gidemezdim. Aradan üç yıl geçti, hiç ayrılmıyoruz, acılar, mutluluklar, hayal kırıklıkları, başarılar. Her şeyi, birlikte göğüslüyoruz. Mutluyuz.
Evet bir sonu yok bu hikayenin. Uzun süren bir üniversite aşkı. Sonra uzun bir süre birliktelik. Sırrıysa güven, güven ve güven. Sevildiğini bilmek, onun mutluluğunu kendi mutluluğunun önüne koymak, dürüst olup ona her daim güvenmek. Huzurlu olmak kısacası. İçinde Facebook şifresi ne acaba korkusu olmaması. Çok sevmek.
Tahmin ettiğiniz gibi evlendik. Mutluyuz. İki çocuğumuz var.