Hikaye Oku; “Beni İdam Etmeyin”
Hikaye oku; Suudi Arabistan ahlak polisi mutavva, öğle namazı öncesi Mekke etrafında dolanıp asayiş ve şeriat kontrolü yapıyordu. Elinde değneği, iri gözleri ve sert bakışlarıyla görenleri korkutan bir ihtişama sahipti. Mutavva, kelime anlamıyla boyun eğdiren demekti. Arabistandaki din polisleri mutavva olarak anılıyordu. Sivil olarak gezip o bölgenin kurallarına uygunsuz davrananları uyarıyor veya gözaltına alıyordu. Aylardan temmuzdu. Sıcaklar iyice artmış, orada olanları adeta kavurur olmuştu. Çarşı civarında lokantaların olduğu bölgeden sesler yükselmeye başlamıştı. İki adam kavgaya tutuşmuş yerlerde yuvarlanıyordu. Olayın yakınındaki sivil polisler, anında müdahale ederek, gözaltı yapıp, iki adamı da karakola götürdüler. Yapılan sorgulamada birinin Hintli diğerinin ise Endonezya uyruklu olduğu tespit edilmişti. Kavga nedenini öğrenen karakol amiri derhal tutanak tutulmasını emredip iki adamı da yeraltındaki zindana kapatmaları için iki polis görevlendirdi. Kavga eden adamlar korkudan sessizliğe bürünmüş ettikleri kavgayı çoktan unutmuşlardı. Polis ikisini de ayrı hücreye koydu. Kapılar kilitlendikten sonra hücreleri derin bir sessizlik aldı. Korkudan titreyen iki gurbetçi başlarına geleceklerden habersiz bir şekilde yerde oturmaya ve beklemeye başladılar. Kutsal topraklar demokrasiyle değil krallık ve şeriatlarla yönetildiğinden, belirli suçlara karşı asla af getirilmiyor, bu suçlardan en az birini işleyenler hiç vakit kaybedilmeden bir köşede idam ediliyordu. Hintli Gulam Ahmet ve Endonezyalı Nesim Nuristan bir kavgaya tutuşmuşlar, yerlerde sürüklenerek çevreyi rahatsız etmiş ve polislerin dikkatini çekmişlerdi. Öğle namazı hazırlıkları için cadde üzerinde tur atan mutavva hızla onlara yaklaşmış ve diğer polislerle birlikte ikisini de gözaltına aldıktan sonra hücreye kapatmıştı. Mahkemeye çıkarılmak üzere beklemeye başladılar. Hintli Gulam, ayakkabısına sakladığı uyuşturucuyu lokantanın içinde çıkarıp eline alırken Endonezyalı lokanta işletmecisi Nesim Nuristan ile tartışmış, kavga büyüyerek dışarıya kadar taşmıştı. Gulam, gizli bir iş yaptığını zannetmişti ancak yanılmıştı. Ülkesinden gelirken bir miktar uyuşturucuyu ayakkabı tabanına gizlemiş, havaalanından yakalanmadan geçip Mekke’ye girmişti. Burada iş için bulunuyordu. Bir inşaat firmasında panel montaj görevlisi olarak çalışıyordu. Daha ilk günlerinde karakolluk olmuştu. Nesim ise kendi halinde lokanta çalıştıran mülayim bir esnaftı. Küçükken ülkesinden çıkıp buraya gelmiş, çocukluk yılları garsonlukla geçtikten sonra kendi işini kurmuştu. Oranın kurallarına öylesine alışmıştı ki bir polis kadar gözü açık hale gelmişti. Gerek işyerinde gerekse sokakta kural çiğneyenlere karşı hassas tutumuyla tanınıyordu. Gulam denen akılsızın yaptığını anında fark ederek onu gözaltı yapıp polise vermek istemiş ancak Hintli adamdan aldığı darbelerle savrulmaya başlamıştı. Kavga büyüyünce sarmaş dolaş olan iki adam elbiseleri yırtılana kadar boğuşup dışarıya kadar yuvarlanmıştı. Gulam, elindeki uyuşturucu maddeyle kavgaya tutuşmaya başladığında, uyuşturucu madde masanın altına düşmüştü. Kavga sonrası uyanık garsonlardan biri onu oradan alarak yok etmişti. Yaptığının suç olduğunu biliyordu ancak bu işin onu idama kadar götüreceğini tahmin edememişti. Suç işlemek kadar delilleri yok etmek de idam gerektiren bir suçun davasında idama mahkum edilmek demekti. Garson belki de patronunu korumak için yapmıştı bunu ama yaptığı onun başına iş açmıştı. Nesim yere düşen uyuşturucuyu hafızasına kaydetmiş onu masanın altında görmüştü. İfadesinde polislere bunu beyan etmiş tutanaklara işletmişti. Dükkânda kamera falan yoktu. Allah’tan başka şahit de yoktu. Nesim nasıl ıspatlayacaktı Hintli adamın yere uyuşturucu attığını? Polislere lokantaya giderek tüm çalışanları sorguya aldı. Uyuşturucu maddeyi çaktırmadan yok eden ve elbisesinin astarına saklayan garson korkudan titriyordu. Sorgulama derinleştikçe suçu saklamaya çalışan garson da hata yapmaya başladı. Baskılara dayanamayarak suçunu itiraf etti. Uyuşturucu maddeyi soyunma odasındaki elbisesinden çıkararak polislere getirdi. Artık o da hücreye atılmak üzere karakola götürülmüştü. Mahkeme öncesi düzenlenen tutanaklara garson da ilave edildi. Lokanta işletmecisi çevresinde sevilen biri olduğundan onu tanıyan dostları da bir bir karakola gelip kefil olmaya başladılar hadisenin güzelce ayıklanıp masumiyetinin aşikâr olması için. Nesim’in ailesi ağlıyor, polislere yalvarıp babalarının suçsuz olduğunu ifade etmeye çalışıyorlardı. Hintli adam ise korkudan aklını küçültmüş fındık kadar bir boyuta getirmişti. Hücrede büzülüp kalmış, az çok başına gelecekleri tahmin etmeye başlamıştı. Nihayet mahkeme günü geldi çattı. Nesim ilk ifade veren ve kendini savunan oldu. Beraatini isteyerek yerine oturdu. Garson ise mahcup bir yüz ifadesiyle uyuşturucuyu sakladığını itiraf etti. Hakim onu dinledikten sonra dava tutanaklarını inceleyen savcıyla göz göze geldi. Son olarak Hintli adam ifade verdi. Uyuşturucuyu ülkesinden getirdiğini itiraf edip pişman olduğunu beyan ederek korku içinde yerine oturdu. Herkes sessizce mahkemeyi izliyor, hakimlerin vereceği kararı sabırsızlıkla bekliyordu. Hintli adamın avukatını ülkesinin konsolosluğu göndermişti. Ancak yapabileceği hiçbir şey yoktu artık. Gulam kesinlikle idam edilecekti. Onunla birlikte suç unsurunu ortadan kaldırma cüretinde bulunan genç garson da kılıçtan geçirilecekti. Bu ülkede, idamlık suçlarda, herhangi bir delilin yok edilmesi durumunda, suç işleyen kadar, delili güvenlik güçlerine bildirmeyenin cezası da idamdı. Zavallı garson henüz on yedi yaşındaydı. Hayatının baharında hayatına son verdirecek bir hata yapmıştı. Mahkeme derin bir sessizliğe büründü. Hakimler olayı tekrardan gözden geçirdiler. Tutanaklar tekrardan incelendi ve savcının görüşüne başvuruldu. Artık son karar hakim heyetine kalmıştı. Kendi aralarında fısıldaşmaya başladılar. Konuşmaları bittikten sonra ortadaki hakim sesli bir şekilde kararı okumaya başladı. Hintli adam Gulam ve genç garson idam edilecek, lokanta işletmecisi Nesim önce beraat ettirilecek daha sonra hazineden gelen bir ödenekle ödüllendirilip takdir edilecekti. Hintli adam ve genç garson ağlamaya başladılar. Nesim ise ne yapacağını bilemedi. Duyguları öyle karışmıştı ki bir an hakimin yanına gidip “çocuğun idamını durdurun lütfen” diyesi geldi. Buna cesaret edemezdi. Kendi içine konuştuğuyla kaldı. Bulunduğu ülke diğer ülkelere benzemiyordu. Bir şeye hayır diyen kanun bir daha asla evet demezdi. Salondan dışarı çıktılar. Garsonla helalleştiler. Ağlamaklı adam ona hakkını helal etmesini söyledi.
Hintli adam da ağlayarak Nesim’e sitem ediyordu. İki kişinin hayatını sen kararttın, gibisinden sözler sarf ederek polisler eşliğinde idama doğru ilerliyordu. Genç garson son kez patronunun yüzüne baktı. Ağlamaklı gözleri bir anda kurudu sanki. Bir daha asla o salona ve işine geri dönemeyecekti. Doğup büyüdüğü yer Mekke olduğu için nasıl idam edileceğini çok iyi biliyordu. Daha önce arkadaşlarından ve akrabalarından bir çok kişi idam edilmişti. Şimdi aynı şey kendi başına gelecekti. Hayatı bitecek, bir daha asla bu dünyaya geri gelemeyecekti. Aklından en çok özlediği şeyleri geçirmeye başladı. Pişmanlıklarını da yanına alarak polislerin arasında zindana ilerledi. Genç garsonun adı Talip’ti. Annesiyle yaşıyordu. Babası, 1990 yılında, hac zamanı, El Muaysem (Tünel) faciasında ezilerek ölmüştü. Kendinden başka kardeşi yoktu. Annesi haberi alır almaz yıkılmış, hastanelik olmuştu. Eşinden sonra oğlu da gidecekti bu dünyadan. Talip üç gün sonra Cuma günü idam edilecekti. Hüzünlerini, pişmanlıklarını, hasretlerini idam edildiği odada bırakacaktı. Polisler onu idam edileceği odaya getirirken Talip onlara çok yalvarmıştı. “Beni idam etmeyin”, diye defalarca af dilemiş ancak hükmün hakimde olduğunu bilen polisler onunla konuşmamışlardı bile. Cellat, sabah erkenden kalkıp o günün mesaisi için işyerine gelmişti. Cuma namazından sonra odaya geçti. Talip’den başka üç kişi daha vardı idam edilmeyi bekleyen. Hintli adam bir başka bölgede idam edilecekti. Talip onu hayatı boyunca yalnız iki defa görmüştü. İlk önce lokantada, sonra da mahkemede. Cellat kılıçlarını kontrol etti. En son bilenen kılıcı eline alarak dikey vuruş provası yapmaya başladı. Körlenen kılıçları da bilettirmek üzere oradaki bakım görevlisine verdi. İdam yaklaşık bir saat sonra gerçekleşecekti. Mahkumlar sırayla odaya getirilmiş, yaş sırasında göre sıraya dizilmişti. Birbirleriyle konuşmaları yasaktı. Gözleri ve elleri bağlı şekilde beyaz elbisenin içinde cellatlarını bekliyorlardı. Cellat hemen yan odadaydı. Kılıcıyla bilindik hareketler yapıp, işine odaklanmaya çalışıyordu. Kendisi yirmi yıllık bir cellattı. Kimlerin başını uçurmamıştı ki? Kralın akrabalarından tutun da hac görevinde suç işleyen hacı adaylarına kadar… Cellatlığı işsizlikten sıkıldığı için seçmişti. Arabistan sıcağında sokaklarda çalışmaktan bıkmış kendisine gölge bir yerde, devlet garantili bir iş bulmuştu. Nice arkadaş ve akrabalarını da idam etmişti. Oranın en meşhur cellatlarındandı. İşine çok saygı duyar, asla aksatmazdı. Önüne kim gelirse gelsin, bir an bile tereddüt etmez, başını uçururdu. Kılıçlarına özen gösterir, az körlenen bir yer dahi görse derhal bilemeye yollardı. Kimseyle fazla muhatap olmaz, oradaki insanlarla sadece işi için diyalog kurardı. Vaktinin geri kalan kısmını evinde geçirirdi. İşyerinden evine, devletin tahsis ettiği, lüks bir arazi aracıyla gelir giderdi. Üstelik şoförü de vardı. Asla araba kullanmazdı. Zayıf, uzun boylu, hafif sakallı, iri ve yeşil gözlü bir adamdı cellat. Evdeki kılıç provalarında havada uçan arı veya sineği, değişik açı ve pozisyonlu vuruşlarla çok rahat kesebilecek kadar marifetliydi. Yirmi yıllık el tecrübesi onu o kıvama çoktan getirmişti. Üstelik bir ustası bile yoktu. Kanunları görevlilerden öğrenmiş, idam etme işini kendi yetenekleriyle geliştirmişti. İşin kalıpları belliydi. Cellat, usta veya çırak gibi şahıslarla samimi olmaktan hoşlanmadığı için asla bir ekiple çalışmadı. Altında ast, üstünde üst yoktu. Yalnızca kendisi olacaktı ve oldu da… Talip idam edilmeden bir saat önce yalvarmayı ve ağlamayı bırakmıştı. Sessizce yerinde oturuyordu. Odada sadece dört idam mahkumunun nefesi duyuluyordu. Birazdan cellat gelip hepsini sırayla idam edecekti. Kim bilir akıllarından ne geçiyordu. Kurtulmak, cennet ve cehennem kavramları, yaptıkları, yapamadıkları, pişmanlıklar, hasretler, yarım kalan işler… Artık çok geçti. O odadan sağ çıkan yoktu, o pozisyonda. Onlar da sağ çıkamayacaklardı. Lokanta sahibi mahkeme sonrası işyerine giderek çalışanlarına birkaç gün işe gelmeyeceğini söyledi. Talibin idam edilecek olmasına çok üzülüyordu. Onu evladı gibi seviyordu. Ama elinden bir şey gelmediği için bir köşeye çekilip yalnızca dua edecekti. İdamından sonra annesiyle görüşüp ona yardımda bulunacaktı. Helallik isteyip gönlünü almaya çalışacaktı. Hintli adam da idam edileceği odaya getirildi. Onun gibi tam sekiz kişi de idam bekliyordu. O dokuzuncu oldu. Burada idam edilenler yalnızca ağır suçlardan idam cezası almış kişilerdi. Cellat odaya girdi. Dokuz kişi yaş sırasına göre en büyüklerden başlanarak sırayla idam edildi. Cesetleri bir torbaya konularak defnedilmek üzere bir mezarlığa gönderildi. Talibin idamı yaklaşmıştı. Cellat elinde kılıçla yerinden kalktı. İdamlıkların odasına yönelerek polislere kapıyı açmalarını söyledi. Dört mahkum da yerde oturuyordu. Yaş sırasına göre dizilmişlerdi. Talip, cellatın ayak seslerin duymuştu. Korkuyla ümitsizlik ona çok yakındı. Cellat, odanın sağına doğru ilerleyerek sırayla dizilmiş olan idam mahkumlarının en yaşlısının arkasında hazır bulundu. Elindeki kılıcı mahkumun ensesine yaklaştırarak olabildiğince havaya kaldırdı. Sert bir hareketle, kılıç sanki, yıldırım düşmüş gibi havaya kalkıp yere indi. En yaşlı idam mahkumunun başını tek vuruşla uçurdu. Sıra diğer mahkuma geldi. Aynı işlemi ona da uyguladı. Talip’den bir önceki mahkum da idam için hazırlanmıştı. O da idam edildi. Sıra Talip’e geldi. Cellat sanki yorulmuş gibi durakladı bir an. Hareketlerini kontrol altına almaya çalışan bir sporcunun ruh haline büründü. Eğilerek çocuğun yüzüne bakmaya çalıştı. Onu enseden beri tanıyamazdı. Tanıdık biri gibi geldiği için meraklandı. Daha önceden Nesim’in lokantasında yemek yerken kendisine hizmet eden garsondu bu. Ama görevi gereği tek bir kelime dahi etmedi. Dikey ve yatay vuruşlara öyle bir alışmıştı ki, yirmi yıldır bu tekrarlar onun reflekslerine geçmişti artık. Yattığı yerden bile kelle uçurabilirdi. Derin bir nefes aldı. Talip o nefesi duydu. Cellat kılıcını havaya kaldırıp gencin ensesine indirdi. Yerde yatan son idamlık, ona daha önceleri defalarca çay ve çorba ikram eden, hizmetlerde bulunan, elinden yemek yediği Talip’ti. Birbirlerini tanıyorlardı ama onunla bu odada karşılaşacağı aklına gelmezdi. Talip hareketsiz bir şekilde yerde yatarken cellat dört mahkuma derin derin baktı sırayla. İşi bitmişti. Artık evine gidebilir istirahate çekilebilirdi. Öyle yapmadı, kılıcını yıkatmak üzere görevliye verdi, üzerini değiştirdi. Odasından çıkarak gökyüzüne sert bir bakış attı. Başını yere indirerek çarşıya doğru yürüdü. Sanki, az önce dört kişiyi idam eden o değildi. Yürüyerek çarşıya vardı. Talip’in çalıştığı lokantaya giderek her zamanki yerine oturdu. İşletme sahibi ve Talip hariç herkes tam kadro oradaydı. Az önce, canını aldığı gencin ekmek yediği, para kazandığı yerde, belki de bininci yemeğini yiyordu cellat.
Sinan KORKMAZ
Duygusal Hikayeler – Ağlatan Hikayeler