Kablodaki Tılsım
Yurt dışından emekli olduktan sonra memleketine yerleşti. Gelir dağılımının muhteşem olduğu yıllardı. Kendine arsalar alarak bir ev yaptı. Zakir artık Türkiye’deydi.
Gösterişi ve ikramı seven biriydi. Geleni boş çevirmez, gidene akıl ve nasihatler yüklemeden rahat edemezdi. Halk tarafından bilinen, sık kullanıp tekrarladığı kelime ve cümleler bazen esprilere konu olurdu.
O çevrede yaşayanlarca sözü dinlenen, saygı gösterilen biri haline geldi. Bunların yanında çiftçilikle uğraşmaya başladı. Bir kaç baş hayvan ve tavuk alıp emeklilik günlerini oyalanarak geçirmeye başladı.
Esrarengiz bir adamdı Zakir. Gizli sırlara vakıf olduğunu dikkat çekmeden göstermeye çalışıyordu. Okuma yazma bilmemesine rağmen muska yazarak kimilerini iyileştirmeye çalışıyordu.
Bir iki basit çalışma ve tesadüfle bazı insanların gözünde ilim sahibi biri olarak görünüyordu.
Kasvetinden çekinenler ona mesafeli duruyor hatta bazı saf mizaçlılar Zakir’i üstün ilimler akademisinden zannediyorlardı.
Bu yalanı da torunları vasıtasıyla yaymıştı. Günler birbirini kovalarken ünü bölgede ve şehir dışında iyice duyuldu.
Bir gün kapısını bir misafir çaldı. Elini öptü yanına oturdu. Kendisini tanıttı. Geceleri evine hayaletlerin geldiğini, kendisini çok rahatsız ettiğini, uykularına hasret kaldığını ve çok korktuğunu anlattı.
Zakir onu dikkatli şekilde dinledikten sonra yan ve alt bakışlarla kurnazlığını belli eder cinsten göstererek gizemini sergiledi.
Misafire birkaç soru sordu ve şöyle dedi:
-Vaaah kızım vah!
-Ne oldu efendim, neden vah çektiniz?
-Seni hayaletler çarpmış!
-Eyvahlar olsun yandım ben!
-Yaa kızım… İşte böyle, sana ne yapıyorsa onlar yapıyor hemen müdahale edelim de musibetler ortadan kalksın.
-Tamam efendim.
Misafir kız iyice korkmuştu.
Arkasına yaslandı, derin nefes aldı.
Zakir’in telkinleriyle biraz olsun teselli buldu.
Güya kızı bu hale getiren hayaletlerdi. Kesinlikle hileli düşüncenin eseriydi bu. Yaptığı işlere sırlar yükleyip insan çatlatmaya bayılırdı.
Muskacı Zakir, zavallı kızı güzelce kerizleyerek yola koydu. İkiyüz lira sözde teşhis bedeli olan parayı da aldı. Giderken ona yazdığı muskayı uzatarak boynuna asmasını söyledi. Vedalaştılar.
Aradan aylar geçti. Ne bir iyileşme ne de tesir vardı. Saf kız muskanın içinde ne olduğunu görmek istiyordu. Eline ufak bir çakı aldı. İplikleri yavaşça kesti. Kâğıdı naylonun içinden çıkardı.
Aman Allahım! O da ne öyle? Bir elektrik faturası kâğıdını aylarca boynunda taşımıştı. Meğer Zakir ne ilim ne sahibi ne de bir okuryazardı.
Bir harf dahi yoktu ezberinde. Kandırıldığını iyi biliyordu artık. Yaşadığı enayiliği kendi iç dünyasında kapalı sandıklara sakladı.
Bu olaydan kimseye bahsedemiyordu. Çünkü alay edilmekten ve kötü örnek olmaktan çekiniyordu.
Kendi kendine, tanımadığı insanların lâfına itibar etmeyeceğine, bir daha asla alâkasız yerde şifa aramayacağına yemin ederek söz verdi.
Sinan KORKMAZ