Servet Köşkü
Hikaye Oku; Uyukladığım sırada Anlamsız bir şekilde yerimden doğruldum. Ve Kapının yanındaki tabelayı okumaya başladım. Servet Köşkü. Bu köşk inanılmaz derecede ilginç ve önemli bir sırrı içinde barındırıyor eğer öğrenmek isterseniz köşk sırları adlı bölüme bakabilirsiniz.
Dipnot. Ayşem Sazlıdere kim bu diyeceksiniz işte o benim burası bana dedem Nizamettin Sazlıdereden emanet kalan en büyük servet, hazırlanmak gerektiğini düşünüyordum. Nede olsa bugün burası tıka basa dolacak göz gözü görmeyecek, herkes bu esrarengiz ve ilginç seyahatte kaybolup gideceklerdi. Ben bunu başaracağıma inanıyordum. Yanımda ise Leyla yıkılmaz vardı. Leyla benim hep ortağım hem can yoldaşım, ha bu arada birde Eşim Servet var ama şimdilik ondan bahsetmeyeceğim o ayrı bir hikaye diyebilirim.
Açılış saati çoktan gelmişti. Ve herşey birbirinden güzel dört dörtlük bir şekilde hazırdı. İlk önce insanların ilgisini çekecek bir belgesel sonra olağanüstü bir hikaye gerisi zaten gelir biliyorsunuz birde gelsin pastalar gitsin sodalar çaylar sonra da millet tabiki mest bitti gitti. Büyük hayalimi iki üç dakika da anlatmıştım bitmiş gitmişti. Neden müze derdi hep Leyla, bende dedemin geçmişini ve Türk’ün tarihini ayakta tutmak için diye cevap verince ağzı açıkta kalmıştı. Biraz sonra kapı sağ taraftan açılınca içeriye orkestra şefi girdi. Orkestra şefi dediysem de öyle ünlü biri değil yani senin benim gibi insan ben öyle düşünüyordum. Arkadaşım Leyla duysa beni tefe koyar vallahi neyse susayım yerin kulağı var değil mi yani ?
– Ne bana mı dedin Ayşe diye yanıma geldi. “Leyla neden Ne oldu ki” diye karşılık verince, daha birşey sormadı. Bende derin bir nefes aldım. “Az daha yakayı ele veriyordum.” Diye düşünmeden edemedim. Diğer misafirlerin yanına doğru kırmızı halının üstünde yürürken birden telefon çaldı. Arayan kızım Ferideydi, “anne kapının önündeyim seni göremiyorum” demez mi işte şimdi hapı yutmuştum. Çok pimpirikli ve evhamlı bir kişiliğe sahip ama güler yüzlü cana yakın biriydi. Tek kusuru işte pimpirikli olmasındaydı. Beni hiç üzmez tek konu hariç, yok öyle olmadı, yok öyle olmaz, yok soğuk, yok sıcak, yok gittin, yok geldin der dururdu bazen ben mi anneyim o mu diye düşünmeden edemezdim. Ben ona göre daha rahattım. İçeri girer girmez ilk önce selamlaştık. Hemen peşine konuşmaya başlamaz mı, “bak ben sana demedim mi bu elbisenin pileleri kırışacak rezil olacaksın diye ama sen beni dinlemedin”
– Kızım sakin olurmusun lütfen bu benim için önemli bir gün berbat etmezsen sevinirim canım tamam mı
Biraz kem küm etsede ağzından tamam lafını almıştım. Bu onun en az 25 dakika rahat durmasını başka birine sarmasını sağlayabilirdi. Bende bu arada diğer misafirlerle ilgilenirdim. Biraz sonra kapının sol kanadından Beyaz gece elbisesi ile Bennu hanım belirmişti bu beni çok şaşırtmıştı. Çünkü gelmeyeceğini, bir toplantıya katılması gerektiğini söylemişti. Neyse arkadaşlarım ve davetlilerin burada olması beni sevindirmişti. Herkesin toplandığını gördüğümde konuşma için kendimi hazırlayıp kürsüye geçtim. Çok heyecanlıydım. Yüzümden soğuk terler boşalıyordu. Kendimi sakinleştirmek için mikrofonun yanında duran su şişesini alıp ağzıma doğru götürdüm. Boğazımı kuruluğu gitmiş bende biraz da olsa heyecanımı üstümden atmıştım. Konuşmaya girdim.
Bu gün burada olduğunuz için teşekkür ederim. Etrafta gördüğünüz eşyalar ve elbiseler bir devre ışık tutan tanık olan tarihi eserlerdir. Bunlar askerlerimizin bize bu vatanı emanet ederken ne zor şartlar içinde bulunduğunu bize gösteriyor ve bizi uyandırıyor, siz bu vatanın bir karışının bile geri alınırken ne çetin mücadeleler verildiğini biliyormuş gibi durmuyorsunuz. Ama bu böyle siz şimdi rahat yataklarınızda uyuyun diye ne mücadeleler verildiğini bu müze az da olsa gözler önüne serecektir. Eğer merak ediyorsanız buyrun ülkemizin şanlı tarihine diye konuşmayı bitirdiğimde her taraftan alkış sesleri yükselmiş beni daha bir motive etmişti. Artık içlerindeki milli ruhta uyandığına göre herşeyin farkına varmış olmalılar diye düşünmüyor değildim. Zaten bunun böyle olduğunu konuşmalar bitip etrafı ciddiyet ve hakkaniyet ruhu kaplayınca anlamıştım. Ama kimsenin bilmediği benim bile sonradan haberim olacak olan kötü an yaklaşmak üzereydi. Öğrendiğimiz yada gördüğümüz de karşısında durmaya çalışsak da bir sonuca varılmayacaktı. Herkes içerdeki ortama ayak uydurmuş ve hatta bilenler ve ben de dahil bilmeyenler olayların nasıl gerçekleştiğinden bahsediyorduk. Ve hepimizin üzüleceği o an gelmişti. Kapıdan içeri giren rüzgar herşeyin sonu olmuştu masaların örtüleri perdeler ve yerdeki diğer halılar kumaş koltuklar tutuşmuştu. İlk önce ne kadar durdurmaya çalışsak da alevler etrafı sardığından artık yapacak birşey kalmamıştı kaçmak tan başka… bir tarihte böylece kaybolup gitmişti bile…
Cihat Turan