Gerçek Bir Korku Hikayesi; Açgözlülüğün Bedeli
Selam arkadaşlar, bu hikaye bölgemizde çok bilinen bir hikayedir. Definecilik işleriyle uğraşmış olanlar bilirler bir define bulunduğu vakit eğer cinni varlıklar tarafından sahiplenilmişse veya büyü yoluyla korunuyorsa büyü bozulsa dahi defineciler bir avuç altını oraya bırakır kalan kısmını alırlar. Çünkü gömüyü sahiplenen varlıklar doğası gereği altına ve değerli eşyalara düşkündür. Bu hikayenin de esas olayı budur…
Bizim köyümüz Trakya Bölgesinde, İstanbul’dan arabayla yaklaşık 2,5-3 saat mesafededir. Rivayete göre 2001 senesinin kışı köyümüze İstanbul’dan 3 kişi gelmiş. Gelenlerden biri profesör olduğunu söylemiş ve köy kahvesinde muhtarla konuşmuşlar. Köydeki yaşlılar neden geldiklerini sorunca kendini profesörün asistanı olarak tanıtan kişi şöyle demiş:
– Efendim biz İstanbul’dan geliyoruz. İstanbul’da eski bir Rum evinde bir define haritası buldum. Profesör Ahmet Bey ve Çağlar Bey’e sordum. Beni kırmadılar ve yaptıkları araştırma sonucu sizin köyünüzde gömü olduğunu tespit ettiler. Biz bu gömüyü çıkarmak niyetiyle geldik.
Ancak köy ahalisinin görüşü bu kişilerden farklıymış. Buradan Yunanistan’a göç eden Rumların Trakya Bölgesi’nde birçok define bıraktıklarını doğrulamışlar ancak bu definelerin büyülerle korunduğunu ve eğer bu ilimde uzman biri yoksa gömülere dokunulmaması gerektiğini belirtmişler.
Lakin anladığım kadarıyla bu gelen defineci ekip çok da oralı olmamış ve bunların hurafe olduğunu söylemişler. Köylüler ne kadar dil döktülerse de gelen kişileri bu define işinden vazgeçirememişler. Birkaç gün sonra bu ekip daha teçhizatlı bir şekilde köye geri dönmüş. Sonra bir ailenin evinde misafir olarak kalmayı rica etmişler ve bir eve yerleşmişler.
Bir iki gün içinde çalışmalar sonuç vermeye başlamış ve bir kaç parça altın bulmuşlar. Bundan sonraki bölümü onları misafir eden Hüseyin Abi’den dinledim. Aynen şöyle diyor:
“- İlk altını buldukları gece yine akşam yemeğinden sonra çay içip muhabbet ediyorduk.Tabi ben o yaşıma kadar İstanbul’da birkaç defa bulundum ama hanımım hiç gitmemişti. Büyük şehir görmediğinden adamlar anlattıkça benim hanım şaşırıyordu. Böyle böyle konu konuyu açtı uzunca bir süre muhabbet ettik. Sonra herhalde saat gece yarımdı, sabah erken kalkacaklarını söyleyip yatmak için izin istediler. Sonra ben de 15-20 dakika televizyona bakıp yattım. Gece saat 3.30 gibi çığlık sesiyle uyandım. Hemen av tüfeğini alıp yattıkları odaya gidecektim ki hanım da uyandı. Ona yatak odasında kalmasını söyledim. Yattıkları odaya koşarken kendi kendime eve bir hayvan girdi herhalde diye düşündüm çünkü bizim köyde hırsızlık falan olmazdı. Odanın kapısını açtım ve karşımda gördüklerim karşısında resmen dondum. Çağlar isimli arkadaş çığlık çığlığaydı diğerleri ise onu sakinleştirmeye çalışıyordu. Biraz kendine geldiğinde neler olduğunu sorduk anlatmaya başladı:
– Gece bir aralık camdan dışarı bakmış bizim evin etrafında siyah keçiyi andıran fakat iki ayak üstünde yürüyen mahluklar görmüş. Camdan dışarı bakmasıyla hepsi ona dönmüş. Adamın tarif ettiğine göre sanki zihnine konuşmuşlar (galiba telepati gibi bir şey) ve ona şöyle demişler
“Ey Ademoğlu, bizim servetimize göz diktin. Bizden izin almadan altınımızı aldın. Buna karşılık olarak biz de seni alacağız.”
Ben bu konularda çok bilgi sahibi değildim bu yüzden köyün imamı Kemal Efendi’ye götürmeyi teklif ettim. Fakat kabul etmediler. Bunların hurafe ve bunun gibi şeyler olduğunu söylediler. Sonra yatıp uyumaya gittik ama galiba o gece bizim evde kimse uyuyamamış. Sabahleyin ezan vakti tekrar kazmaya gittiler. Sonra onları hiç görmedim.”
Anlatılanlara göre köye geri gelmemişler. Köydekiler de çok üstünde durmamış işleri uzadı herhalde demişler fakat bekle bekle yok gelmemişler geri…
Gece de olunca köydekiler iyice endişelenmiş ve jandarmaya durumu anlatmışlar. Sonra öbür gün köye ekipler gelmiş onlarla da aramışlar ama nafile hiçbir iz yok. Sonradan öğrendiğim kadarıyla ormanda eşyalarını bulmuşlar eşyaları takip edince bir mağaraya ulaşıyormuş. Mağaraya giren köy imamı Kemal Efendi ise şöyle anlatıyordu köy kahvesinde:
– “Mağaranın içine girmeden evvel yanımızdaki arama köpekleri havlamaya başladı ama nasıl bir havlama sanki hayvanları kesiyorlar. Sonra etrafı çok pis bir koku kapladı. Aslında gece diye dönecektik ama eşyalarını bulunca aramaya devam ettik. Mağaraya girmemizle bir davul zurna sesi duyuldu az daha ilerleyince dilim varmıyor ama bir cin düğününe denk geldik üç arkadaşı orada bulduk. Ellerine kına yakılıyordu. Ben hemen Saffat suresi okumaya başladım, diğer görevliler kaçtı gitti. Böylece Çağlar isimli arkadaşı ve profesörün asistanını kurtardık ama şerli varlıklar profesör beyi mağaranın derinliklerine götürdü .Peşinden koştum ama yetişemedim.”
Bu olaydan sonra araştırdığım kadarıyla Çağlar bey hala akıl hastanesindeymiş.
Profesörün asistanı olan şahıs aldığı psikolojik tedaviden sonra yurt dışına yerleşmiş. Ben de birkaç kere e-posta yoluyla ulaşmayı denedim ama bu olayı sorunca bana bir daha geri dönmedi. Profesör beyin cesedi ise yakındaki bir kuyuda bulunmuş. Gözleri oyulmuş ve gözlerinin yerine iki adet Altın para koyulmuş vaziyetteymiş anlatılanlara göre…
Ha bir de profesörün göğsünde İbranice şu yazılıymış:
“Açgözlülüğün Bedeli”
Cenker KABALA