Korku Hikayeleri

Korku Hikayesi “Hayaletin Sırrı” 3. Kitap 16. Bölüm

Korku Hikayesi

Korku Hikayesi “Hayaletin Sırrı” 3. Kitap 16. Bölüm

“TAVANARASINA ÇIKARKEN”

İçeri girince kapıyı kapatıp basamaklardan yukarı çıkmaya başladım. Sağ elimde mum, sol elimdeyse üvez asam vardı. Gümüş zincir hala koyun derisi ceketimin sol cebindeydi. Aşağıya indiğimizden daha hızlı çıkıyordum, ama yine de dikkatli olmaya çalışıyordum; Meg’i uyandırmak istemezdim. Beni endişelendiren başka bir şey daha vardı. Anahtarım Hayalet’in masasındaki kilide büyük gelebilirdi. Böyle bir durumda açmak için levyeyi kullanmam gerekirdi ve bu da yine gürültü yapmam demek olurdu.

Yukarı çıktıkça kendimi daha da rahatsız hissetmeye başladım. Meg hala uyuyordu, ancak her an uyanabilirdi. Beni takip ederse kalası kullanarak yatak odası penceresinden kaçabilirdim. Ama yukarı geldiğini zamanında duyabilecek miydim? Alice haklıydı. Mantıklı düşününce bu yaptığım çok aptalcaydı. Yine de babamı düşünmek, beni yukarı çıkmaya zorluyordu.

Tavan arasına açılan kapıya ulaşmam uzun sürmedi. Tam içeri girmek üzereyken belli belirsiz bir ses duydum. Bir gıcırtı.

Endişeli bir şekilde sol kulağımı kapıya yaklaştırıp dinleyince aynı sesi tekrar duydum. Bu ses nereden geliyor olabilirdi? Duymazdan gelip Morgan’ın istediği şeyi almaya çalışmaktan başka çarem yoktu. Kapı kolunu çevirmeye başladım. Tam o anda, hala şansım varken Alice ve Hayalet’le birlikte kaçmış olmam gerektiğini fark ettim. Ustama Morgan’la ilgili her şeyi anlatıp tavsiyelerini dinlemeliydim. Babama nasıl yardım edilebileceğini en iyi Hayalet bilirdi.

Tüm içgüdülerim oradan bir an önce kaçıp kurtulmamı söylüyordu. Sanki içimden bir ses, durmaksızın Tehlike! Tehlike! Tehlike! diye bağırıp duruyordu. İçeri girince kapıyı arkamdan kapayacaktım. Bunu yapmak için dayanılmaz bir istek duysam da yapmadım. İçerisi çok loş olduğundan daha iyi görebilmek için mumu yukarı kaldırdım; sonra ani, serin bir esintiyle birlikte mum sönüverdi.

Yukarıda, bacanın kare şeklindeki dış hattını görebiliyordum. Hava apaçıktı ve yüzüme çarpan serin bir rüzgar esiyordu. Bacanın üzerine altı tane ufak kuş tünemişti. Hiç ses çıkarmadan öylece duruyor, sanki bir şey bekliyorlardı. Ve tam altlarındaysa odadaki o dehşet vardı.

Yer döşemeleri tüylerle kaplıydı, her yere kan sıçramış ve ölü kuşların parçaları saçılmıştı. Sanki tavuk kümesine bir tilki girmiş gibiydi. Etrafta kanatlar, bacaklar, başlar ve yüzlerce ama yüzlerce tüy vardı. Esen rüzgarla havada uçuşan tüyler başımın etrafında döne döne yere iniyordu.

Çok daha büyük bir şey görünce şaşırmadım. Fakat bu görüntü içimi titretti. Vahşi Lamia köşeye, yazı masasına yakın bir yere çömelip gözlerini kapamıştı. Her nasılsa gövdesi daha ufak görünüyordu, fakat yüzü onu bir önceki görüşüme göre çok daha büyük gibiydi. Artık bir deri bir kemik değil tam aksine dolgundu; yanakları şişkin para keselerinden farksızdı. Ona bakarken ağzı yavaşça açıldı ve sızan kan çenesinden yere süzülmeye başladı. Dudaklarını yalayıp gözlerini açarak her şeye yetecek kadar vakti varmış gibi bana baktı.

Beslenmişti. Kuşları yiyerek beslenmişti. Tavan penceresini açıp kuşları çağırarak onları, pençelerine gelmeleri için zorlamıştı. Sonra teker teker kanlarını içmeye başlamış, hala canlı olanların uzaklaşmasını engellemek için büyü yapmıştı. Kanatları vardı, ancak uçma isteklerini kaybetmişlerdi.

Benim kanatlarım olmasa da bacaklarım vardı. Fakat bacaklarım bana itaat etmediğinden korku içinde olduğum yerde kalakaldım. Yavaş yavaş bana yaklaştı. Belki kanla şiştiği için ağırlaşmış belki de acele etme gereği duymuyordu.

Üzerime hızla gelse her şey biterdi. O tavan arasından asla çıkamayabilirdim. Ama yavaş ilerliyordu.

Hem de çok yavaş. Ve gitgide yaklaşmasını izlemek büyüyü bozmaya yetti. Bir anda özgür kaldım. Hareket edebiliyordum. Daha önce hiç yapmadığım kadar hızlı hareket edebiliyordum.

Zinciri ya da asayı kullanma gibi bir düşüncem yoktu. Bacaklarım düşüncelerimden bile hızlı davrandı.

Lamia döşemelerin üzerinde sürünürken arkamı dönüp koşmaya başladım. Koşarken arkamdan kanat sesleri geldiğini duydum. Aniden koşmaya başlamam tavan arasındaki kuşları da harekete geçirmişti. Hiçbir şey umrumda değildi. Sadece dışarı çıkmalı, Lamia’dan uzaklaşmalıydım. Hiçbir şeyin önemi yoktu. Tüm cesaretimi yitirmiştim.

Ancak basamakların sonundaki karanlıkta beni bekleyen biri vardı: Meg.

Neden merdiven boşluğunun oradan, arkadaki yatak odasına girmemiştim ki? Odaklanmam gerekirdi.

Daha dikkatli düşünmeliydim. Aksine, paniğe kapılıp kaçma şansımı kaybetmiştim. Vahşi Lamia hızlı hareket edemeyecek kadar kana doymuştu. Pencereyi açıp kalası kullanarak güvenli bir şekilde karşıya geçebilirdim. Oysa şimdi merdivenden paldır küldür inince Meg uyanmıştı.

Oradaydı, ön kapıyla benim aramda. Ve muhtemelen arkamda bir yerde, vahşi Lamia da basamaklardan inmeye başlamıştı. Meg başını kaldırıp bana bakınca güzel yüzüne bir gülümseme yayıldı.

Etraf, bunun dostane bir gülümseme olmadığını anlamama yetecek kadar aydınlıktı. Bir anda bana doğru eğilip üç kez kokladı.

Bir zamanlar seni kız kardeşime vermeyeceğimi söylemiştim, dedi. Ama artık işler değişti. Ne yaptığını biliyorum. Bunun için ödemen gereken bir bedel var. Kanlı bir bedel!

Yanıt vermedim, çünkü yavaşça basamakları geri çıkmaya başlamıştım bile. Hala sıkı sıkı tuttuğum mumu cebime koydum. Sonra asamı sağ elime alıp koyun derisi ceketimin sol iç cebinden gümüş zinciri çıkardım.

Meg bunu görmüş ya da hissetmiş olmalıydı. Aniden basamakları hızla çıkıp üzerime doğru koştu; ellerini, gözlerimi çıkarmak istiyormuş gibi ileri uzatmıştı. Paniğe kapıldım, apar topar nişan alıp zinciri fırlattım. Rasgele bir atıştı ve başını tamamen ıskaladım. Neyse ki en azından sol omzuna isabet ettirdim. Zincir ona değer değmez acı içinde çığlık atarak sırtını duvara yasladı.

Bu şansı değerlendirip hızla yanından geçtim, basamakların sonuna kadar da arkama bakmadım. En azından artık kız kardeşi arkamda değildi. Zincir hala basamakların üzerindeydi. Artık elimde sadece üvezden yapılma asam kalmıştı. Cadılara karşı kullanılabilecek en kuvvetli asa buydu. Fakat Meg Eyalet’in dışındandı; yabancı bir yerden gelen bir Lamia cadısıydı. Ona karşı da işe yarar mıydı?

Meg dengesini sağlayıp bana doğru döndü. Gümüş bana çok acı veriyor evlat, dedi öfkeyle yüzünü buruşturarak. Bunun nasıl bir acı olduğunu hissetmek ister misin?

Bir basamak daha indi ve bunu yaparken sol elini yan duvar boyunca sürttü. Ben öylece bakakalmışken tırnaklarını duvar kağıdına iyice geçirdi. Kağıt oldukça eskiydi, neredeyse taşlaşmıştı. Tırnaklarının etime neler yapabileceğini gösteriyordu. Meg bir adım daha atarken asamı hazırlayıp başıyla omuzlarını hedef alarak yukarı kaldırdım.

Fakat artık aklım çalışmaya başlamıştı, odaklanabiliyordum. Ve saldırıya geçtiğinde, yani merdivenlerden bana doğru hızla inmeye başladığında asayı hızlıca aşağı indirip ayaklarının dibine doğru ittirdim. Ne yapmaya çalıştığımı anlayınca gözleri açıldı, ama artık çok geçti. Ayakları asaya takıldı ve yüzükoyun merdivenlerden aşağıya yuvarlandı. Asa elimden fırlamıştı, ama şimdi zinciri alma şansı yakalamıştım ve Meg’in üzerinden atladığım gibi basamakları çıktım.

Zinciri alıp sol bileğime dolayıp yeniden fırlatmaya hazırlandım. Bu kez ıskalamamaya kararlıydım. Alaycı bir şekilde güldü. Bir kez ıskaladın zaten. Gregory’nin bahçesindeki direğe fırlatmak kadar kolay değilmiş, öyle değil mi? Ellerin terliyor mu evlat? Titremeye başladılar mı? Sadece bir tek şansın daha olacak. Sonra benimsin..

Kendime olan güvenimi sarsarak ıskalama olasılığımı arttırmaya çalıştığını biliyordum. Bu yüzden derin bir nefes alarak eğitimleri anımsadım. On denemeden dokuzunda direği vurabiliyordum ve asla üst üste iki kez ıskaladığım olmamıştı. Artık beni yalnızca korku durdurabilirdi. Korku ve şüphe. Tekrar derin bir nefes alıp iyice odaklandım. Meg ayağa kalkarken dikkatlice nişan aldım.

Zinciri havada bir kırbaç gibi şaklatıp cadıya fırlattım. Soldan sağa doğru mükemmel bir spiral oluşturarak başına ve vücuduna dolandı. Tiz bir çığlık attı, fakat gümüş zincir ağzının etrafına dolanır dolanmaz sesi kesildi ve olduğu yere yığılıp kaldı.

Temkinli adımlarla basamaklardan inip ona yakından baktım. Neyse ki sımsıkı bağlanmıştı.

Gözlerinden, acı çektiğini görebiliyordum. Fakat her ne kadar gümüş zincir ona acı veriyor olsa da, bakışlarında bir tür meydan okuma da vardı. Aniden yüz ifadesi değişti ve arkama, basamaklara doğru baktığını fark ettim. Tam o esnada bir ses duyup arkamı dönüverince vahşi Lamia Marcia’nın üzerime doğru geldiğini gördüm.

Fazla kan içmiş olması beni yine kurtardı. Hala şişkindi ve ağır hareket ediyordu. Yoksa gözümü kırpmama bile fırsat vermeden beni haklamış olurdu. Asamı kaptığım gibi basamaklara yöneldim. Ağırlaşmış göz kapaklarının altından bakışlarındaki öfkeyi görebiliyordum. Vücudunun her yerini kasmış, öne doğru atılmaya hazırlanıyordu. Başlangıçta korkmaya vaktim yoktu ve bekletmeden asamı şişkin yüzüne doğru savurdum. Üvez asanın tenine değmesine dayanamadığından acı içinde bağırarak geriledi ve üçüncü hamlemle de tam da sol gözünün altına vurdum. Sinirli bir şekilde tıslayarak gerilemeye başladı; uzun, kir içindeki siyah saçları kafasının iki yanından sarkarak basamaklara kadar uzanıyor ve ardında yapış yapış bir iz bırakıyordu.

Onunla ne kadar süre boğuştuğumu bilmiyorum. Zaman durmuş gibiydi. Alnımdan akan ter gözlerimi yakıyor, zar zor nefes alabiliyordum ve kalbim hem harcadığım güç hem de hissettiğim korku nedeniyle deli gibi çarpıyordu. Her an bir boşluğumu yakalayabileceğini ya da ayağımın takılabileceğini ki bu durumda anında üzerime çullanıp keskin dişlerini bacaklarıma geçiriverirdi biliyordum. Ancak en sonunda onu kiler kapısına kadar geriletmeyi başardım ve çılgına dönmüş gibi hamleler yaparak onu içeri girmeye zorladım.

Sonra kapıyı hızla çekip anahtarımı kullanarak kilitledim. Kapının onu uzun süre tutamayacağını biliyordum.

Merdivenlerden aşağı inerken pençeleriyle kapıyı çizmeye başlamıştı bile. Kaçma vakti gelmişti.

Diğerlerinin peşinden Andrew’in dükkanına gidebilirdim. Hayalet iyileştikten sonra da dönüp işleri yoluna koyabilirdik.

Gelgelelim ön kapıyı açar açmaz dışarıda fırtına çıktığını gördüm. Dur durak bilmeden suratıma çarpan karlar nedeniyle önümü dahi güçlükle seçebiliyordum. Vadinin ucuna kadar gidebilirdim, fakat daha öteye gitmeye çalışmak delilik olurdu. Fundalıktan güvenli bir şekilde aşağıya inmeyi başarsam bile Adlington’ı ararken donarak ölebilirdim. Vakit kaybetmeden kapıyı kapadım. Geriye yalnızca bir tek seçenek kalmıştı.

Meg benden çok da büyük sayılmazdı, üstelik ağır da değildi. Ben de onu kilere kadar taşıyıp bir çukura koymaya karar verdim. Böylelikle kendimi onunla birlikte gümüş kapının ardına kilitleyip vahşi Lamia’dan korunmuş olurdum. En azından bir süreliğine. Gümüş kapı bile Marcia’yı sonsuza dek durduramazdı.

Fakat endişe edilmesi gereken bir başka cadı daha vardı: Bessy Hill. Bu yüzden Meg’i kiler basamaklarının orada bırakıp Hayalet’in çantasını bulabilmek için hızlı bir arama yaptım. Çantayı en sonunda mutfakta buldum ve içinden vakit kaybetmeden avuç avuç tuzla demir aldım. Bunu da yaptıktan sonra Meg’i bacaklarından yakaladığım gibi sırtıma atarak kilere indim. Asamı da, mumu da sol elimde taşıyordum. Onu aşağı indirmem epey vakit aldı ve gümüş kapıyı arkamdan kilitlemeye çok dikkat ettim.

Basamakların sona erdiği yerde horlayan Bessy Hill’den uzak durdum.

Tüm bu olanlardan sonra içimden, Meg’i ayaklarından tutup başını her basamağa çarpmasını sağlayacak şekilde peşim sıra sürüklemek geçti. Fakat yapmadım. Onu iyice sıkan gümüş zincirden dolayı yeterince acı çekiyor olmalıydı. Ve her ne olursa olsun Hayalet ona olabildiğince iyi davranılmasını isterdi.

Bu yüzden Meg’e karşı dikkatliydim.

Yine de onu çukurun kenarından yavaşça aşağı bırakırken söylemeden edemedim.

Rüyanda bahçeni gör! dedim, olabildiğince alaylı bir ses tonuyla. Sonra onu bırakıp mumu alarak basamaklardan yukarı çıktım. Şimdi diğer cadı, yani Bessy Hill ile ilgilenmenin vakti gelmişti. Aşağı inerken onu uyandırmış olmalıydım, çünkü geri döndüğümde hırıldayıp tükürükler saçarak kapıya doğru ilerliyordu. Arka cebime uzanıp bir avuç tuz ve bir avuç demir aldım. Fakat bunları hemen ona atmadım.

Bulunduğu yerin yaklaşık üç basamak üstüne, duvardan duvara tuz döküp üzerine de demir serpiştirdim.

Sonra basamak boyunca ilerleyerek tuzla demiri dikkatlice karıştırdım, böylelikle cadının geçemeyeceği bir bariyer hazırlamış oldum.

Son olarak demir kapıya gidip vahşi Lamia’nın kapıya kadar gelip parmaklıkların arasından bana uzanma ihtimalini de düşünerek üç basamak aşağısına oturdum.

Orada öylece oturup mumun yanışını izledim. Mum henüz yanlanmamıştı ki Meg’e yaptıklarım için pişmanlık duymaya başladım. Babam böyle alaycı davranmamdan hoşlanmazdı. Beni, böyle bir davranışta bulunmamam gerektiğini bilecek kadar iyi yetiştirmişti. Meg bu kadar da kötü biri olamazdı. Hayalet onu seviyordu ve bir zamanlar o da Hayalet’i sevmişti. Peki, onu çukura kapattığımı öğrendiğinde neler hissedecekti? Kendisinin bile asla yapamadığı bir şeyi benim yaptığımı öğrendiğinde?

Bir süre sonra mum bitti ve karanlıkta kaldım. Etrafta belli belirsiz fısıltılar dolaşıyordu; ölü cadıların kıpırdanıp durduğu, ara sıraysa güçsüz düşmüş canlı cadıların tuz ve demir sınırını aşamadıkları için öfkeli bir şekilde hırıldanıp tükürükler saçtıkları kilerden tuhaf sesler geliyordu.

Tam uykuya dalmak üzereydim ki vahşi Lamia bir anda çıkageldi. Sonunda tavan arasının kapısını tırnaklarıyla açmayı başarmıştı demek. Gece görüşüm iyidir, ama kiler basamakları çok karanlıktı. Tek duyduğumsa bacaklarının öne atılırken çıkardığı ses ve karanlık bir siluetin demir kapıya çarpıp parmaklıkları çekiştirmeye başlarken çıkan paldır küldür seslerdi. Yüreğim ağzıma geldi. Daha şimdiden yırtıcı bir hal almış gibiydi, asamı alıp çaresizlik içinde parmaklıklar arasından ona vurmaya çabaladım.

Başlangıçta bu, o çılgına dönmüş halinde herhangi bir değişiklik yaratmadı; metal eğilip büküldükçe çıkan gıcırtıları duyabiliyordum. Ama sonra şansım yaver gitti. Asayı hassas bir yerine, muhtemelen gözüne denk getirmiş olmalıyım; çünkü aniden çığlık atıp geriledikten sonra inleyerek basamaklardan yukarı çıktı.

Kar fırtınası durup da Hayalet gücünü topladığında her şeyi yoluna koymak için eve geri gelirdi; buna emindim. Ama bunun ne zaman gerçekleşebileceğini bilemiyordum. Önümde uzun bir akşam vardı, geceyse çok daha uzun olacaktı. Bu basamaklarda birkaç gün geçirmem bile gerekebilirdi. Marcia’nın kapıya daha kaç kez saldırmaya çalışacağından emin değildim.

Onu üçüncü kez kovaladıktan sonra basamaklardan yukarı çıkıp gözden kayboldu. Gerisin geri eve dönmüş olup olmadığını düşünmeye başladım. Belki de fare ya da böcek peşine düşmüştü. Bir süre sonra uyumamak için epey çaba sarf etmem gerekmeye başladı. Uykuya dalma riskini göze alamazdım, çünkü kapı şimdiden zayıflamıştı. Eğer onu kovalamak için hazır olmazsam kapıdan geçmesi fazla uzun sürmezdi.

Başım büyük beladaydı. Eğer büyü kitabının peşine düşmemiş olsaydım şimdi Hayalet ve Alice’le birlikte Andrew’in evinde güvende olacaktım.

Joseph Delaney

Wardstone Günlükleri – 1. Kitap “Hayaletin Çırağı”

Wardstone Günlükleri – 2. Kitap “Hayaletin Laneti”

Wardstone Günlükleri – 3. Kitap “Hayaletin Sırrı”

Hikayenin Bölümleri

1 2 3 4 5 6 7 8 9 10 11 12 13 14 15 16

hikaye, hikaye oku, hikayeler, korku hikayesi, hayalet, Hayaletin Laneti serisi, Hayaletin Laneti PDF, Hayaletin Çırağı, Hayaletin Çırağı Serisi, Hayaletin Sırrı, Hayaletin Çırağı Oku, Wardstone Günlükleri serisi, Wardstone Günlükleri 1, Wardstone Günlükleri 3, Wardstone Günlükleri Serisi PDF indir, Wardstone Günlükleri serisi, Hayaletin Laneti PDF, Starblade Günlükleri, Wardstone Günlükleri konusu,

Gülten AJDER

Kitap okumayı seven insanlar daha zeki ve daha başarılı olurlar. Bende bu yüzden kitap okumayı sevdirmek istedim bu site ile. Gizli kalmış bütün bilgilerin kitaplarda saklı olduğuna inandığımdan, kültür seviyemizi yükseltmek, bilgi hazinemizi daha da zenginleştirmek, gizli yeteneklerin ortaya çıkmasına destek olabilmek için, okusun yazsın benim ülkemin insanları diye bir işin ucundan tutmak isteyen birisiyim.

İlgili Makaleler

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu