Korku Hikayeleri

Korku Hikayesi Hayaletin Laneti 17. Bölüm

Sorgulayıcı Geliyor

Korku Hikayesi Hayaletin Laneti 17. Bölüm “Sorgulayıcı Geliyor”

Gün doğmadan az evvel yine aşağıya indim. Geceki açık hava gitmiş, yerini bulutlara bırakmıştı. Hava son derece durgundu ve çimenlikler sonbaharın ilk kırağısıyla bembeyaz kaplanmıştı.

Hayalet arka kapının yakınında, neredeyse onu en son gördüğüm konumda duruyordu. Yorgun görünüyordu ve yüzü de gökyüzü kadar kasvetli ve griydi.

“Pekâlâ evlat,” dedi yorgun bir şekilde, “gidip hasara bir bakalım.”

Evi kastettiğini düşünmüştüm ama bahçedeki ağaçlara yöneldi. Kesinlikle zarar vardı, ama dün gece çıkan seslere göre oldukça azdı. Bazı büyük dallar kırılmış, otların üstü ince dallarla kaplanmış ve bank ters dönmüştü. Hayalet eliyle işaret edince bankı kaldırıp eski haline getirmek için ona yardım ettim.

“O kadar da kötü değil,” dedim onu neşelendirmeye çalışarak, çünkü çok üzgün ve karamsar görünüyordu.

“Yeterince kötü,” dedi sıkkın bir şekilde. “Zehir güçlenmeye devam edecekti; ama bu beklediğimden daha hızlı. Çok daha hızlı. Bunu bu kadar kısa sürede yapabilmiş olmamalıydı. Fazla zamanımız kalmadı!”

Hayalet eve doğru yürümeye başladı. Çatıda kiremitlerin eksik olduğunu görebiliyorduk ve baca başlıklarından biri çatıdan aşağı devrilmişti.

“Tamir edecek zamanımız olana kadar beklemesi gerekecek,” dedi.

Tam o anda mutfaktan bir zil sesi geldi. Hayalet o sabah ilk kez belli belirsiz gülümsedi. Rahatlamış görünüyordu.

“Bu sabah kahvaltı yapabileceğimize emin değildim,” dedi. “Belki de düşündüğüm kadar kötü değildir…”

Mutfağa girerken ilk gözüme çarpan şey masayla şöminenin arasındaki döşemenin üzerinde kan damlaları olduğuydu. Ve mutfak çok soğuktu. Sonra bunun nedenini gördüm. Neredeyse altı aydır Hayalet’in çırağıydım, ama ilk kez bu sabah ocakta ateş yoktu. Ve masada ne yumurta ne domuz pastırması vardı, sadece birer dilim kızarmış ekmek bulunuyordu.

Hayalet beni uyarmak istermişçesine omzuma dokundu. “Hiçbir şey söyleme evlat. Sadece ye ve bunu bulabildiğimiz için şükret.”

Bana söyleneni yaptım ama son lokmamı da yuttuğumda karnım hâlâ zil çalıyordu.

Hayalet ayağa kalktı. “Bu harika bir kahvaltıydı. Ekmek mükemmel kızartılmış,” dedi boşluğa. “Ve dün gece yaptıkların için çok teşekkürler. İkimiz de minnettarız.”

Öcü çoğu zaman kendini göstermezdi, ama şimdi bir kez daha iri, kızılımsı sarı renkli bir kedi olarak ocağın yanında belirdi. Daha önce onu bu halde görmemiştim. Sol kulağı yırtılmış ve kanıyordu, ensesindeki tüylerse kan içindeydi. Ama en kötüsü de yüzüne yapılmış olanlardı. Tek gözü kör edilmişti. Sol gözünün olduğu yerde artık dikey bir yara vardı.

“Bir daha asla tam olarak eskisi gibi olamayacak,” dedi Hayalet üzgün bir ses tonuyla arka kapıdan çıktığımızda. “Zehir’in gücüne tam olarak kavuşmamış olmasına şükretmeliyiz, yoksa dün gece ölmüş olurduk. Öcü bize biraz zaman kazandırdı. Şimdi daha geç olmadan bunu değerlendirmeliyiz…”

Konuşmaya devam ederken dört yol ağzındaki zil, çalmaya başladı. Hayalet için iş vakti. Tüm olanlardan sonra ve Zehir’in tehdidi altındayken bunu duymazdan geleceğini düşündüm, ama yanılmıştım.

“Pekâlâ evlat,” dedi. “Git bak bakalım, ne istiyorlar.”

Oraya varmadan az önce zil sesi kesildi, ama ip hâlâ sallanıyordu. Bodur söğüt ağaçlarının altı her zamanki gibi karanlık görünüyordu. Bunun hayalet yardımı için bir çağrı olmadığını anlamam birkaç saniyemi aldı. Orada siyah elbiseli bir kız duruyordu:

Alice…

“Büyük bir risk alıyorsun!” dedim başımı iki yana sallayarak. “Bay Gregory benimle gelmediği için şanslısın.”

Alice gülümsedi. “Yaşlı Gregory bu haliyle beni yakalayamaz. Eski gücünün yarısına bile sahip değil.”

“Buna o kadar emin olma!” dedim sinirlenerek. “Bana bir çukur kazdırdı. Senin için bir çukur. Ve dikkat etmezsen kendini o çukurun içinde bulursun.”

“Yaşlı Gregory’nin eski gücü yok artık. Çukuru sana kazdırmış olmasına şaşmamalı!” diye dalga geçti Alice, alaylı bir ses tonuyla.

“Hayır,” dedim, “yapılması gerekenleri kabullenebilmem için bana kazdırdı. Yani benim görevimin seni oraya sokmak olmasını.”

Alice’in sesi aniden üzgün bir hal aldı. “Bunu bana gerçekten yapar mıydın Tom?” diye sordu. “Birlikte yaşadığımız onca şeyden sonra? Seni bir çukurdan kurtardım. Bunu hatırlamıyor musun, hani Kemikli Lizzie senin kemiklerini isterken? Lizzie bıçağını bilerken?”

Bunu çok iyi hatırlıyordum. Alice’in yardımı olmasa o gece ölmüş olurdum.

“Bak Alice, çok geç olmadan Pendle’a git,” dedim. “Buradan uzaklaşabildiğin kadar uzaklaş!”

“Zehir bu fikre katılmıyor. Bir süre daha buralarda kalmam gerektiğini düşünüyor, evet böyle düşünüyor.”

“Zehir insan değil, o bir yaratık!” dedim. Alice’in söyledikleri beni rahatsız etmişti.

“Hayır Tom, öyle değil,” dedi Alice. “Onu kokladım, kesinlikle insanla yaratık arası bir şey.”

“Zehir dün gece Hayalet’in evine saldırdı. Bizi öldürebilirdi. Onu sen mi gönderdin?”

Alice sertçe başını salladı. “Bunun benimle ilgisi yok Tom. Yemin ederim. Sadece konuştuk, bana bir şeyler anlattı.”

“Onunla bir daha konuşmayacağını sanıyordum!” dedim, söylediklerine inanamıyordum.

“Denedim Tom, gerçekten denedim. Ama gelip kulağıma bir şeyler fısıldıyor. Karanlıkta geliyor, uyumaya çalıştığımda… Rüyalarımda bile benimle konuşuyor. Bana sözler veriyor.”

“Ne gibi sözler?”

“Bu o kadar basit değil Tom. Geceleri hava soğumaya başladı. Kış yaklaşıyor. Zehir büyük şöminesi olan bir evim olabileceğini söylüyor. Bir daha asla bir şeye ihtiyacım olmayacağını… Güzel giysilerim de olabilirmiş, böylece insanlar çukurdan yeni çıkmış bir yaratıkmışım gibi bana küçümseyen gözlerle bakmayacaklar.”

“Onu dinleme Alice. Daha çok gayret etmelisin!”

“İyi ki zaman zaman onu dinliyorum,” dedi Alice, yüzünde yarım bir gülümseme vardı, “yoksa gerçekten çok pişman olurdun. Bir şey biliyorum. Yaşlı Gregory ve senin hayatınızı kurtarabilecek bir şey.”

“Anlatsana,” diye üsteledim.

“Bunu neden yapmam gerektiğine emin değilim, ne de olsa hayatımın geri kalanını bir çukurda geçirmemi planlıyormuşsun!”

“Bu doğru değil Alice.”

“Sana yine yardım edeceğim, bir kez daha. Ama acaba aynı şeyi sen de benim için yapar mıydın, merak ediyorum?..” Duraksayıp üzgün bir şekilde gülümsedi. “Sorgulayıcı buraya, Chipenden’a geliyor. O yangında sadece elleri yanmış ve şimdi intikam almak istiyor. Yaşlı Gregory’nin buralarda bir yerde yaşadığını biliyor, silahlı adamlar ve köpeklerle geliyor. İri tazılar Tom, kocaman dişleri olan tazılar. En geç öğlen burada olur. Şimdi gidip söylediklerimi yaşlı Gregory’ye anlat. Ama teşekkür etmesini bekleme.”

“Gidip anlatırım,” diyerek tepe boyunca eve doğru koşmaya başladım. Koşarken Alice’e teşekkür etmediğimi fark ettim, ama bize yardım etmek için karanlığı kullanmış olmasına nasıl teşekkür edebilirdim ki?

Hayalet arka kapının hemen önünde bekliyordu. “Sakin ol evlat,” dedi, “önce nefesin yerine gelsin. Yüz ifadenden anladığım kadarıyla kötü haberlerin var.”

“Sorgulayıcı buraya geliyor,” dedim. “Chipenden yakınlarında yaşadığımızı öğrenmiş!”

“Peki, bunu sana kim söyledi?” diye sordu Hayalet, sakalını kaşıyarak.

“Alice… En geç öğlen burada olacaklarını söyledi. Ona Zehir söylemiş…”

Hayalet derin bir iç çekti. “O halde en kısa zamanda gitsek iyi olur. Önce köye inip kasaba kuzeye, yaylaları aşıp Caster’a gittiğimizi ve bir süre geri dönmeyeceğimizi söyle. Sonra bakkala uğra aynı, şeyi ona da söyle ve önümüzdeki hafta erzaka ihtiyacımız olmayacağını belirt.”

Köye gidip Hayalet’in söylediklerini aynen yaptım. Geri döndüğümde Hayalet yola çıkmaya hazır, kapıda beni bekliyordu bile. Çantasını bana uzattı.

“Güneye mi gidiyoruz?” diye sordum.

Hayalet başını salladı. “Hayır evlat, söylediğim gibi kuzeye gidiyoruz. Heysham’a gitmemiz lazım, eğer şanslıysak Naze’in ruhuyla konuşabiliriz.”

“Ama herkese ne yöne gittiğimizi söyledik. Neden güneye gidiyormuşuz gibi yapmadık o zaman?”

“Çünkü Sorgulayıcı’nın buraya gelmeden önce köye uğrayacağını umuyorum. O zaman evi aramak yerine güneye gider ve o yönden geri geldiğimiz için tazılar da izimizi bulur. Onları evden uzaklaştırmalıyız. Kütüphanemdeki kitapların bazılarının yeri doldurulamaz. Eğer buraya gelirse adamları evi talan eder, hatta belki de yakarlar. Hayır , kitaplarıma bir şey olması riskini göze alamam.”

“Peki ya öcü? O evi ve bahçeyi korumaz mı? Paramparça olma riskini göze almadan nasıl içeri girebilirler ki? Yoksa öcü çok mu zayıf düştü?”

Hayalet iç geçirip aşağı, botlarına doğru baktı. “Hayır, hâlâ Sorgulayıcı ve adamlarıyla başa çıkabilecek kadar güçlü; ama vicdanımda gereksiz ölüler taşımak istemiyorum. Ve içeri girenleri öldürse bile bazıları kaçabilir . O zaman da yakılmam için başka bir kanıta gerek olmaz. Bir orduyla geri gelirler. Bunun sonu asla gelmez. Ölene dek huzur bulamam. Eyaletten kaçıp gitmem gerekir.”

“Ama bizi zaten yakalamazlar mı?”

“Hayır evlat. Eğer yaylalardan geçen rotayı izlersek yakalayamazlar. O yolu atla geçemezler ve onlardan birkaç saat önce yola çıkmış olacağız. Avantajımız var. Eyaleti iyi biliyoruz, Sorgulayıcı’nın adamlarıysa buraya yabancı. Neyse, hadi yola çıkalım. Yeterince vakit kaybettik bile!”

Yaylalara doğru yola çıktığımızda Hayalet çok hızlı adımlarla yürümeye başladı. Onu elimden geldiğince takip etmeye çalışırken her zamanki gibi ağır çantasını taşıyordum.

“Adamlarından bazıları atla önden gidip bizi Caster’da beklemez mi?” diye sordum.

“Bunu yapacaklarına hiç şüphe yok evlat ve eğer Caster’a gidersek bu bir sorun oluşturabilir. Hayır, biz doğudaki kasabadan geçeceğiz. Sonra da sana söylediğim gibi güneybatıya, Heysham’a gidip taş mezarları bulacağız. Hâlâ uğraşmamız gereken Zehir var ve vaktimiz yok. Naze’in hortlak ruhuyla konuşmak, bunu nasıl yapabileceğimizi öğrenebilmemiz için son şansımız.”

“Peki ya sonra? Nereye gideceğiz? Buraya geri dönebilecek miyiz?”

“Zaman içinde dönmememiz için bir neden göremiyorum. Eninde sonunda Sorgulayıcı’ya izimizi kaybettireceğiz. Bunu yapmanın yolları var. Ah, tabi ki bizi bir süre arayıp can sıkıcı bir insana dönüşeceğine hiç şüphem yok. Ama çok geçmeden geldiği yere dönmesi gerekecek. Yaklaşan kışı sıcak bir şekilde geçirebileceği yere.”

Başımı salladım, ama tatmin olmamıştım. Hayalet’in planında birçok zayıf nokta görebiliyordum. Birincisi hızlı başlamış olabilirdi, ama hâlâ tam olarak gücünü geri kazanmamıştı. Bu nedenle yaylaları geçmek zor olacaktı, Heysham’a varmadan bizi yakalayabilirlerdi. Ya da her şeye rağmen Hayalet’in evini arayıp, özellikle de izimizi kaybettilerse inadına evi yakabilirlerdi. Ve önümüzdeki yılın da düşünülmesi gerekiyordu. Sorgulayıcı mutlaka kuzeye yeniden gelirdi. Asla vazgeçmeyen birine benziyordu. Hayatımızın nasıl yeniden normale dönebileceğini bilemiyordum. Ve aklıma başka bir şey daha geldi…

Ya beni yakalarlarsa? Sorgulayıcı insanları konuşturmak için işkence yapıyordu. Ya daha önce nerede yaşadığımı öğrenmek için beni zorlarlarsa? Cadılarla büyücülerin evlerine ya el koyuyor ya da yakıyorlardı. Babamı, Jack ve Ellie’nin yaşayacak yerleri kalmadığını düşündüm. Peki ya annemi gördüklerinde ne yaparlardı? Gün ışığına çıkamıyordu. Sıklıkla civardaki ebelere zorlu doğumlarda yardım ediyordu ve geniş bir şifalı ot ve bitki koleksiyonu vardı. Annem gerçekten tehlikede olurdu! Bunlardan Hayalet’e bahsetmedim, çünkü şimdiden sorularımdan bunaldığını görebiliyordum.

***

Bir saat içinde yaylalarda epey yükselmiştik. Hava sakindi ve güzel bir gün olacağa benziyordu.

Buraya çıkma sebebimizi aklımdan çıkarabilseydim keyif alırdım, çünkü hava yürüyüş için çok uygundu. Çevrede bize eşlik eden yalnızca çulluklar ve tavşanlar vardı ve kuzeybatıda, çok uzakta, gün ışığında ışıldayan denizi görebiliyorduk.

Önceleri Hayalet önden enerjik bir şekilde ilerliyordu. Ama öğlen olmasına henüz daha çok varken nefesi kesilmeye başladı. Durup bir taş yığınının üzerine oturduğumuzda çok yorgun görünüyordu. Peyniri çıkarırken ellerinin titrediğini fark ettim.

“Al evlat,” diyerek bana küçük bir parça uzattı. “Hepsini bir anda yeme.”

Söylediğini yaparak azar azar ısırmaya başladım.

“Kızın bizi takip ettiğinin farkındasın değil mi?” diye sordu Hayalet.

Şaşkınlık içinde ona bakıp başımı iki yana salladım.

“Bir mil kadar gerimizde,” diyerek güneye doğru işaret etti. “Biz durduk, o da durdu. Ne istiyor sence?”

“Sanırım doğuya, Pendle’a gitmekten başka bir seçeneği yok ama oraya da gitmek istemiyor . Ve Chipenden’ı terk etmekten başka bir çaresi de yoktu. Sorgulayıcı ve adamları oraya geldiğinde güvende olmazdı.”

“Evet, belki de bunun sebebi senden hoşlanıyor olması ve nereye gidersen oraya gitmek istemesidir. Keşke Chipenden’dan ayrılmadan onunla ilgilenecek vaktim olsaydı. O bir tehdit, çünkü o her neredeyse Zehir de fazla uzakta değildir. Şimdilik yeraltında saklanıyordur, ama karanlık çöktüğünde mum ışığı nasıl gece kelebeklerini çekiyorsa o da Zehir’i kendine çekip etrafımızda dolaşmasına neden olacaktır. Eğer onu yeniden beslerse, Zehir daha da güçlenip onun gözleriyle görmeye başlayacak. Bunun öncesinde başka kurbanlar bulabilir; insan ya da hayvan, fark etmez, etkisi aynı olur. Kendini kanla şişirdikten sonra daha da güçlenecek ve çok geçmeden yeniden ete kemiğe bürünebilecek. Dün gece sadece bir başlangıçtı.”

“Alice olmasaydı Chipenden’dan kaçmış olamazdık,” dedim. “Sorgulayıcı’nın tutsağı olurduk.”

Ama Hayalet beni duymazdan geliyordu. “Neyse,” dedi, “devam etsek iyi olur. Burada otururken gençleşmiyorum.”

Ama bir saat sonra yeniden mola verdik. Bu kez Hayalet daha uzun süre dinlendi. Günün geri kalanı bu şekilde sürdü, zaman geçtikçe dinlenerek geçirdiğimiz süreler, yürüyor olduklarımızdan daha uzun sürmeye başlamıştı. Gün batımına doğru hava değişmeye başladı. Havada yoğun bir yağmur kokusu vardı ve çok geçmeden çiselemeye başladı.

Karanlık çökerken taş duvar taraçalarına doğru inmeye başladık. Yayla tarafı oldukça dikti ve otlar çok kaygan olduğundan devamlı ayağımız kayıyordu. Dahası, yağmur hızlanmaya başlamıştı ve rüzgâr da batıdan giderek daha şiddetli esiyordu.

“Biraz dinlenip soluklanalım,” dedi Hayalet.

Duvarın en yakın tarafına doğru ilerleyip yağmurdan mümkün olduğunca korunabilmek için güçlükle tırmanarak doğu tarafına çömeldi.

“Benim yaşımdayken ıslaklık kemiklerine kadar işliyor,” dedi Hayalet. “Bir ömür boyu eyaletin havasına maruz kalırsan sonun böyle oluyor. Er ya da geç hepimizi ele geçiriyor. Ya kemiklerin ya da ciğerlerin acı çekiyor.”

Sefil bir şekilde duvara yaslandık. Yorgun ve bitkindim ve her ne kadar böyle bir gecede açık havada olsak da uyumamak için çabalamam gerekiyordu. Çok geçmeden derin bir uykuya daldım ve rüya görmeye başladım. Bütün gece sürmüş gibi hissedilen o uzun rüyalardan biriydi. Ve sonlara doğru kâbusa dönüştü…

Joseph Delaney

  1. Kitap Hayaletin Çırağı
  2. Kitap Hayaletin Laneti

Hayaletin Laneti 1. Bölüm İçin TIKLAYINIZ

Hayaletin Laneti 2. Bölüm İçin TIKLAYINIZ

Hayaletin Laneti 3. Bölüm İçin TIKLAYINIZ

Hayaletin Laneti 4. Bölüm İçin TIKLAYINIZ

Hayaletin Laneti 5. Bölüm İçin TIKLAYINIZ

Hayaletin Laneti 6. Bölüm İçin TIKLAYINIZ

Hayaletin Laneti 7. Bölüm İçin TIKLAYINIZ

Hayaletin Laneti 8. Bölüm İçin TIKLAYINIZ

Hayaletin Laneti 9. Bölüm İçin TIKLAYINIZ

Hayaletin Laneti 10. Bölüm İçin TIKLAYINIZ

Hayaletin Laneti 11. Bölüm İçin TIKLAYINIZ

Hayaletin Laneti 12. Bölüm İçin TIKLAYINIZ

Hayaletin Laneti 13. Bölüm İçin TIKLAYINIZ

Hayaletin Laneti 14. Bölüm İçin TIKLAYINIZ

Hayaletin Laneti 15. Bölüm İçin TIKLAYINIZ

Hayaletin Laneti 16. Bölüm İçin TIKLAYINIZ

Hayaletin Laneti 17. Bölüm İçin TIKLAYINIZ

 

Gülten AJDER

Kitap okumayı seven insanlar daha zeki ve daha başarılı olurlar. Bende bu yüzden kitap okumayı sevdirmek istedim bu site ile. Gizli kalmış bütün bilgilerin kitaplarda saklı olduğuna inandığımdan, kültür seviyemizi yükseltmek, bilgi hazinemizi daha da zenginleştirmek, gizli yeteneklerin ortaya çıkmasına destek olabilmek için, okusun yazsın benim ülkemin insanları diye bir işin ucundan tutmak isteyen birisiyim.

İlgili Makaleler

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu