Bardak Çatlak
Evlerinin öyle ahım şahım bir manzarası yoktu, ama komşularının yeni yıkanmış çamaşırlarını seyretmek de favori Pazar günü aktivitesi değildi. Çamaşırları hele hele metrelerce çarşafı balkonda kurutma alışkanlığına oldum olası bozulurdu aslında, ama havuçlarını yiyen onlarca tavşandan ibaret görüntü bu kez onu rahatsız etmedi. Üst katın balkonundan sarkan ıslak kumaş, hem güneşin göz alıcı parlaklığını filtreliyor hem de hoş kokulu bir serinlik veriyordu genç kızın odasına. Eylül’e girmiş olmalarına rağmen hala bunaltıcılığını koruyan sıcak kadar, yeni taşınan üniversite öğrencilerinden birinin dikkat çekici yakışıklılığı da Aslı’nın tepkisini yumuşatıyordu muhtemelen.
Babası yöneticiyle kavgalı olduğu için apartman toplantısına annesi katılmıştı. Boş duran dairenin üç bekar erkek tarafından tutulmak istenmesine itiraz etmemişti annesi, ama temizlik kurallarına uyulmaması durumunda ihtar verilmesini de karar defterine yazdırtmıştı. Mutfakların böcek ve karınca işgaline uğraması hikayeleri bu yaz kulaktan kulağa dolaşmıştı mahallede. Ev sahipleri için üniversite kampüsüne yakın olmak, kira gelirleri açısından avantajlı olduğu kadar çeşitli sakıncaları da beraberinde getirmişti. Beş sene önce okulun temel atma çalışmalarına başlandığında sokak sakinlerinin aklına gelmeyen türlü olay yaşanmıştı bu zamana dek. Zaman zaman polis ve itfaiye araçlarının canavar düdükleri bile kapalı pencerelerden içeri sızmış, kırmızı mavi yanar döner ışıklar duvarları yalamıştı yakın geçmişte.
Aslı, adı Timuçin olan çocukla sabahları merdivenlerde karşılaşıyordu sık sık. Hatta bir keresinde sokağın başına kadar birlikte yürümüşler ve sohbet sırasında ev arkadaşlarının isimlerini de öğrenmişti Timuçin’den. Uzun boylu, atletik yapılı, kumral olanı Cenker ve esmer, sıska, gözlüklü olan da Aziz’miş. Aynı sınıfta olmalarına rağmen Aziz, Timuçin’den bir yaş küçük ve Cenker de büyükmüş. Lisedeyken Cenker voleybol antrenmanlarından dolayı okulu aksatıp sene kaybetmiş, Aziz de ilkokula erken başlamış. Timuçin gitar çaldığından bahsetti ve rahatsız olup olmadıklarını sordu. Aslı hiç duymadığını söyleyince de dinletmek için akşamüstü misafirliğe davet etti. Aslı, delikanlının kendisine asıldığını farketti, ama Cenker ile tanışma fırsatı olabileceğini düşünerek teklifi reddetmedi.
Öğrenci evi olduğuna inanmak zordu, Aslı’nın görebildiği kadarıyla her yer derli toplu ve tertemizdi. Salon iyi havalandırılmıştı. Gençlerden her birinin ayrı odası vardı ama Aslı salonda oturmayı tercih etti. Timuçin gitarını getirmek için odasına giderken arkasından seslendi ve böylece odasının balkon manzarasını kapayan tavşan resimlerinin Aziz’e ait olduğunu öğrendi. Ne çamaşır makinesine ne balkona birden fazla yatak takımı sığıyormuş ve Timuçin’in sırası da bir sonraki Pazar günüymüş. Annesi ona çoraplarını ve iç çamaşırlarını elde yıkamayı öğrettiği için nevresim, çarşaf haricinde sıra beklemiyormuş. Aziz ve Cenker onun kadar titiz olmadıkları için evi de Timuçin topluyormuş. Öğrenci mutfaklarında pek rastlanmasa da Timuçin sofra kültürüne meraklı olduğu için kahve makinesi varmış. Aslı evi gezmek istemediğini ve kahve sevmediğini söyleyince bir an sessizlik oldu. Bu süre uzadıkça söz almak, anlamlı bir cümle sarfetmek zorlaşacağı için Timuçin gitarına sarıldı. Aslı’ya istek parçası sorup da bilmediği bir cevap almaktansa ev arkadaşları tarafından iyi çalıp söylediğine inandırıldığı bir parçaya başladı.
Timuçin olanca sempatikliğiyle Aslı’yı etkilemeye çalışıyordu. Elleri gitarın tellerindeyken gözleri de genç kızın yüzünde dolaşıyordu. Bakışının Aslı’nın göğüslerine kaymamasına çaba sarfettiği için hafiften terliyor ve arada şarkı sözlerini karıştırdığı da oluyordu. Aslı nakaratlarını dahi bilmediği için Timuçin’in hatalarını yakalaması mümkün değildi, ama bu durum hünerlerini sergileyen açısından bir avantaj oluşturmuyordu. Müziğin, evrensel olması lazım gelen dili aralarına bir mesafe koymuş, onları birbirlerine yabancılaştırmıştı adeta. Aslı kendini küçük, güçsüz, ezik hissediyordu. Çalınanların şarkı mı türkü mü olduğunu ayırt edemiyor, içi sıkılıyor, ama yakalanırsam endişesiyle de duvardaki saate bakmaya çekiniyordu. Misafirlikte teklif edilen yiyecek içeceği ilk seferde kabul etmemek nezaket icabı mıydı, neyi ispatlıyordu ki, kahveyi reddettiği için kendine ve bu koşullanmadan ötürü annesine kızdı Aslı. Timuçin tekrar sormadığı için ona da biraz içerlemişti. O esnada genç adamın da aklında aynı sıkıntı vardı, kahve konusunda ısrarcı olmadığına pişman olmuştu.
Belki bir daha yakalanamayacak bir fırsatı kaçırmıştı, ama içi elvermemişti işte, beyninden giden emirlere direnmişti ağzı ve de kalbi. Zil sesi ikisini de daldıkları düşüncelerden çekip çıkarttı. Aslı saate, Timuçin’de ayağa kalkarken Aslı’nın göğüslerine doğru kaçamak bir bakış fırlattı. Kapının zili tekrar çaldı. Aslı tüm kalbiyle gelenin Cenker olmasını diledi. Ancak Timuçin’in gecikmesinden ve ses tonundan kapıdakinin yabancı biri olduğunu anladı. Meğer yan komşu gürültüden rahatsız olmuş. Anlaşılan Timuçin kendini kaptırıp tedbiri elden bırakmış. Cenker ile tanışmak hayalini başka bir güne ertelemek en uygun seçenekti. Beklemekle şansını arttıramayacağına ikna olan Aslı, saati bahane ederek izin istedi. Birazdan annesi pazardan, babası işten dönerlerdi. Tekrar gelmesine dair ısrarlar karşısında ucu açık bir cevap vererek evine döndü. Cenker ile başbaşa kalmak, biraz sohbet, belki kısa bir dans, belki de küçük bir öpücük gibi romantik anlar kadar tatsız olaylar yaşamak da olasıydı elbette. Timuçin’in şeytana uyup sarkıntılığa yeltenmesi, izin almadan gittiği için dönüşte annesiyle münakaşa etmek, bir erkekle yalnız başına kaldığını öğrenen babasının avaz avaz bağırması… Aslı gün boyu hayal gücünün yettiğince düşünmüş, kimi aşk kitaplarından alıntılanmış yaramaz heyecanlarla bezeli kimi ise gerilim filmlerinden çıkma sahnelerle dolu olmak üzere bir çok senaryo yazmıştı kafasında. Yine de merakına yenik düşüp çıkmıştı üst kata ve hiç bir şey olmamıştı işte. Demek ki, sıklıkla aile bütçesini deldiği yolundaki ithamlar karşısında, babasının başvurduğu savunma cümlesi pek de yanlış değildi, “Hayat çatlak bardaktaki suya benzer, içsen de bitecek içmesen de!” Aslı kendince, gelecek için endişelenmek yerine her anı dolu dolu yaşamak gerekir gibi bir anlam çıkartırdı ve bu cümlede ağustos böceği neşesi bulurdu.
Annesini aksi bir karınca gibi düşününce kikirdedi. Oysa Aslı yanılıyordu, Timuçin’in beyninden geçen yakışıksız fikirlerden ve mutfaktaki
tuzaklardan habersizdi. Çünkü saftı, tecrübesizdi, toydu. Eğer kendi evlerinde olmayan makineyi görmek amacıyla mutfakta yeterince oyalansaydı, usulca düğmesi çevrilecek ocaktan sızacak gazın kokusuna veya süt köpüğü ile taçlandırılmış kahvenin tadına bakmak isteseydi fincanına atılıp karıştırılacak küçük kırmızı haplara karşı hiçbir savunması yoktu.
Murad Ertaylan