Düşündüren-Eğitici Hikayeler

Evin en Büyük Oğlu

fakirlikEvin en Büyük Oğlu

Biz garip doğduk şu koca yeryüzüne;

    Ne üzerine binip gezeceğimiz bisikletimiz, ne de içine kum doldurup kamyonculuk oynayacağımız oyuncağımız vardı. Biz hep yarı aç yarı tok doyan, küçük bir şehrin akşam kızıllığında beli bükük evine dönen babaları gördük ve anneleri… Sırtlarında bebeklerle soba dolduran, baba gelecek diye oradan oraya koşturup marul’la akşam yemeği hazırlayan anneleri…

    Hep is kokusu vardı çocukluğumuzda… Çocukluğumuz koca şehrin varoşlarında kül parçaları arasında bilye oynamakla, boş bulduğumuz yerlerdeki otları yakarak geçerdi. Ayaklarımızda kenarları yırtık içine su alan siyah lastikten ayakkabılar olduğu halde öyle hoyratça koşar oynardık kar yağan çamurlaşmış sokaklarda, saklambaç oynardık yere düşe kalka sonra gülerdik birbirimize bakarak, derken annelerimiz bağırırdı sanki bizi kaybetmiş gibi mahalleyi yıkan sesiyle;

– “Hakan, Ali, Ahmet…”

    Hiç üstümüze alınmazdık oynardık çocuk yüreğimizle hiç fenalık, riya, hile bilmeden…

    Birden mahallenin en yaşlı amcası gelirdi ve kulaklarımızdan tutarken; “Anneniz çağırıyor görmüyor musunuz? Bakın akşam ezanı da okundu haydi gidin evinize…” diye çıkışırdı.

    O zamanlar nasıl yermişiz o yemekleri ellerimizin tozu toprağıyla? Tabii ki bunlar birer hayaldi annemiz bizi hiç banyoya sokup yıkamadan yemek sofrasına oturtur muydu? Yemeği yerdik gözlerimizde buğuyla, öyle ya az önce elimiz yüzümüz yıkanmış babadan da öyle sağlam bir azar yemişiz ki nasıl asık olmasındı yüzlerimiz… Yemek biter bitmez baba çekilirdi bir köşeye, bir kürek kömür atılmış sobanın etrafında toplanırdık annem, ben, amcam, kardeşim ve ninem öyle mutlu bir aile tablosu çizerdik. Vakit ilerlemeye başladıkça babanın omuzlarına daha bir çökerdi yorgunluk,

    Göz kapaklarında ki yorgunluk bedenine vurur tüm günün işçi yorgunluğuyla gözleri kapanıverirdi, kim bilir neler düşünürdü o cefakâr o vefakâr yüreğinin derinliklerinde, o da istemez miydi evlatlarını çok iyi şartlarda yetiştirmeyi?

    Gece olunca hep birlikte aynı odanın içinde yatardık çok güzel olurdu. Annemin sıcacık göğsüne başımı yaslar öylece uykuya dalardım çocuk aklımdaki onca hayalle…

    Ben kardeşlerimden biraz farklıydım, onlar ancak oyun oynayıp kavga ederlerdi ben ise gözlerimi yumduğumda hep kendimi büyük bir binanın en üst katında görürdüm.

    Üzerimde takım elbise kravat, elimde siyah bir çanta, körpe gönlümde onca çocuksu izlerle yürürdüm.

    Sabah olup gözlerimi açtığımda kendimi yine eskisi gibi küçük evimizde görünce üzülürdüm ama sonradan annemin ellerini saçlarımda hissedince yüzüm birden gülüverirdi.

    Üzerimizi giyinip okul yoluna düşerdik sabahın altısında soğukta ayazda, minibüsle okula gidenler bizimle dalga geçerlerdi. Bu duruma minik yüreğimiz, küçücük ayaklarımız dayanmaz, okula onlardan önce ulaşmak için hızlı hızlı yürürdük sanki yetişecekmiş gibi… Okulda öğretmenimiz hayat bilgisi dersi verirken ben hep düşünürdüm acaba hayat kitapta ki gibi tozpembe mi diye? Ayşe hep süt içer, Oya hep eve gider, Ali hep ders çalışırdı Türkçe kitaplarımızın sayfalarında… Onlara özenirdim, eve gidince annemden süt isterdim, ders çalışırdım, ama hiç yüzüm Ali gibi, Oya gibi, Ayşe gibi gülmezdi nedense?

    Bayramlar daha bir değişik olurdu iki göz evimizde, bayram arifelerinde bizi bir heyecan sarardı, öyle ya yarın bayramdı ve babam bize yeni elbiseler, yeni ayakkabılar alacaktı, bizim babamız dünyanın en güçlü, en büyük, en zengin babasıydı. Sokaklarda koşup oynayacaktık, hiçbir şeye aldırmadan, minik yüreğimizle, minicik ellerimizle şeker toplayacaktık büyük amcaların, ağabeylerin evlerinden, sonra maytap patlatacaktık başına buyruk öylece olan biteni düşünmeden… Oysa babamız bize yeni ayakkabılar alamazdı, elbiseler alamazdı. Annemden duymuştum bir kere;

    Babamın işleri iyi gitmiyormuş. Bu yılda geçen yılki gibi eski elbisemizi giyecektik.

    – “Anne biz neden hep böyle eski elbiselerle geziyoruz?

    Bak Ahmet’e babası ne güzel elbiseler almış, birde top almış oynasın diye. Babam niye bize almıyor anne Ahmet’in babası gibi, anne ben hep böyle eski yamalı pantolonlarla mı gezeceğim?”

    O anda babamın sesiyle irkilirdik; “Çocuklar haydi gelin, bugün bayram öpün bakalım elimi de harçlık vereyim, şeker vereyim.”

    Birden yüzümüzde ne kadar üzüntü keder varsa hepsi silinir,

    Yaşlı gözlerimizi babamıza belli etmeden giderdik elini öpmeye harçlık almak için…

    Anne ben büyüyünce doktor olacağım derdim. Annem neden diye sorduğunda ise; “ Hani babam hasta ya, işte babamı ben muayene edeceğim başka kimseye göndermeyeceğim.” Oysa babamın ne bizi okutacak parası ne de bizim düşündüklerimizi bilecek fırsatı vardı.

    O varsa yoksa bize ekmek getirmek için uğraşıyordu. Ne zaman anneme babam nerede diye sorsam ekmek parası kazanıyor derdi.

    Geceleri yorganın altına girdiğimde hep büyük adam olmayı hayal ederdim.

    Bir gün koca koca arabalara binip çok zengin olduğumu düşünürdüm. Ama hep sabah olur ve annemin sesiyle uyanırdım yeni bir gün için gözlerimde gelecek günlerin hayaliyle…

    Bir gün annem, babam ve ninemi ağlarken gördüm. Babam hiç başını kaldırmadan olduğu yerden ince ince gözyaşları döküyor, annem ile ninem; “Gitti evimizin direği gitti!” diye ağlıyorlardı. Unuttum söylemeyi benim birde dedem vardı öyle iyi öyle cana yakındı ki onu çok severdim. Bana hep şeker verir, hep severdi. Babama dedemi sorduğumda; “Deden uzaklara gitti yavrum.” demişti. Kendi kendime kızardım dedem neden beni öpmeden gitti diye küserdim herkese, dedemi en son kamyonun üstünde bana el sallarken görmüştüm; “Yavrum annenleri üzme babana iyi bak evin en büyük oğlu sensin Allaha emanet ol!” Dedeme kızmıştım, ben daha 8 yaşındayım nasıl evin en büyük oğluydum ki? Benden önce babam vardı babam dedemin oğlu değimliydi? Tamam, anladım dedem gönlümü alıyordu beni sevindiriyordu. Bende dedeme babamın kucağından el sallıyordum.

    En son öyle görmüştüm dedemi, büyüyünce söylediler dedemin trafik kazasında hayatını kaybettiğini, annem dedi ki;

    – “Oğlum sana çok ağlarsın diye söylemedik.”

    Evin en büyük oğlu bendim, onun için çok çalışmam lazımdı, alnımın terini toprağa akıtmalıydım ki o da bana ekmek versin.

    Şimdi mi?

    Şimdi 14 yaşında koca adamım,  yine büyük adam olma hayalleri kuruyorum ve babam ile dedemi düşünüyorum. Var gücümle çalışıyorum.

    Öyle ya evin en büyük oğlu benim…

Gülten AJDER

Kitap okumayı seven insanlar daha zeki ve daha başarılı olurlar. Bende bu yüzden kitap okumayı sevdirmek istedim bu site ile. Gizli kalmış bütün bilgilerin kitaplarda saklı olduğuna inandığımdan, kültür seviyemizi yükseltmek, bilgi hazinemizi daha da zenginleştirmek, gizli yeteneklerin ortaya çıkmasına destek olabilmek için, okusun yazsın benim ülkemin insanları diye bir işin ucundan tutmak isteyen birisiyim.

İlgili Makaleler

Bir Yorum

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu