“Silewro Etkisi” Hikayesi 2. Bölüm
Hikaye Oku: Sur duvarında yüksek voltajlı elektro manyetik kesici ışın ile sığabilecekleri bir delik açtıktan sonra şehre sızan askerler hep bir arada kalacak şekilde bitişik olarak ilerliyorlardı şehrin merkezine yaklaştıkça merak ve endişe birbirine karışıyor ve yoğunluğu korku alıyordu. Bu arada etrafta ne bir ceset görebiliyorlardı nede canlı birini. Her şey yerli yerindeydi ancak yapılan savaşın izleri her taraftaydı, garip olan ise yıkılan binaların kalıntıları temizlenmiş gibi duruyor ve şehrin tüm hayat normal bir şekilde devam ediyormuşçasına, bazı binalarda ışıklar yanıyor ve iş merkezlerinin tabelaları parıldıyordu. Peki ya bu nasıl olur daha bir süre önce burada büyük katliam yaşanmış onlarca, belki yüzlerce kişi ölmüştü. Bu kadar ölüyü ne yapmış olabilirlerdi, nereye saklamış olabilirlerdi. 20 dakikadır şehrin gölgeleri içinde ilerleye birim şehrin göbeğine yakınlardı artık. Şehrin kalbi olarak bilinen, şehrin tam göbeğindeki devasa arazinin ortasında şehrin sembolü olan kocaman HAMTAT gezegeninin anıtına iki blok kalmıştı. SUHA Dur! Emri verdi. Öyle sessiz hareket ediyorlardı ki neredeyse yerde gezinen şehrin haşerelerinin ayak sesleri duyulabilirdi. SUHA’nın aklı karışmıştı, etrafına bakınıyordu, anlamaya çalışıyordu, derken bir anda bir patırtı duydu arkasında. Aniden döndü sert bir yüz ifadesiyle. Tek tek gözlerine baktı askerlerinin. ALKİ başını sağa sola oynatarak ben değilim işareti verdi, HOL de aynı tepkiyi verdi, UHAY ve YEDİ ellerini kaldırarak patırtıyı red etti. SUHA son olarak gözünü SOLU’ya çevirdiğinde o arkasına bakıyordu ve yavaş hareketlerle ona doğru dönerken SUHA onun nefes nefese olduğunu fark etti. SUHA’nın yüzündeki kızgın bakış SOLU’nun yüzü görünmeye başladıkça değişiyor ve korku halini alıyordu. SOLU yüzünü SUHA’ya döndüğünde gözlerini kırpamıyordu bile ve bir anda yerinden diklendi bu esnada diğerlerini ona bakmak için başlarını kaldırdı, SUHA onun ne yaptığını çözmeye çalışırken gözü SOLU’nun hemen arkasında kalan binanın tepesindeki bir gölgeye ilişti ve gölge rüzgar gibi esip kayboldu. SOLU’nun arkasında olması gereken ŞLUKA yerinde yoktu! Peki ya nereye gitmişti, o gölge de neyin nesiydi. SUHA’nın bakışları SOLU ya dönerken güçlü bir ışık yansıması gözlerini kamaştırınca, bir anlığına yüzünü çevirip bakışlarını tekrar aynı yere yöneltti ve ışığı yansıtan şeyin SOLU’nun dehşet içinde titreyen elindeki boğazına giden hançer olduğunu fark etmişti ki daha ne olduğunu anlamadan SOLU’nun kanı etrafa fışkırdı. Ve SOLU’nun yere düşen bedeni ortamdaki sessizliği sonunda bozmuştu. Kimse ne olduğunu anlamamıştı. SUHA ona doğru yaklaştı, elini onun göğsüne usulca koydu, başını eğdi, gözlerini kapadı ve, konuştu:
SUHA : Şimdiden iki kişi kaybettim, ve daha ne olduğunu anlayamadım bile!
Başını kaldırdı, diğerlerine döndü:
SUHA: Başka intihar etmek isteyeniniz varsa haberim olsun. Daha fazla gitmek zorunda değilsiniz! Eğer şimdi durup geri dönerseniz, size söz veriyorum bunun için kimse sizi suçlamayacak.
Sözlerini tamamlarken kalan dört askerinin gözlerine teker teker baktı SUHA. ALKİ ayağa kalktı ve ona bakarak konuştu :
ALKİ : Devam etmek için izninizi istiyorum efendim!
Onun ardından HOL, UHAİ ve YEDİ de ayağa kalkarak emir beklercesine gözlerini SUHA’ya diktiler. SUHA başını tekrar SOLU’nun cansız bedenine çevirdi ve biraz önce onun göğsüne koyduğu eli kendi göğsüne götürerek tekrar can vermiş ekip arkadaşının göğsüne koydu. Bu hareketi ölen askerine saygı göstergesiydi. Diğerleri de aynı hareketi oldukları yerden SOLU’nun cansız bedenine doğru uzaktan yaptıktan sonra yola devam etmek üzere vaziyet aldılar.
SUHA korkusunu gizleme çabasında ve kendinden emin bir şekilde konuştu : Pekala! Burada olduğumuzu biliyor. Bu demektir ki, görevin gizliliği başarısız oldu ve bu da bazılarımızın belki de hiç birimizin geri dönüş yolu kalmadığını gösteriyor! Toparlanın ve silahlarınızı aktif moda alın! Anıt meydanına gidiyoruz! Size tehdit gibi görünen her şeye ateş açın.
SUHA gurubun önünde yerini aldı, diğerleri gibi silahına sımsıkı sarıldı, birkaç saniye öylece durdu ve başını çevirerek askerlerinin gözlerine teker teker baktı. Askerleri onun bakışlarına kendilerinden emin ve korkusuz bakışlarıyla cevap vermeye çalıştı. SUHA tekrar önüne döndü ve elini kaldırarak ‘’ileri’’ anlamında işaret ederek hareket etti. Ara sokağın ağzından çıkarken hiç saklanma gereksinimi duymuyorlardı ama dikkatlerini de bozmuyor, gözleri etrafı kesiyor ve namluları gözlerini takip ediyordu. Parmakları tetiğe yapışmış, silahlarıyla bir bütün olmuşlardı adeta. Sokağın caddesinde ilerlerken meydana açılan sokağın ağzı iyice yakınlaşmıştı. İlerledikçe ileriye bakar durumda olan SUHA bir an için olduğu yerde durur. Hemen arkasında olan ALKİ bunu fark eder ve arkasındakilere DUR! İşareti yaparak elini tekrar tetiğe götürür SUHA’ya yaklaşır ama gözü sadece SUHA’ya bakıyordur. Önüne doğru geçerken çaprazında kalır. SUHA’nın yüzünde nefret ve kin dolu ama aynı zamanda gözlerinde yaşarma vardı ve gözlerini bir yere dikmişti. ALKİ onun baktığı yöne doğru yavaşça bakarken bir anda karşısında gördüğü görüntünün şokuyla dizlerinin üzerine düşer ve silahını yere düşürür.
ALKİ : Hepimiz burada gebereceğiz.
Gördükleri şey ne miydi, anıtın tam üzerinde etraftaki kulelerden gerilen iplerin, ellerindeki açılmış deliklerden geçirilerek asılmış olan ŞLUKA’yı görmüşlerdi. Tamda bu sırada arkalarında bir patırtı kopar ancak SUHA olduğu yerde başını öne eğer arkasını bile dönmeye gerek duymaz, çünkü patırtının ne olduğunu anlamıştır. Hemen yanında duran ALKİ dehşet içinde arkasını döner ve gördüğü tek şey karanlıkta kaybolana dek sürüklenmekte olan YEDİ’nin başsız bedeniydi. Ancak HOL ve UHAİ çoktan yok olmuşlardı ve hiçbir iz yoktu. ALKİ sinir krizi geçirmeye başlar. Olduğu yerde derin bir çığlık atar ve dizlerinin üzerinden ayağa kalkarken silahını kaparak ileriye doğru rastgele ateş ederek ve bağırarak koşmaya başlar. SUHA bir an için gözünü ona çevirdiğinde, koşmakta ve kendisinden uzaklaşmakta olan ALKİ’ye doğru elini kaldırır ve ona durmasını söylemek isterken aniden nerden geldiği belli olamayan sivri ve mızrağımsı bir cisim ALKİ’nin suratına saplanarak onu olduğu yerden şiddetli bir savurmayla geriye atar ve ALKİ cisimle birlikte yere saplanır. SUHA havada aniden gözlerinin önünde olan şeyin etkisiyle hafifçe dengesini kaybeder ve geriye doğru iki adım atmak zorunda kalır istemsizce. Yüzünde derin bir nefret ve kızgınlık vardı SUHA’nın, gözlerini meydana doğru çevirdi tekrar bu esnada binaların aralarından şehrin canlı kalan son sakinleri çıkmaya başladılar. Ortada, anıtın etrafında ancak SUHA’nın olduğu yönde bir koridor bırakarak vaziyet almaya başladılar. Ancak garip olan bir şey vardı, herkes başını eğmiş yere bakıyor ve kimseden tek bir ses zerresi çıkmıyordu. Yaklaşık bir dakikanın sonunda herkes orada toplanmıştı. SUHA şaşkınlıkla bu olanı izlerken bir an için serpildi ve kendine gelmeye çalıştı. Dik duruşunu ve kendinden emin tavrını koruyan SUHA elindeki silahı yere attı ve sırtındaki ‘SİLAU’ madeninden dövülen kılıcını çıkardı. Silau metali gezegenin en güçlü madeniydi ve tarih öncesinde HAMTAT’a karşı kullanılabilen ve onu yaralayabilen tek madendi. Sırtında asılı olan çantasının kollarını elinde tuttuğu kılıçla tek hamlede keserek fazla ve gereksiz yükten kurtuldu, SUHA cesaretini son bir kez toplayarak toplanan kalabalığın anıta ve orada asılı duran ŞLUKA’nın cansız bedenine doğru oluşturduğu koridora yürümeye başladı. Yürürken eli kılıcının kabzasını sertçe sıkıyordu, korkusunu göstermiyor ve öfkeli bakışlarıyla etrafı kesiyor kendisine karşı bir atak bekliyordu. Artık ölmekten korkmuyordu aslında ölmeye tam anlamıyla hazırdı. Yaklaşık 60 metre kadar yürüdükten sonra anıtın biraz ilerisinde kalabalığın oluşturduğu koridorun ortasına gelmişti ki tam arkasına inen şeyin şiddetli gürültüsüyle birlikte SUHA olduğu yerde durdu. Bu esnada önüne doğru iki cansız beden fırlatıldı. Sürüklenerek SUHA’nın iki yanından biraz önünde durdular. Bunlar UHAİ ve HOL’un cesetleriydi. SUHA sakin olmaya çalışıyor ve korkusunu hiç göstermiyordu. Arkasında duran KALU onu izliyordu. SUHA önce başını çevirerek çok yavaş hareket ederek arkasını döndü, başı önüne eğik ve gözleri yere bakıyordu. Sonra gözlerinin hareketleriyle başını kaldırdı ve KALU’yu aşağıdan yukarıya süzerek onunla göz göze geldi. SUHA’nın gözlerinde korku ve şaşkınlıktan çok nefret ve hırs vardı. KALU, SUHA’nın bu vaziyeti karşısında şaşkınlığa uğramıştı. SUHA’nın kılıcı tuttuğu eli iyice sertleşiyor ve kılıcın kabzasını sıktıkça, kabzanın kaplamasından sesler geliyordu. KALU kılıcı tutan eline baktı sonra tekrar onun gözlerine baktı ve bir anda vücudunu kaplayan, boynuzlarından yayılan alevden kalkanı yavaşça boynuz diplerine kadar çekildi. KALU savunmasını indirmişti. SUHA olduğu yerde hiç hareket etmeden bekliyordu, ancak nefes alış verişleri yavaş yavaş sızlanıyor ve derinleşiyordu. SUHA’nın bu kendinden emin ve gerilemeyen tavrı şaşırttığı gibi hoşuna gitmişti. Aralarında yaklaşık on metre kadar vardı. KALU elini kaldırarak işaret parmağını SUHA’ya doğrultu.
KALU : Sen! (seslendi SUHA’ya KALU.) Benden korkmuyor musun?
SUHA : HAYIR! (Sert bir ifadeyle bağırdı SUHA)
KALU : MMM! Hoşuma gitti. Bak sana ne diyeceğim. Sana, bir hamle yapman için izin vereceğim. (ellerini iki yana kaldırır KALU davet edercesine) Hadi ne bekliyorsun. Sana arkadaşlarının intikamını alman için bir şans veriyorum.
SUHA saldırı vaziyeti alarak kılıcını geriye savurur ve KALU’nun olduğu noktaya doğru tüm nefesiyle haykırarak koşmaya başlar, birkaç adım attıktan sonra , ona üç dört metre kala sert bir sıçrama yapar, havadayken kılıcını başının üzerine kaldırıp iki eliyle sımsıkı kavrar. Bu esnada KALU onun bu kendinden emin ve kararlı saldırısını hayranlık içinde izliyordur. SUHA inişini yaparken tüm gücüyle kılıç darbesini KALU’nun boğazına hedeflerken, KALU’nun ani hamlesiyle hedefini şaşırarak KALU’nun göğsünde derin bir kesik açar. Yere iner inmez hemen düşmanından birkaç adım ilerisine savunma duruşuna geçer ve karşı hamle olasılığına karşı tüm dikkatini rakibine yöneltir. Aldığı darbeyle KALU’nun göğsünde açılan derin kesikten fırlayan kan hemen yakınında duran bir gruba sıçradı. Kimse yerinden kımıldamaya cesaret edemiyordu. KALU öylece durdu, başını eğerek yarasına baktı, kollarını indirdi ve dudaklarıyla ve başıyla ‘VAY BE’ der gibi SUHA’ya baktı. Bu sırada SUHA tekrar harekete geçti ve kılıcını KALU’ya yönlendirerek koşmaya başladı. Birkaç adım sonrasında dibine ulaşan SUHA kılıcını KALU’nun göğsüne bu defa saplamak isterken, boynuzları bir anda göz kamaştıran parlaklığa ulaşınca SUHA bir an için gözlerini kapattı ancak kılıcının bir yere dayandığını hissetmişti. Hemen gözlerini açınınca kılıcın ucunun KALU’nun vücudunda durduğunu gördü. Ancak bu defa ona zarar verememişti. Başını kaldırıp rakibiyle göz göze geldiğinde KALU aniden onun kılıcı tutan elini kavradı ve ayağına doğru çekip kılıcı elinden çekiştirip aldıktan sonra bir kenara fırlattı sonra SUHA’nın diğer elini de biraz önceki tuttuğu eline kavuşturarak onu o vaziyette havaya kaldırdı, kendi yüzünün hizasına getirerek iyice yaklaştırdı ve onun yüzüne tüm gücüyle kükredikten sonra bir çuval gibi savurarak anıt yapısına doğru fırlattı ve SUHA daha yere düşmek üzereyken hemen arkasından sıçrayarak onun düştüğü noktaya indi ve ona dikildi. SUHA güçlükle de olsa diklenmeye çalıştı ve bu esnada KALU elini diğer omzuna doğru götürdü ve SUHA ya doğru savurarak attığı darbeyle onu anıtın kısa duvarına çarpıp ardından “YERDE KAL!!!” diyerek kükredi. SUHA aldığı son darbe ve çapıp düştüğü duvarın etkisiyle bilincini kaybedip olduğu yerde yığılıp kaldı. SUHA’nın bu cesareti ve kararlığı hoşuna gitmiş ve onu öldürmemeye tam aksine kendine çekmeye karar vermişti. KALU ona doğru bakarken biraz önce kılıç darbesini yediği yerde bir hareketlilik oluşmaya başladı. KALU oraya döndü ve yavaşça yürürken dikkatini yerde kıvranan ve böğürerek çok garip hareketler yapan birkaç kişiyi gördü. Diğerleri korkuyla yanlarından uzaklaşmıştı. KALU iyice yaklaştı, ve neler olduğunu çözmeye çalışırken bir şey fark etti. Bunlar az önce üzerlerine kanının sıçradığı kişilerdi biri kadın 7 kişi çok garip davranışlar sergiliyor ve gözleri kan kırmızısına dönerken boynuzları olması gereken den daha uzun hal almış ancak ani uzama sebebiyle kanlar içindeydi ve hiç parlamıyorlardı. Birkaç saniye içinde teker teker hareket etmeyi bıraktılar. KALU elini kaldırarak arkasına doğru “gel buraya” komutu verdi. Kalabalığın arasında koşarak gelen ilk tutsağı CAKA’nın ta kendisiydi.
KALU : Yaşıyorlar mı bir bak!
CAKA : Hemen efendim.
CAKA solunum hallerini kontrol etti teker teker ve efendisine dönerek ;
CAKA : Yaşıyorlar efendim. Ancak boynuzlarının bu uzunluğu ve gözlerinin formu, bu daha önce hiç görülmemişti.
KALU : Kanım aranızda başka kimseye deydi mi?! (sert bir mizahla o taraftaki diğerlerine sordu)
Kimse sesini çıkarmadı. Galiba başka kimse yoktu.
KALU : CAKA!
CAKA : Emredin efendim.
KALU : Bunları derhal karantina altına alın, şehirde yaşayan tıp adamlarını yanıma getir.
Emrini tamamladıktan sonra ayağa kalkan KALU yürümeye başlamıştı ki:
CAKA : Askeri ne yapmamı emredersiniz efendim?
KALU durur geriye döner, SUHA’ya doğru bakar sonrasında CAKA’ya döner ve emreder ;
KALU : Bağlayın ve kafese kapatın. Kendine geldiğinde ona biraz yiyecek verin. (yüzünde sinsi bir gülümseme belirerek devam eder sözlerine) onun için farklı planlarım var.
Sözlerini tamamladıktan sonra yoluna dönerek şiddetli bir sıçramayla gözden kaybolur. CAKA Etrafındakilere dönerek dağılın anlamında elini sallar ve tekrar SUHA’nın yattığı yöne doğru birkaç adım attıktan sonra adamlarından DÖK’e seslenir.
CAKA: DÖK! Yanına iki kişi al ve komutan SUHA’yı kafese götürün! Dikkatli olun! Kaçacak olursa, hepimizin sonu gelir.
Dök aldığı emri yerine getirmek üzere harekete geçer ve çelik boyunluk kelepçeyle SUHA yı etkisiz hale getirdikten sonra adamlarından aracı getirmesini ister. Bu kelepçe çok kalın bir metalden yapılmıştır ve yapısı tutsak edilen kişinin hiçbir takdirde koşmak dışında herhangi bir eylem yapmasına izin vermez. İki eli birbirine birleşik şekilde boğazının az altında, göğsünün üzerine denk gelmekte ve birleşik olan iki elinin arasından da kelepçeden boynuna doğru uzanan gene aynı çelikten iki parmak kalınlığında içi dolu bir profil uzanıyor ve boynunu saran gene aynı metalden olan kalınca tasma ile birleşiyor. Böylelikle kişinin üst kısmı kolları ve elleri tamamen işlev dışı kalıyor. Harika bir tasarım. Araç geldiğinde onu aracın orta koridoruna yatırırlar ve kafese yani güvenlik binasındaki nezarethane bölümüne götürmek üzere harekete geçerler. Bu arada CAKA başka bir ekibe hastalanan kişilerin karantinaya alınması emrini uygulamak üzere talimat verdi ve bu emrin yerine getirilmesini bizzat yönetti.
CAKA : SUKİLA! Şifa evindeki ekipleri çağırın. Ve onlara karantina alarmına hazırlıklı gelmelerini söyleyin. (dedi CAKA yanındaki acemi çavuşa)
Ardından CAKA tekrar ona dönerek sözlerine devam etti.
CAKA: Bu arada bunların etrafında askeri çember haline sok. ve aralarından biri saldırganlık eylemi gösterecek olursa yaralamak için ateş edin. Gerekmedikçe öldürmeyin!
Biraz sonra tıp ekipleri hava araçları ve üç ayrı karantina kafesli kamyonetleri ile olay yerine vardılar. Çok kalabalık gelmişlerdi ve bazılarının elinde elektro manyetik yakalama ağları atan tüfekleri vardı. Aralarında en yetkili olan dişi KASAAL’lı NUAİ alinde ki tarama aparatı ile koşarak hastalardan birine doğru hızlı adımlarla yürürken CAKA önüne geçerek onu durdurdu.
CAKA : NUAİ dur! Onların nesi var bilmiyorum ama iyi bir şey olamaz. Etkisiz hale getirilene kadar hiç birine yaklaşmamanı öneriyorum.
NUAİ bir an için onlara baka kalır ve bir adım geri attıktan sonra CAKA ya döner.
CAKA : Onlarla bol bol vakit geçireceksin gibi duruyor, yani acele edecek bir durumun yok.
NUAİ : ne oldu onlara? Nasıl böyle oldular ?
CAKA : Aslında tam olarak sebebini bilmiyorum ama şunu söyleyebilirim, üzerlerindeki kanı görüyor musun?
NUAİ : Evet !
CAKA : Bu onların kanı değil!
NUAİ : Kimin peki?
CAKA bir an için duraksadı ve hastalara doğru baktı ve tekrar sözlerine devam etti. Bu esnada tıp ekipleri karantina üniformalarını kuşanmış hastaları teker teker kafeslere bindiriyorlardı, ancak kimse onlara bir metreden fazla yaklaşmıyor. Ellerindeki özel iki metre uzunluğundaki çelik mızrak benzeri aparatların ucundaki kontrol altına alınmak istenen kişinin belini saran zincire benzer bir kemer halka var ve bu halka bağlı olan kişi ani hareket ettiği anda mızrağı tutan kişinin kontrolü altında elektrik dalgaları yayıyor. Öldürmüyor ancak tutulan işinin canını fena yakabiliyor.
CAKA: KALU vücut kalkanını indirdi ve komutan SUHA nın ona hamle yapmasına izin verdi.
NUAİ dehşet ve heyecanla CAKA’nın sözlerini dinliyor ve elleri birbirini sıkıyordu.
CAKA: SUHA fırsatı kaçırmadı ve ona bir hamle yapabildi. Onu yaraladı ancak çok derin değil. Zaten ardından KALU onu etkisiz hale getirdi ve kalkanı vücudunu tekrar sardığında arası oradan kayboldu. Sanki hiç orada oluşmamış gibi.
CAKA konuşması esnasında başını eğdi üzülmüşçesine. NUAİ sorusunun cevabını kısmen almıştı aslında ancak kesinleştirmek istedi;
NUAİ : Yani bu hastaların üzerindeki kanın KALU ya ait olduğunu mu söylüyorsun. ?
CAKA onay anlamında başını yukarı ve ardından aşağı hafifçe oynatır. NUAİ hastalara doğru döner bir adım atar, yüzünde derin şaşkınlık ve heyecanla aniden CAKA’ya tekrar döner, ona iyice yaklaşır ve gözlerinin içine bakarak sessizce konuşur;
NUAİ: Bunun ne anlama geldiğinin farkında mısın?!
CAKA ilgili ve meraklı tavırla tüm dikkatini ona vererek sözlerini bitirmesini bekler. NUAİ etrafa bakınarak heyecanla tekrar CAKA’nın gözlerine kitlenerek fısıldamaya başlar.
NUAİ: CAKA! Bu demek oluyor ki KALU’nun DNA sını elde edebilir ve üzerinde araştırma yapabilirim .
CAKA’nın gözleri daha fazla açılır ve bir adım geri çekildikten sonra CAKA gözlerini NUAİ den ayıramadan, onun sözlerini kafasında yapılandırmaya çalışırken konuşmaya dahil olur.
CAKA: Yani demek istiyorsun ki, bu sayede ona karşı bir şans doğurabiliriz ,?
NUAİ: Şşşt! Sessiz olmalısın. Ben kan örneğini elde edene ve çalışmalara başlayıp bir sonuç bulana kadar bu konu sadece ikimiz arasında sır olarak kalmalı.
CAKA: Haklısın.! Bunun için sana özel bir laboratuvar bulmalı ve gizlemeliyiz.
NUAİ: Bunu ben hallederim. Sen onun dikkatini benden uzak tutmaya çalış yeter.
Konuşma biterken NUAİ nin ekibinden biri ona doğru seslenerek hastaların yüklenmesinin bittiğini bildirdi. NUAİ, CAK’nın gözlerine son bir bakış atarak arkasını döner ve hızlı adımlarla hava aracına doğru giderken az önce kendisine seslenen yardımcısına toparlanma emri verdi. Tüm ekip araçlarına bindikten sonra alanı hızla terk ettiler. CAKA olduğu yerde başını gökyüzüne kaldırmış içindeki küçücük umut ışığıyla içinden 7’li koruyuculara dua eder.
“YÜCE KORUYUCULAR, BİZE YARDIM EDİN!”
– BU SIRADA “ISLAK” ŞEHRİ, KONSEY TOPLANTI SARAYI –
Fantastik Hikayeler – Bilim Kurgu Hikayeleri – Sizden Gelenler –
YAZAN: İBRAHİM YURTCU
Hikayenin Bölümlerini Okumak İçin
- Bölümü okumak için TIKLAYINIZ
- Bölümü okumak için TIKLAYINIZ
Bu nasıl bir hayal gücü muhteşem yazmışsın. Ama devamı için fazla bekletip sabırsızlandırma beni.
beğenmenize ve yorumunuz için teşekkür ederim.