Aşk Hikayelerinden; “Tahta Bacak” Hikayesi
Eylül yeni girmişti ama hava serindi. Yapraklar Arnavut taşlı sokaklarda uçuşurken hafif bir rüzgâr şehri yalıyordu. Sivas, yazı geride bırakmıştı artık. Zeynep güzel bir film seyretmenin mutluluğuyla sinemadan çıkmış, akşam olmadan evine varma arzusunda idi. Caddeler boş gibiydi sanki. Adımlarını atarken eliyle uçuşan saçlarını toparlamaya çalışıyordu.
Sinema çıkışından beri beş dakikalık yürüyüş olmasına rağmen bir ses vardı ardında sanki baston, takoz gibi tak tak sesleri eksilmemişti. Zeynep bir anda durdu. Bu sesin kendisiyle bir ilişkisi var mıydı. Meraklanmıştı heyecanlıydı, seste durmuştu. Yürümeye devam etti heyecanı daha da artmıştı, ardındaki ses de devam ediyordu. Labirent gibi sokaklar geride kalmıştı. Peşindeki sesi artık iyice tanıyordu. Eve yaklaşıyordu sokaklar daha sakinleşmişti. Birden döndü Zeynep, arkasına baktı. Evet, yanılmamıştı. Sol ayağı takma bir genç onu takip ediyordu. Genç de durmuş, eliyle kirli sakalını kaşırken farklı yerlere bakmaya göz göze gelmemeye çalışıyordu.
Belli ki ardındaki ses önüne geçemediği kendi takıntılarının peşindeydi. Onun düşüncelerini merak etmiyor değildi. Ama tahta bacağa bu merakımı ele vereceğini hiç düşünmüyordu. Böyle düşünmeside bir anlık ruh halinden kaynaklanmıştı. Şehrin Anadolu havasından, toplumsal boyutlarını düşünmek bile istemiyordu. Yürüdükçe taşıdığı yalnızlığı ve korkusuydu.
Zeynep devam etti yürümeye artık o sesi biliyor, tanıyordu. Akşam, yavaş yavaş şehrin üzerine çöküyor, rüzgâr hızını artırıyordu. Artık kendi sokaklarına varmıştı, daha rahattı. Sokak lambaları yanmış Zeynep de eve varmıştı. Son bir defa daha baktı ardına. Tanımadığı delikanlı da durmuş elindeki zinciri parmağına dolamaya çalışıyordu. Mahzun mahzun bakıyordu delikanlı. Belli ki sevdalanmıştı. Gönül ferman dinlemiyordu. Bakışları …”Gözlerim, sende kaldı/Alamadım/ Bir gözüm daha olsun isterdim/ Doyamadım/” der gibiydi. Akşam üzeri yaşadığı melodram bir takıntının hüzünlü tadı artık geride kalmıştı.
Zeynep kapıdan girmiş doğruca ikinci kata çıkarak Salonun pencere önüne yürüdü. Perde aralığından onu rahatlıkla görebiliyordu. Tahta bacak sokak lambasının altında pardösüsünün yakalarını çekmiş, sigarasını yakarken, delikanlı gözlerini pencereden alamıyordu. Zeynep konuyu annesiyle paylaşmış birlikte bir çözüm bulmaya çalışıyorlardı. Üstelik babası ve ağabeyi de eve gelmek üzere idi. Mutlu bir ailesi vardı. Dürüst, samimi, demokrat, özü sözü bir çevresine saygı ve sevgiyi verebilen ve de karşılık bulabilen bir aile idi. Genç, sokak lambasının altında beklemeye devam ediyordu. Onu kırmadan, onun oradan uzaklaşmasını istiyordu Zeynep. Ama nasıl yapacaktı! Babasına, ağabeyine nasıl anlatacaktı bunu. Ne yüz vermek istiyordu delikanlıya nede bağırıp çağırmak. Öz güveni yüksekti. Gidip kendi de anlatabilirdi. Yine de hiç tanımadığı birine değmez, diye geçirdi içinden. Bir kâğıt parçasına “Benim bir sevdiğim var, üstelik nişanımda yakında. Babam ve ağabeyim gelmek üzere! ”diye yazdığı kağıt parçasını bir kibrit kutusuna yerleştirdi. Pencereden atmayı düşünüyordu.
Kapının zilinin çalmasıyla Zeynep’in heyecanı artmış, biraz da korkmuştu. Kapıyı annesi açtı, gelenlerin babası ve ağabeyi olduğunu görünce rahatlamıştı. Koşarak onları karşıladı. Sokak lambasının altında kimseler yoktu. Gitmişti delikanlı. Sevilmemek acıydı ama sevememek de acıydı! Aşk, tek taraflı bir kavram değildi. Önemli olan, iki kişinin aynı yöne bakabilmesiydi. Delikanlı, bunları fark etmiş olmalıydı ki, ayrılmıştı oradan. Zeynep elindeki kibrit kutusunu çöpe atarak derin bir nefes aldı.
Bir yaz gecesi
Lodosa takıldın
Gün batımında kayboldun
Gönül sen kâmil olmadın
Günahını boynuma doladın.