Çok Güzel Bir Aşk Hikayesi; “Aşkla Yaşa”
Sera 24 yaşlarında genç bir kızdır. İstanbul’un ara sokaklarında dedesi ile orta ölçekli bir market işletmektedirler. Kumrala benzeyen bir teni naif ve utangaç bir yapısı vardır. Boyu fazla uzun olmadığı için market raflarının üst katlarına hep tahta tabure ile uzanmak zorunda kalır. Sera’nın anne ve babası Almanya’da çalışmaktadırlar. Ancak ailesi kızlarını Türk kültür örf ve adetlerine göre yetişmesini istediği için Almanya’ya hiç götürmemiş anneannesi ve dedesinin yanına bırakmışlardır. Anneannesi yaklaşık üç yıl önce ölmüş ileri yaşlardaki dedesi çalışmaktadır. Sera tamda ailesinin istediği gibi yetişmiş daha önce hiç flörtü bile olmamıştır. Mahallede çok hayranı ve talibi olsa da o platonik bir aşka tutunmuş ve herkesi bu platonik aşkı için reddetmektedir.
Sera’nın platonik tek ilk ve son olacağına inandığı aşkı mahallerine iki yıl önce taşınmış Ozan’dı. Aynı mahallede hatta aynı apartmanda alt üst otuyorlardı. Sera her akşam üstü markette aynı saatlerde gelen platonik aşkı için hafif süslenir parfümler sıkar hazırlanırdı. Ozan markette uğrar ekmek, süt ve makarna gibi basit şeyler alırdı. Sera’nın yüzüne bile bakmaz onunla alışveriş dışında muhabbete girmezdi. Aynı apartmanda oturduklarından bile haberi yoktu.
Ozan sessiz sakin kimseyle iletişim içinde olamayan yirmi yedi yaşlarında genç bir adamdır. Kendinden emin bir duruşu vardır. Çok düzgün bir Türkçe konuşmaktadır ve insanlar özellikle genç kızlar o konuşurken ne anlattığının önemi olmadan onu saatlerce dinleyebilirler. Fakat O, o kadar da mutsuzdur ki mutsuz olduğu her halinden bellidir. Dedesini ve babasını hiç tanımamış ve onları aynı hastalıktan kaybetmişti. Ozan bu yüzden her altı ayda bir babasının da doktoru olan bir doktora muayene olur kontrol tarihlerini asla atlamazdı. Zaten O unutsa babaannesi asla unutmazdı. Çünkü Ozan’ın babaannesi eşini ve oğlunu daha çocukları doğmadan hayata gözlerini yummuş ve hem oğlunu hem torunu Ozan’ı tek başına büyütmüştü. Hayatta tek sahip olduğu şey Ozan’dı şu anda. Bu yüzden Ozan’ın birine âşık olmak evlenmek, baba olmak asla planlarında yoktu. Çünkü âşık olursa mutlu bir yuva kurduğunda baba olmadan öleceğine inanıyordu. Aslında bunu O’nun kafasına babaannesi işlemişti. Ozan’ı sırf bu yüzden yıllarca dizlerinin dibinde tutmuştu. Ve O ayrı eve çıkıp bu mahalleye taşınmasından dolayı araları biraz limoniydi. Ozanı ise tek bir hedefi vardı. Para biriktirip çalıştığı kitapçıyı satın almaktı. O kitapçı onun için çok ama çok önemliydi.
Ozan her gün aynı saatlerde uğradığı markete bir gün uğramaz. Sera merek eder ama yapabileceği bir şey yoktur. Dedesi her zamanki gibi eve erken gider, biraz televizyon izleyip uyur. Sera hava kararınca dükkânı tam kapatmak üzereyken dükkân telefonu çalar. Telefona cevap veren Sera ses tonundan Ozan’ın aradığını hemen anlar. Ozan aşırı üşütmüş ateşli bir şekilde yatmaktadır. Telefona cevap veren Sera’ya “daha önce evlere servis yaptığınızı yazan bir broşür var da. Bir şeyler istesem gönderir misiniz? „ Sera “çırak gitti ama siz siparişinizi verin„ Ozan hazır çorba ve ekmek ister. Mahalle çok nezih herkesin herkesi tanıdığı bir yerdir. Sera geç saatler de marketi kapatsa da yalnız olsa da sorun asla yaşanmaz. Sera marketi kapatırken birkaç mahalleli ile selamlaşır kapatır ve Ozan’ın kapısında soluğu alır. Ozan kapıyı zar zor açar sürekli öksürüyordur. Siparişleri alıp Sera’ya teşekkür eder. Tam kapıyı kapatmak üzereyken Sera’ya “ben size adres vermiş miydim?„ Sera hafif gülümser ve biraz utangaç bir şekilde, “biz alt katta oturuyoruz. Sizi tanıyordum zaten.„ Ozan bu sıra hafif fenalaşır. Sera hemen Ozan’ın kollarını omzuna atar ve onun salondaki koltuğa yatmasına yardım eder. Ozan’ın evi sade eski eşyalarla döşenmişti. Etrafta bir sürü kitap vardı. Fakat ev hiç dağınık değil tersine çok topluydu. Ozan koltuğa yatınca hemen uykuya daldı. Bu sırada Sera mutfağa gitti ve Ozan’a çorba yapacaktı. Mutfak çok toplu ve temizdi. Sera buna çok şaşırdı. Çünkü bir bekar evinin bu kadar temiz olabileceğini hiç hayal etmemişti. İzlediği filimler de erkek bekar evleri dağınıktı. Hemen dış kapının önüne bir ayakkabı koyarak alt kattaki evlerine gitti. Dedesi yatağında uyuyordu. Kendi mutfağında anneannesinden öğrendiği tavuklu şehriye çorbasını yaptı. Tepsiye limon dilimleri ile koyup Ozan’ın evine çıktı. Ozan’ı uyandırdı ve ona çorba yaptığını kalkması gerektiğini söyledi. Ozan doğruldu Sera onun arkasındaki yastığı destek yaptı sonra bir başka yastığı Ozan’ın dizlerinin üzerine koydu. Yastığının üzerine ise tepsiyi koydu.
Sera çorbaya tam limon sıkacaktı ki Ozan çorbayı limon sıkmadan sevdiğini söyledi ve büyük bir iştahla çorbayı yedi. Sera rüyada gibiydi. Ozan daha mahalleye taşındığı ilk günden bu zamana Sera O’na aşıktı ve ilk kez bu kadar ona yakındı. Sera sağa sola baktı sonra Ozan’a “İlaçların nerede?„ diye sordu Ozan ilaçlarını olmadığını daha doğrusu sabah hasta olduğu için hastaneye gitmeye halinin olmadığından bahsetti. Sera ona beklemesini söyledi. Aradan 10-15 dakika geçmemişti ki Sera yanında orta yaşlarda bir bayanla geri döndü. Bayan kendini tanıttı “Ben bu mahallenin aile hekimi Arzu Baydar. Üst iki apartman yanda oturuyorum. Müsaade ederseniz sizi muayene edebilir miyim?„ Ozan başını öne doğru sallayarak onayladı. Doktor hanım Ozan’ı muayene ettikten sonra kapıda Sera onu uğurlarken Doktor Hanım “bugün nöbetçi eczane kim?„ Sera “Mahmut abi Doktor Hanım„ “tamam ben onu arar ilaçları göndermesini rica ederim„ Sera odaya döndüğünde Ozan kendini daha iyi hissediyordu. Ozan “çorba iyi geldi. Doktora gerek yoktu. Ama her şey için teşekkür ederim. Bir daha lütfen bana hep bu çorbadan sat bu yediğim en iyi hazır çorba „ Sera hafif hafif güldü. Sera “O hazır çorba değildi. Rahmetli anneannemin tarifiydi. Ne zaman hasta olsam bu çorbayı yapardı„ Ozan “Evde bu kadar malzemem var mıydı?’’ Sera yine tebessüm ederek “Yoktu bizim ede yapıp getirdim. Sen uyuyakalınca baktım mutfakta çok toplu dağıtmaya kıyamadım.„ derken kapı çaldı. Eczacını kalfası ilaçları getirmişti. Sera kapıyı açtı. Eczacının kalfası “Sizin ev bu katta mıydı ya? Dede mi hasta„ diye şakın bir halde soru sordu. Sera kapıyı telaşlı bir şekilde “evet canım „ diyerek kapattı. Ozan’a ilaçlarını verdi ve iyi geceler dileyerek kendi evine gitti.
Sabah saat on gibi Ozan’ın kapı zili çaldı. Ozan kapıyı açtığında yerde bir tepsi içinde hazırlanmış kahvaltı buldu. Bir de küçük tencere. Ozan ikisini de aldı. Mutfakta tencereyi açtı baktı ki akşamki çorbadan hemen buz dolabına koydu. Kahvaltısını yaptı. Sonra kahvaltı tesisini ve boşalan tabakları yıkadı bir poşete koydu, markette gitti. Baktı ki yaşlı dede kasada. Sera’ya baktı yok. Poşetle birlikte işe gitti. Ozan iki katlı eski büyük bir kitapçıda çalışıyordu. Patronu Arif beydi. Arif bey yaşlı huysuz bir ihtiyardı.
Ozan’ın çalıştığı kitapçı yıllar önce dedesi (Ali), babaannesi (Afet) ve Raif Bey tarafından açılmıştı. Ali, Afet ve Raif Bey gençlik yıllarında aynı üniversitenin Edebiyat bölümünde okuyorlardı. Tek hedefleri mezun olduktan sonra büyük bir kitapçı açmaktı. Ama paraları yoktu. İçlerinden en güçlüleri Ali’ydi. Ali eğitimine ara vererek Almanya’ya iki yıllığına işçi olmaya gitmişti. Afet ve Raif Bey bu sürede okula devam edecek Ali döndüğünde kitapçıyı açacaklardı öyle de olmuştu. Raif bey ve Afet birbirlerine aşıktı evleneceklerdi. Fakat Ali’nin bundan haberi yoktu. Kitapçıyı açtıkları gün Raif Bey tam evleneceklerini Ali’ye söylemek üzereyken Ali birden fenalaşır ve kaldırıldığı hastanede hastalığı ortaya çıkar pankreas kanseri. Bu kanser o kadar sinsi ve çabuk ilerliyordu ki belirtileri bile çok geç çıkıyordu.
Ali’ye hastalığı süresince Afet çok yardımcı olur ve şefkatle Ali ile ilgilenir. Ali Afet’e hasta olduğunu ve ölmeden tek dileğinin onunla Afet’le evlenmek olduğunu söyler ve ona evlenme teklif eder. Affet çok merhametli, iyi niyetli melek kalpli, duygusal bir kadındır. Sevgisini kalbine gömer ve Ozan’ın dedesi Ali ile evlenir. Çünkü onun en büyük hayallerini o kitapçıyı açmak için okulu bırakıp, ağır şartlarda çalışarak bu hastalığa yakalandığına inanır. Ve Ozan’ın babası doğmadan ölür.
Raif Afet’i asla affetmez ama birlikte ortak olmaya devam eder. Fakat bir süre sonra Affet maddi zorluklar yaşar oğlunu büyütmekte zorlanır. Ve kocasının hissesini Raif’e satar. Yıllar sonra ise oğlunu kaybedip Ozan doğduğunda kendi hissesini. Raif yıllarca Afet’e duyduğu sinirle tüm hisseleri alır fakat ne Afet’i ne oğlunu asla ayırmaz kendinden. Hep birlikte çalışırlar. Ozan’da bu zincire dahildir. O da o kitapçıda çalışmaktadır. Raif’in kitapçıyı satmaya niyeti yoktur. Tek bir şartla Afet’le evlenmek. Afet ise bunu yıllarca reddeder. Artık Afet yaşlandığı için kitapçıya ayda bir iki kere uğrar. İstanbul’a az uzak bir sahil kentinde yaşar. Raif ise Ozan’ın taktığı ismiyle şeytan her gün işinin başında sürekli ona buna bağıran bir kişidir. Sadece Afet uğradığında ona karşı kibar ve güler yüzlüdür.
Kasada oturan Raif Bey söylenmeye başladı. Neden dün işe gelmediğini işe gelmeyeceğini neden haber vermediğinden ve sorumsuzluğundan söylendi durdu. Babaannesinin bu sorumsuzluğunu duysa ona çok kızacağından bahsetti. Ozan kasanın arkasında duran yıllar önce açılışta dedesi, babaannesi ve Raif Bey in resmine bakarak bir daha tekrar olmayacağını ve yataktan çıkamayacak kadar hasta olduğundan bahsetti. Özür dileyip, işinin başına geçti. Rafları düzelti, gelen müşterilerle ilgilendi.
Kitapçı dükkânı edebiyat fakültesine yürüme mesafesinde idi. Oralarda birçok kitapçı olmasına rağmen en eski ve en rağbet gören kitapçı burasıydı. Bunda Ozan’ın yakışıklı olduğu için genç öğrenci kızlar içinde popüler olmasının da etkisi vardı. Ozan ayrıca çok bilgiliydi. Oda dedesi, babaannesi, babası ve Raif Bey gibi edebiyat fakültesini bitirmiş, hatta birincilik ile bitirmişti. Raif bey Ozan yanından ayrılır ayrılmaz Afet’i aradı. “Ozan hastaymış dün işe gelmedi ama bugün geldi. Haberin olsun diye aradım.„ dese de asıl amacı Afet’in sesini duymaktı. Hatta biliyordu Afet hemen Ozan’ı ziyarete gelecekti. Tahmin ettiği oldu. Bir saat geçmeden Afet Hanım soluğu kitapçıda aldı. Raif bey kasadan kalktı ve her zamanki efendiliği ile yüzünde o yıllarca âşık olduğu kadını görmenin sevinci ile gülümseyerek onu karşıladı. “Ah Affet hanımcım ne zahmet ettiniz. Genç bu tabii ki hasta olacak” dese de Afet onu dinlemeden Ozan’ın yanına koştu. Ozan o sırada bir müşteri ile ilgileniyordu. Müşterinin yanından hemen uzaklaşarak babaannesinin yanına doğru gitti.
Ozan “Babaanne senin ne işin var burada. Bu şeytan sırf seni görmek için sana haber uçurdu değil mi? Buraya kadar niye yoruldun. Arasan da olurdu.„ Afet Hanım torununa sıkıca sarıldı ateşini kontrol etti. “Yürü gidiyoruz„ dedi. Ozan’ın kolundan tutuğu gibi kasanın oraya çıkışa yöneldi. Arif beye döndü ve “Ozan bugün izinli yarın da bir mahsuru var mı?„ diye sordu. Aslında sorarken biraz kızgın ama nispetli bir üslupla sordu. Arif bey ayağa kalktı ve “Aman Affet hanımcım ne mahsuru. Hele siz onun yanındayken tabii ki gidebilirsiniz„ dedi. Afet hanım “bende öyle tahmin etmiştim” dedi. Ozan’la birlikte kapının önünde onları bekleyen babaannesi getiren taksiye binerek babaannesinin evine gittiler. Babaannesi ona yemekler hazırladı en sevdiklerinden. Ozan ise aklı dün gecedeydi. Sera’yı düşünüyordu. Ama yemekte babaannesi Ozan’a yine geçmişten bahsetti. Ona “sakın âşık olmak yok, dedeni babanı erken kaybettim. Seni de kaybedemem„ diyordu.
Ozan ise babaannesiyle uğraşmayı seviyordu. Ona beklide bunların zamanında Raif beyle evlenmeyip dedesi ile evlendiği için yaşandığını. Ama şimdi Arif beyle evlenince beklide bu kötü şansı tersine döneceğinden bahsetti. Babaannesi Ozan’a tatlı bir şekilde kızsa da “densiz„ dedi ve gülmeye başladılar. Sonra eski albümlere baktılar. Afet Ozan’a dedesini anlatı. Onun ne kadar kibar iyi bir adam olduğundan bahsetti. Ozan tüm geçmişte olanları biliyordu. Babaannesi ona her şeyi anlatırdı. Tüm gerçeği ile. Ozan babaannesine peki dedi “Hiç dedemi gerçekten sevdin mi? Yoksa o yaşlı şeytanı mı?„ Babaannesi Ozan’ın bu sorusuna şaşırmıştı. Çünkü Ozan yıllardır bildiği bir geçmiş konusunda ilk defa böyle bir soru soruyordu. “Nerden çıktı bu soru şimdi. Bu nasıl bir soru. Deden her geç kızın seveceği âşık olabileceği bir adamdı. Yakışıklı güçlü akıllı ve dürüst.„ Ozan hemen “Bu benim sorumum cevabı değil. Dedeme mi aşıktın? Raif’e mi?„ Afet Hanım sinirlendi. Ayağa kalktı “ben yatmaya gidiyorum.„ Odasına doğru ilerledi. Tam odasına girecekti ki “Ben dedeni evlendikten sonra onu tanıdıkça sevdim. Hem de çok temiz saf bir sevgiyle. Onunla 14 ay evli kalabildik. Fakat ben yıllarca onun hatırasına sahip çıktım„ dedi.
Odasının kapısını kapatarak yatmaya gitti. Yatağının baş uçunda duran komodinin üzerinde duran üç ayrı çerçeveye baktı. Bir çerçevede kocasının bir çerçevede oğlunun bir çerçevede ise Ozan’ın resmi vardı. Sonra komodinin çekmecesini açtı. Küçük bir kutuyu eline aldı. Kapağını açtı. İçinde Raif beyle ikisinin gençlik fotoğrafı vardı. Bir de birkaç küçük şey. Raif bey ile sevgiliyken Afet hanıma aldığı küçük bir küpe, evlilik teklif ettiği yüzük, kurumuş bir gül. Ozan bu sırada salonda eski albümlere bakarak “biliyorum babaanne merak etme emanet dediğin hatıra ben ve babam biliyorum„ diyerek mırıldandı gözlerinden birkaç damla göz yaşı düştü.
Ertesi sabah babaannesi ile sabah yürüyüşüne sahile çıktılar. Mevsim yazdı onun için rahat rahat yürüdüler. Ozan yine babaannesini kızdıracak bir soru sormaya hazırlanıyordu. Bir ara durdular yüz yüze baktılar. Ozan “Babaanne annem„ dedi. Babaannesi “Ozan ne oluyor sana. Sen hiç böyle sorular sormazdın. Bilmem gereken bir şey mi var? Hasta falan değildin değil mi? Ben doktorunla görüştüm kontrollerinde bir şey çıkmamış. Yoksa aşık mısın? Söyle yoksa aşık mı oldun.„ Ozan babaannesinin omuzlarından hafice tuttu ona hafif gülümseyerek “Hayır babaanne korkma aşık falan değilim. Sadece büyüdüm” dedi. Babaannesi “biliyorsun annen konusunda konuşmayı sevmiyorum.„ Ozan “Farkındayım babaanne bunca yıl tüm gerçekleri bana anlattın fakat annem konusunda hiç konuşmadın. Bana ne zaman anlatacaksın?„ Babaannesi telaşlandı ve her zamankinden daha sinirli bir şekilde “şimdi değil, şimdi değil„ diyerek Ozan’ı arkasında bırakarak ilerledi.
Ozan akşamı da babaannesinin evinde geçirdi. Ertesi gün önce işe gitti. Raif bey Ozan’a daha kapıdan girer girmez “babaannen benden hiç bahsetti mi?„ diye heyecanla sordu. Ozan Raif Bey’in bulunduğu yerden bir iki adım ilerleyerek güldü ve “O yaşlı şeytan daha ölmemiş. „ dedi. Arif bey kasanın arkasında duran sandalyesine oturdu ve “Onunla evlenmeden ölmeye hiç niyetim yok. „ dedi ve güldü.
Akşam üstü tepsi torbası elinde Sera’nın marketine girdi. Sera her zamanki gibi o gelmeden hazırlanmıştı. Ozan markette girdi. İçeride bulunan birkaç müşterinin çıkmasını bekledi. Sonra Sera’ya tepsinin bulunduğu çantayı verdi. Teşekkür etti ve aslında o sabah geldiğini ve kendisi olmadığı için çantayı dedesine bırakmak istemediğini söyledi. Sera’nın gözlerinin içi güldü çünkü ilk defa market alışverişi dışında markette konuşuyorlardı. Eli ayağına dolandı. Sonra elini uzattı “tanışalım ben Sera„ dedi. Ozan güldü “ya tabii biz daha tanışmadık. İki yıldır bu mahalledeyim bu marketten alışveriş yapıyorum ismini bile bilmiyordum.„ dedi ve elini Sera’ya uzatarak “bende Ozan„ birlikte gülüştüler.
Sera “biliyorum, apartmana gelen faturalarda ismin yazıyor.„. Kısa bir süre bakıştılar. Sonra Sera “seni merak ettim göremeyince evin kapısını çaldım birkaç kere ama yoktun„ Ozan “babaannemde kaldım birkaç gün„ dedi ve marketten çıkmak üzere kapıya yöneldi. Sera “Ekmek almadın. Sütte…„ Ozan marketin önünde durdu Sera bu sırada markettin giriş kapısındaydı. Ozan etrafa baktı kimse yoktu. Sonra Sera’ya kısık bir sesle “Sen akşama marketi kapatınca getirirsin. Babaannem bir sürü yemek verdi. Ben tek başıma yiyemem. Hem sana teşekkür etmiş olurum. Babaannemin yemekleriyle.„ elindeki yemek dolu çantaları gösterdi. Sera mahcup ama çok mutlu bir şekilde. “Olur gelirim ama dedemin uyumasını beklemeliyim.„ dedi.
Gece hayli geç bir saat olmuştu. Ozan masayı çoktan hazırlamıştı. Sera’nın dedesinin uyumaya hiç niyeti yok gibiydi. Sera tatlı yaptı. Bu sırada dedesi uyumaya gitti. Sera dedesinin uyuduğundan emin olduktan sonra hazırladığı tatlı ile sessiz ağır adımlarla üst katta çıktı. Tam kapıyı çalmak üzereydi ki Ozan kapıyı açtı. Sera “umarım yemek yememişsindir. „ dedi ve içeri girdi. Masa hazırdı ve yemeklere hiç dokunulmamıştı. Ozan “hayır seni bekledim. Televizyonun sesinin bitmesini.„ Dedi. Sera şaşkın şaşkın Ozan’a baktı. Ozan “deden yani alt komşum çok yaşlı yüksek sesle televizyon izliyor. Uyuduğunu sesin kesilmesinden anlıyorum.„ Dedi. Sera çok şaşırdı ve mahcup oldu. “Özür dilerim, sesin seni bu kadar rahatsız ettiğini bilmiyordum.„
Ozan bu sıra da mutfağa gitti ve Sera’nın onun için getirdiği tenceredeki çorbayı ısıttı. Sonra elinde tencere içeri girdi. “Bana bir rahatsızlık vermiyor. Bende televizyon yok. Ama dedenin sayesinde haberleri ve dizileri takip edebiliyorum.„ dedi. Sonra birlikte yemek masasına oturdular. Bütün gece birbirlerine kendilerinden bahsederek sohbet ettiler. Sabaha karşı sabah ezanı okunur iken Sera marketi açmak için Ozan’ın evinden ayrıldı. Ozan ise önce sabah koşusuna çıktı. Sonra işine gitti.
Ozan yine her akşam markette uğruyor artık Sera ile kısa sohbetler ediyorlardı. Sonra bir gün Ozan Sera’yı sinemaya davet etti. Çünkü Sera ona hiç sinemaya gitmediğinden bahsetmişti. Sera “gelmeyi çok isterim fakat nasıl gelebilirim ki, marketten fazla ayrılamam„ dedi. Ozan ona gece geç saatteki seanstan bahsetti. Sera çok şaşırdı. “O saatte sinema açık olur mu hiç? Kim o saate sinemaya gider ki?„ Ozan ona kahkaha ile güldü.
Sonra gece yarısını biraz gece Ozan ve Sera’nın oturduğu apartmanın önüne bir taksi yanaştı. Önce Ozan çıktı apartmandan sağı solu kontrol etti sonra kimsenin olmadığını anlayınca Sera çıktı ve taksiye bindiler. Böyle kaçarak sinemaya gitmek çok hoşlarına gitti. Birlikte takside kahkaha atarak güldüler. Sonra buldukları ilk filme girdiler. Filim fantastik bir filmdi. Sera ilk defa sinemada bir film izliyordu. Film çok korkutucu olmamasına rağmen Serayı korkuttu. Ozan’ın koluna sarıldı. Filimden sonra beraber Taksim’in sokaklarında dolaştılar. Geç bir saatti ve onları tanıyan kimse yoktu. Bu rahatlıkla gezdiler. Ama hiç el ele tutuşmadılar. Birbirlerini yeni tanıyorlardı.
O geceden sonra hep gece yarısından Sera’nın dedesinin uyumasından sonra buluşmaya devam ettiler. Mahallerinden uzaklarda dolaşıyorlar o saate tenha olan İstanbul’un geç saatlerinde sadece İstanbul onlarmış gibi eğleniyorlardı. Sera geceleri gezdiği için zaman zaman markette kasanın başında uyuyordu. Ozan ise işe hep geç kalıyor Raif beyden azar işitiyordu. Ama biliyordu Raif Bey onu asla işten atamazdı. Bazı geceler AKBİL ile bisiklet kiralıyorlar bazen de kokoreç yiyorlardı. Son feribota yetişmek için koşuşturuyorlardı. Hatta bir gece düğün sonrası önlerinde duran konvoydan inenlerle oyun havası eşliğinde oynuyorlardı. Sera ve Ozan mutluydu. Ama bazen Ozan dedesi ve babasını düşünüp babaannesinin tembihleri aklında donup kalıyordu.
Ozan’ın olağan kontrol günü gelmişti. Babasının da doktoru olan bey ona iyi olduğundan. Korkusunun gereksiz olduğunu dedesinde ve babasında hastalık çıktı diye kendisinin hasta olması gerekmediğini söyledi. Babaannenin ne düşündüğünü biliyorum fakat sen onu dinleme hayatını yaşa diye tavsiyede bulundu.
Ozan ve Sera artık çok zamanı birlikte herkesten gizli yaşıyorlardı. Ozan’ın evinde Sera’nın dedesi uyuduktan sonra buluşuyorlardı. Saf ve temiz bir aşk yaşıyorlardı birlikte uyuyorlar fakat birbirlerinin olmuyorlardı. Bir gün sohbet ederken Sera ailesinin onu nasıl yetiştirdiğinden bahsetti “bu yaptıklarımı duysalar her halde beni öldürürler„ dedi. Ozan güldü “bu zamanda böyle şey var mı?„ Sonra Sera’nın saçlarını okşayarak “hem biz kötü bir şey yapmıyoruz ki. Ben sana kıyamam. Hayatını alt üst edemem.„ Sera kötü bir şey yapmadıklarını aşklarını böyle temiz yaşamanın ve Ozan’a güvendiğini söyledi.
Ozan o yasak kelimeyi duydu sonun da AŞK. Acaba gerçekten aşıklar mıydı? Bu yaşadıklarının adı aşk mıydı? Kafasında Sera’nın aşk kelimesi döndü döndü durdu. Sera sabah ezanıyla marketi açmak için uyandığında Ozan yanında yoktu. Ozan’ın koşuya gittiğini spor ayakkabılarının yerinde olmamasından ayakkabılarını giyerken anladı.
Ozan sahilde koşuyordu. Koşarken babaannesinin yıllarca ona âşık olmaması gerektiğini söylediği sözleri yankılanıyordu. Bir yandan da sera ile geçirdiği zamanları düşünüyordu. Bir ara o kadar hızlı koşmuştu ki ciğerleri patlayacaktı sanki. Durdu iki eli ile iki dizlerini tutu ve eğildi. Sonra bir banka oturdu. Kulağında babaannesi ve doktorun sözleri kavga ediyor gözlerinin önünde ise Sera’nın hayali vardı. Dinlendikten sonra ayağa kalktı. Üzerini değiştirmeden evine uğramadan babaannesinin evine gitti.
En son görüşmelerinden sonra babaannesi ile ilk kez yüz yüze geliyorlardı. Birkaç kez Ozan babaannesini aramıştı fakat babaannesi ona kırgın kısa görüşmüşlerdi. Ozan ve babaannesi bir kahvaltı hazırladılar. Bu arada hiç konuşmadılar. Kahvaltıları bitikten sonra babaannesi balkona geçti. Ozan babaannesine ve kendisine Türk kahvesi yaptı. İki kollu balkon sandalyesinin sağ tarafında babaannesi oturuyordu. Sandalyenin arasında bulunan sehpaya kahveleri bıraktıktan sonra Ozan babaannesinin başına bir öpücük kondurdu. Babaannesi ise eliyle Ozan’ın elini tuttu ve ona gülümsedi. Sonra Ozan diğer sandalyeye oturdu.
Babaannesi sözlerine yutkunarak başladı. Yüzü balkondan dışarıya doğru bakıyordu. Ozan’nın gözleri ve tüm pür dikkati babaannesindeydi. Sanki babaannesi bu sefer ona annesinden bahsedecekti. Bunu hissediyordu. Babaannesi kısa bir sessizlikten sonra sözlerine başladı. “Bazen insana doğruları bilmek mutluluk vermez. Her şeyi bilmek zorunda değilsin„ Ozan bu sırada söze girdi “fakat babaanne„ babaannesi sözlerine devam ederken Ozan’ın yüzüne bakıyor gözlerinden yaşlar ufak ufak düşmeye başlıyordu. “Bir annenin evladını terk edip onu istememesi ona zor gelmeyebilir. Ama bir çocuğa annesinin onu istememesini bilmesi, biliyorum ben sana yıllarca annelik yaptım ama genç değilim sana zamana yetişemedim„
Ozan sandalyesinden kalktı ve babaannesinin dizlerinin dibine oturdu. Ellerine sarıldı öptü ve başını babaannesinin dizlerine koyarak “hayır babaanne sen bana çok iyi annelik yaptın, babama da bizler için hayallerinden vazgeçip hisselerini o şeytana sattın. Babamı ve beni tek başına büyütüp aynı zamanda bir zamanlar senin olan o kitapçıda yıllarca bir işçi gibi çalıştın. Ama babaanne yetmiyor. Öğrenmek istiyorum annem hakkındaki gerçekleri lütfen anlat lütfen babaanne.„ Babaannesi eliyle Ozan’ın başını okşadı. Tamam anlatacağım dedi. Sonra Ozan yerine oturdu ve kahvelerini içtiler. Sonra evin salonuna geçtiler. Babaannesi odasına doğru gitti Ozan’a “bekle geliyorum„ dedikten sonra odasından çıktığında elinde eski büyük bir albümle vardı.
Salonda onu üçlü koltukta bekleyen gözünün nuru tek evladının yadigarı torununun başını okşayarak yanına oturdu. Albümü Ozan’ın dizlerine koydu. Ozan babaannesine bu nerden çıktı der gibi baktı. Sonra albümün kapağını açmasıyla babaannesi sözlerine başladı. Albümü Ozan ilk kez görüyordu. Çünkü o albümde Babasının ve genç bir bayanın resimleri vardı. Babaanne sözlerine başladı. “O babanın yanında gördüğün bayan senin annen İsmi Süreyya idi, Süreyya Yılmaz. Hukuk fakültesi son sınıfta öğrenciydi. Baban ise üniversiteyi bitireli iki üç yıl olmuştu. Kitapçının üst katını yeni yeni açıyorduk. Deden de baban da birbirlerine çok benzedi İkiside uzun boylu esmer ve güçlü görünürdü. Sen annene çekmişsin, kumralsın. Ders çıkışlarında kitapçıya gelir saatlerce babanla kitaplar hakkında konuşurlar sohbet ederlerdi. Baban onun çıkış saatlerini ezbere biliyordu sanki. Hep gelmesine yakın kokular sürer o gür bıyıklarını tarardı.„
Babaannesi bunları anlatırken Ozan albümün her sayfasını dikkatle bakıyor ilk defa yüzünü gördüğü annesinin yüzünü beynine kazımaya çalışıyordu. Ara sıra babaannesinin anlattıklarına tebessüm ediyordu. Babaannesi ise o günleri tekrar yaşarmış gibi anlatıyordu. “Baban sık sık izin alır annen olacak o kadınla sinemalara gidiyor vaktinin çoğunu birlikte geçiriyorlardı. Onun aşk ile hastalığa yakalanacağını bilsem hiç izin verimiydim. Babanada sana olduğu gibi engel olurdum. Ama ne bileyim bu kara döngünün onu bulacağını. Baban hastalandı. Ama bana bundan Süreyya’ya bahsetmemi asla istemedi. Bırak ne olur mutlu öleyim dedi bana bende sustum. O zamanlar babanın ne gibi bir plan içinde olduğundan haberim yoktu. Baban ve annen birlikte oluyorlarmış. Annen okuduğu için okul bitene kadar babanla evlenmek istememiş. Hasta olduğundan da haberi yok tabii. O hani korunma hapı diyorlar ya odan kullanıyormuş. Baban öleceğini öğrendiğinde hapları değiştirmiş. Annen bu yüzden hamile kaldığını çok geç fark etmiş. Babanla kavga etmişler. Baban ona hastalığından bahsetmiş. Annen onu terk etmiş. İzini baban bulamamış. Bana ölüm döşeğinde son anda anlattı. Baban öldükten sonra daha yüreğimin yangını sönmeden Arif beyle aradık taradık sonra anneni bulduk. Ailesine staj için başka bir ile gideceğini söylemiş. Halbuki yine İstanbul’da çok yakın bir kız arkadaşının evinde saklanıyormuş. Beni gördüğünde daha 6 aylık hamileydi. Ağlamaya başladı. İçeriye girdim. Bana seni aldırmak için çok uğraştığını ama ne yaptıysa kime gitti ise kürtaj yapmadıklarını söyledi. Bana babanı bile sormadı nasıl sağ mı ölümü diye. Seni kaybetmek için saatlerce koştuğunu taklalar attığını ama yine de kaybetmediğini gözümün içine baka baka anlattı.„
Ağlıyordu Afet Hanım bunları anlatırken hem de çok. Ozan ayağa kalktı ve masanın üzerinde duran sürahiden bir bardak su doldurdu ve babaannesine uzattı. Ozan’da ağlıyordu. Babaannesi suyu içtikten sonra bardağı yine masanın üzerine koydu. Babaannesinin yanına oturup ona sarıldı. Başını babaannesinin omuzlarına koydu. “Devam et lütfen babaanne„ Babaannesi derin nefes aldıktan sonra sözlerine devam etti. Ona doğurunca seni ne yapacağını sordum. Bana hayatımda ona yer yok. Benim ideallerim var. Ben sizin kadar güçlü bir kadın değilim hem ona sahip olup hem kariyer yapamam dedi. Ben de sadete gel dedim.
Bana arkadaşının bildiği fakat onun tanımadığı bir aileye onu doğurunca vereceğim ve bir daha onun görmeyeceğim dedi. Sinirlendim küplere bindim. Bunu nasıl yaparsın O’nu hiç sevmedin mi dedim. O bana hasta bir adam için geleceğinden vazgeçemeyeceğini söyledi. Bende o hasta adam öldü dedim. Birlikte yere yığıldık ve saatlerce ağladık. Sonra ben ayağa kalktım ve kalk gel benimle dedim. Kolundan tutup daha soğumamış oğlumun mezarına götürdüm. Bak dedim bak. Kocam ve oğlum yan yana yatıyor. Oğlumu tek başıma büyüttüm torunumu da büyütürüm. Kaç para istiyorsan söyle ben sana veririm. Sadece torunumu bana ver.
Babanın toprağına sımsıkı sarıldı ağladı. Yağmur yağıyordu. Her tarafımız çamur olmuştu. Onu bu eve getirdim. Doğurana kadar benle kaldı. Senin yüzünü bile görmek istemedi. Seni kucağıma alana kadar kız mısın oğlan mısın onu bile bilmiyordum. Kucağıma aldığımda öğrendim cinsiyetini adını babanın adını verdim. Annen evden ayrılırken tek bir şey istedi kim olduğunu asla bilmemeni. Seni ben eşek sütüyle büyüttüm eşek sıpası. Birlikte ağlayan gözleri birbirine bakarak gülüştüler ve birbirlerine sarıldılar.
Ozan Sera’ya haber vermeden iki hafta kadar babaannesinde kaldı. Bu sırada Süreyya Yılmaz olan avukat biri var mı diye bilgisayarından tüm sosyal mecralardan araştırma yaptı. Sonunda buldu. Annesinin gençlik fotoğrafı beynine o kadar kazınmıştı ki yıllar sonra resmini sosyal platformda görünce hemen tanıdı. Babaannesinden gizli adresi yazdı ve cebine koydu.
Bu sıra Sera ona ulaşmaya çalışıyor arıyor mesaj atıyordu. Fakat Ozan kafası karışıktı Sera’ya cevap vermedi. Duygularından emindi fakat onunla olunca bu kısır döngüye yakalanıp Sera’yı aşkını tek başına onsuz bırakmak istemiyordu. Ama bu sırada Sera’nın dedesi öldü. Anne ve babası Almanya’dan geldi. Sera çok zor günler geçiriyordu. Ozan yanında yoktu ve ona ulaşamıyordu. Buda üzüntüsünü arttırıyordu. Anne ve babası Sera’yı evlenmesi ya da Almanya’ya yanlarına gelmesi konusunda baskı yapmaya başladılar. İzin süreleri On beş gündü ve onlar dönmeden Sera’nın bir karar vermesini istiyorlardı.
Ozan annesinin bulduğu iş adresine gitti. Çıkışta onu görmek ve konuşmak amacındaydı. Annesi çok iyi bir avukat olmuş kendisi gibi başarılı bir avukat ile evlenmişti. Ozan annesinin bulunduğu plazanın önünde sürekli annesine nasıl yaklaşıp nasıl konuşacağı ile ilgili prova yapıyordu. Aslında yüzlerce kitapta binlerce kere anne kelimesini okumuştu fakat ilk kez anne diye hitap edecekti.
Akşam üstüne doğru işten çıkan annesi açık alanda park etmiş olduğu arabasına doğru ilerledi. Anne diyebilecek miydi? Emin değildi ama annesine yaklaşıp kokusunu içine çekmek istiyordu. Yaklaştı yaklaştı. Tam ağzını açtı anne diyecekti ki bu sırada bir ses ince bir erkek sesi seslendi “anne, anneciğim„ Ozan arkasından gelen bu sese döndü. Annesi de tam bu sırada arkasını döndü. O da neydi öyle Ozan’dan on yaş kadar küçük ama Ozan’a çok benzeyen bir genç annesine doğru koştu. Annesi ve oğlu Ozan’ın gözlerinin önünde sarıldılar kol kola girip neşeli bir şekilde annesinin aracına binip oradan ayrıldılar.
Ozan orada yığıldı kaldı. Bir araca yaslanarak yere çöktü. Ağladı, ağladı saatlerce orada öyle kaldı. Ağlamaktan o kadar bitap düştü ki ne kadar zaman orada öyle kaldı hiç farkında değildi. Ozan’ın cep telefonu çaldı. Arayan babaannesinin yan komşusuydu. Ozan’a babaannesinin kalp krizi geçirdiğini ve hastaneye kaldırıldığını söyledi. Ozan hastaneye koştu. Doktor Ozan’a babaannesinin hayatı tehlikeyi atlattığını fakat onu sabah görebileceğini söyledi. O geceyi babaannesinin evinde babaannesinin yatağında geçirdi. Sabah uyandığında babaannesine hastaneye götürmek için bir çanta hazırladı. Sonra babaannesinin kimliğine hastaneden istediklerini hatırladı ve kimlik aradı. Komodinin çekmecesine uzandı, çekmecedeki küçük kutuyu gördü kapağını açtı ve içinde bulunanları gördü. Sonra komodinin üzerinde bulunan resimlere baktı. Daha sonra bir alt çekmeceyi açtı babaannesinin cüzdanını buldu ve hastaneye geri döndü.
Hastane koridorunda Arif Bey oturarak bekliyordu. Ozan’ı görünce telaş ve heyecanla ayağa kalktı ve babaannesinin durumunu sordu. Ozan iyi dedi ve kendisinin ne zaman geldiğini sordu. Arif bey ona gece haber alır almaz geldiğini ve kendisinin geldiğinde Ozan’ın yeni çıkmış olduğunu söyledi. Ozan ve Arif birlikte bekleme sandalyelerine oturup doktorun gelmesini beklediler. Yıllardır ilk kez muhabbet ediyorlardı. Ozan “bu yaşta sabaha kadar beklemek zor olmadı mı? „ diye sordu Arif beye.
Arif Bbey güldü ve “evlat ben bir aşk uğuruna onun bana bir gün evet diyeceğini bekleyerek tam elli sene bekledim. Bir gece ne ki„ dedi. Ozan “peki değdi mi„ dedi. Arif bey elindeki bastonunu yere vurdu ve Ozan’ın yüzüne bakarak “aşk insanı diri ve ayakta tutar„ Ozan güldü, yüzünü oda Arif Bey’e çevirdi ve “peki ya dedem ve babam onlar niçin diri ve ayakta hayatta değiller.” Arif bey güldü güldü sonra ciddi bir yüz ifadesiyle “Bak evlat deden tek taraflı bir aşk yaşadı. Babaannen beni seviyordu vicdanına yenildi dedenle evlendi. Aşları tek taraftı. Baban ise anneni çok sevdi çok ama çok. Fakat annen onu her zorluğa katlanacak kadar sevmiyordu. İlk hasta olduğunu duyar duymaz onu terk etti. Eğer iki aşık her zorluğa göğüs geriyorsa o gerçek aşktır.„
Bu sırada doktor yanlarına geldi. Sadece tek bir ziyaretçi girebilir dedi. Ozan Arif Bey’e “siz girin lütfen sizin hakkınız daha fazla beklemeyin„ dedi Arif Bey Ozan’ın kolunu tuttu ve “sağ ol evlat bir elli yıl daha beklesem de dizlerim izin vermezdi„ dedi ve güldü. Ozan Arif Bey’e babaannesi için hazırladığı çantadan küçük kutuyu çıkardı. Arif Bey’e uzatarak “kızımız biraz inatçı ve nazlıdır. Eee kız evi naz evi yanında bulunsun.„ dedi. Arif Bey kutuyu açtı. Yıllar önce Afet’e evlenme teklif ettiği yüzüğü kutuda görünce Ozan’a tebessüm ile baktı. “Biliyordum evlat beni sevdiğini biliyordum„ dedikten sonra heyecanla Afet’in yattığı odaya girdi.
Ozan bu sırada evinin bulunduğu mahalleye gitti. Market kapalıydı. Cenaze nedeniyle kapalıyız yazıyordu. Eve doğru koştu. Sera ve ailesi valizlerle taksiye binmek üzereydi. Ozan Sera’ya seslendi. Sera ailesinden müsaade istedi. Onlardan birkaç adım ileri giderek konuşmaya başladılar. Sera hiçbir şey sormadı Ozan’a kırgındı. Sanki birbirleriyle güzel vakit geçirmiş ama Sera gibi Ozan ona âşık olmamıştı. Ozan “Neler oldu nereye gidiyorsunuz„ diye sordu. Sera “dedem öldü. En son buluştuğumuz gecenin ertesi gece. Sana koştum kapını yumrukladım açmadın. Ambulans geldi fakat çok geç dediler sen yine yoktun. Günlerce gecelerce defalarca aradım açmadın.„
Ozan “Özür dilerim çok özür dilerim. Kafam çok karışıktı.„ dedi. Bu sırada Sera’nın babası seslendi “Sera hadi kızım uçak kalkacak. Geç kalıyoruz.„ Sera avuçlarını sıkarak başını öne eğdi ve “Ben ailem ile Almanya’ya gidiyorum. Ya evlen kal ya da bizimle gel dediler. Gitmeliyim„ dedi. Arkasına döndü ve ailesine taksiye doğru ilerledi. Ozan hemen Sera’ya doğru koşup tam taksiye binmek üzereyken “ben ölmek üzere olsam da benimle evlenir misin? Bensiz kalacağını bile bile yalnız tek başına bizim bebeğimizi büyüte bilir misin?„ diye sordu. Sera babası ve ailesi orada öylece kalakaldılar. Sonra babası Sera’ya arabaya binmesini söyledi. Taksiye binip uzaklaştılar. Ozan taksinin köşeyi dönmesiyle yere yıkılması bir oldu. Ayağa kalkacak güç kalmamıştı ne dizlerinde ne de nefesinde ….
Ozan ve Sera ayrılalı dört ay olmuştu. Sera çok mutsuzdu. Sera her gün Ozan’ın son sözleri kulağında çınlıyor onu merak ediyordu. Ailesinden bir şekilde kaçtı. Ozan’a her şeyi kabulü için geri gelmişti. Sera memlekete geldiğinin ilk günü hemen mahallesine koştu. Ozan’ın eşyaların taşındığını görür ve koşarak Ozan’ın evinin katına çıkar. Ozan’ın babaannesi salonda taşımacı adamlara talimatlar veriyordur. Sera “Siz kimsiniz Ozan nerede„ diye sorar.
Babaannesi “babaannesiyim sen Sera olmalısın, anlattığı kadar güzelsin„ der. Sera korkak ve endişeli bir ses tonuyla “Peki o nerede iyi mi? „ diye sorar. Babaannesi ağlamaya başlar. Sera’da babaanne ağlayınca Ozan’ı kaybettiğini düşünüp ağlamaya başlar. Sonra babaannesi ona ailelerinin başlarından geçenleri ta en baştan kısa bir şekilde anlatır ve sonra “Kızım bu sefer torunum ölmeyecek onu sen iyileştireceksin Onu gerçekten seviyorsan o iyileşecek„
Birlikte hastanede yatan Ozan’ın yanına giderler. Babaannesi Ozan’ın 3 ay önce hastalığa yakalandığından fakat tüm tedaviyi reddettiğinden bahseder. Sera’nın gözleri yaşlıdır. Ozan bir camlı odada bilinci kapalı yatmaktadır. Sera Ozan’ın yanına girer. Ozan’ın elini tutar ve “ben geldim aşkım. Ailemden kaçtım. Bu benim aileme ilk karşı duruşum. İnşallah beni öldürmezler. Tabii sen şimdi bunu duyuyorsun ve gülüyorsun biliyorum ama zaten öldürmezler merak etme o lafın gelişi „ der. Bu sırada o malum düz ses makineden gelir…. Doktorlar hemşireler odaya doluşur. Sera ağlamaya ve bağırmaya başlar “Gitme lütfen gitme aşkımız için yaşa.„
Bir yıl sonra Arif Bey ve Afet Hanım kitapçının kapısında beklemektedir. Bir taksi önlerinde durur ve araçtan Sera iner bir kucağında bebek vardır. Araca eğilir ve içeriden içinde bir bebek daha olan puseti alır. O sırada Afet Hanım Sera’ya doğru yönelse de Sera daha seri bir şekilde yanlarına gider. Afet hanım pusetteki bebeği kucağına alır ve “Her zamanki gibi tam zamanında geldin kızım.„ der. Sera “Evet ama keşke siz evden erken çıkmasaydınız. Beraber gelebilirdik. Siz yokken çok zorlanıyorum. İyi ki varsınız yoksa bu ikizlere bakmak çok zor olurdu.„ der ve o sıra yanlarına içeriden Ozan gelir.
Ozan “Demek öyle ben sana hiç yardımcı olmuyorum mu? der ve derken Afif Bey gülerek “Bırakın şamatayı balayı gemimiz kalkacak geç kalıyoruz. Ozan sende al şu anahtarları bu kitapçı artık senin tamammı.„ Ozan ve Sera çok şaşırır ve sevinir Ozan “Nasıl yani ben şimdi burayı işletecek miyim ama benim param yok„ ne nasıl yani derken Afet Hanım kucağındaki bebeği Ozan’a verir ve Arif Bey ile Sera’yı getiren taksiye binmek üzereydi. Arif Bey döndü ve “Evlat ben alacağımı aldım para falan istemem dedi.
Ozan gülerek Sera’nın omzundan sarılır kitapçının anahtarını havaya kaldırır ve “babaanne asıl şeytanın bacağını şimdi kırdım„ der ve hepsi birlikte gülerler…
Ve böylelikle bir hikayenin sonunda ne kadın karakter nede erkek karakter ölmeden bir aşk hikayesi Mutlu sonla ile biter….
SON
Yazan: İkbal ERDEM