Kısa Hikayeler

Hikaye “Stelyanos Hrisopulos Gemisi”

Hikaye

Hikaye “Stelyanos Hrisopulos Gemisi”

Hikaye: Kış, Ada’nın sahillerine lodoslarla beraber gelirdi. Kocayemiş ağaçlarının çamlarla birleştiği adanın lodos tarafında, hiçbir ev yok­ tur. Orada kocaman vahşi kayalar, tuhaf kuşlar ve derin uçurumlar vardır. Kalpazanlar Kayası’nın üstünden lodos aştığı zaman, adanın poyraz tarafındaki evlerinde sessiz bir hayat başlardı. Göçler gitmiş olurdu. Banyolar sökülmüş; köşkler küskün ve hayatsız dururdu. çük sandallar yer yer karaya çekilmiş bulunurdu. Işte balık zamanı bu zamandı. Kocaman gır gır kayıkları sahile başvururlar, torik ve pala­mut adanın etrafında bütün gün döner dolaşırdı. Kocaman kayıklar, kocaman bir şehre durmadan balık götürür, adaya para pul, bir iki çu­val un, birkaç kilo et getirirlerdi. O sene kış ne kadar fazla olmuşsa ba­lık da o nisbette az çıkmıştı. Balığın az, kışın çok olması günah çıkar­tan papazı bile düşündürürdü.

Stelyanos sabahtan beri çaparı hazırlıyordu. Tamir ettiği ağlar çoktan bozulmuş, yazın hazırladığı oltalar kopmuş, kayığın boyaları dökülmüş, evin içi çoktan karmakarışık olmuştu. Bu sene balık yoktu. Bu seneki göçler evvelki senekiler gibi bol keseden para harcamamış­lardı. Balığı bile başka balıkçıdan almışlardı. Beş para faydalarını gör­memişti.

Trifon, kışa girerken hastalanmıştı. Köyde ilaç pahalıydı. Şehre in­mek bir meseleydi. Trifon gerçi mektebe gitmiyordu. Ama kendi ken­dine çalışıyordu. Kitap, defter bile epey para tutmuştu. Stelyanos ya­rın balığa gidecekti. Çaparının hindi tüylerini düzeltiyor; kopmuş, çürümüş misinaları tamir ediyor, paslı iğneleri değiştiriyordu. Bir bol balık olsaydı yarın da biraz gazyağı, bir parça şeker, Trifon’a bir pan­tolon, bir yün yelek, kendisine bir kasket alabilseydi. Evin içini biraz düzeltse, şehirden Trifon’a bir iki küçük hediyecik getirseydi. Bir de­nizci hikayesi kitabı satın alsaydı. Bir kocaman gemi resmi bulup Tri­fon’un yattığı küçücük odaya çivileseydi…

Stelyanos balığa akşamleyin çıktı. Gecenin kim bilir hangi saatin­de dönecekti. Trifon büyükbabasını beklerken uyuyakalmıştı. Rüya görüyordu.

Bir kayanın önünde bir gemi vardı. Trifon geminin içinde mi, yoksa kayanın üstünde miydi? Müthiş bir dalga, her an gemiyi o bü­yük kayaya çarpacak gibi yaklaşıyor, sonra nasıl oluyor bilinmez, dalga gelip gemiye çarpıyordu. Her an o kaya ile gemi arasında bir iki kulaçlık mesafe azalacak zannedildiği halde azalmıyordu, artmı­yordu da.

Bu rüya böylece devam ederken Stelyanos içeri girdi. Rüzgar odanın içini karıştırdı. Bir iki fotoğraf yerlerinden düştü. Danteller uçuştu.

Uyuyor muydun, Trifon?

– Uyuyordum ya Balık var mı baba?

– Yok … deniz sanki bomboş.

– Neden acaba?

– Muhakkak bir canavar peyda oldu, Trifon. Yoksa bu vakit balık olmaz mı?

Dede … Sen hiç canavar gördün mü?

Stelyanos canavar görüp görmediğini kendi kendisine sorduğu zaman düşünür kalırdı. Fakat başkaları sorunca; o kadar canavar hika­yeleri ile dolu idi ki, o kadar gece yarıları, denizin karanlık, fosforlu yü­zünden hışımla kocaman hayvanlar geçtiğini görmüştü kiHikayeler­le hakikatleri karıştırır, muhayyilesinde ve hafızasında yaşayan mah­lukları, denizlerde yaşamış hayvanlar gibi bulup çıkarı verirdi.

Zaten deniz kadar meçhul bir şey var mıydı? Kim bilir oltaların yetişmediği, ağların serpilmediği denizlerde ne tatlı, güzel balıklar; ne haşin, yırtıcı, hayal edilmez canavarlar vardı.

Gördüm, Trifon. Bir kıştı. Toriğe çıkmıştık. Bulunduğumuz ni­şanda pamukbalığı dedikleri bir canavar olduğunu işitmiştik. Bu balı­ğın yavrusu yirmi, yirmi beş kilo ağırlığında olurmuş diye duyardık. Bu yavruları büyükler, bir tehlike karşısında yutarlar; tehlike atladık­tan sonra tekrar kusarlarmış. Düşün Trifon pamukbalığı ne kadar ko­caman bir şey. Pamukbalığını o akşam Rüstem Çavuş yakalamıştı. Biz, bütün kayıklar onun etrafını almıştık. Bembeyaz, hakikaten pamuk gi­bi beyaz bir mahluktu. Yalnız ağzı, görülecek bir şeydi! Belki şu kapı kadar büyük.  Dişleri yoktu. Rüstem Çavuş balığın karnına bıçağı dal­dırınca, bu karnın içinde dört tane dipdiri yavru bulduk. Sonra bu hay­vanın yalnızca yavrusu yakalandı mıydı bütün deniz karışır, o cins bü­tün balıklar sandallara hücum ederler, devirirlermiş. O gece böyle bir vakaya meydan vermemek için kaçmıştık. Sonra bir akşam da

Hikayeler birbirini takip eder, Trifon müphem bir korku içinde uyuyuverirdi.

Kış ne kadar çok, ne kadar uzun olursa olsun; balık ne kadar az çıkarsa çıksın; yine yaz, bildiği gibi mahrumiyetlerin içinden kafasını kaldıracak ve onu bekleyenlere gelecektir.

Yukarıki iki odasında göçlerin oturduğu, sarı maden toprağı sı­valı küçük evin sahibi Stelyanos Hrisopulos, aşağıda zeminden üç merdivenle inilen bir odada balık ağlarını örmekle meşguldü. Kü­çük odanın tavanı insan boyundan yüksek olmasına rağmen, insanı eğilmeye mecbur bırakan bir karanlık; kilise önlerinde, deniz kenar­larında, balık ağlarının arasında, sandalın içinde çıkmış sarı alami­nüt fotoğrafları hayal meyal fark ettirdi. Bu fotoğraflara baktıkça, Hrisopulos ailesinin büyük kızını bir kraliçe tavrıyla sandalda çe­kerken, küçük Trifon’u berrak dişleriyle gülerken görür; bütün çir­kinlikleri silip süpüren alacakaranlığı seviverirdi. Hrisopulos ailesi bütün ölüleri ve iki tek canlısıyla güzel bir aileydi.

Onları ören genç gözünü bozacak kadar ince ve sanatkarane dantellerle süslü bir masa örtüsünün üstünde, kırmızı boyaları dökülmüş minyatür bir rakı sürahisinin yanında Trifon’un günlerce çalışarak yaptığı bir gemi duruyordu. Geminin yanında, Stelyanos’un küçük kı­zı ve Trifon’un anası Yovana’nın ayakta bir resmi vardı. Yovana öleli dört sene olmuştu. Trifon şimdi on iki yaşındaydı. Sekiz yaşındaki Trifon’un resmi masanın üzerindeki gemi ve balık ağlarıyla beraber o sene, anasının öldüğü sene çıkmıştı. Bu resim on yaşındaki bir çocu­ğun ilişemeyeceği yere asılmıştı.

Stelyanos Hrisopulos’un en şayanı dikkat yeri boynu idi. Hiç kim­senin boynu, bir balıkçının kafasıyla vücudu arasında yükselen bu ga­rip sütun kadar sert, dik, kararmış, adeta nasırlı ve sinirli olamaz. Bu­ruşuk derinin üstünde rüzgarın, güneşin yaptığı tesir çok büyüktür. Genç bir balıkçı yüzüne sıhhat, enerji, hayat ve renk ulaştıran bu sü­tun, yalnız balıkçılarda bu kadar devrilmez bir mahiyetle yükselir. Bir balıkçı ne kadar ihtiyar olursa olsun, derisi ne kadar buruşuk bulu­nursa bulunsun her zaman kafası genç, dinç; boynu sağlam ve diktir.

Stelyanos Hrisopulos hem balık ağlarını örüyor, hem şarkı söylü­yordu. Büyük kızını dokuz sene evvel kaçırmışlardı. Küçük kızı daha uslu akıllı çıkmış, evlenmiş barklanmıştı. Damadı, bir kış kocaman ve geniş sırtına işleyen bir rüzgara yakalanmış, kayığı batmış, kendisi zor­la kurtarılmıştı. Fakat zatürree, bu çınar adamı bir on gün içinde, ara sı­ra evlerine gelen sıska göçlere döndürüvermişti. On altıncı gün sokağa çıkan Stavro yirmi beşinci gün yine aynı hastalıktan ölüvermişti. Küçük kızı; bu kocaman kollu, sert başlı delikanlıyı unutmamış, verem olmuş­tu. Büyük oğlu ise Yunanistan’da ne yaptığı meçhuldü. Dört senedir ha­ber alamıyordu. Küçük kızı da öldükten sonra, Stelyanos’un elinde avu­cunda Trifon’ dan başka insan kalmamıştı.

Trifon bu sert bakışı, bu çelik boynu, bu perişan ve laubali kıvırcık saçları, bu kuvvetli parlak dişleri babasından almıştı. Anasından ona yalnız huylar geçmişti. Birden parlayıveren çok seri neşesi vardı. Gür­büz insanlara has açılan ve hayrete düşüren bir gülüşle gülerdi. O uzun, ince, Grek yüz adeta değirmileşir, gözler küçülür, sivri ince ve be­yazlığından sarıca dişleri bir kutu, bir acayip kutu gibi açılırdı. Ve keder de ona birden gelirdi. Sebebi başka çocuklar için tekrar yılışık bir gülme veren her söz onu darıltır, ağlatırdı. Stelyanos hem şarkı söylüyor, hem balık ağlarını tamir ediyor, hem de küçük Trifon’u düşünüyordu.

Küçük Trifon’u düşünen büyükbaba gülmez olur mu? Hiçbir hare­ket bu gülüş kadar belirsiz ve ince değildir. Onun için kimse, üç yavru­sunu kaybetmiş bir insan diyemezdi. Bu gülen yüz, en bahtiyar insanla­rın yüzüydü. Belki bir hile düşünen hilekar da böyle gülerdi. Belki sandalını saati iki mecidiyeye kiraya vemiş balıkçılar da böyle içten içe sırıtırlardı: Stelyanos, Trifon’u düşünürken kimse gelip onu rahatsız etme­meliydi. O her zaman Trifon’u düşünürdü ama, bilhassa elinde iğ, balık ağlarını örerken onun küçük yaramazlıklarını, tatlı şakalarını hatırlaya­bilirdi. Başka zamanlar Trifon yelken açmasın, Trifon soğuk almasın, Trifon bu havada denize girmesin, Trifon çamlarda uyumasın, Trifon so­kak çocuklarıyla kavga etmesin; bütün bunlar ihtiyarı sokak sokak do­laşmaya mecbur ederdi. O halde Trifon çok yakınlardaydı. Demek ki ne yelkende, ne balıkta, ne denizdedir. O halde Trifon neredeydi?

Trifon evin önündeki çınar ağacının dibinde, üstünde otları kuru­yan bir sandalyenin yanındaydı. Bir ikinci gemi yapmakla meşguldü. Bu seferki gemi on iki yaşındaki bir çocuğun yapacağı gemi değildi. Bu, artık şimdiden kaptan olacağı anlaşılan bir delikanlının gemisi idi. İçinde açılmak, uzaklaşmak, seyahat arzuları dolu, hür, serazat, vatansız bir insanın gemisiydi. İçinde dalgalar, fırtınalar, sakin denizler, acayip balıklar, bambaşka, bize benzemeyen, bize benzeyen insanlar dolu, bir insanın tahayyüllerinin, hatıralarının gemisiydi. Bu gemi ile deniz kenarına gidilir, bu geminin arkasındaki bandıra direğine bir ip bağlanır ve bu geminin yelkenleri rüzgarla şişer ve bu geminin sahibi, yelkenleri pupa gidenin arkasından neler, ne başka vatanlar, ne başka sular düşünebilirdi.

Trifon orada mısın?

– Buradayım! ..

– Bir yere kaybolma sakın.

– Gemi yapıyorum.

– Yine mi gemi?

–  Bu seferki ötekine benzemeyecek. Kocaman bir şey olacak. Akıntı gibi koşacak.

– Adını ne koyacaksın geminin Trifon?

– Adını mı?

Çocuk düşünceye dalmıştı. Aklına önce anasının ismi gelmişti. Dudaklannın ucunda, Yovana ismi olduğu halde düşünüyordu. Bu is­mi söylese, büyükbabanın gözlerinde yine hayallerin uçuşmaya başlayacağını, hatıraların dalgalar gibi kabardığını görecekti. Ihtiyar, uzun zaman sakin bir deniz gibi bekleyecek; susacaktı. Trifon bu durgun ve ağır havaları sevmezdi. Bir daha sordu.

– Adını mı? Şey … “Stelyanos Hrisopulos” koyacağım.

İhtiyar elindeki iği dantelalarla süslü masanın üzerine bırakmış, katıla katıla gülüyor ve kendi ismi konacak geminin ismini tekrarlı­yordu.

Stelyanos Hrisopulos!

Yine kahkaha ile gülüyor:

– Stelyanos Hrisopulos, diyordu.

Trifon için ne yaşayan insanlar, ne çiçekler, ne akarsular mavi gözlü arkadaşlar bir mana ifade ederdi. Yalnız bu önüne, gözlerinin içine serilen ve üzerine arka üstü yattığı zaman büyük güverteleri, boş yel­kenIileri, güneşin içinde madenleri ve boyaları uçan vapurlanrı düşüne­bildiği deniz ona, ciğerlerine çektiği havanın kıymetini, açıkçası yaşa­manın zevkini ve Iezzetini verirdi. Ondan ötesi boş, ıssız manasızdı. Toprak, kendisine yelkenlerini yapmak için kereste, çekiç ve keser ver­diği için biraz bir şeye benzerdi. Trifon toprağı sevmez; ona hürmet ederdi. Çünkü birçok sevdikleri orada, onun altında, aklın durduğu bir yerde yaşıyorlardı. Fakat toprağın üstünde koşan, onun üstünde beş on para kazanmak kaygısı ile dönüp dolaşan insanlar ne tuhaf mahluklar­dı. Ve denize bir dakika durup bakmaya vakitleri olmadığını söyleyen bu insanlar ne zevksiz mahluklardı. Bu mektebe giden ufak çocuklar, denizin karşısında mektebi unutup bir gün, bir gece düşünceli kalamaz­dı. Dersler deniz kadar güzel; deniz kadar öğretici miydi acaba? Trifon denize girmeyenlerle arkadaşlık bile etmek istemezdi. Trifon denizi gör­mediği zaman, elinde keser, mütemadiyen küçük yelkenliler, garip ka­yıklar yapardı. O, her gün bir gemi yapar, her gün bir gemiyi söker, bir yenisine başlardı. Adanın salıilinden gelip geçen vapurlara bakar, acaba başka denizler de bu öne serilen gibi midir diye düşünürdü? Onun bir gemisi olsaydı, kocaman bir gemisi olsaydı, vinçli bir gemisi olsaydı. Hiçbir şehirde üç saatten fazla kalmadan, büyük şehirlerin gece ışıklarını, dört mil mesafeden son hızla geçip giderken seyretmek … Hiçbir şe­hirde beş saat kalmadan şehirden şehire, denizlerden denizlere, insan­lardan insanlara, yurtlardan yurtlara…

Bu seferki gemi güzel olacaktı. Içine insan almayacaktı ama öteki yaptıklarına hiç benzemeyecekti. Gemi bir gün hazırdı. Bu gemi Trifon için bir dünya demekti. Trifon bu gemi için içinde bir şeylerin çarptığını hissediyor, bu gemiye bakarken Trifon, küçük kızların önünden geçtiği zaman duyduğu yumuşaklı­ğı, bir nevi sarsıntıyı, baş dönmesini duyuyordu. Bu gemi Trifon için ma­vi gözlü bir kızdı. En tuhafı bu mavi gözlü kızı Trifon kendisi yaratmış­tı. Bu mavi gözlü kız da Trifon’u seviyordu. Hiç mavi gözlü sahici kızlar Trifon’u severler miydi?

Stelyanos Hrisopulos gemisinin, iskelenin poyrazı kıran limanlı­ğında ilk denize salıverildiği gün bir öğleüstü idi. Gemi bir metre uzunluğundaydı. Beyaza boyanmıştı. Baş tarafına, büyük yatlarda ol­duğu gibi, yaldızlı bir çiçek işlenmişti. Onun aşağısında bir demir de­liği vardı. Orada, demir deliğinde küçük, cıva ile parlatılmış dökme bir kurşun gözüküyordu. Onun yanı başına yaldızlı boya ile geminin ismi “Stelyanos Hrisopulos” yazılmıştı. Gemi üç fülokalı idi. Füloka­lardan biri dört köşeli; yelken, sakız gibi beyaz, kalın ve temizdi. Tri­fon günlerce bu yelkeni beyalatmak için uğraşmış, bezi kezzaplarla yıkamış, silmişti. Güvertede her şey ince, sarı pirinç tellerle tutturul­muş, mahirane bir şekilde her şey birbirine sarı iplerle bağlanmıştı.

Yelkenler müteharrikti. Yine güvertede herhangi bir kotranın bü­tün teferruatı göze çarpıyordu.

Kamara delikleri yapılmıştı. Kamara deliklerinin üstleri küçücük camlarla örtülmüş ve camların etrafı sarı boya ile bir pirinç madeni rengi ile parlatılmıştı.

Bu geminin içinde insan, küçücük min a tür tayfalar tahayyül edi­yor; bir Güliver Seyahatnamesi okuyor gibi oluyordu.

Geminin bayrağı kırmızıydı, bayrağın ortasına bir istifham işareti koymuştu. İstifham işaretli bir geminin okyanusu aştığını Trifon’ a söylemişlerdi. Bayrak direğine Trifon, dedesinin uzatmalarını, para­ ketalarını yaptığı İngiliz siciminden bağlamıştı.

Gemi suya bırakılır bırakılmaz, sanki canlı imiş  gibi mütereddit bir hal aldı. Daha rüzgar almamıştı. İskele, rüzgarı kesiyordu. İskele­nin hizasına kadar bu vaziyette gitti. Tam o hizaya gelir gelmez, yan yatarak bütün yelkenleri şişti. İngiliz siciminin yumağı bitinceye ka­dar adeta bir uçurtma gibi uçtu. Trifon günlerce bu oyunla oynadı. Ar­tık dedesi onu merak etmiyor; oraya, çakılların içine uzandığını, meltemle kayıp giden gemisinin sicimini bırakıp topladığını, balık ağ­larını ördüğü yerden biliyordu.

Köyün bütün çocuklan, hatta Japon mağazalarından, oyuncakçı dükkanlarından alınmış motorlu sandallara, yeşil ve beyaz boyalı yel­kenlilere saltip olanlar bile bir büyük çam ağacının dibindeki konferans­ta hazır bulundular. Stelyanos Hrisopulos gemisini batırmak için bütün tertibat hazırdı. Çocukların içinde derhal mühendisler peyda olmuş, toplar yapılmış, tüfekler hazırlanmış, kocaman taşlar bir kenara yığıl­mıştı.

Trifon, her zamanki gibi boyu kadar gemisiyle deniz kenarına in­mişti. Ses seda yoktu, gemiye çoktandır tertibatsız, münferid peyda olan düşmanlar ortada gözükmüyordu.

Trifon banyoların kenarına hazırladığı, çocukların her gün bozdu­ğu kızağı da dokunulmamış bir halde buldu. Gemisini oraya yerleştirdi. Öndeki tahtayı çeker çekmez yağlanmış kızaktan gemi hızla kaydı, suya gömüldü. Hafif bir keşişleme esiyordu. Sicim gitgide boşanıyor, gemi hafif yana yatarak pupa gidiyordu.

İşte o zaman soba borusundan yapılan top, küçük çaların içinden patladı. Geminin yanına isabet eden taş, ona biraz daha hız ver­miş, gemi büsbütün yan yatmış gidiyordu. Bir ikinci, bir üçüncü top patladı. Fakat isabet vaki olmadı. Trifon şaşırmış, gemiyi geri çek­meye imkan bulamamıştı. Üçüncü topun sesinden sonra Trifon büs­bütün şaşırmış, sicimi de elinden bırakmıştı.

Hrisopulos gemisi alabildiğine koşuyordu. Bu sırada on altı çocuk, aralarında motorlu sandallara, altın yaldızlı güvertelerinde yalancı in­sanlar bulunan katralara sahip çocuklar da bulunan on altı çocuk, elle­rindeki ve ceplerindeki taşlarla beraber fırladılar. Stelyanos Hrisopulos gemisini batırdılar.

Sait Faik Abasıyanık

hikaye, hikaye oku, hikaye okuma, öykü, sait faik, sait faik abasıyanık, sait faik hikayeleri, Stelyanos Hrisopulos Gemisi, Stelyanos Hrisopulos Gemisi analizi, Stelyanos Hrisopulos Gemisi özet, Stelyanos Hrisopulos Gemisi oku, Stelyanos Hrisopulos Gemisi PDF, Stelyanos Hrisopulos Gemisi soruları, Stelyanos Hrisopulos Gemisi bakış açısı, Stelyanos Hrisopulos Gemisi ana fikri,

Gülten AJDER

Kitap okumayı seven insanlar daha zeki ve daha başarılı olurlar. Bende bu yüzden kitap okumayı sevdirmek istedim bu site ile. Gizli kalmış bütün bilgilerin kitaplarda saklı olduğuna inandığımdan, kültür seviyemizi yükseltmek, bilgi hazinemizi daha da zenginleştirmek, gizli yeteneklerin ortaya çıkmasına destek olabilmek için, okusun yazsın benim ülkemin insanları diye bir işin ucundan tutmak isteyen birisiyim.

İlgili Makaleler

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu