Çocuk Olduğum Yılların Aşkları
Hikaye Oku; Mehmet Akif Önder’den geçmişin güzelliklerine götüren, duyguyu hissettiren hatta yaşatan başarılı bir anlatım. İyi okumalar…
Herşey daha bütün saflığını koruyordu. Çiçeklerin dalında güzel olduğu yıllardı. Kadınlar tek taşını kendileri almıyorlardı.
Safın saflığı, akın aklığı güzeldi.
Hiçbir şey ulu-orta yaşanmıyordu. Hayatın her alanının gizli-gizsiz kameralarla(mobese) izlenmediği (kışıflenmediği) yıllardı bu günün aksine.
Görücü usulü evlenmek yaygındı ama, Esra Erol “evlen benimle” diyerek “çağdaş görücü usulü” programlar yapmıyordu hani.
Her yiğidin gönlünde bir güzel
Her güzelin gönlünde bir yiğit olduğu günlerdi.
Bu günkü gibi her yiğidin gönlünde bin güzel yoktu…
Kişilerin gözünün karşı cinsin gönünde (deri-ten) değil gönlünde olduğu zamanlardı. Aşkın anlamı ilişki olmamıştı daha.
Evlilikler “pazara kadar değil mezara” kadar sürerdi. Boşanmak için değil birlikte yaşlanmak için evlenilirdi genellikle.
İletişim araçları bu kadar gelişmemişti. Msn, facebook icat edilmeyi bekliyordu. Cep telefonundan vazgeçtim ev telefonu bile kullanılmıyordu. En fazla mektup biliniyordu defter sayfasına yazılan… Birde küçük çocukların desteği alınırdı mms (kısa mesaj) niyetine.
Gençler bir birini ya çeşmede ya da bir düğünde görürdü uzaktan. Bakışılırdı sonra uzun uzun…
Ferdi Tayfur’un :”Bakışların bana biraz cesaret versin” dediği zamanlardı haklı olarak. Eğer bakışlar cesaret verirse işaretleşmeye gelirdi sıra. İşmar etmek denirdi buna. Gençler bir sürede böyle devam ederlerdi gizliden gizliye. Utanma duygusu hakimdi gençlerde. Durumu bırakın başkasına söylemeyi kendilerine bile itiraf etmeye utanırlardı.
Sevgilinin “ saçının bir telinin dünyalara değişilmediği” yıllardı. Hayallerin kurulduğu geceler bitmek bilmezdi artık. “Sabahlar uzak, geceler tuzak” olurdu aşığa.
Zaman zaman işaretleşmek için; ayna, tarak, tespih gibi araçlar kullanılırdı. En güzel hediye işlemeli bir mendil olurdu sıklıkla.
Bir çalı dibi yada duvar arası posta kutusu vazifesi yapardı genç aşıklara. Günlerce uğraşılıp özenle yazılan mektuplar önceden tespit ettikleri yere bırakılır günlerce cevabı aranırdı aynı yerde tarif edilmez bir heyecanla.
Yavaş yavaş çevredeki insanlar öğrenmeye başlardı durumu. Falan filana “bakıyormuş” yada “dolanıyormuş” denmeye başlardı.
Birde aşıklar arasında haber taşıyan biri olurdu sıklıkla. “Elbir” denirdi buna.
Çeşme başları buluşma mekanlarıydı o yıllarda. Buluşma dediysem sırf uzaktan bakışmak için. Birde kız genellikle yola bakan bir pencerede beklerdi sevgilisini heyecanla. Delikanlı sık sık geçerdi o yoldan aynı amaçla.
Ne yalan söyleyeyim gizli-saklı buluşmalarda olurdu bir el tutumluk imkanı elverişli olanlar tarafından.
Aşkın en belirgin özelliğinin iştahsızlık olduğu yıllardı. “Aş-ekmekten kesilmek” denirdi buna.
Haramın haram, mahremin mahrem olduğu yıllardı.
Aşklar genellikle evliliklerle sonuçlanırdı en kutsalından. Eğer bir problem olur da sonuca ulaşılamazsa dilden dile anlatılan “kara sevda” hikayelerine dönüşürdü zamanla.
Çocukluğumun (çocuk olduğum yılların aşkları” böyleydi işte.
Aşklar aşk gibi;
Aşıklar Mecnun
Maşuklar Leyla gibiydi o zamanlar….
Mehmet Akif Önder