Bir Aşk Hikayesi; İnşaat Mühendisliğinden Tıp Fakültesine
Hikaye Oku: Aşkın ızdırap çektireni de var halay çektireni de. Aşk kimine göre geçici bir hastalık olarak tarif ediliyor kimine göre de kısa süreli rüyayı iliklerine kadar yaşamak. Ama uyumadan yaşamak. Her kim aşık olur da başka bir aleme göç etmezse şayet o aşık olmuş değildir. Şair de demiş ya hani, “aşkın evveli sevmektir, her şey sevgiyle başlar,” diye. Yaşayan bilir neyin nasıl olduğunu. Basit gibi görünen nice şeylerin içi dopdoludur, yeter ki bakmasını değil de görmesini bil. Aşıklar için türküler yazılır, masallar, hikayeler anlatılır amma tek taraflı aşka düşen için saz çalınması gerekir. Onun acısı yer bitirir insanı. Geceler sabah olmaz, doldursan derdin dolmaz dert küpüne, otursan yere aklın gelmez yerine, çağırsan kimse gelmez imdadına, ağlamaz senden başkası içinde bulunduğun zor haline.
Bizim çılgın çocuk okumaya gitti ta doğu ilinden kalkıp İstanbullara. Onu oraya sürükleyen bir sebep vardı. Ablası da orada okumuş öğretmen çıkmıştı. Gitmişken o da büyük şehir görmeyi amaçlıyordu. Denizi, havası, aksiyonu yüksek bir il olması hasebiyle heyecanlanmıştı. Kayıt zamanı geldi çattı. Eşyalar hazırlandı. Akraba ve komşularla helalleşildi. Otobüse binilip yola çıkıldı. Yurtta kalacaktı bizim yakışıklı. Hem uygun fiyat hem de yeni dostlar ona cazip geldi. Koca şehrin altını üstüne getirmeye yemin etmişti. Hele bir yerleşsin yerine hayal ettiği her şeyi yaşayacaktı. Hesapta olmayan büyük aşkın haricinde onu deviremeyecekti hiçbir şey. Nerden bilecekti ki, vapurda tedasüfen karşılaşıp sohbet ettiği kız, onun yüreğine bir ateş bırakıp, iskeleden ağır adımlarla ilerleyerek kendi yoluna gidecek.
Yazı derler buna. Konusu da aşk, büyük aşk, karşılıksız aşk. Birkaç ay sonra ablasıyla buluştu Serdar. Bir hafta sonu İstanbul’u güzelce gezip hasret gidermek için plan yapmışlardı. Abla uzak yoldan geldi. Otel odasından kardeşini arayarak yeteri kadar dinlendiğini ve hazır olduğunu söyleyerek, daha önceden karar verdikleri buluşma noktasına gelmesini söyledi Serdar’a. Hazırlıklar yapıldı, üst baş giyildi. Buluşma sonrası vapura binildi. Eminönü’nden Kadıköy’e geçeceklerdi. Orada alışveriş yapıp çantaları bir yere bırakacaklar, kaldıkları yerden gezilerine devam edeceklerdi. Vapurun karşıya geçmesi yaklaşık yirmi dakika sürüyordu. O sırada yan masalardaki sohbetler de duyuluyordu. Herkes belli bir amaçla binmişti yüzen ahşaba.
Serdar ablasıyla sohbet ederken karşı masadaki iki kız da Serdar’ın öğrenim gördüğü üniversiteden bahsediyorlardı. Konuya kulak verdi hafif şaşırarak. Ablasının ona söyledikleri duymamaya başladı. Gözlerini o iki kıza gezdirirken ruhuna çoktan iğneler batırılmaya başlanmıştı. Ne olduğunu çoktan anlamıştı. Kulakları kendinin de okuduğu üniversitenin adına takılınca yan masadaki sohbetten, sandı ki öyle kalacak her şey. Kalmayacaktı. Kendini toparlayıp ablasına döndü yeniden. Abla onun gözlerinin kızlara takıldığını anlamıştı çoktan. Gençti neticede. Yakışıklıydı. Karşı masadaki kızlarda genç ve güzeldi. Nasıl olmasın da takılmasın aklı karşı masaya. Abla buraya kadar doğru tahmin edip bilebiliyordu her şeyi. Ses etmedi. Kardeşi ona dönünce hafifçe tebessüm etti. Ne o çok mu hoşuna gitti karşıdakiler, der gibi bir yüz ifadesiyle onu süzdü durdu. Serdar ne yapıp edip o iki kızın sohbetine tepeleme inmeye karar verdi. Ablasına dedi ki, şu kızlar benim okuldan bahsediyorlar, onlarla konuşmak isterim. Ablası olur, dedi. Serdar merhaba dedi kızlara. Kızlar merhabayı duyunca kafalarını kaldırıp bizim yakışıklıya doğru bakakaldılar. Vücuduna batan iğneleri sineye çekmeyi başaran Serdar nefesini toplayıp aklında daha önceden kurguladığı açış cümlesini soruyla birlikte yöneltti onlara doğru. Kendisinin de aynı üniversitenin mühendislik fakültesinde öğrenim gördüğünü söyleyerek iletişimi güçlendirmek ve yakınlığı sağlamak için adımlar attı. Karşısında daha önce hiç yaşamadığı duyguları yaşamasını sağlayan bir kız vardı artık. Diğer kız umrunda değildi. Kendiliğinden gelişiyordu her şey. Kızlar da şaşırmıştı bu tesadüfe. Muhabbeti koyulaştırmak için yerlerinden kalkıp dört kişilik bir yere geçmeye karar verdiler. Yeni yerlerine oturduklarında tanışma faslı çoktan bitmişti. Abla diğer kızla meşgul olurken Serdar onu ateşlere atacak olan kızla iştahlı sohbete koyulmuştu. Ayaklarından yayılmaya başlayan aşk mikrobu başının en tepesine çıkıyordu. Kızın haberi yoktu bunlardan. Sadece bir ilgi olarak algılıyordu. Sohbetin sonlarına doğru vapur kıyıya yanaştı. Serdar ne yapıp edip aşk ateşini yakan o kızın telefonunu alacaktı. Ama çekiniyordu bunu ona söylemek için. İnmek için hazırlandılar. Ablasına yanaşarak, konuştuğu kızın telefonunu alayım mı, diye sordu. Ablası, eğer birbirinize ısındıysanız neden olmasın, diyerek onu cesaretlendirdi. O da biliyordu ki o vapurda onun kaderi vardı. Ne olacaksa olacaktı.
Kendini hazırlamıştı her şey için. Kıza yaklaştı, o sırada vapurdaki yavaşlama iyiden iyiye fark ediliyordu. Kaptan motorun pervanesini geri döndürerek frenleme yaptırıyor, emniyetli bir şekilde yolcuları indirmek için ustalık ve yeteneğini kullanıyordu. Yolcularda ayağa kalkmıştı. Sıraya girildi. Kapılara doğru yanaşıldı. Serdar kızla konuşmaya devam ediyor konuyu yavaştan telefon numarasına getirmeye çalışıyordu. Kız da heyecanlandı. Bizim yakışıklı belli ki etkilemişti onu. Ama yangınlar onun yüreğinde başlayacaktı. Haberi yoktu bundan. Sabahlara kadar düşünecek, Sabahları gündüz edecek, hayata kahredecek kıvama kadar gelecekti. Birbirlerinin numaralarını alıp kaydettiler. Dördü de vapurdan inerek ayrı caddelere doğru yürümeye başladı. Serdar ablasına dedi ki, o kız göreceksin benim kaderim olacak..! Ablası olgunluğun vermiş olduğu tecrübeyle gülümsedi yine hafiften. Hadi bakalım, diyerek destekledi kardeşini.
Erkek milleti işte, gördüğüne aşık, görmediğine bulaşık, diye düşünerek yürümeye devam ediyordu. Olanlar olmuştu. Kardeşi zehirlenmiş, mühürlenmiş, aşkların içine düşmüştü. Keşke vapurdan denize düşseydi. Islanır çıkardı en azından. Karşılıksız bir aşkın denizinde boğulmaktan çok daha iyidir denizde ıslanıp tekrar vapura çıkmak. Kurtaranın vardır hiç olmazsa. Kim kimi aşktan kurtarabilir? Var mı öyle bir iksir, içilse de kurtulsa aşıklar.
Serdar yolda yürüyordu ama nasıl yürüyordu gel ona sor. Ayakları sanki biraz havalanmış yerden yaklaşık yirmi santim yukardan sürtünmesiz ilerliyordu. Aşka düştüğünü anladı ama karşılıksız aşka düştüğünü anlayamadı. Öyle ya, iletişimin devamı gelmemişti. Kız ayrı bir ilde okuyordu. Serdar’ın okuduğu üniversiteye olan uzaklığı yaklaşık dört yüz kilometreydi. Buluşmak zor olurdu. Önce telefonla görüşeceklerdi. Tek taraflı olarak buna karar vermişti yakışıklı. Bir süre telefon bekledi kızdan. Ama ne arayan vardı ne de soran. Gelenek midir nedir bilinmez ilk arayan, yahut ilk aranması beklenen, ilk adım sahibi erkektir ya hani… Kız da ondan bekliyordu aranmayı. Gezilerini tamamlayan abla ve kardeş akşamüzeri birbirinden ayrıldı. Abla birkaç gün daha İstanbul’da kalıp memleketine dönecekti. Serdar kaldığı yurda döndü. Eli telefondan geri gelmiyordu. Mesajlar yazıyor ama yollamıyordu Emel’e. Onu kendine bağlayan kızın adı Emel’di. Ne güzel bir kızdı o. Saçları gür, havalı ve keskin bakışlı, prenses gibi yüzü olan muhteşem bir kız. Karadeniz kökenli. Bizim yakışıklı boşuna çarpılmamıştı ona. Dış görünüşten ziyade ruhlar da devreye girmişti elbet. Yazılar yazılmış, roller biçilmiş, oynamak için zamana kalmıştı her şey. Aklında ne ders kaldı ne de memleket. Elinde telefon, her gelen mesajı ve aramayı onun bildi ve bekledi. Ama aramayacaktı Emel onu. Bundan haberi yoktu. Ayrı dünyaların insanları derler ya hani, biraz öyleydi bu gençler. Kız farkında ama oğlan değildi. O yüzden değil miydi tüm olanlar.
Yatağında uzanmış elindeki hırpani telefonuna bakmaya devam ediyordu Serdar. İlerleyen saatlerde ne olursa olsun mesaj atacaktı Emel’e. Birkaç cümle kurguladı. İlan edecekti aşkını. Yazdıklarını düzenleyip yollama aşamasına geçti. Emeli listeden buldu ve yolladı mesajını. Başını yastığa gömdü ve heyecanla beklemeye başladı. Yaklaşık yirmi dakika sonra mesaj geldi cevaben. Kız umursamaz bir cevap yazmıştı bizim yakışıklıya. Yani olsan da olur olmasan da demek istiyordu. İlk silleyi yemişti karşılıksız aşktan Serdar. Ama umudu yok da değildi. Nasılsa bir gün yine bir araya geleceklerdi. Günler birbirini bir kovalasın her şey düzelir, diye umut ediyordu. Yaklaşık yarım dönem kadar mesajlaştılar ama kızdan tam net cevaplar alamıyordu. Üstüne gitmek istiyordu. Ters tepecek diye de korkusu vardı biraz. Yazdığı derin anlamlı mesajlara karşılık sıradan cevaplarla sıradan sohbet hiç değişmedi. Emel sanki bu dünyada bin yıl yaşamış da aşklara doymuş gibi bir ruh haliyle yaşıyor, Serdar’ın gözüne öyle görünüyordu. İlk dönemin sonuna doğru tatil öncesi yeniden İstanbul’da buluşmak için mesaj yazdı Serdar Emel’e. Neden olmasın ki diye mesaj geldi. Bizimki aşkın sarhoşluğundan çok sevinemedi kızın davet karşısındaki olumlu yanıtına. Bu kez denizde değil karadaydı buluşma. Kara sevda karada tamam olacaktı belki de. Tatil başlamıştı. Kız yaşadığı ilçeye döndü, İstanbul’a. Serdar’a da o civarda buluşabileceği, evine yakın bir kafeterya adresi verdi. Bizim yakışıklı çiçeklerle, hediyelerle çıktı kızın karşısına. Kızda her hangi bir değişiklik yoktu. Havasından ne bir gram eksilmişti, ne de güzelliğinden bir gram gitmişti. Ezilen bizimkiydi. Seven oydu. Hem de deli gibi seven. Onun adını kalbine yazmıştı vapurda. Sohbeti koyulaştırdı Serdar. Kız umursamaz tavırlarıyla birlikte dalgın gözlerini oğlanın çevresinde gezdiriyordu. Biraz ilgi bekliyordu çocuk ama gelmiyordu o ilgi. İşte tam orada, o kafeteryada başladı karşılıksız sevdanın yangını. Of demeye, ağlamaya başlayacaktı o günden sonra.
Sohbet bir saat sürdükten sonra kız gitmek için izin istedi. Bizimki doymamıştı ona. Doymasa ne olacaktı ki? Elinden ne gelirdi? Ne yapabilirdi de onu kendisine aşık edebilirdi? Gaddar veya bencil de değildi Serdar ama Allah’tan bir dileği vardı artık. O kıza sahip olmak, onu da kendisi gibi kendine aşık etmek. Bu hayaldi ancak onun için. O gün ikinci kez anladı bunun çıkmaz sokak olduğunu. Çünkü kızda herhangi bir değişiklik olmadı. Olamazdı da. Gençlik deliliğin bir şubesiydi ya atalara göre. O da deliliğini yaşıyordu. Kızla orda buluşup ayrıldıktan sonra memleketine döndü Serdar. Okul açılmaya yakın tekrar gelecek yine buluşmak için teklif edecekti. Akşamüzeri uçağa binerek memleketine döndü sevdalı oğlan. Evine girdiğinde iki türlü yorgunluğu vardı üzerinde. Anası doya doya sarıldı oğluna. Babası halleşti işten güçten. Ablası çaktırmadan nasıl gidiyor o iş diye sordu. Serdar ablasını odasına çağırdı. Uzun uzun konuştular. Ablası şaşırdı onun ciddiyetine. Gayreti insanüstü bir şeydi. Elinden gelen ne varsa yapmaya çalışıyordu. Yavaş yavaş ikna olmuştu kardeşinin aşık olduğuna. Abla yüreği kadın yüreğidir ne de olsa. Anlamıştı bu aşkın çıkmaz sokağa karargâh kurduğunu. Kardeşini korumak için kollarını sıvadı ama ne çare. Koruyamayacaktı. Yangınlar başladı topuklarından girdi aşk mikrobu. Direnci kırıldı aslan gibi yiğidin. Dili söylemez oldu. Zayıfladı, umursamaz hallere kaldı. Ders, mektep umurunda değildi. Yarı yıl tatilini ruhlar âleminin gece bekçisi gibi bitirmiş, ne evdekiler onun geldiğinden bir şey anlamış ne de o sılayı ziyaret ettiği için mutlu olmuştu.
Uçağa binip tekrar İstanbul’a geldi. İkinci yarı yıl başlayacaktı hafta başında. Hazırlıklarını yaptı. Süratle işlerini bitirdi. Odaklanması gereken önemli şey Emel’di artık. Dersler, finaller, vizeler ona vız geliyordu. Reflekslerine bırakmıştı tamamını. Gündeminde inşaat mühendisi olmak vardı ama öneminde yoktu. Önemli değildi. Kızla mesajlaşmaya devam ederken daha önceki cevaplardan farklı değildi gelen mesajlar. Kızın okuduğu fakülteden olan biteni haber almak için o bölgeye o civardan bir muhbir yerleştirmeyi düşündü. Aradığı adamı bulmuştu. Gelen giden haberleri yönetecek, kızla ilgili son dakika bilgilerinin tamamını aktaracaktı kendisine. Maliyetini hesapladı. Bu iş bedava olmazdı elbet. Aldığı burslardan muhbire ödenek ayırıyordu. Kızdan gelen haberler pek de onun içini açmıyordu. Bizim aşık oğlan iyiden iyiye yanıp tutuşmaya başladı. Kızın görüştüğü başka bir oğlan varmış meğer. Bu haberi aldıktan sonra kendi gözleriyle görmek için İstanbul’dan kalkıp onun okuduğu yaklaşık dört saatlik yola gidiverdi. Gitti de ne oldu. Gördüğü manzara ona anlatılandan hiç de farklı değildi. Kamufle etti kendini. Kız, gayet rahat bir tavırla arkadaş ortamında gününü gün ediyordu. Gençliğin ve öğrenciliğin tadını çıkarıyordu. Sevmek, sevilmek ihtiyaçtandı. O da herkes gibi bilineni yapıyordu. Bizim aşık oğlan vücudundaki ateşlerle kafeteryanın bir köşesine sinmiş yangınlarına su arıyordu. Feryat edebilseydi eğer ben buradayım derdi şüphesiz. İçine konuşuyordu sanki. Kız, gür saçlarını okşayıp sağa sola savururken Serdar yerinden kalkacak gücünü kaybetmişti. Madem buraya kadar gelmişti, bunu ona belli edecekti. Kızın arkadaş grubu dağıldıktan sonra yanında bir kız kaldı. Bizim aşık oğlan kendini toparlayıp ayağa kalkarak yangınlarıyla birlikte kızın yanına vardı. Biri ateşte biri şoktaydı. Birden ayağa kalktı kız. Sen burada ne arıyorsun gibi bir bakış attı Serdar’a. Hoş geldin partisi hoş buldum konuşmaları bittikten sonra birlikte oturdular yerlerine. Bir şeyler değişmeyecekti oysa. Serdar Emel için sıradan kalmıştı. Öyle de devam edecekti belli ki. Sohbetleri derinleşti. Yalvarmalar başladı, kabullenmemeler art arda geldi. Diğer kız olan bitene anlam vermeye çalışıyordu. Saatler sonra kız yeter diyerek ayağa kalktı. Biz gidiyoruz diyerek oradan ayrıldı. Serdar ardından bakakaldı. İntikam alınacak bir şey yoktu bunda. Acaba ayrı illerde oldukları için mi olmuyordu bu iş. Otogara giderken aklına bir fikir geldi. Tekrardan sınavlara hazırlanacak, kızın öğrenim gördüğü fakülteye kaydını yaptıracaktı. Geçici de olsa böyle su serpti yüreğine. İstanbul’a döndüğünde okumakta olduğu okula gitmeme kararı aldı. Çevredeki kırtasiyelerden hazırlık kitapları alıp üç ay sonraki sınava hazırlanmaya başladı. Evdekilerin bundan haberi olmayacaktı. Onu hâlâ mühendislik fakültesinde okuyor bileceklerdi. Aşkından paramparça olan Serdar kendini dış dünyaya öyle bir kapattı ki odasındaki arkadaşını bile görmez oldu gözleri. Aklında sınav, sınavın ucunda onu sevdiği kıza götürecek yeni bir hayat, planlarının devamında da yanan yüreğini güzelce söndürmek vardı aşk ateşini söndüren soğuk sularla. Günler geçiyor, Serdar deli gibi ders çalışıyordu. Okulla ilişkisi kopmuştu iyice. Uykulara düşman etti kendini sınav için. Az yer oldu, az konuşan. Az gezen oldu, az eğlenen. Sınav tarihi geldi çattı.
Birinci sınavdan istediği notu alamadı. İkinci sınava girdiğinde olanlar oldu. Türkiye derecesiyle geçmişti ikinci sınavı. Tercihini rahatça yapabilecekti. Emel’in okuduğu tıp fakültesini birinci tercihi yaptı. Diğer tercihi ise kızın öğrenim gördüğü ile komşu olan ilin tıp fakültesiydi. Günler sonra yerleştirme sonuçları açıklandı. Bizim aşık oğlan iki puanla kızın okuduğu okula yerleşememiş yakınındaki ilin tıp fakültesine yerleşmişti. Ailesini arayarak müjde verdi. Annesi onun hep doktor olmasını isterdi. Kadın müjdeyi alınca hem şok oldu hem sevindi. Baba tekrardan gururlanarak oğluna, sen işini bilirsin, asla kötü bir şey yapmazsın, dedi. Evet kötü bir şey yapmazdı ama hayatının en kötü günlerini yaşıyordu ve kimseler yardım edemiyordu ona. Yaz tatili bittiğinde tıp fakültesine kaydını yaptırdı. Kız ikinci sınıfta o ise birinci sınıftaydı. Aralarındaki mesafe elli dakikaya düşmüştü artık. Kızın hiçbir şeyden haberi yoktu, ta ki ona mesaj atıp buluştukları kafede her hafta sonu onu bekleyeceğini haber edene kadar. Dönem başından başlayıp ilk dönemin sonuna kadar her hafta düzenli olarak o kafeye gitti Serdar ama gelen giden yoktu. Kız kendi dünyasında yaşıyordu. Seveni de vardı. Serdar olmasa ne olurdu? Emel onu gizlice takip ettiriyordu kafeteryaya gerçekten geliyor mu diye. Kızlardan birini yolluyordu oraya. Serdar her hafta sonu yerini alıyor, aşkını bekleyen ihtiyar adam gibi umutlanıyordu. Haberler gidiyordu Emel’e. Olan bitenden şüphelenmeye başladı kız. Bu nasıl oluyor da her hafta sonu düzenli bir şekilde buraya geliyordu? Bunda bir iş vardı. Mesajlaşmalar yeniden başladı. Bu kez mesaj atan kız oldu. Ne yapmaya çalışıyorsun, diye Serdar’ı sorguladı. O da nasibimi kaybettim onu arıyorum, diye cevap yazdı. Kız acımasız bir tavırla cevap yazdı, beni unutman için ne yapmam gerekiyor?
Serdar artık aşkın alevinden közüne inmişti. Vücudu kendine ait değilmiş gibi hissediyordu. Kıza aynen şöyle yazdı.
Ben İstanbul’da okumuyorum artık. Sırf sana yakın olmak için yanı başındaki ilin tıp fakültesindeyim. Meslektaş olacağız ama onun öncesinde çift olmayı arzuluyorum ben. Nasıl hoşuna gitti mi bu haber? Emel şok geçiriyordu adeta. Dondu kaldı. Apartın balkonuna çıktı. Ağlamaya başladı. Neden ağladığına cevap bulmak için bana noluyor, dedi. Kendine sorduğu sorunun cevabını bulamadı. Toparlandıktan sonra Serdar’ı aradı. Yaklaşık kırk dakika konuştular. Biriken duygularını ona güzelce kustu aşık oğlan. Kız sinmeye başladı ama ne kadar sinecekti kim bilir. Haşmetli bir kızdı o. Diğer kızlardan farklı ve güçlüydü. Geçtiği yerde rüzgârı duyuluyordu. Baktığı yüzden etkisi kalkmıyordu kolayına. Bekle, geliyorum, dedi Serdar’a. Hazırlandı ve kafeteryaya gitti. Özenmemişti pek giyimine. Gerek duymadı çünkü, nasılsa karşılık vermiyordu. Tokalaştılar, oturup sohbet etmeye başladılar. Benim için değer miydi bunca eziyete katlanıyorsun, üstelik okulunu da yarım bıraktın, dedi kız. Taviz de vermiyordu dik başlılığından. Roller ondaydı, o yönetiyordu bu ilişkiyi, Serdar sevecek o da tadını çıkaracaktı sevilmenin. Yanan varmış, ağlayan varmış, umurunda değildi. Birkaç saat konuştular. Her şey yoluna girmiş ancak aşk konusunda anlaşamamışlardı. Daha yakın arkadaş oldular. Ama oğlanın yangını sönmek bilmiyordu. O gün oradan ayrıldıktan sonra sevdası daha da arttı. Geceleri ağlıyor, kimsenin ağzında duyulmamış duaları yalvarıp Yaradana ediyor, Emel’i tüm kalbiyle istiyordu.
Hayatın yükleri omzundaydı ama aşk en ağır gelen şeydi ona. Karşılık alamadan seviyor, konuştuğu halde ikna edemiyor, sevdiği halde sevilmiyordu. Bu ne acı bir şeydi böyle. Çekemez oldu bir yerden sonra. Aramamaya ve gitmemeye karar verdi yanına. Kız da bunun o haline meraklandı. Her gün mesaj atan, her hafta sonu kafeteryada yerini alan çocuk bir anda değişivermişti. Kendine söz verdi aramayacaktı. Aradan sekiz ay geçti. Sildiği telefon numarası onu arıyordu. Hiddetlendi Serdar ve kıza bağırmaya başladı. Çok mu sevdin de beni arıyorsun, diyerek azarladı onu. Kız susmuştu. Aradığına pişman mı olmuştu acaba? Serdar telefonu kapatmadan önce onu ikaz etti. Bir daha rahatsız ederse kızı polise şikâyet edecekti. Telefonu yüzüne kapattı. Derdiyle başbaşa kalmak istiyordu. Onunla bir daha asla görüşmeyecekti. Öyle sanıyordu. Kader onları aylar sonra Kadıköy sahilinde bir araya getirdi. Bu kez yanaşan ve ilgi gösteren kız oldu ancak beklenen ilgi gelmedi oğlandan. Söz vermişti kendine ya hani. Aşkı tek kişilik yaşayacak bir süre sonra onu unutacaktı. Bu ondan alacağı intikamdı belki de. Verdiğini geri almak. Aldı da. Onu unutup öyle bir adapte oldu ki yeni hayatına, ezildiği, ağladığı, yanıp tüttüğü günleri ondan hırs bataryası olmuştu adeta. Tıp fakültesine ve o çevreye öyle bir alıştı ki oranın ahalisi olup çıktı. Olaylara tepeden bakmayı öğrendiği için mağlup ilerlediği maçı galibiyetle bitirdi. Doktor ünvanını alarak bir hastanenin acil servisinde göreve başladı.
Hikayenin Yazarı – Sinan KORKMAZ
aşk insanı nerelere götürüyor