Bahadır Efsanesi Sekizinci Bölüm
Hikaye Oku; Bahadır her gün sabah han kapısı önünde kolları iyice yorulana kadar yay çekme antremanı yapıyordu, Öğleye kadar dinleniyordu sonra Kılıç antremanı başlıyordu, ne zaman tüccarlar şehre girse hemen yanlarına gidiyor pamuklu kumaş taşıyıp taşımadıklarına bakıyordu. Eğer pamuklu kumaş taşıyorlarsa “Burda yerel tüccarlar anlaşmışlar, senin malına maliyetinden bir akçe fazla vermeyecekler. Öyle olduğu zaman yanıma gel, sana daha iyi bir fiyat vereceğim.” diyordu.
Tüccarlar şehre girerken antreman yaptığından günlük giyisileri içindeki Bahadır’ı pek ciddiye almıyorlardı ama bir iki gün sonra hepsi mallarını Bahadır’a getiriyordu. Bahadır da incirden kazandığı servetle kumaşları kolayca alıyordu. En son yirmi arabalık büyük bir kervan geldi, içlerinde birinci, ikinci, üçüncü kalite çeşit çeşit renkte pamuklu dokuma vardı, bahadır bu koca kervana da herkese dediğini dedi, iki gün sonra araba başı ortalama yüz yirmi altın toplamda da iki bin dört yüz altın vererek kervandaki tüm malları aldı. Kervan sahibi iki gün sonra arabalarını batıda para edecek mallarla doldurmuş şekilde şehirden ayrılıyordu, ayrılırlarken yine şehir kapısının ordaki handa tek başına yay antreman yapan Bahadır’a bir selam verdiler. Tam bu esnada bir subaşı yanında askerlerle belirdi. Kervan başı tüccarına ve Bahadır’a haklarında yakalama emri olduğunu söyledi. Kervan başı ve Bahadır itiraz etmeden kadı önüne doğru yola çıktılar.
Hisarda koca bir salona götürüldüler, şehrin baş kadısı burda onları beklemekteydi. Kadının adı Cemildi, atmış yaşlarında ak sakallı, siyah cübbeli beyaz sarığı kırmızı derviş başlığının çevresine kat kat sarılıp büyük bir kavuk yapılmış bir adamdı. insanda saygı uyandıran bir yüze ve tavra sahipti. Mahkeme salonu büyüktü, kadı bir mindere oturuyordu ve önünde bir sehba vardı. Sehbanın üzerinde de bir kitap. Mahkeme salonunun iki tarafında vatandaşlar vardı, bir kısmı tahta taburelerde oturuyordu, bir kısmı ayaktaydı, Ortada ise davalılar ve davacılar vardı.
Şehrin yerel kumaş tüccarlarının hepsi ordaydı, içlerinden muhtemelen en iyi konuşanı öne çıktı.
“Kadı efendi, biliyorsunuz ki biz bu şehrin kumaş tüccarlarıyız, Allah’ın izni ile helal rızkımızın peşindeyiz. Bu görmüş olduğun genç ise Akhisar’dan buraya gelmiş bir dolandırıcıdır. Kendisi şehre gelen tüccarların aklını çelip kumaşlarına bizden fazla vererek satın almaktadır. Niyetinin tüm kumaşları tek elde toplayıp sonra bize fahiş fiyattan satmak olduğu bellidir.”
Bahadır bir la havle çekti. Ardından konuşmaya başladı.
“Kadı efendi, ben Akhisar’dan bir tüccarım, Güzelce’den pamuklu kumaş alıp bu şehre getirdim. Malımın karşılığında hak ettiğim kârı kazanmak umuduyla bir aylık yolu teptim, ancak bu şehrin tüm kumaşçı esnafı anlaşmış, ne bana ne de diğer tüccarlara maliyetimizi zor kurtaracak bir paradan başkasını önermediler, pek çok tüccar benden önce bu duruma boyun eğdi ve mallarını değerinin çok altına sattı, ben kendi malımı kötü bir fiyata satmadığım gibi buraya gelen ve memleketine hemen dönmesi gereken tüccarlar için biraz olsun kar edebilecekler bir fiyat sundum. Tek suçum şehrinize gelen tüccarların dolandırılmasını önlemektir.”
Bahadır’ın söylediklerinin özel bir yönü yoktu ama vurgu ve tonlaması çok iyi olduğundan çevredeki ahali üzerinde etkili olmuştu.
Kadı dikkatle Bahadır’ın yanında duran tüccara baktı;
“Seni niye buraya getirdiler.”
Tüccar;
“Bilmiyorum kadı efendi, ben bir kumaş tüccarıyım buraya mal getirdim, neyle suçlandığımı bilmiyorum. Ancak şunu söylemek istiyorum bu gencin dediği doğrudur, şehrinize gitmeden önce bazı söylentiler duydum, kumaşların çok ucuza alındığına ve buraya gelen herkesin zarar ettiğine dair ama hali hazırda elimde çok kumaş vardı, eskiden pamuklu kumaş en iyi burada para ederdi bende buraya geldim. Buraya geldiğimde önümde iki seçenek vardı, ya mallarımı yol masrafımı bile çıkaramayacağım bir fiyattan satacaktım ya da dönüş yolunda alacağım mallarla para kazanmaktan vazgeçecektim. Bu genç sağ olsun beni bu durumdan kurtardı. Az da olsa kâr etmemi sağladı.”
Kadı Bahadır’a döndü;
“Peki sen tüm bu kumaşları toplayıp ne yapacaktın?”
Bahadır; “Fars topraklarına götürüp orda satacaktım kadı efendi.”
Çevrede bir uğultu yükseldi Kadı;
“Genç adam, bilmiyorum dediklerini kulakların duyuyor mu, eşkiya Şirvan hem Gulam devletine giden yolları, geçitleri hem de Fars devletine giden yol ve geçitleri tutmuş durumda. Bunu bilmiyor musun?”
Bahadır “Biliyorum kadı efendi, peki ben size bir şey sorayım, Şivan Fars ülkesine giden kervanların kaçta kaçını yağmalıyor?”
Kadı “En az yarısı eşkıyaya kurban gidiyor.”
Bahadır “Peki o zaman ben malımın yarısını bir kervana diğer yarısını başka bir kervana koysam ve Fars ülkesine yollasam ne olur?”
Bahadır şimdi öldürücü vuruşun vaktidir diye düşündü ve konuşmasını sürdürdü
“Ben burada en kaliteli pamuklu kumaşın topunu dokuz altına alıyorum.”
Kalabalıkta büyük bir uğultu yükseldi, gelen tüccarlara atılan kazık müşteriye yansıtılmamıştı, vatandaş birinci kalite kumaşın topuna otuz beş altın veriyordu.
“Eğer bu malı sizin tüccarlara satsam top başına hepi topu sekiz altın alacağım, ama Fars ülkesine yollarsam oraya bu Şivan belası çıktığından beri doğru düzgün pamuklu kumaş satan olmadı. Top başına belki atmış belki yetmiş altın kazanacağım, malların yarısını kaybetsem de bunu fazlasıyla çıkaracak bir kar edeceğim.”
Kumaş esnafından biri bağırmaya başladı; “E peki nasıl geri döneceksin?”
Bahadır “Ordan gemi ile kutsal topraklara gidebilirim. Haccımı yaparım ordan kervanla Gulam ülkesine geçer gemi ile ülkeme dönerim. Üstelik dönüş yolunda tekrar para kazanmak için bir sürü mal alırım.”
Kadı kumaş tüccarlarına döndü; “Eğer bu genç karaborsacılık yaparsa tekrar yakalatırım ama dediği gibi malları Fars ülkesine götürürse yapacak bir şey yok, sonuçta fiyat olarak sizi zorlayacak sıkıştıracak bir şey vermemiş ki hakkında fiyatları fahiş arttırmadan bir ceza veriyim. Yaptığı tamamen ticaret kurallarına uygun.”
Kumaşların şehirde kalmayacağını duyan esnaf bir anda panikledi, yaptıkları bu işin bir bedeli vardı, artık Yüksekhisarda kumaşa hakkının verilmediğini duyan Güzelceli tüccarlar yakında Yüksekhisara kumaş getirmeyi bırakacaklardı. Esnaflar bu olmadan iyi bir stok yapmayı ve bu stokla iki yıl geçinmeyi umuyorlardı ki o kadar zamandan sonra yaşananlar unutulur Güzelceli tüccarlar tekrar kumaş getirmeye başlardı. Ancak tüm kumaşı almış olan adam bu kumaşları burda tutmayacaktı. Güzelce’den kumaş gelmesi de kesilirse bu sefer kumaş tüccarları iflas ederlerdi. Hele ki Bahadır son büyük sevkiyatı da almışken. Esnafın esas amacı Bahadır’ın gözünü korkutup kumaşları onlara satmasını sağlamaktı, bu esnada mahkeme salonunda biri belirdi. Bu Aram Alçakyan’dı.
Bahadır’ın aklından ölüm tehditleri geçti, kendi içinden bu iş bittiğinde Alçakyan’ı öldüreceği geçti. Alçakyan kumaş esnaflarının önüne geçti;
“Kadı efendi, bu lanet velet sadece kumaş işinde şaibeye bulaşmadı, pek çok şaibe var.”
Bahadır içinde ne biliyor ne kadar biliyor diye geçirdi.
Aram devam etti “Bu genç sizin burda bilinmeyen inciri çok fahiş fiyatlardan satmıştır.” dedi.
Bahadır derin bir nefes aldı ve sakinliğini koruyarak konuştu “Kadı efendi, kuru incir bir yemiştir, yüksek bir fiyata sattığım doğrudur ancak incir temel bir ihtiyaç malzemesi değildir, talep üzerine fiyatı yükselmiştir.”
Aram konuşmaya başladı “Kadı efendi bu velet inanılmaz bir üçkağıtla tüm şehri kazıklamıştır. Önce beye gitmiş ve Akhisar beyi için çalıştığı yalanını söylemiştir, sonra beyi usta bir dolandırıcı olduğu için hekim olduğuna inandırmış ve ona incir denen meyveyi hastalıklarına ilaç olduğunu söyleyerek vermiştir. Şehrimizin zenginleri bey sofrasında gördükleri bu ilginç yemişin şifa kaynağı bir ilaç olduğuna inanmış ve bu yüzden son derece fahiş paralar vermişlerdir.”
Bahadır başını hayır anlamında iki yana salladı biraz bunalmıştı. Önce cebinden beyin mührü bulunan ve üzerinde Akhisar beyi adına bir araştırma yaptığı ve tüm vatandaşların ve devlet görevlilerinin yardımcı olmasını söyleyen talimnameyi çıkardı ve kadıya verdi. Kadı “Nedir bu araştırma?” diye sordu.
Bahadır “Kadı efendi bu iş devlet işidir herkesin önünde konuşulmaz.” demekle yetindi. Aram “Peki kadı efendi incir üç kağıdı da mı devlet işiymiş bir sorar mısınız?” dedi. Biraz bekledi ardından “Bir adam hem devlet görevlisi, hem doktor hem de tüccar olabilir mi? Burada kimin aklı bu saçmalığı alır?” diye sordu. Kalabalıkta bir uğultu oluştu.
Bu esnada içeri bir kişi girdi, elinde bir zarf vardı, kadıya yöneldi. Zarfta Akhisar beyliğinin mührü vardı, kadı zarfı açtı, karşısındaki şey yüzünden hayretler içinde kaldı, İsmail beyin mührüyle mühürlenmiş bir yazı vardı karşısında ve Atıf beyi Bahadır adlı bir dolandırıcıya karşı uyarıyor ve hemen tutuklanmasını tavsiye ediyordu. Zarftakileri sesli bir şekilde okudu Bahadır’a döndü ve “Ne diyorsun bu konuda konuş!” dedi. Bahadır zarfı istedi. Kendisi bir kez daha okudu. Ardından gerek zarftaki gerek mektuptaki mührün gerçek mühür olduğunu fark etti. Duvarlar artık üstüne üstüne geliyordu, Aram asla böyle büyük bir komplonun altından kalkamazdı. Bu işin arkasındaki her kimse kendisini uzun süre izlettirmiş olmalıydı. Bu esnada Atıf bey mahkeme salonuna daldı, öfkeden köpürmüştü “Siz hangi cürretle aziz dostum İsmail beyin elçisini tutuklatırsınız? Diye bağırdı.
Kadı “Bey, beyliğini bil burası mahkeme yeri!” dedi.
Bey biraz kendini topladı bu esnada kadı yanındaki subaşına elindeki kağıdı teslim etti Atıf bey kağıdı okudu, üzerindeki gerçek mührü gördü öfkeden deliye dönmüştü “Bu yalanı kim yazdı? Bire ahmaklar! Hadi kağıtta yazan gibi bu Bahadır sahte kağıtla bize geldi, yanındakiler de mi sahtedir! Kahraman yiğit Tuğalp, Haydut avcısı subaşı Yusuf! Akhisar baş kadısı Arif! Bahadır Arif’in kadı olduğunu biliyordu ama baş kadı olduğunu bilmiyordu. Tam bu esnada kapı tekrar açıldı, ismi anılanlar yanlarında İlhan’la beraber içeri dalmıştı. Kadının sesi titredi “Arif, evladım burda ne işin var!” Arif “Hocam, biz bir devlet işi yapıyorduk, siz bizim…” Yusuf’a dönüp baktı ne demesi ne dememesi gerektiğini bilmiyordu.
Atıf bey bu esnada ağlamaya başladı, “Onlar kızımı bulmaya geldiler!” Bahadır gayet sesli bir şekilde anlına bir şaplak yapıştırdı. Ortalıkta zeki diye gezinen biriydi ama yanında devletin tecrübeli ve tanınmış görevlileriyle yıllardır bu devlete hizmet eden bir beyin karşısına çıkmıştı, üstelik bunu sadece incir satmak için yapmıştı. Gerçi bir nebze iyi de olmuştu, önemli bir ip ucu da bulmuştu çünkü.
Bahadır kafasını topladı ve yalanlarını hazırladı. Ardından kalabalığın arasında kendisine bu komployu kuran kişiyi aradı, yüzünü gördü ancak sanki sadece kalabalığa göz gezdiriyormuş gibi normal bir hızda kafasını çevirdi. Ardından konuşmaya başladı.
Üzüntülü bir ses tonu takındı “Atıf beyim. Öncelikle neleri doğru bildiğinizi söyleyeyim. Evet ben gerçekten de bir bey kızını kurtarmak için burdayım. Ama ne yazık ki o bey kızı sizin kızınız değildir. Haydutlarca kaçırılıp Şivan’a satılmış olan Bahar hatunu kurtarmak için görevlendirildim. Yeşilyurt beyi Demir’in kızı Bahar hatunu.”
Kalabalıktan büyük bir uğultu yükselirken zavallı bir adamın son umutları çöküyordu. Yeşilyurt şehrinin beyinin adı Demir’di ve Bahar adlı bir kızı da vardı ama kimse kızın kaçırıldığını falan duymamıştı. Atıf bey son bir umut kırıntısı ile “Ama Bahar hatunun kaçırıldığı falan yok.” Bahadır üzgün bir yüz ifadesi takındı “Bahar hatun şehirden sıradan bir kız kılığında çıktığı esnada haydutlarca kaçırıldı. Kaçırılanın bey kızı olduğu bilinseydi elbette çok fahiş bir fidye talep edilirdi. Kız da akıllı çıktı, sıradan bir kız rolünü sürdürdü. Bu esnada İsmail beyin aklına ben geldim. Çünkü bir şeyi daha doğru bildiniz, sizin kızınızla ilgili pek çok ip ucunu ben bulmuştum. Esasında mesleğim tüccarlık olmasına karşın bu takip işlerini çok iyi beceririm. Eğer şu esnada benim tüm şehrin önünde esas amacımı itiraf etmemi sağlamasaydınız şu anda siz olmasanızda bir başka baba evladına kavuşacaktı.” Atıf bey artık tamamen çökmüştü dizleri üstünde yere çöktü, gözlerinden sel gibi yaşlar akmaktaydı.
Bahadır “ Durun Atıf Beyim, her şey bitmiş değil bir planım var yardımcı olursanız ve hızlı hareket edersek hala Bahar hatunu kurtarabilirm.” Atıf bey ayakta bile duramıyordu “Cemil!” diye inledi kale komutanı hemen Beyin yanına geldi “Bu çocuk ne istiyorsa yap, kızı kurtarın.”
Bahadır özellikle Aram Alçakyan’la hesaplaşmak istiyordu ama vakit yoktu. Bahadır ve arkadaşları Cemil Komutanı takip ettiler bölgenin dev bir haritasının bir masaya serilmiş olduğu bir odaya girdiler. Cemil “Plan ne?” diye sordu. Bahadır anlatmaya başladı, “Plan basit, öncelikle şu anda bulabileceğimiz en az atmış adet at arabasına ihtiyacımız var. Bunları altı kervan halinde buralardan gidecekler”
Çok kullanılan Şivan’ın kontrolünde altı farklı yöne giden ticaret yolu gösterdi.
“Bu arabaları askerler sürecek ancak amaç savaşmak değil, Taşkını’ndaki haydut sayısını azaltmak. Bu arabaların en az üçü hedef alınacaktır. Kervanlar büyük olduğundan her birine en az elli atmış kişi ile saldıracaklar, bu da merkezi çok zayıflatacak, ben de bu esnada adamlarımla Taşkını’nda bey kızı kurtaracağım. Bu esnada senden en az iki yüz atlı hazırlamanı da istiyorum, acil bir durum olduğundan seçeri sipahileri silah altına alman sorun olmaz. Bu arada kervandaki askerler direnmesinler, arabalara elimdeki kumaşları yükleyeceğiz, kumaş ve arabaları haydutlara verip ölmeden ordan uzaklaşsınlar. Komutan “Bu iş bunca at arabası kaptırdığımız için bize bunca kumaş kaybettiğin için sana çok pahalıya mal olacak.” Bahadır “planın devamı var, sen atlı askerleri hazırla ve bir hafta içinde şurda ol (haritada bir yer gösterir) her şeyin nasıl çözüldüğünü göreceksin. Komutan başını salladı.
Bahadır ve ekibi acele ile kaleden çıktılar Bahadır Yusuf’a “Şehirde kaç kervan muhafızı bulabilirsen topla, işimiz var.” dedi.
İki saat sonra arkalarında atları üzerinde ellerinde mızrakları üstlerinde deri zırhları olan yirmi kervan muhafızı ile birlikte Moğolları karşılama yoluna gidiyorlardı. Bahadır’ın üzerinde tuhaf elma boyunda çömlek mazemesinden yapılma toplar vardı, bunlar zanaatkarlara yaptırdığı şeylerden biriydi. Ekip tüm silahlarını üstlerine almışlardı, Bahadır yayı çekmeyi yeni yeni başarmaya başladığı halde yanına yayını almıştı, üstelik daha hedef çalışmaya bile başlamadığından atamayacağını da biliyordu.
Kara zırhları içinde altı Moğol savaşçısı karşılarındaydı, Yusuf kervan muhafızlarına “Saldırın, hepsini öldürün! Her öldürdüğünüz Moğol için elli altın vereceğim” dedi. Ekip durup bekliyordu Bahadır “Hepsini öldürmeleri halinde elimiz boş döneriz, biri canlı lazım” dedi. Yusuf “Sakin ol ve izle” dedi. Kervan muhafızları atları üzerinde saldırıya geçerken Moğol atlıları tıknaz ve kısa olan ancak son derece seri manevra yapabilen atları ile çevreye dağıldılar. Kervan muhafızları onlara yaklaşmaya çalışırken at üzerinde birer birer onları vuruyorlardı. Yusuf konuştu “Bu adamlar o siyah zırhı boş yere giymiyor, onlar en seçkin savaşçılardan seçiliyorlar.” Kervan muhafızları ne olduğunu bile anlayamamışlardı, ölmelerine rağmen takibi sürdürüyorlardı, Yusuf bir el işareti yaptı ve tüm ekip hücuma kalktılar. İlhan muhafızlarla uğraştığından dikkati dağılmış bir kara zırhlıyı okla vurdu, bu esnada bir diğer kara zırhlı, muhafızlarca devrilmişti, Kara zırhlıların lideri olduğu belli olan bir savaşçı yayını ardına taktı iki eğik ve uzun süvari kılıcı çıkardı ve kalan muhafızlara daldı, altı muhafız bir dakika sonra ölmüştü, Yusuf lideri göstererek, “İlhan vur!” dedi İlhan inanılmaz bir serilikle ardı ardına üç ok attı, ancak üç okun tamamı kara zırhlı lideri tarafından havada biçilerek durduruldu. Bahadır, “Siz diğerlerini alın o adamı bana bırakın.” dedi Yusuf “Eminmisin?” diye sordu Bahadır başını evet anlamında salladı.
Bahadır ekipte kimsenin bu adama denk olmadığını anlamıştı at üstündeyken çömlek toplardan ikisini eline aldı, üstlerindeki küçük bir kapağı çekti, kapakta çakmak taşı ve sülfür vardı, bu ikili küçük yağlı bir bezi tutuşturdu. Bahadır’ın elindeki şey nef yağı bombasıydı, patlayan birşey değildi, isabet ederse karşıdakini yakardı. Bahadır düşmanın yaklaşmasını bekledi ve önce ilkini savurdu, Moğol savaşçısı kaçmak için manevra yaptığı anda tam kaçtığı yöne ikincisini fırlattı. Adam toplardan birinden hızlı manevra ile kaçtı, ancak ikinci toptan kaçamayacağından kılıncı ile durdurdu ancak kılınç çömleği kırsada içindeki nef yağının savaşçının üzerine saçılmasını önleyemezdi. Küçük yağlı bez savaşçıya değdiğinde Bahadır rahatladı, savaşçı alev aldı yere atladı, o kadar soğuk kanlı ve tecrübeli bir savaşçıydı ki panikleyip yanmak yerine kendi kendini yerde doğru şekilde yuvarlanarak söndürdü. Sonra yerden bir taş aldı okları atında kalmıştı, ve taşı Bahadır’a fırlattı, Bahadır atından devrildi. Az pişmiş savaşçı öfkeyle Bahadır’ın üzerine geliyordu, Bahadır kılıcını çekti ve kesesinden küçük bir torba çıkardı içinde bir toz vardı. Savaşçı ile aralarında iki metre kalınca eline üfledi, toz yanık savaşçının gözlerinin içine doldu, acı ile gözlerini oğuşturuyordu, bu esnada Bahadır iki acımasız hamle yaptı ve savaşçıyı baldırlarından yaraladı. Savaşçı yerdeydi.
Bahadır tüm bunları yaparken ekip boş durmuyordu.
İlhan bir Moğol savaşçısı ile atlı okçuluk yarışındaydı birbirlerinin oklarından seri hareketlerle kaçıyor birbirlerine seri biçimde ok atıyor atlarına manevra üstüne manevra yaptırıyorlardı.
Bu esnada Yusuf’da yayı ile bir yandan ok atarken diğer yandan Moğol savaşçısına dört nala koşuyordu, kötü okçu değildi, ancak bir seçkin bir Moğol savaşçısıyla bir atlı okçuluk duellosu sonu olurdu.
Tuğalp tecrübeliydi, atı ile üç metre çapında dev bir kayanın ardına saklandı, ve yayını hazırladı. Moğol savaşçısı bu esnada hayatının hatasını yaptı, Tuğalp’in arkasına saklandığı kayanın çevresinde geniş bir çember çizmektense dibinde biterek kılıçla öldürmeye kalktı, kılıçlar çarpıştı, Moğol savaşçısı gayet güçlüydü ama Tuğalp’in delicesine güçlü darbesini kılıcını sarstı, bu esnada Tuğalp sol eliyle Moğol savaşçısını boğazından yakaladı ve bir altmışlık adamı tek eli ile havaya kaldırdı. Moğol savaşçısı koruyla kılıcını bıraktı bu esnada Tuğalp’in ikinci eli adamın boğazına dolandı, bir seksen beşlik Tuğalp bir altmışlık Moğol savaşçısın yanında dev gibi kalıyordu. Güçlü kolları ve elleri ile adamı sıktı sıktı ve çatırt. Tuğalp tam bu esnada Bahadır’ın üzerine yürüyen Moğol savaşçısını gördü ama Bahadır az yanık Moğol savaşçısına bir toz üfledi.
Tuğalp henüz Moğol savaşçısını öldürmüştü, Bahadır karşısındaki az yanık savaşçıyı yere yıkmak üzereydi tam bu esnada Yusuf Moğol okçusu ile yan yana gelebildi, kılıçları çektiler, Moğol savaşçısı okçulukta Yusuf’a ne kadar üstünse Yusuf kılıçta Moğol savaşçısına o kadar üstündü, at üzerinde iki tur dövüştüler onuncu hamlenin sonunda Moğol savaşçısı göğsünden karnına inen derin bir kılıç yarasıyla yere devrildi.
Tam bu esnada acı bir inleme duyuldu. İlhan karşısındaki Moğol savaşçısını ok duellosunda yenmişti. Böylece tüm Moğol savaşçıları hemen hemen aynı anda yenilmiş oldular.
Arif yerdeki Moğol savaşçılarından canlı olan bir tanesini iyice bağlayıp muhafızlardan birinin atına yüklemişti, Bahadır “Şu yanık olanı da al ve hemen Akhisar’a dön!” dedi. Arif beklemedi bile iki atı yedeğine aldı, iki Moğol savaşçısını bağladı, atların üzerine koydu ve on dakika içinde yola koyulmuştu bile. Ekibin diğer üyeleri planın devamını gerçekleştirmeliydiler.
Tuğalp “İkisi de yaralı, ancak Arif bu azgın Moğollarla baş edebilir mi dersiniz?” Yusuf “Biliyorsun Taşkını’nı basmalıyız, bu işi daha az adamla yapamayız.” Bu esnada Bahadır’a döndü “Eğer o herifi yenemeseydin şu an hepimiz ölmüştük.” Bahadır “Neyse şimdi sıra Taşkını’nda açıkçası muhafızların bir kısmının bizle olacağını umuyordum, ama eğer onları Moğolları yormak için yollamasaydın şimdi hepimiz ölmüştük.”
Engebeli bölgeye kadar atlarını zorladılar, orda dört arkadaş attan indi ve bu sefer yaya olarak yola devam ettiler, dağ yolu boyunca İlhan elinde oku hazır yayı gerilmeyi bekler şekilde önden gitti gördüğü gözcüyü kaçmasına fırsat kalmadan indiriyordu, ilk gittiklerinde gözcülerin saklandığı yerleri görmüş olduğundan dolayı da araziye uyum sağlayıp gizlenmiş gözcüleri kolayca buluyordu. Taşkını’na yaklaştıklarında beş gözcü İlhan’ın oklarıyla can vermişti.
Kaleye yaklaştıklarında İlhan dur işareti yaptı tüm ekip durdu İlhan “Yaylarınızı çıkarın dedi, Bahadır dahil tüm ekip yaylarını hazırladılar. Bahadır “Biraz uzak değil miyiz?” diye sordu İlhan “Görürsün.” demekle yetindi. Kaleden yaklaşık yüz yirmi metre uzaktaydılar, İlhan ilk oku attı, dişleri olmayan kumtaşı sarısı surlardan bir haydut düştü, bunun ardından Tuğalp ve Yusuf da ok atmaya başladı, Bahadır da ilk okunu attı, bu hayatında attığı ilk oktu ve içinden okun kaleye isabet ettiğine şükretti, çok kötü atmıştı, koca kaleyi bile ıskalayabilirdi. Birkaç oktan sonra dört kadar haydut surlarda ölmüştü İlhan’ın niye o kadar uzakta durmalarını istediği ise hemen ortaya çıktı, surlardan atılan mıraklar en fazla yüz yüz on metre kadar gidiyor ve İlhan ve adamlarına ulaşmıyordu. Surlarda adam kalmadığına kanaat getiren İlhan tamam içeri girelim dedi.
Kapıya geldiler, Tuğalp iki buçuk metrelik kale kapısını tekmeledi ve sarstı ama kıramayacağı açıktı, Bahadır “Çekil Tuğalp, dedi.” Tuğalp “Yanımda büyük baltam olsaydı bu kapıyı…” diye söyleniyordu, Bahadır kapının yakılmaması için hiç bir önlem alınmadığını fark etmişti, kapı ne çamurlanmış ne ıslatılmış ne de deri ile kaplanmıştı, bahadır nef yağı bombalarından birini kapıya fırlattı. Kapı yanmaya başladı, ekip bu sırada oturup kapının yanmasını izlemeye koyuldu, çünkü bu biraz zaman alacaktı.
Üç saat sonra kapı iyice yanmıştı, Tuğalp çizmeli ayağıyla kapıya bir tekme attı, simsiyah yanık kapı birkaç parçaya ayrılarak yere düştü, karşılarında yan yana dizilip uzun mızraklarla kendilerini korumaya çalışan üç genç haydut vardı, Bahadır beklemekten sıkılmış olan Tuğalp’e “Öldürme, katıra ihtiyacımız olacak.” dedi. Tuğalp “Peki dedi. Cüssesinden beklenmeyecek bir çeviklikle sıçradı mızrakların üstünden atlamıştı, iri tokatı önce gençlerden birini buldu, genç bir metre savruldu diğer ikisi korkudan ellerini kaldırdılar. Bu esnada hancı, hancı yamağı orada çalıntı mal almak için bulunan yedi tüccar ve beş dansçı kız durumu izliyordu. Gelenin Bahadır olduğunu gören kızlardan biri bağırdı “Sözünde durdun, kahramanım!” Bahadır, hancıya döndü, kızın suratına bile bakmamıştı, boğazına kılıcını dayadı. Hancıya ve tüccarlara hitaben “Bana mal taşımamda yardımcı olacaksınız” dedi. Hancı korku içinde Bahadır’ı çalıntı malların bulunduğu yere götürdü, büyük ilkel asma kilit denebilecek bir kilitle kitli metal bir kapı vardı karşısında. Bahadır metal kapıya birkaç kez tıkladı, ardından kilidi kontol etti, gülümsedi. “Bana bir halat getirin” dedi, ardından halatı kilide bağladılar, herkesi çağırdı, buna dansçı kızlar da dahildi, “hepiniz çekin.” Şangırtı ile kilit kırıldı, yüzüne merakla bakan kalabalığa “Salak herif güvenli olsun diye çelik kilit yaptırmış, ama çelik esnemeyen çelik, haliyle kırılıyor.” dedi. İlhan Bahadır’a bir fıçıya saklanmış olan bir haydutu işaret etti, Bahadır hayır anlamında başını salladı, ardından hazineyi yağmaya geçtiler. Dansçı kızlar dahil kaledeki herkese hazineleri yüklendirttiler, Bahadır ganimetten memnundu ama bu muhtemelen son üç ay içinde çalınmış olanlardı, çalınanların paraya çevrildiğini ve o paranın bir yerlere gittiğini tahmin etti.
Ellerinde çok çeşitli değerli mal ve altın dolu çuvallar yola koyuldular, Kaledeki herkes mal taşıyordu, kızlar dahil, ancak Yeşilyurt’lu kız hariçti kız “Beni kurtardığın için teşekkür ederim.” dedi. Bahadır “Sana bir söz verdim ve tuttum, yani önemli değil. Yalnız bilmen gereken bir şey var.” Kız “Nedir? Yoksa benden bir şey mi istiyorsun” diye sordu Bahadır işveli bir tavırla gelen bu sözlere “Evet ancak sandığın şey değil, konuyu uzatmayalım, senin hakkında Yüksekhisar beyine yalan söyledim, bundan sonra senin adın Bahar ve Yeşilyurt beyi Demir’in kızısın, en azından şimdilik bu oyunu yapman gerekiyor.” Kız “Beni kurtarmak için beye yalan mı söyledin!” dedi. Bahadır içinden, “Bu kadın kısmı dünyanın kendi çevrelerinde döndüğünü sanıyor.” Diye geçirdi.
Üç gün boyunca kızlar kendi dillerinde söylenip durdular, Bahadır meselenin artık adı Bahar olan kızın hiç bir şey taşımadığı halde onların yük taşıması olduğunu tahmin etti ama dillerini anlamadığı bu kızlara zaten bir şey söyleyemezdi.
Bahadır ve arkadaşları planlanan yere ulaştılar. Bu esnada arkalarında bir kalabalık belirdi. Keçi kılı elbiseleri içinde Kurmançi haydutlar karaltılar halinde gözükmüştü ve yaklaşmaktaydılar. İlhan “Kaledeki o adamı niye bıraktık, yerimizi gösterdi.” dedi. Bahadır “Zaten plan buydu, bir kilometre kadar uzaklarında olan iki yüz kişilik kalabalığı işaret etti, gelsinler. O esnada tam öbür taraftan karaltılar belirdi Bahadır gülümsedi “Tam olarak tuzağıma düştüler.”
Kurmançiler sürekli dağlarda yaşamışlardı, ellerindeki fırlatma mızrakları özellikle yüksekten atılınca çok etkiliydi ve Bahadır haklarını vermeliydi ki korkak değillerdi. Bu özellikler onları dağlarda çevik ve güçlü kılıyordu.
Şivan adamlarının başında belirdi, aralarında artık sadece yüz metre vardı, Şivan adamlarını durdurdu, ve kendisi biraz öne çıktı. Şivan uzun değildi, kısa değildi, çok kaslı sayılmazdı ama sıska da değildi. Açıkçası sıradan gözüken biriydi. Ama üstünde güçlü liderlerde bulunan havadan vardı. Bahadır da öne çıktı Şivan “Hazinemi yağmalamışsın çocuk. Eğer kavgasız hazinemi teslim edersen canını bağışlarım.” Bu laf Bahadır’ı huzursuzlaştırdı, planını mı çözmüştü yoksa, kendi kendine dağlarla aralarında çok mesafe var artık kaçamazlar dedi. Zaman kazanmalıydı. Bahadır “Şivan, teke tek dövüşelim, eğer sen kazanırsan hazineyi ve senin adamlarını kavgasız teslim alacaksın, eğer ben kazanırsam senin adamların savaşmadan buradan gidecekler.” Şivan düşündü, “Olur.” Yusuf Bahadır’a “Canına mı susadın sen, kılıç savurmayı daha yeni yeni öğreniyorsun, beceriksiz bir haydutu yenebilirsin, ama onu yenemezsin.” Bahadır “Gözünün önünden ondan çok daha güçlüsünü yendim.” dedi. Yusuf Bahadır’ın niyetini anlamıştı.
Yusuf ilaç ve bitki kesesinden küçük bir şişe çıkardı, kılıcına sürdü. Bu esnada Şivan eline normalde fırlatmakta kullandıkları kısa mızraklardan birini aldı ve kılıcını yere bıraktı bu Bahadır’ı korkuttu, çünkü Şivan’ın kendisi kadar olmasa da kılıç kullanmada acemi olduğunu tahmin ediyordu. Ancak Şivan taş uçlu mızrakları muhtemelen tüm hayatı boyunca kullanmıştı.
Bahadır ile Şivan’ın arasında sadece beş metre vardı, Bahadır derin bir nefes aldı kılıcını iki eliyle tuttu nefesi verdi. İlk hamlenin Şivandan gelmesini bekleyecekti. Çünkü saldırı hamlelerinde acemi biri olarak çok açık veriyor, bu da rakibin tek hamlede onu öldürebileceği anlamına geliyordu. Şivan ilk mızrak savurmasında Bahadır’ın bacağına kan akıtan bir çizik attı, Bahadır pozisyonunu ayarlayarak ikinci hamleyi karşılamaya hazırlandı, bu seferde başına doğru gelen bir saplama hamlesini ucuz atlattı. Birkaç hamle sonra Şivan Bahadır’a dört yerinden hafif yaralar vermişti, Şivan kendine güvenle bu sefer gövdesinde Bahadır’ın bile erişebileceği bir açık bırakan bir hamle yaptı, Bahadır fırsattan istifade saldırdı. Bahadır Şivan’a kanayan bir çizik atmıştı. Bahadır gülmeye başladı, Şivan “Neden gülüyorsun bu sadece bir çizik.” dedi. Bahadır birkaç adım geri attı ve savunmaya iyice kapandı. Şivan her hamlede gücünün azalmaya başladığını hissetti önce, sonra Bahadır’ın niye güldüğü aklına geldi. Bu çocuğa yenilemem dedi ve daha hınçla saldırdı. Bahadır rakibinin zehrin etkisini arttırmasını keyifle izliyordu, zehir etkisini göstermeye başladıktan sonra Şivan biraz yavaşlamıştı ve bu Bahadır’ın Şivan’ın tüm hamlelerini rahatlıkla atlatmasını sağlıyordu. On dakikanın sonunda Şivan yere devrildi. Bu esnada bir gümbürtü duyuldu, bu atların dört nala gelmesinin sesiydi. Bahadır kazanmak istediği zamanı kazanmıştı. Şivan Keçmetike’ye ihanet etmiyeceğim, beni konuşturamayacaklar dedi. Hançerini çıkardı, kendine saplayacaktı ki Bahadır elini tuttu, “Tüm bu eziyete seni canlı ele geçirmek için katlandım, yani öbür tarafa konuştuktan sonra gidersin.” dedi.
Yusuf Yüksekhisar bölgesindeki tüm sipahilerin geldiğini tahmin etti, sayıları üç yüz- dört yüz kadar olmalıydı. Haydutlar ne olduğunu anlayamadan süvariler birkaç koldan saldırıp ok yağdırmaya başladılar, haydutlar mızrak fırlatıyorlardı, ancak dört nala ok atan sipahilere isabet ettiremiyorlardı. Bu esnada liderlerinin esir alınmasını da izlediler. Tuğalp Şivan’ı bir çuval gibi omzuna yükledi. Bu esnada Bahadır sırıtıyordu.
Haydutlar bu sefer kaçmaya çalıştılar ancak nereye kaçmaya çalışsalar düz arazide süvariler önlerini kesiyordu, haydutların sayısının yeterince azaldığına kanaat getirmiş olacak ki sipahilerin komutanı kılıç ve mızraklarla saldırma emri verdi, süvariler zaten bilmedikleri bir arazide çarpışan ve atlara karşı kullanmak için uzun piyade mızrakları olmayan haydutları biçmeye başladılar. Gün sonunda haydutlardan sadece birkaçı kaçabilmişti. Kalanlar ya esir alınmış ya da öldürülmüştü.
İşleri bitince Yüksekhisar komutanı Bahadır ve arkadaşlarının yanına geldi “İnanamıyorum, “Şivan belası bitti” dedi. Bahadır “Daha değil komutan, bence adamlarını al ve Taşkını’na git ardından kuma bir bina planı çizdi, “Bunlar kalenin destek noktaları, buraları yıkarsan kale yıkılır. O kale orda durdukça içine yerleşecek başka haydutlar da çıkacaktır. Komutan adamları ile birlikte Taşkını’na gitti.
Ekip yanlarındaki esirlerden uzaklaştı. kendi aralarında toplandılar. Yusuf “Şimdi ne yapıyoruz.” Bahadır “Eskiden olsa ödül parası ya da mallarımı kurtarmanın peşinde olurdum ancak durum gerçekten tehlikeli, hemen Akhisar’a dönmeliyiz.” İlhan “Ne tehlikesinden bahsediyorsun, Kara zırhlı Moğolları yendik ve Akhisar’a yolladık. Şivan’ın eşkıyaları öldü ve kendisi de elimizde.” Bahadır “Taşhisar da kuvvetli birileri benle uğraştı, orada güvende değiliz. Hemen şehre gidelim, ganimetleri dört atla çekilen bir arabaya yükleyelim, kızları salalım esir haydut ve tüccarları subaşına teslim edelim ve tabi yalanım ortaya çıkmasın diye Bahar’ı yanımıza alacağız. Sonra da hemen Akhisar’a dönelim. Bahadır ekibe baktı “Tuğalp, baş olan sensin.” dedi. Diğerleri de başlarıyla onayladılar.
İki saatte Taşhisar’dan çıktılar, subaşı zaten onları kapıda karşıladı, kızları yardımcı olması için haydutları ve çalıntı mal işi yapan tüccarları ise kadı önüne çıkarması için subaşına teslim ettiler. Subaşı Şivan’ı götürmemelerini rica etti ama dinlemediler, sonuçta bey kızı kaçırdı diyerek yanlarına aldılar. Şivan’ın ellerini kollarını bacaklarını bağladılar. kızı arabanın başına geçirdiler ve hızla Akhisar yoluna gittiler.
Bahadır Taş hisardan bir gün uzaklaştıktan sonra arkadaşları ile ganimet sandıklarını açtı. İçleri çok para edecek şeylerle doluydu. Sırıttı. Bu esnada herkesin Bahar dediği kız “Ben ne olacağım?” diye sordu. Bahadır “Akhisar’a varınca orda beye senin yanına birini verip ailene yollamasını söyleriz, merak etme.” dedi. Bahar Bahadır’ın ellerine yapıştı “Benim için katlandığın onca zahmetten sonra gerçekten bana hiç ilgin yok mu?” Bahadır “Bak kızım, seni ben sevdiğim için kurtarmadım, sözüm olduğu için kurtardım, o sözü de bana işime yarayacak bilgiler verdiğinden verdim zaten.” Bahar hayal kırıklığı içindeydi. Bahadır kıza “Üzülme, kendine uygun birini bulursun, ben macera, para ve bilgi peşinde koşan bir adamım benden sana yar olmaz.” dedi. Kız derin derin iç çekti.
Akhisar’a çok hızlı vardılar. Ellerindeki malları ve kızı Yusuf’un büyük konağına bıraktılar ve yanlarına Şivan’ı alıp beyin hisarına gittiler. Muhafız hemen onları beyin yanına götürdü. Ancak gittikleri yerin beyin kabul salonu değil de zindan olduğunu fark ettiler. İsmail bey inanılmaz öfkeliydi. Arif yanındaydı. İki Moğol ise zincirlerle, prangalarla zindan duvarına bağlıydı. Yüzlerindeki kan bir göstergeyse epeydir işkence görüyorlardı. İsmail bey “Günlerdir işkence ediyorum ama konuşmuyorlar.” dedi. Bahadır Şivan’ı taşıyan Tuğalp’e “Onu da prangala dedi. Moğolların bakışından İsmail bey onların Şivan’ı tanıdığını anladı. İsmail bey “Bu kim.” diye sordu Bahadır “Şu ünlü eşkıya Şivan.” dedi. İsmail bey “Onca adamı olan birini nasıl kaçırdınız diye sorardım ama…” durdu kaldı Arif “Beyim, rahatlayın, Bahadır onları konuşturmanın bir yolunu bulur. Sakin olun.”
Bahadır “Beyim, işkencenin işe yaramadığı ortada, başka bir şeyler deneriz, hele bir durumu size anlatalım bir konuşalım. Bunların bir yere gittiği yok.”
Beyin kabul salonuna çıktılar. Bahadır beyin yanına yaklaştı yaklaşık on dakika boyunca kulağına bir şeyler fısıldadı. Bey eli çenesinde başını sallaya sallaya Bahadır’ı dinledi, arada yine fısıldayarak bir şeyler sordu. Fısıldaşma bittiğinde Tuğalp “Bize de anlatacak mısınız?” diye sordu. Bahadır “Bu iş şimdilik tıkandı arkadaşlar. Yarın buraya tekrar geleceğim ve beraberce sorguya gideceğiz, eğer adamları konuşturabilirsem beye ne anlattığımı sizde öğrenmiş olacaksınız, eğer konuşturamazsam ki konuşturabileceğimi sanmıyorum, bu mesele şimdilik kapanacak. Son olarak beye döndü “Bir başka mesele daha var, bir kızın Yeşilyurt’a götürülmesi gerekiyor. İsmail bey “Tamam, subaşı Bahadır’ın götürülmesini istediği kızın yanına birilerini ver götürsün.” subaşı “Baş üstüne beyim.” dedi.
Yusuf’un evine giderken Yusuf “Ne oluyor da bizden bildiğini gizliyorsun Bahadır yoksa bize de mi güvenmiyorsun.” Bahadır “Elimde kanıt yok, peşinde olduğum kişi ne bildiğimi bilirse işimiz daha da zorlaşır. Bildiğiniz gibi iki işinin bildiği sır değildir, beni bu iş İsmail bey için yapmıyor olsaydım ona bile bildiklerimi anlatmazdım.” Eve geldiler, ev ahalisi misafir diye Bahar’ı güzelce yedirmiş giydirmişlerdi, kız Bahadır’a gelerek “Hoş geldin.” dedi. Bahadır isteksizce “Hoş bulduk” dedi.
Bahadır arkadaşlarına “Bence gidip ganimeti paylaşalım.” dedi. Yusuf “Paylaşacak mıyız hepsine sen konmayacak mısın?” dedi. Bahadır “ Siz olmasaydınız bu işlerin hiç birini başaramazdık. Önce ganimeti paylaşacağız, sonra da Taşhisar’a geri gidip ödül parası verirlerse almayı deneyeceğiz.”
Tuğalp “Haydutları bitirdik, Şivan’ı yakaladık. Niye parayı vermesinler?” dedi.
Bahadır “Haydutları sipahiler yendi, Şivan’ı ise Taşhisar’a değil Akhisar’a teslim ettik, yani büyük ihtimalle iki parayı da vermeyecekler, ama ben yine de birkaç bin altın koparacağımızı ümit ediyorum.
Ganimetleri sıra ile paylaşacaklardı. Kur’ada birinci Arif ikinci ilhan üçüncü Tuğalp dördüncü Bahadır ve Beşinci Yusuf olarak çıktı, ilk önce Arif Gördüğü en değerli iri elmaslarla süslü altın gerdanlığı aldı, sonra İlhan kılıfı altın ve mücevherlerle süslü bir tören kılıcı aldı, Tuğalp ise som altından yapılmış iri bir altın külçesi aldı. Bahadır rahat bir nefes aldı, üçlü gözlerine en değerli gözüken şeyleri almış olduğundan neyi gözden kaçırdıklarını merak ettiler. Bahadır’ın, çok iyi yapıldığını Arif’in bile ilk bakışta anladığı fakat hiç bir süsü olmayan sade bir kılıç aldığını gördüler. Yusuf “Bu kılıç çok mu pahalı?” diye sordu. Bahadır “Sizin için değil, benim için öyle.” cevabını verdi. Yusuf dikkatle hazineleri inceledikten sonra çok güzel ve kalın mücevherli bir altın kolye aldı.
Sıra tekrar başlayacaktı, Yusuf “siz devam edin dedi” odadan çıktı birkaç dakika sonra bir kadının sevinç çığlığı duyuldu, Yusuf sonra geri döndü. “Benim birinci hatuna verdim, çok sevindi.” dedi. Sonra tekrar dağıtım başladı, yine aynı şeyler oldu, herkes en değerli gördüğü altınları mücevherleri aldı. Bahadır bu sefer bir yay aldı, “İlhan, bu yayın çok değerli olmasını sağlayacak hiç bir özelliği yok.” dedi. Bahadır “Benim için değerli.” dedi. Yusuf bu sefer mücevherlerle süslü gayet kalın bir bileklik aldı, odadan çıktı bu sefer başka bir sevinç çığlığı duyuldu. Yusuf “Benim ikinci hatun, çok beğendi.” dedi.
Bu sefer sıra tekrar başladı, şaşırtma sırası Arif’teydi sade bir kitabı alarak sırasını savdı, Bahadır “O kitabı alma, bana bırak!” dedi. Arif güldü ve “Bu kitap benim için çok değerli.” dedi. Bahadır öfkeli bir şekilde “Ne yani Fars mühendisliği üzerine Farsça bir kitap mı senin için çok değerli? Sen Farsça bile bilmiyorsun.” dedi. Arif “Sende Farsça bilmiyorsun, bu da demek oluyor ki sırf bu kitap için ya Farsçayı öğreneceksin ya da yığınla para verip çevirteceksin, yani bu kitap senin için çok kıymetli.” Bahadır “Tamam iki yüz altın.” Arif “beş yüz” dediği anda Bahadır derin bir “ohhh” çekti, “tamam kabul dedi.”
Ekip birbirlerine baktı Yusuf “Bahadır, bizi bir oyuna getirmeye çalışmıyorsun değil mi?” dedi. Bunun üzerine Bahadır “Tamam gizemli olmayı bırakıyorum. Şu kılıcın üzerine bakın.” dedi. Kılıç üzerinde hafifçe farklı iki farklı renk vardı ön kısmındaysa sanki uç ağırlığı arttırılsın diye ucun keskin olmayan arka tarafına eksta bir parça eklenmişti. Ardından Bahadır kendi kılıcını çıkardı, kılıcı hafif eyimliydi ve onun kılıcında da iki farklı renk vardı fakat renkler biraz farklıydı. Bu sefer Bahadır “Yusuf Kılıcını çırarırmısın?” dedi Yusuf kılıcını uzattı, onda da iki farklı renk vardı ama bu kılıçta da renkler biraz farklıydı ve kılıç Bahadır’ınkinden biraz daha eyikti.
Bahadır “Yusuf abi, bu üç kılıcı da savur, ve farklarını söyle.” Yusuf teker teker kılıçları savurdu inceledi tekrar savurdu bir kanaati oluşunca konuşmaya başladı. “Benim kılıcım sözde memleketin en iyi kılıç ustalarından olan Taşhisar’lı Cevat ustanın eseri. Senin kılıcını savurana kadar kendiminkini iyi sanırdım, senin kılıcın hem daha keskin hem daha esnek, ki bu nasıl mümkün olur bilmiyorum. Bu üç kılıçta dımşık çeliğinden yapılmış, ama bence seninki en iyisi. Fakat şu ucu fazladan parça ile ağırlaştırılmış olan sanki biraz daha keskin, zannediyorum bu kılıç Haçlılarla savaşmak için Gulam’larca yapılmış. Çünkü ucundaki ağırlık yapan fazladan parça darbe ve delme tesirini arttırmak için yapılmış gibi.” Ardından tekrar baktı, “Ucundaki bu fazla parça aynı zamanda zırhın zayıf noktasına kolayca erişmek için de kullanılıyor değil mi?” Bahadır “Bende dediğin gibi tahmin ettim, kısaca bu kılıcı çalışıp…
BİTTİ EVET BİTTİ, GERİSİNİ YAZMADIM, YAZARSAM MUTLAKA HABERİNİZ OLUR!!!
Mustafa SÖYLEMEM
Hikayenin Bölümlerini Okumak İçin;
- Bölüm İçin TIKLAYINIZ
- Bölüm İçin TIKLAYINIZ
- Bölüm İçin TIKLAYINIZ
- Bölüm İçin TIKLAYINIZ
- Bölüm İçin TIKLAYINIZ
- Bölüm İçin TIKLAYINIZ
- Bölüm İçin TIKLAYINIZ
- Bölüm İçin TIKLAYINIZ
Hikayenin devamı uzun süre gelmeyecek. Beklemem sonunu söyle diyen varsa hikayenin sonunu söyleyebilirim.
Nasıl bir filmin sonunda ne olacağı belli olsa dahi, sonunu öğrenince filmin bütün güzelliği kaçıyor, işte bunda da sonunu direk söylemen gerçekten bütün güzelliğini bitirecek diye düşündüğüm için şahsen söylemeni istemem.
Hikayene gelince bütün bölümlerini zevkle okudum. Bu bölümde dahil. Ender kişiler okuyucuyu hikayenin içine çekmeyi başarıyor. Sizde bu hikayede gerçekten başarılısınız. Umarım devamını kısa sürede yazarsın. Başarılarının devamını dilerim.
Çok teşekkür ederim. Yıllık iznim esnasında hüddam ustasını bitirmeye çalışacağım. O yüzden bu hikayenin devamı uzun süre gelmeyebilir. Bu arada benden çok daha başarılı bir yazarsınız. Okuyucular sizi seviyor ve takip ediyorlar. Benim hikayelerimse pek tutmuyor. Sizce sebebi ne olabilir.