Ateş Düştüğü Yeri Yakar 4. Bölüm
Hikaye Oku; Sınır kapısından geçtikten sonra biraz uzaklaştım. Tenha bir yere gittim çevreme bakındım ve kimsenin bana bakmadığından emin oldum, sonra altın zinciri seyahat boyunca yanımdan ayırmadığım sırt çantama sakladım. Artık yankesicilik ve gasp baya sıradanlaşmaya başlamıştı. Bunda hem fakir ve çaresiz insanların sayısındaki artış hem de polislerin sayısının azalması etkiliydi. O yüzden tedirgin olmam gerekiyordu.
Otobüse binip İç Anadolu’daki memleketime ulaştığımda rahat bir nefes aldım. Otogarda araçtan indim. Otogarda otobüsten iner inmez ellerinde ucuz incik boncuk tarzı şeyler bulunan ve bunları satmaya çalışan yirmili yaşlarda gençler çevremi sardı. Bunlar benim gibi işlerinden atılmış ya da belki hiç işleri olmamış kişilerdi. Ekmek parası kazanabilmek için bu işi yapıyorlardı. Otogarda indikten sonra yürümeye başladım. Memleketten sadece bir haftadır uzaktım ama işler her nasılsa daha da kötüye gitmişti. Bunun sebebinin Martın başında olmamıza rağmen bozulan iklim nedeniyle şubattaki kadar soğuk olan hava olduğunu tahmin ediyordum. Önce dolmuşların geçtiği yere gittim. Bir kız bana “Müşteri olmadığından artık çalışmıyorlar.” Dedi. Dikkatimi kıza yönelttim. Kız komik bir makyaj yapmıştı. Artık makyaj malzemeleri çok pahalı olduğundan kadınların uydur kaydır malzemeler kullanarak ev yapımı makyaj malzemesi üretmesi sıradan bir şeydi. Ama bu kız çok güzeldi. Genelde güzel kızlar bu komik gözüken uyduruk makyaj malzemelerini kullanmazdı. Gözlerimi yüzünden vücuduna kaydırdığımda üstüne olabildiğince dar elbiseler giydiğini fark ettim. Kız biraz titreyerek “İyi zaman geçirmek istersen saati beş dolar yani yüz lira” az ilerde ışıkları yanan bir ev gösterdi “Mekanım orası” bu sözleri duyunca içim acıdı. Bunun iki sebebi vardı bir haftada dolar yine çok artmıştı ve normalde bu işlere bulaşmayacak bir kız çaresizlikten bu duruma düşmüştü. Tiksindim biraz ve üzüldüm. Hızlı adımlarla yürümeye başladım kız arkamdan çaresizce bağırdı”Açım, bir paket bulgur için de yaparım!” O an mideme yumruk yemiş gibi oldum. Ama yürümeye devam ettim.
Ben müstakil bahçeli evlerin olduğu üç kattan fazlasına izin olmayan bir bölgede otururum. Bilirsiniz tek, çift katlı bahçeli evler ve bahçelerde meyve ağaçları. Yürüyerek mahalleme vardığımda korkunç bir manzarayla karşılaştım. Bahçelerdeki meyve ağaçlarının çoğu kesilmişti. Hava soğukluğu yüzünden titreyince niye olduğunu anladım.
Eve vardığımda karşı komşumuz Zeki dayının da ağaçları kesmek üzere olduğunu gördüm ve bağırdım “Dur zeki dayı, kesme!” Zeki dayı ağlamaklı “Bizim oğlan, havanın ısınacağı yok, benim bebeler (torunlarını kastediyor) nasıl ısınsın?” Ben “Ağaçları bana kaç torba kömüre satarsın?” Dedim. Zeki dayı kafasını kaşıdı düşündü “beş ağaç için yirmi torba kömür!” Dedi ben “Sana on torba vereyim. Yazın meyveleri yarı yarıya bölüşelim” dedim. Dayı sırıtarak “Peki” dedi.
Eve girdim ve selam verdim evde de ben yokken tuhaf şeyler olmuştu büyük bir şirkette baş mühendis olan abim evdeydi ve yüzünde bizlerin kara nokta çaresizliği dediği bir ifade vardı “Abi ne oldu” dedim. “Şirket battı, artık bende işsizim.” Yengem bir ay önce işten atılmıştı. Abimde işten atılınca ana evine gelmiş olmalıydı. Bu çok sıradan bir durumdu. İnsanlar işlerinden atılıp baba evlerine dönüyorlardı sık sık. Böylece en azından ısınma maliyetinden tasarruf ediyorlardı. Bende çaresiz “Hoş geldin abi” dedim.
Odama gittim ve uyudum.
Ertesi gün annemi başımda buldum, benden bir şeyler isteyecekti. Bana “Şu altınlarının hayrını görelim evde erzak ve kömür çok azaldı” dedi. Kömürü en başından az almıştım. Erzağın ise mevcut şartlarda bitmesi doğaldı. Dışardan hiç bir şey almaz olmuştuk. Ekmeği bile evde yapıyor ve sürekli makarna, bulgur ve bakliyat stoğundan yiyorduk.
İçinde zincir olan sırt çantamdan seyehat için aldığım elbise ve çamaşırları çıkardım. Yanıma sınır kapısından geçeceğim için daha önce almamış olduğum komando bıçağımı aldım ardından yola çıktım.
Kuyumcuya girdim, ilk dikkatimi çeken av tüfekli bir adamın kuyumcuya badigartlık yapması oldu. Kuyumcuda zinciri atmış gram altın artı sekizyüz dolara bozdurdum bu da 3200 dolara geliyordu. Esasında 3500 ederdi ama durumlar malumdu. Dolarlardan iki yüzünü oracıkta tanesi yirmi tl den tlye çevirdim. Bu esnada içim acıdı. Ama bir şeyden emindim. Doların başına da aynı şey gelecekti dolar da birkaç seneye belki bir iki seneye çökecekti. Zaten o yüzden paramı olabildiğince altın olarak tutuyordum.
Ordan evimin yanındaki üç harfli mağzaya doğru yürüdüm. Manzara korkunçtu. Pek çok raf boştu. Bunun eninde sonunda olacağını biliyordum.
Basitçe ne olduğunu anlatayım. Hani fırsatçılar diye başlayıp kızıyoruz ya. İşte o oldu. Kısaca devlet marketlere baskı yaptı aldıkları ürünleri makul fiyatlara satsınlar diye. Mesele şu ki market elindeki malları makul fiyata satınca mesela yüze aldığını yüz eliye satınca ve bu satıştan vergi, kira, elektirik, su, işçi gibi maliyetler çıkınca eline otuz tl kar kalıyor ancak yeni malı almaya kalkınca yeni mal yüz otuz tl, yani fiyatı makul tuttuğu için ikinci sefere bu sefer hiç karsız, üstelik masraflar eklenince zararına satması gerekiyor. Bu durumda üçüncü bir satış olmuyor. Marketler devletin tavan fiyat uygulaması yüzünden kar edemedikleri ürünleri satmayı kesiyorlar. Böylece market rafları boşalıyor ve bu ürünler çok daha fahiş fiyatlara sahip bir karaborsada satılmaya başlanıyor.
Markette birkaç ürün arasında işime yarıyacak olanları bol bol aldım. Market arabasına yükleyip eve götürdüm. Eve aldıklarımı indirirken annem”Hani bu kadar mı?” Dedi. Anneme dönüp “Markette raflar boşalmış. Şimdi bit pazarından kalanları bulurum.” Dedim.
Elimde pazar arabası bit pazarına kadar yürüdüm. Bit pazarı eskiden normal bir bit pazarıydı, krizle beraber her şeyin özellikle de kara borsa durumuna düşmüş malların satıldığı bir yer haline geldi.
Yürüdüğüm esnada telefonumu açtım, internet ve elektirik sahip olduğumuz son lükslerdi. Son dakika haberi olarak dolar kurunun sabitlendiği haberi vardı. Ben içimden “Yine iyi direndiler.” Dedim. Döviz kurunun sabitlenmesi olabilecek en kötü şeylerden biriydi. Yakında dolar karaborsa olacaktı ve resmi kurla karaborsa kuru arasında dağlar kadar fark olacaktı.
Bit pazarına vardım. Bit pazarı altı ay önceki halinin en az on katıydı. Pazarda gıda ürünlerinin satıldığı bir bölüm de oluşmuştu. (Bit pazalarında normalde gıda satılmaz) Gezmeye başladım. Un, bulgur, fasulye, mercimek, yağ, salça ve tabi zengin olduğumdan kaşar ve sucuk ta aldım, harcamayacaksam kazanmanın ne anlamı vardı. Ne bulduysam alıyordum. Alacaklarımı alırken bol bol pazarlık yapıyordum. Ancak bu ürünlerin pek çoğu normal olarak marketlerde bulunamadığından çok pahalıydı.
Alışverişten yorulunca bir kahveye oturdum. Çay söyledim. Çay geldi. Televizyonda her zamanki içerik vardı. Dış güçlerin bizi nasıl kıskandığı ve ekonomimizin ne kadar iyi durumda olduğunu anlatıyordu. Televizyona göre döviz kuru sabitlenerek fırsatçılara bir ders verilmişti. Keyifle çayımı yudumladım. Keyifliydim çünkü adamın söyledikleri baya komikti.
Kahveden çıkıp yandaki kömürcüye gittim, insanlar çaresiz olduğundan kara borsacı kömürü çok pahalı satıyordu. Adama taşıma dahil bir ton kömür için anlaştım. Mal tesliminde ödeme yapacaktım.
Ardından bit pazarının içlerine girdim. Bir daha ki ticaret seferimde iyi kârâ satabileceğim bir şeyler arıyordum. Ama çok yürümeden karşıma çaresiz gözüken bir adam çıktı. Gerçi bu manzara artık çok sıradandı.
Bana bir tabanca uzattı, tabancayı incelemeye başladım. Bana “Tabanca, kutusu ve harbisiyle (temizleme çubuğu) beraber üstüne yüz mermi sadece yüz dolar” dedi. Tabanca 7,65 fatih 13 mod 3’tü benim için ideal tabanca olmaktan çok uzaktı. Ancak ortalık iyice tehlikeli olmuşken fatih 13 gibi rahatça taşınabilen, küçük ve hafif bir tabancamın olmasını isterdim adama döndüm ve “50 dolar” dedim adam “80 olsun bari” dedi. Aç bir adamı bulduğunuzda onla pazarlık yapmak çok kolaydır. Birkaç adım attım ve adamın inleme gibi sesi geldi “tamam” gülümsedim. Elime aldım üst kapağını söktüm ve namlusunun arkasına bıçağımı getirdim, namlunun içi bıçağın ışığı yansıtması ile iyice aydınlandı. Tancaya iyi bakılmıştı hiç karıncalanması yoktu. Parayı uzattım.
Alışverişim şimdilik tamamdı. Eve doğru yürümeye başladım.
Mustafa Söylemem
Başka biyerde yayınlarmısınız..
Başka biyerde yayınlarmısınız
Devamııı gelsiinnnnnnn :)
Yolladım. Gelir yakında.
Ahmet ve bu hikayeyi okuyan diğer arkadaşlar. Malumunuz bu hikaye sakıncalı konulardan bahsediyor silahlar üzerine ayrıntılı bilgiler içiriyordu. Hikayenin beşinci bölümünde sakıncalı meseleler baya arttığı gibi (öldürülen suriyeliler vardı) hem silahlar hem de silahların tesirleri konusunda kanlı tasvirler içermekteydi.
Bu site gayet anlaşılabilir bir şekilde kendilerini reklam verenler ve okuyucuların gözünde kötü duruma düşürecek içelikler istememektedir. Bu yüzden hikayemin beşinci bölümü tekrar ediyorum gayet anlaşılır ve mantıklı sebeplerle yayınlanmayacaktır.