Hayatın İçinden Bir Hikaye; “Adam Olmak”
Hikaye Oku; Gece alabildiğine aydınlık, dolunay semaya takılmış sokak lambası gibi her yeri aydınlatıyor. Bu güzel geceye ayrı bir güzellik katan mehtap tatlı tatlı yüzünü okşuyordu. Denizin tuzlu nemiyle mehtap hüzünlü kalbini kavuruyor, nemin ıslaklığı gözyaşlarına dönüşüyor ve damlalar yanağından kalbinin üzerine göğüslerine doğru sızıyor.
Ne acınacak bir hal. Bu ışıl ışıl parlayan dolunaylı gecede herkes ailecek çoluk çocuk dolaşıyor. Bir, o yalnız kimsesiz.
Görev yaptığı köyden büyük ideallerle umutlarla bu koca şehre gelmişti. Ne acıdır ki, yapayalnız gelmek zorunda kalmıştı. Ne eşini ne çocuklarını ne de doğru dürüst bir eşya getirebilmişti. Ailesi, bilhassa eşinin ailesi bu büyük şehre tayininin çıkmasına sevinecekleri yerde, karşı çıktılar. Neymiş, büyük şehir kalabalık ve pahalı olduğundan hayat zor olurmuş. Fakat büyük şehrin büyük imkanları olur. Bilhassa çocukları yetiştirmek köyden daha iyidir.
Eşi onunla gelmemek için bir bahane uydurdu “Adam olmamış, eğer adam olsaymış elin memleketi değil kendi memleketleri Denizli’ye gidermiş.” Acaba adamlığın ölçüsü ne? Memleketlerine gitmemenin adam olmayla ne alakası var? Adam olmaktan murad ne? Geldiğinden bu yana hep bunu düşünüyordu.
Bu güzel akşam biraz dolaşıp efkâr dağıtayım demiş fakat ne gezer. Herkesi ferahlatan mehtap hicranına hicran katmış, mehtabın nemi gözyaşlarına dönüşmüş adeta yüzünü yıkıyordu. Hıçkırıklarla kendini eve zor attı. Dışarı ne kadar aydınlıksa ev o kadar karanlıktı. Işıkları açsa bile yine karanlık yine soğuk ve mahzun. Aynı kalbi gibi.
Eve girer girmez evin tek eşyası olan çekyata patates çuvalı gibi yığıldı. Boşluğa düşer gibi oturakaldı. Boşlukta idi yapayalnız dertlerin en çetiniyle imtihan ediliyordu. Karısı tarafından terk edilmiş adam olmuş, herkes bir şeyler söylüyor dedikodusunu yapıyordu. Bunlara bozulmuyor, hiçbir sebep yokken sırf tayinin, büyük şehir İzmir’e çıktı diye terk edilmesini içerliyordu.
Çekyatta iki büklüm oturmuş, kafası nerdeyse secde halinde iki eli arasında derin düşüncelere daldı. Adam olmak! Şimdi tek düşüncesi bu idi. Adam olmak: lüks elbise giyip, lüks araba ve ev sahibi olup etrafına caka satmak mı? Adam olmak: Nasıl olursa olsun haram helâla bakmadan çok para kazanıp göstermelik itibar kazanıp insanların yüzüne gülüp arkasından sövmesi mi? Adam olmak: Makam mevki sahibi olup bunu kötüye kullanarak her türlü hile-hurda isleri yapmak ve lüks hayat yaşamak mı? Adam olmak: düzgün bir ahlaka ve karaktere sahip olmayıp yalakalıkla her telden çalıp şirin görünerek ailesini aldatmak mı? Yoksa adam olmak: düzgün, geçerli, hatırı sayılır, itibarlı bir iş, meslek sahibi olmak, içi neyse dışı da öyle olmak, hiçbir zaman yalana, hileye, hurdaya başvurmamak, ailesine evine sıkı sıkıya bağlı olmak mı? Acaba bunlardan hangisi adam olmanın özellikleri, şartları?
Halbuki, her kesimin saygı duyduğu bir mesleği var. İMAM yani cami hocası. Tertemiz, itibar, sevgi, saygı duyulan bir meslek. Hem mesleği hem de ahlâk ve dürüstlüğü sayesinde görev yaptığı köyde kadınından erkeğine, çoluğundan çocuğuna, gencinden ihtiyarına hemen hemen hepsi onu sevip saymıştı. Kimin kapısını çalsa büyük hürmetle eve davet edilir, kendisine nasıl ikram edileceği şaşırılırdı.
Köyden ayrılışını bir görecektiniz. Köy halkı hocasını uğurlamak için toplanmıştı. Zaten az olan eşyayı hocanın elini değdirmeden bir çırpıda taşıyıp yüklediler. Eşyalar yüklenip ayrılık zamanı gelince köylüler genci ihtiyarı ile hocayla vedalaşmak ve helalleşmek için adeta yarışırcasına tokalaşıyorlar, sarmaşıyorlar ve ağlıyorlardı. Kadınlar ise pencerelerden hocalarına el sallıyorlar ve ağlayarak hakkını helal et hoca diye bağırıyorlardı.
Böyle hüzünlü bir veda ile ayrılmıştı. Hüznü ve sevinci bir arada yaşıyordu. Çünkü köylülerin gözünde adam olmuş ki böyle uğurlanıyor. Dahası köylüler yolcu etmekle kalmamışlar köyün muhtarının arabası ile üç beş kişi onunla beraber eşyaları yerleştirmeye geldiler. İzmir’e varınca ona yine el sürdürmediler. Koca muhtar bile eşyaları taşıdı. Hocalarını gözleri görerek evine bırakıp döndüler.
İşte, adam olmak böyle bir şey herhalde. “Kişinin arkasında bir hoş seda bırakması.”
Bunu onun kayınvalidesine ve eşine birileri anlatması gerek.
Mesut Akdağ