Yanık Kalesi 18. Bölüm
– Ali, İntikamını Alıyor –
Gecenin karanlığı basarken elli bin kişilik ordu kaleye doğru yürüyüşe geçti. En önde kont ve birkaç sadık arkadaşı gidiyordu. Bunlar ellerinde acayip bir şeyler taşıyordu Kont, soranlara:
-Bu da benim bir mucizem olacak, diyordu; kale kapısına geldiğimiz zaman görürsünüz.
Zahire Kafilesi ise Peçevi’den ayrılmıştı. Ağır ağır ilerliyordu. Ali, onlardan ayrıldı:
– Ben daha evvel gideyim, dedi.
Ali, evvelâ Hasanın köyüne gidecek; karı ile kocayı temizledikten sonra kaleye dönecekti. Kafile pek ağır yürüdüğü için gene onlardan evvel kaleye varmış olacaktı. Düşman ordusunun hareket ettiğinden ancak birkaç saat sonra Ali köye geldiği için, kale üstüne yürüyenlerin farkında olamadı. Bu tesadüf de gösteriyor ki talih, kalenin artık elimizden çıkmasını âdeta kararlaştırmıştı.
Ali, köye gizlice girmiş, ilk rastladığı bir evin kapısını çalarak çıkan köylüye bir yalan uydurmuştu:
– Ben kaleden geliyorum. Ağanın Hasan’a bir emri var. Bana Hasan’ın evini göster.
Köylü hemen öne düştü. Bu köylü de Hasan’ın, kale ağasından haber aldığını bilirdi. Bu sebeple gelen haberin nasıl olsa Hasan’dan öğrenileceğini düşünerek yol göstermişti. Kapı önüne gelince Ali, köylüye:
– Haydi sen. git, dedi ve kapıyı çaldı.
Hasan uyumamıştı. Güzel karısı ile karşılıklı kadeh tokuşturuyorlardı. Kapıya kadın çıktı. O, her zaman öyle yapardı. Konttan ve delikanlıdan sık sık haberler geldiği için kapıyı kendi açar, Hasan’a onları göstermezdi. Fakat bu sefer karşısında pürsilâh bir Türk akıncısını görünce korkudan titredi. Yarım yamalak öğrendiği Türkçe ile:
– Ne var, kimi istiyorsunuz? dedi. Ali, mümkün olduğu kadar sesini tatlılaştırdı:
– Kaleden geliyorum. Ağanın Hasan’a emri var.
Kadın heyecanla sordu:
– Demek siz kaleden geliyorsunuz ha?
– Evet…
Kadın sustu. Şaşırmıştı. Ali sordu:
– Haydi bana yol göster de Hasan’ın yanına gideyim. Yahut Hasan’ı buraya çağır. Hem sen neye düşünüp kaldın?
– Kaleden geliyorum dedin de…
– Bunda şaşırıp düşünecek ne var ki?
– Yolları düşünmüştüm.
-Yollarda ne var ki?.. Biz karda da at sürmesini biliriz.
Kadın hem ferahlamış, hem de korkmuştu. Korkusu, bu gelen yabancı Türk akıncısının yalan söylemesiydi. Acaba neden yalan söylüyordu. Sevinci ise bu adamın kale üzerine yürüyen Avusturya ordusunun farkında olmamasıydı. Çünkü kaleden gelseydi, muhakkak ordunun içine düşer, onu esir ederlerdi. Demek ortada başka şeyler dönüyordu:
– Peki, Hasan’a haber vereyim, dedi. .
Kadın içeri girerken kapıyı örtmek istedi. Hasan’a danışıp onu içeri alacaktı. Fakat Ali, çevik bir hareketle kapıdan
içeri girdi. Kadına:
– Sizde nezaket bu kadar mıdır? dedi bu kış kıyamette beni kapıda mı bekleteceksin? Kalemizin bir yeniçerisinin evine geldim, kapıda bekleyemıem.
Kadın ses çıkarmadı. Ali, atının yularını kazık kakar gibi kara batırdı. Cins at, bunun manasını anlamıştı. Süvarisini olduğu yerde bekleyecekti.
Kadın önde, Ali arkada, avluyu geçtiler. Kadın bir oda kapısı önünde durmuş:
– Sen biraz bekle. Hasan’a haber vereyim. Çünkü Hasan yarı çıplaktır, demişti.
Ali acı acı gülümsedi:
– Erkeğin yarı çıplağı ayıp değildir. Ona kalırsa sen de yarı çıplaksın. Her halde yarı çıplak kadın erkekten daha ayıptır.
– Demek getirdiğin haber bu kadar mühim?
– Evet. Bir dakika bile bekleyemem.
Ali ile kadın böyle konuşurken Hasan duymuştu. Kıskançlıkla bağırdı:
– Ne o, dışarıdaki erkek kim? Gene kimlerle konuşuyorsun?
Kurnaz kadın bu fırsatı kaçırmayarak kendini temize çıkarmak istedi:
– Hasan, bittim senin bu kıskançlığından. Hep benden şüphelenirsin. Ben şimdiye kadar hiç bir erkekle konuşmadım.
Hasan’nın sesi daha dik ve sert çıkmıştı:
– O halde o erkek sesi ne?
Kadın şakrak bir kahkaha attı:
– Kim olacak, senin arkadaşın! kaleden geliyormuş. Sana ağadan haber getirmiş.
Reşat İleri – Kahramanlar Dergisi – 1952