Halk hikayeleri

ÇOBAN SÜLEYMAN İLE PERİŞAN SULTAN HİKÂYESİ

Halk Hikayesi

ÇOBAN SÜLEYMAN İLE
PERİŞAN SULTAN HİKÂYESİ

Anlatan: Âşık Sabri YOKUŞ.

Derleme Tarihi: 06 Mart 2008.

Derleme Yeri/Ortamı: Ankara Merkez Halk Kültürü Bilgi ve Belge Merkezi Salonu.

Ortamda bulunanlar; derleyici, bir âşık, dört kurum çalışanı.

Hikâyenin Kaynağı: 1989 yılında Kars’ın Cumhuriyet Köyünde yapılan düğün sırasında Âşık Murat Çobanoğlu’ndan dinleyerek öğrendi

Evet, efendim, insanların hayatı birer hikâyedir, yine bir hikâyeyle karşınızdayız, bu hikâyenin mevzuatı o kadar derin, acıklı, muhabbetli, sevdalı, saygılıdır ki… Hikâyemizin temeli Erzurum’un İspir kazasının Yoncalı Köyü’nde başlar. Çoban Süleyman, Yoncalı Köyü’ndendi. Yoncalı Köyü şimdi viranedir, çok eski tabii, hikâyenin geçmişi çok eski. Allah hiç kimsenin başına vermesin, orada büyük bir deprem olur… Ama deprem olduğu zaman Çoban Süleyman neredeydi, Garip Köyü’nde çobandı, bilmiyordu, depremin oluşundan bile habersizdi. Günün bir gününde bir haber alır, derler ki:

Çoban Süleyman, köyünüzde deprem olmuş, haberin var mı?

O zamanlar bugünkü gibi iletişim mi vardı? Hayır, yayan yola revan olan Çoban Süleyman günün bir gününde gelir, Allah hiç kimseye göstermesin, o depremde ne anası ne babası ne de bir başka akrabası kalmayan Çoban Süleyman feleğe sitem ederek:

Artık benim burada durmam haram oldu, dedi.

Ne yapması gerekiyordu? Yola düştü, çoban adam, garip adam nereye gidebilirdi? Mutlaka, varlıklı birilerini soracaktı. Ağlayarak sızlayarak yola düşen Çoban Süleyman’a Allah öyle bir güzellik vermişti ki bu güzellik hiç kimsede yok. Bu güzelliğinin yanında bir güzelliği daha vardı, çok da güzel kaval çalardı. Kavalı elinde, yüreği yanık, yolda kavalını çala çala geldi. Bir ihtiyara rastladı, yolun üzerinde şöyle mendilini çıkarmış, garibim oturuyor, Allah ne vermişse, mendilini içerisinde açmış yiyordu. Çoban Süleyman’ın o yanık kavalının sesini duyunca bu piri ihtiyar baba:

Yavrum çok güzel kaval çalıyorsun ama belli ki senin yüreğin yanıktır.

Çoban Süleyman ise:

Baba, Allah bana öyle bir dert verdi ki bu derdin artık dermanı olmaz, dedi.

Yavrum Allah dert vermesin, hele söyle bakayım.

Baba, ben Yoncalı Köyü’ndenim, benim köyümde deprem olmuş, ben bütün yakınlarımı, anamı, babamı, kardeşlerimi hep kaybetmişim, haberim yok, çoban adamım, garip adamım, Garip Köyü’nde çobanlık yapıyordum; ama olmuş bitmişlerden hiç haberim olmamış benim.

Piri ihtiyar baba anladı ki onun yüreği yanık:

Yavrum ismin ne senin?

Süleyman, dedi.

Yavrum, Süleyman, hele otur, Allah büyüktür, şu mendilin içerisindekileri, Allah ne vermişse, beraber yiyelim, bir su içelim, ondan sonra yolun nereye gidecekse belki ben de seninle beraber yola revan olurum.

Baba, bir çobanın yuvası olabilir mi? Benim nereye gideceğim belirsiz.

Yavrum, hele dur, hele dur. Süleyman, sen demin bana bir şey söyledin, kaval çalan insan, saz çalan insan türkü de söyler, senin ağzından ben bir şeyler duymak istiyorum. Bir türkün yok mu, şu anda seni hüzünlendiren, içini kemiren bir muhabbet yok mu içinde?

Olmaz olur mu, baba?

Aldı Süleyman bakalım piri ihtiyar babaya ne söyler, söylesin Sabri Yokuş, sağlığınıza, sağ olun var olun:

Sorma baba sorma benim derdimi
Yurdum yuvam viran olmuş ağlarım
Felek çoğaltmış da benim derdimi
Yurdum yuvam viran olmuş ağlarım

Yavrum, derdi veren Mevla dermanını da verir!

Hele dinle baba dinle:

Sorma felek yıkmış benim binamı
Ben yitirdim ela gözlü sunamı
Ben göreydim gözü yaşlı anamı
Yurdum yuvam viran olmuş ağlarım

Yavrum, hiç kimsen kalmamış mı senin? Bir yakının da mı kalmamış, bir amcan oğlu da mı yok, bir dayın oğlu da mı yok?

Hele dinle baba.

Çoban Süleyman’ım sorma acımı
Ben yitirdim neydem can ilacımı
En son göreydim dertli bacımı
Yurdum yuvam viran olmuş ağlarım

Piri ihtiyar baba anlamıştı ki Süleyman’ın hiç kimsesi kalmamış:

— Yavrum, ben sana bir adres vereceğim, sen benim verdiğim adrese gideceksin, inşallah o adreste sana birileri yardım eder. Kimsiz kimsesiz kalmışsın, ama seni yaradan bir Mevla vardır, Allah’tan ümit kesilmez.

Bir köy ismi vermişti Süleyman’a, o köyün ismi neydi? Değirmen köyü, Süleyman günün bir gününde Değirmen köyüne gelecekti. O zamanlar vesait yok efendim, araba yok, yola revan olan dertli Süleyman, Çoban Süleyman kavalını ince ince çalarak yola düştü, geldi günün bir gününde Değirmen köyüne geldi.
Köye girdi, ilk rastladığı adama sordu:

Amca, bu köyün ağası kimdir?

Aslında bu soru sorulmazdı. Ne de olsa Süleyman gençti, On yedi on sekiz yaşlarındaydı. Amca da ehli irfan olduğu için anladı ki bu gencin tecrübesi bunu gösterdi:

Yavrum, yakışıklısın, çok güzel bir siman var, ama bu soru böyle sorulmazdı ya, herkes kendine göre bir ağadır, belli ki, sen köyün zenginini soruyorsun, dedi.

Evet, amca…

Yavrum, şu kapıda gördüğün Mahmut Bey bu köyün çok zenginidir, onun kapısına gidersin, arzun, isteğin, dileğin ne ise, Mahmut Bey yerine getirir.

Mahmut Bey’in kapısına gelen Çoban Süleyman:

Selam Ağam,

Aleykümselâm, yavrum, buyur, bir arzun mu var?

Yok, ağam, seni sordum da geldim.

Buyur yavrum,

Mahmut Bey, Çoban Süleyman’ı içeri aldı, Allah ne vermişse, yemek falan yendikten sonra:

Yavrum ismin ne senin, diye sordu.

İsmim Süleyman’dır, amca…

Benim ismimi belki öğrenmişsin, duymuşsundur, benim de ismim Mahmut.

Biliyorum Mahmut Amca, seni köyün içerisinde sormuştum.

Peki, yavrum bir arzun mu var senin?

Amca beni kapına çoban tutar mısın?

Mahmut Bey baktı ki Allah buna öyle bir güzellik vermiş ki Çoban Süleyman’ın güzelliği Mahmut Bey’i de celp etti, “Yarabb-el Âlemin, ben bu delikanlıya ne yapayım ki bunun gönlü, arzusu yerini alsın” dedi:

Yavrum benim varım, servetim çoktur, istersen sana da vereyim, ama ben bu gençlikte, böyle güzel simada bir delikanlıyı çoban tutamam.

Yok, amca, benim gönlüm çobanlık yapmak ister.

İyi peki, yavrum, sen bilirsin.

Ağanın bir kızı var Perişan isminde, Perişan yayladaydı, anasıyla beraber iki senede bir köye dönerlerdi. Günün bir gününde, hikâye ya işte zaman çabuk geçti, Perişan Sultan’ın da sebep vakti doldu, anasıyla beraber yayladan döndüler ki hemen onun kız arkadaşları toplandılar:

Kız Perişan, babana Allah bir servet vermiş, bir servet vermiş ki kapınızda bir çoban var.

İyi canım, altı üstü bir çoban değil mi?

Kız burada büyük konuştu. Kuşluk zamanı, yani kuşluk zamanı dediğimiz şöyle sabahla öğlen arası saatlerde Çoban Süleyman koyunları getirdi, Sarımcı kadın koyunları sararken Perişan Sultan balkondan şöyle bir baktı, Çoban Süleyman’ın güzelliğini görür görmez, o da yanmaya başladı.

Yarabb-el Âlemin, bana arkadaşlarım söylemişti, ama inanmamıştım. Cenabı Allah şuna nasıl bir güzellik vermiş, dedi.

Çoban Süleyman koyunları köyün içerisine geldiği zaman gelinler, kızlar Çoban Süleyman’ın gelişine hayranı olurdular. Fakat Süleyman’ın bir haysiyeti vardı, gözünü alır, kimseye bakmazdı. Sarımcı kadın koyunları sardı, Çoban Süleyman koyunları aldı, şöyle köyün içerisinde köylünün de bağlıkta koyunlarını otlatırken Perişan Sultan dayanamadı:

— Ben Süleyman’ın yanına gideceğim, dedi.

Kararını verdi, geldi Süleyman’ın yanına:

Selam, ağanın çobanı,

Aleykümselâm, bacı,

Bacı lafını duyunca kız sanki bir okla vuruldu:

Süleyman, sen sözden anlar mısın?

Ne bileyim, biraz anlarım.

Bakalım burada Perişan Sultan, Çoban Süleyman’a ne söyler?

Aldı Perişan Sultan:

Dinle bu sözümü canım Süleyman
Sen beni bağında gül kabul eyle
İstersen veririm sana canımı
Bu garip gönlümü çöl kabul eyle

Süleyman döndü:

Ben ekmeğini yediğim bir ağanın kızına dönüp bakamam.

Ulan zalim oğlu zalim, Allah sana öyle bir güzellik vermiş ki senin güzelliğin benim gönlümü virane etti.

Süleyman ise; “aman ağamın kızı” deyip kızın ismini bile ağzına almıyor, Perişan Sultan bile diyemiyor:

Ağamın kızı, koyunların zamanı geldi, götürmem lazım,

Dur ulan, zalim oğlu zalim, koyunun zamanı mı?

Aldı kız, bakalım ne dedi:

Böyle midir bu dünyanın oyunu
Ben sormadım asaletin soyunu
Ne düşündün zalim çoban koyunu
İstersen gönlümü yol kabul eyle

Perişan Sultan sormamıştı, Süleyman kimdir, nereden gelmiş, kimin oğlu, kimin soyu diye sormamıştı? Sadece Çoban Süleyman’ın simasının güzelliği onun gönlünü celp etmişti:

Böyle midir bu dünyanın oyunu, ben sormadım asaletin soyunu, ne düşündün zalim çoban koyunu, istersen gönlümü yol kabul eyle…

Çoban Süleyman döndü:

Aman ağamın kızı, ağam duyarsa beni öldürür. Ben ağamın kapısında ekmek yiyen biriyim, zaten kimim kimsem yok benim.

Süleyman, Mahmut Bey’e de aynısını demişti. Mahmut Bey o zaman zaten Süleyman’a gereken ilgi, alakayı göstermişti:

Yavrum Süleyman madem sen depremde yakınlarını kaybetmişsin, bundan sonra benim evim senin evin, senin baban ben olacağım bu saatten sonra, demişti.

Süleyman da sadakatli olduğu için, “ulan bana babalık yapan bir adamın kızına ben nasıl dönüp bakarım,” diye düşünüyordu.

Alır Perişan Sultan son sözünü:

Ben bir Perişanım gönül yaralıdır
Dünya bir değirmen insan sıralıdır
Sormadım ki Süleyman’ım neredir
Doğrusu sen beni al kabul eyle

Çoban Süleyman baktı ki:

Bu kızın benden vazgeçeceği yok.

Hemen değneğini, heybesini bıraktı, dönüp ağasının yanına geldi Süleyman. Perişan orada ağlayarak düştü bayıldı. Kız orada kalsın, haberi kimle verelim? Çoban Süleyman geldi Ağası Mahmut Bey’in yanına. Mahmut Bey hemen sordu:

Süleyman, hayırdır,

Ağam benim üç yılım doldu burada, sebep vaktim doldu, eğer müsaade edersen ben artık gitmek istiyorum, evime, yuvama, anama, babama dönmek istiyorum.

Süleyman ya bana benim kimim, kimsem yok demiştin?

Yok, ağam, bağışla, o zaman sana yalan söyledim.

Süleyman seni mecbur etmiyorum, ama öyle bir anda benim yanıma geldin ki ben hazırlıksızım, senin hakkın bende var, hakkını vermem lazım.

Yok, ağam, istemem, yeter ki Allah razı olsun diyesin.

Süleyman, böyle olur mu?

Olur, ağam, dedi Süleyman.

Çoban Süleyman yola revan olsun, garibin yuvası olmaz. Garibim nereye gelecekti? Nereye gidecekti artık? Şöyle yolda giderken, ayrıldı ya Mahmut Bey’den, Değirmen köyünden ayrıldı, nereye gidecekti? Derler ya, baba dostu, geçmişinden, babasının muhabbetinden, babasının hasbıhalliğinden, aklında bir isim kalmıştı, kim idi bu isim? İspir’de Hacı Ağa, Hacı Ağa’nın hanı vardı İspir’de, hep bahseder ki Süleyman’ın babası:

Ben İspir’e gittiğim zaman Hacı Ağa’nın hanına giderim, Hacı Ağa’yla sohbet ederim. Fakat Cenabı Mevla’mız Hacı Ağa’ya da hiçbir evlat nasip etmemişti, Hacı Ağa ise, ellerini her gün açardı duaya:

Yarabb- el Âlemin, bana vardan, servetten verdin, ama bana bir evlat nasip etmedin, benim bu varım, servetim, bu saatten, bugünden sonra kime kalacak acaba?

Hep bu hayalin içerisinde, bu düşüncenin içerisinde bu teferruatta kalmıştı. Baktı ki, eşref saati ya, söz eşref saatine rast gelmişti ki, Hacı Ağa bu düşüncede iken, kapısı çalındı, açtı, siması güzel, ama yüreği solgun bir delikanlı, Hacı Ağa’yı sormuştu:

Buyur yavrum, bir arzun mu var?

Hacım, ben aslen Yoncalı Köyü’ndenim, sen benim baba dostumsun, benim babam Hacı Ali Ağa’ydı, ama depremde ben babamı kaybettim.

Vay benim yavrum, sen Hacı Ali Ağa’nın oğlu musun?

Hacı Ağa, Süleyman’ı bağrına bastı:

Peki, yavrum, benden bir arzun, bir isteğin mi var?

Seni sordum geldim, baba.

Yavrum, nereye gidiyorsun?

Valla yanına kadar geldim.

Anlamıştı, Hacı Amca anlamıştı olayı, Hacı dedi ki:

— Yavrum, ben senin durumunu, senin intizarını anladım, sen bundan sonra buradasın, baban ki emri hak vaki olmuş depremde, bundan sonra senin baban benim, benim de bu mülkiyetime, bu haneme sahip ol, bu da bana yeter, demişti.

Süleyman burada kalsın, biz size haberi nereden verelim, dönelim Değirmen köyüne. Dedik ya, Süleyman koyunları bıraktı, Mahmut Bey’in yanına gelirken Perişan Sultan orada ağlayarak düşmüş bayılmıştı. Ağa hem koyunları merak etti, hem de kızını göremiyordu balkonunda artık. Şöyle koyunlara doğru gelirken Mahmut Bey, baktı ki, bir ağlama sesi var, geldi ki kızı:

Yavrum ne oldu sana, derdin ne senin, neden ağlıyorsun?

Bakalım burada Perişan Sultan babasına ne söyler? Biz sağlığınıza söyleyelim, sağ olun, var olun. Perişan Sultan döndü Mahmut Bey’e:

Hele dinle Baba:

Sorma baba sorma benim derdimi
Gönül yarasının dermanı gitti
Bağdan geldim güzel simayı gördüm
Asıl bu gönlümün seyranı gitti
Babası hiçbir şey anlayamadı:

Yavrum ne gitti?

Perişan Sultan dedi ki:

Eyvah, benim intizarımı babam anlamıyor, ben derdimi kime söyleyeyim?

Aldı Perişan:

Böyle midir bu dünyanın âlemi
Gitti ama vermedi ki selamı
Ben onsuz ne ederim böyle âlemi
Asıl bu gönlümün fermanı gitti

Babası baktı ki:

Ulan bu bir gönül meselesinden bahsediyor…

Ama tövbeler olsun Çoban Süleyman babasının hiç aklına gelmiyor:

Yavrum açık konuş, ne söylemek istiyorsun, babana açık söyle.

Perişan Sultan anladı ya, eyvah, kapalı perde arkasında benim babam intizarımı anlamadı; ama ben burada açıkça söyleyeyim:

Perişan da bu dünyada gülmedi
Ne yazık ki gözyaşını silmedi
Yalvardım ağama gitti dönmedi
Emektar çobanın Süleyman gitti

Perişan da bu dünyada gülmedi, akan gözyaşını yazık silmedi, yalvardım da amma geri dönmedi, emektar çobanın Süleyman gitti, deyince, açık konuşmuştu ya, burada üsluba göre çünkü fermanı gitti, dermanı gitti, kafiyeyi bile kısaltmıştı, yeter ki babası anlasın derdini diyerek; babası döndü kızına:

Ey yavrum, ne yapalım gittiyse başka bir çoban daha buluruz.

Gelgelelim kızı ona tutulmuştu, başkasına değil.

Değirmen köyünde bir ağa daha vardı, Kahraman Bey’in babası Ahmet Bey. Tabii herkes kendine göre bir ağadır, fakat o da çok zengindi, Kahraman Bey Perişan’ın anası Hanım Sultan’a bir mektup yazdı ki:

Hanım Sultan, biz böyle zenginiz, dallı budaklıyız, kızın Perişan’a aşığım, kızını benden esirgeme, demişti.

Zaten Perişan’ın yüreği yanıyordu, Perişan yaslıydı, Süleyman gitmiştiya, anasıysa, derler ya, paranın yüzü sıcaktır, Perişan’ın anası Hanım Sultan ise bu haberi sevinçle alarak geldi kocasının yanına:

Mahmut Bey ne mutlu bize ki, bak, kızımızı kim ister? Ahmet Bey’in oğlu Kahraman Bey ister.

Mahmut Bey tevekküllü adam idi, dedi ki:

Hanım, benim bir tek kızım var, onu gönülsüz veremem, kimde gönlü varsa ona vereceğim.

Bu arada tabii ki kim soracaktı kıza bunu? Babası soracak değildi? Zaten babası kızının derdini anlayamıyordu. Annesi gelip soracaktı. Hanım Sultan geldi Perişan Sultan’ın yanına. Perişan Sultan ise bir cariye arkadaşıyla oturmuş, onunla gönül derdini paylaşıyor, gönül yarasından muhabbet açılmış, açılmış ama akan kanları, açılan yaraları saran kimse yok. Orada, vaktiyle cariye arkadaşı Telli de birine âşık olmuş, Perişan Sultan’a derdini, sitemini anlatıyordu ki:

Perişan, zaten bu dünya böyledir, hiç kimse sevdiğiyle olamıyor, hiç kimse sevdiğini alamıyor.

Acaba Çoban Süleyman nereye gitti, diye sordu Perişan.

Kapı çalındı, Telli kapıyı açtı, kapıyı açınca Hanım Sultan:

Yavrum gözün aydın,

Perişan sandı ki Süleyman geldi, heyecanlandı:

Buyur, ana,

Yavrum bak, bak, ne mutlu bize ki seni kim ister? Ahmet Bey’in oğlu Kahraman Bey bize izdivacında bulunmuş, gelmek istiyorlar, bir şerbetimizi içmek istiyorlar, ne diyorsun yavrum?

Perişan Sultan ise, Çoban Süleyman’dan almış olduğu yarayla Kahraman Bey’le evlenebilir miydi, buna evet cevabını verebilir miydi? Buna gönlü müsaade etmez ki.

— Telli, eline bir kâğıt, bir kalem al. Ana sen de odanın dışında bekle, ben sana arzumu şu satırların içerisinde bildireceğim, dedi Perişan.

Bakalım, Perişan Sultan arzusunu nasıl bildirecekti:

Ondan başkasına vermem gönlümü
Gönlümün sultanı canan gelmese
Viran etti bahçem ile gülümü
Sevdiğim o bülbül gülşan gelmese

Kız, Telli, yazdın mı, diye sordu Perişan Sultan.

Sonra da aldı sözünü:

Ben kime açayım gizli yaramı
O bitirdi takatimi çaremi
Onsuza açamam gönül yaramı
Derdimin ilacı derman gelmese

Cariye arkadaşı Telli döndü Perişan’a:

Perişan, kimden bahsettiğini biliyorum, anlıyorum, yalnız annen bekliyor, sözün sonunu…

Garip Perişan’ım yazın halimi
Sizler bakın gözden akan selimi
Ondan başkasına vermem gönlümü
Sevdiğim Süleyman civan gelmese

Yazdın mı yavrum, diye sordu kapının arkasından anası.

Yazdım, ana, dedi Perişan.

Telli hemen bu kâğıdı Perişan’ın anasına verir, Perişan’ın anasıysa çok merhametsizdi, gönül yarasını, gönül duygusunu, gönül cefasını tatmayan, görmeyen biriydi. Bir ana, kızına bu zulmü yapar mı? Perişan’ın yazdıklarını itibara almayarak hemen onları sildi, kızın ağzıyla yazdı ki:

Baba gönlüm vardır, ver gideyim.

Mahmut Bey ne bilsin, Perişan Sultan ne bilsin, cariye arkadaşı olan Telli ne bilsin ki Hanım Sultan böyle bir yazı yazmış.

Biz haberi size kimden verelim? Mahmut Bey, karşı tarafa, yani Kahraman Bey’in babası Ahmet Bey’e haber yollasın:

Efendim, bizler hazırız, ne mutlu bize ki, sizin gibi dostlarla muhatap olacağız, senin gibi bir ağanın oğluna ben kızımı vereceğim, ne mutlu bana, demişti.

Biz size haberi nerden verelim? Dönelim İspir’e, Çoban Süleyman ise, masaya başını koymuş, rüyasında ala koyunu görüyor, ala koyun ağlıyor:

Çoban Süleyman ne olursun dön.

Düğünden, dernekten bahsettik ya, aynı köyden, Değirmen köyünden, yani Perişan Sultan’ın köyünden Tahir Bey isminde biri hediye almak için İspir’e gidecekti; fakat duymuştu ki, Perişan bir çobana gönül vermiş…

Köyden içeri girdi, hazırlığını yapacak sıradayken hanımı Gülşah Sultan’a seslendi, Tahir Bey’in hanımı Gülşah Sultan dedi ki:

Tahir Bey, bugün seni endişeli görüyorum, hayırdır?

Hanım sizin muhabbetinize istemeyerek de olsa kulak misafiri oldum. Çünkü bayanların sohbetine erkekler kulak misafiri olmaz; ama ben baktım ki, siz bir gönül yarasından bahsediyorsunuz, beni de celp etti, o vesileyle az da olsa, istemeyerek de olsa dinlemek zorunda kaldım. Aranızda bir gönül
meselesi geçti. Bu Perişan Sultan bizim Mahmut Bey’in kızı mı?

Evet,

Peki, o çoban kim?

Çoban Süleyman diyordular ya, Mahmut Bey’in çobanı vardı, Mahmut Bey’in kızı çobanına âşık olmuş, çoban da helal süt emmiş biri olduğu için dönüp kıza bakmamış, çekmiş gitmiş.

O anda Tahir Bey içindeki duygularla Çoban Süleyman’ı kınamıştı:

Hanım, benim üstümü, başımı hazırla, onlar söz vermişler, Ahmet Bey’in oğlu Kahraman Bey, Perişan Sultan’a elçi gidecek, deyince, Gülşah Sultan da etkilenmişti:

Eyvah, demek ki, Perişan Sultan sevdiğini alamadı, ama Kahraman Bey de bir ağa oğludur.

Ne de olsa, demin dedim ya varlığın yüzü tatlıdır:

Bu düğünde benim bulunmam gerekiyor, demişti Tahir Bey,

Düğüne gelen hediyesiz gelir mi? Gelmez. Hediye almak için nereye gidecekti, İspir’e, devesiyle beraber, deveyle giden nereye gidecekti? Hacı Ağanın hanına gidecekti.

Tahir Bey araştırıyordu, soruyordu, hazırlanıyordu İspir’e gitmeye, hediye almak için İspir’e gidecekti; çünkü Perişan Sultan’ın düğüncüleri gelecekti. Nişanı yapılacaktı Perişan Sultan’ın, kiminle yapılıyordu, Ahmet Bey’in oğlu Kahraman Bey’le. Tekrar aradan biraz zaman geçince Kahraman Bey baktı ki, Perişan Sultan’ın annesi Hanım Sultan’dan yine bir izdivaçta bulunmuştu:

Sultanım ben kızın Perişan’a aşığım, samimi söylüyorum, sana da bunu söylemiştim, ama henüz sizden bir haber gelmedi.

Dedi:

Haber gönderdik biz,

Nereye göndermiştiler, Mahmut Bey ne bilsin ki, Perişan’ın anası kızının ağzıyla yazmış ki:

Baba gönlüm vardır, ver gideyim.

Tahir Bey duymuştu mevzuatı zaten, hanım oğlan Gülşah Sultan’a da sormuştu, bu çoban için Perişan Sultan yandı kavruldu, ama çoban geri dönmedi. Ne bilsin ki, Tahir Bey Çoban Süleyman İspir’de. Perişan Sultan ise, yaslı yaralı önündeki fincanda zehir dolu, yanındaki arkadaşı Telli’yle beraber:

Telli, nişan yüzüğüm bana gelir gelmez ben şu fincandaki zehri içeceğim. Benim gönlüm, benim rızam, benim aşkım Çoban Süleyman’dan başkasına varmaz, başkasını mutlu etmez, demişti.

Perişan Sultan burada yaslı, yaralı kalsın, size haberi nerden verelim,

Tahir Bey İspir’e yolcuydu, hediye almak için İspir’e gidecekti, şöyle elinde bastonu, kolunda devesi, Hacı Ağanın hanına geldi, hanın kapısı açıldı, simadan çok yakışıklı bir delikanlı kapıyı açtı, bir of çekti Tahir Bey. Hemen Çoban Süleyman sordu:

Amca neden of çektin?

Ah yavrum ah, bir Çoban Süleyman var, onu bulsam da ona birkaç tane vursam.

Süleyman anlamıştı durumu:

Amca az önce buradaydı, o bir şeyler söyledi, ben yazdım.

Yavrum Çoban Süleyman’ı gördün mü?

Gördüm,

Ne söyledi? Adresini ver, gidip bulayım.

Yok, baba, yok. Ne söylediğini ben yazmışım.

Bakalım burada -Tahir Bey bilmiyordu ama Çoban Süleyman’ın o olduğunu-

Süleyman’ın ağzıyla ne söyleyecekti? Fakat o ki, dedi ya, bir kız onun için yanmış, kavrulmuş, Süleyman dedi ki kendi kendisine:

— Ulan ben ne kadar vefasızım, bir kız benim için bu kadar müddet yanar, kavrulur, ben onun aşkına bir vefakârlık göstermedim.

Bunun üzerine, hem Tahir Bey’e sitem olsun diye hem de gönlündeki aşkı dile getirmek için, bakalım neler söyledi Süleyman:

Baba gider isen selamım söyle
Ağlamasın yârim hemen gelirim
Gördüm ki sevdiğim gözden yaş döker
Ağlamasın yârim hemen gelirim

Yavrum bu sözleri Süleyman mı söyledi? Adresini ver gidip bulayım.

Eğlen baba, eğlen.

Bu nasıl kaderdir ömrümü söker
Zalim felek bana bağda kan döker
Gördüm ki nazlı yar boynunu büker
Ağlamasın yârim hemen gelirim

Evet değerli dostlar, öyle ya, ehli irfan idi Tahir Bey Amca:

Yavrum sanki bu Süleyman sevdiğine bir haber gönderiyormuş gibi, Allah rızası için, Allah aşkına evladım, bak bunun adresini ver gidip bulayım ben bunu, ben bu kızın onun için yanıp kül olduğunu bizzat kendim söylemek istiyorum.

Baba, o da kavruluyordu,

— Ya, ne söyledi sana yavrum, bir şey dedi mi? Bir kız onun için yanmış kavruluyormuş, ondan dolayı sana bir şey söyledi mi?

Evet, baba, evet,

Ne söyledi yavrum, Allah aşkına söyle.

Dinle, baba, dinle:

Ben bir Süleymanım vermedim veda
Arzuhalim budur cenabı hüda
Esen rüzgâr yâre getirin seda
Ağlamasın yârim hemen gelirim

Yavrum sözden anlaşılıyor zaten, bu adam da gitmek istiyormuş; ama iş işten geçmeden Allah rızası için gel bunları kavuşturalım, bunun adresini bana ver, ben gidip bunu bulayım, dedi Tahir Bey.

Amca, ben sana söz veriyorum.

Yavrum, ben gidiyorum, bak Perişan’ı nişanlandırıyorlar, dedi.

Amca, tanımam oradakileri, ama kime veriyorlar?

Yavrum, ben unuttum, sana hiç sormadım, öyle kafam dağıldı, o sevdaya takıldı benim beynim, sen kim idin yahu, sen bu Süleyman’ı nereden tanıyorsun, Hacı Bey nerede? Benim şuurum şaştı gitti, yaşlı adamım, bu sevdayı da duydum, daha da yaşlandım.

Amca ben Hacı Ağanın oğluyum.

Yavrum, nasıl onun oğlu olursun? Onun oğlu yok ki.

Ben gurbetteydim yeni geldim.

Yavrum, ben geri dönüyorum Değirmen köyüne, dedim ya sana, Perişan’ın dünürcüleri geliyor, nişanını yapacaklar.

Amca ben de onu sormuştum. Kime veriyorlar o köyde?

Sen kimi tanırsın ki evlat?

Ne bileyim? Bir ara yolum düşmüştü o köye, az da olsa birilerini tanırım.

Yavrum Ahmet Bey’in oğlu Kahraman Bey’e veriyorlar.

Eyvah!

Süleyman dedi ki ona:

Benim vefasızlığımdan Perişan Sultan da mutsuz olacak. O bana bu kadar fedakârlık gösterdi, aşkıma bu kadar karşılık verdi, dillere destan oldu, yandı kavruldu, kül oldu, ama benim ona karşı bir vefam, bir sadakatim olmadı.

Yavaş yavaş yola koyulmak istiyordu. O esnada Mahmut Bey dünürcülerine haber yollamıştı:

Buyur gelin, şerbetimiz hazırdır.

O anda Mahmut Bey kendi kendine “yahu ben kızımı nişanlandırıyorum, haber yolladım karşı tarafa, dünürcüler gelecekler, nişan yapılacak, şerbet içilecek,” dedi, “ama ben o günden bugüne hiç gidip yavrum seni gönüllü mü verdim, gönülsüz mü verdim diye kızımın hatırını bir sormadım.”

Perişan’ın anası her şeyi biliyordu. Perişan Sultan’ın babası geldi, Tahir Bey de köye dönüyordu, geldi ki, yine arkadaşı olan cariyeyle beraber, Telli’yle beraber oturuyorlar; ama gözleri kan çanağına dönmüş:

Yavrum, ne oldu sana? Senin gönlünün istediğine vermedim mi ben?

Eyvah baba, eyvah, felek bizi ne dalgaya bıraktı, hele dinle, hele dinle,

Alır Perişan Sultan, bakalım babasına ne söyler?

Alır Perişan Sultan:

Açma baba açma dertli yaramı
Yaradan Mevlaya bağışla beni
Derdimin çaresi olmadı yazık
Okunan duaya bağışla beni

Yavrum Allah aşkına, derdin ne senin? Seni gönlünün istediğine verdim ya…

Hayır, baba, hayır, sen beni gönlümün istediğine vermedin.

Yavrum, ne olacak bizim halimiz, ben karşı tarafa haber yolladım.

Hele dinle baba…

Cariye arkadaşı seslendi Mahmut Bey’e:

Mahmut Amca, siz gönülsüz verdiniz.

Yavrum, ya kâğıda yazmıştı ki, ‘baba gönlüm var da ver gideyim’ ben onu gönlüne göre verdiğimi biliyordum.

Hayır, hayır, hele dinle, sana kimle haber yolladığını söylesin Perişan.

Aman baba aman ben de çok keder
Böyle mi yazmıştı yazıyı kader
Anamla sana gönderdim haber
Belki de vermedi bağışla beni

Eyvah yavrum, eyvah, ağlamaya başladı Mahmut Bey:

Yavrum, felek bizi ne dalgaya bıraktı, karşı taraf, Ahmet Bey, onbir kardeş, arkalı, dallı budaklı, ben ne cevap veririm o adamlara, ben seni bu gözyaşlarınla nasıl veririm onlara?

Perişan dedi:

Baba, hele dinle, hele dinle.

Peki, yavrum, senin gönlün kimdeydi? Ben bilemedim bunu.

Alır Perişan Sultan son sözünü:

Perişanım baba gözlerim alkan
Yardımcınız olsun bizi yaradan
Benim sevdiğimdir Çoban Süleyman
Ayırma Mevla’ya bağışla beni

Eyvah yavrum, felek bizi ne güne bıraktı, ne dalgaya bıraktı, haber yolladık, atlılar gelecekler akşam, ben ne cevap vereceğim Ahmet Bey’e?

O arada Perişan Sultan burada ağlayarak dursun, yanındaki cariye arkadaşına dedi zaten:

Telli, benim nişan yüzüğüm bana gelir gelmez ben kendimi intihar edeceğim.

Önünde zehir dolu fincan, ipi de pencereye asmıştı ki, nişan yüzüğünü buna kim getirseydi, Perişan Sultan kendisini asacaktı. Anasıysa halen kızını mutlu biliyor, gönlünün vardığını biliyor, hayli bir sevinçliydi.

Tahir Bey geldi, hanımı olan Gülşah Sultan’a sordu:

Gülşah Sultan hiç haber aldın mı Perişan’dan, ne var, ne yok, gönlüne vardığına gitmiş mi acaba?

Gülşah Sultan döndü Tahir Bey’e:

Bilmiyor musun? Dedi.

O kız yıllardır yanıyor o çoban için, çoban da gitti ama dönmedi.

Hanımına mevzuatı anlattı, İspir’deki karşılaşmış olduğu delikanlıyı;

Fakat ona Süleyman olduğunu söylememiş zaten:

— Adresini almak istedim; ama o genç bana Süleyman’ın adresini vermedi, dedi.

Niye gidip bulmadın, keşke bulsaydın, bir sevap işlemiş olurdun, dedi.

Tahir Bey yaşlıydı zaten:

Eyvah, dedi; ben bu köyde 90 yaş bir ömür yaşadım, hiç böyle bir sevdaya, böyle bir aşka rastlamamıştım, demesiyle beraber akşam olur, hayırlı akşamlar cümlemizin üzerine açılsın.

Perişan Sultan’ın dünürcüleri, atlıları gelmekte olsun, biz size haberi nereden verelim? İspir’den, Çoban Süleyman’dan; Çoban Süleyman ise, Tahir Bey’in dedikleri bunun kafasına yer etmişti:

— Ulan hiç olmazsa Perişan Sultan’a bir sadakatimi göstermedim; ama gidip de bunun şöyle nişanlandığı delikanlıyı görsem, ne vaziyette olduğunu görsem Allah ne bileyim? dedi, yola reva oldu.

Nereye geldi? Perişan Sultan’ın saray balkonunun altında çeşme akardı, orada bir su içecekti, bir ağacın kenarına yaprakların arkasına gizlendi, “beni kimse görmesin” diyerek, Perişan Sultan ise atlıların geliş haberini duydu, bir kez daha kalbinden vurulmuştu. Yanındaki arkadaşı Telli geldi, zaten Telli sır yoldaşıydı:

Perişan Sultan istemeyerek söylüyorum; ama geldiler, düğüncülerin geldiler.

Telli, anneme haber götür, sakın, bana nişan yüzüğünü getirmesinler.

Olur mu? Senin nişan gecen bu, bu senin nişan günün, beni Kahraman Bey’e vermiyorlar, seni verecekler.

Hayır, ben kendimi intihar edeceğim, demesiyle beraber Telli bunun yanından ayrılmak istemiyordu.

Penceresini açan Perişan Sultan şöyle dağlara baktı, sahraya, ovaya baktı, sanki karşıdan Çoban Süleyman gelecekmiş gibi içinde bir his, bir duygu vardı:

Yarabbil âlemin, 18 bin âlemi yaratan Allah, sen benim bu halimi görüyorsun, ben yandım, kavruldum, küle döndüm; ama o vefasız bana dönmedi, dedi.

Hâlbuki Süleyman bağın içerisindeydi, balkonun altında gizlenmişti. O arada pencereyi açan Perişan Sultan hem feleğe sitem olsun, hem de belki bu rüzgâr benim sedamı Çoban Süleyman’a götürür diyerek bir türkü söyleyecek, bakalım ne söyleyecek Perişan Sultan? Sağlığınıza söyleyelim, sağ olun, var olun.

Cariye arkadaşı Telli, Perişan Sultan’a dedi ki:

Perişan Sultan ne kötü bir talih ki, ne acı bir kader ki, nişan yüzüğünü sana getirmek bana kısmet olmuş, haber verdiler ki, ‘Telli, Perişan Sultan’ın nişan yüzüğünü sen götüreceksin.’

Bekle Telli, içime bir şeyler doğdu, bir his var içimde, bazen hüzünlüyüm; fakat bugün sevinçliyim, biraz da olsa, az da olsa bir sevinç var içimde, dedi.

Telli dedi ki:

Perişan, belki de bu Kahraman Bey’in sevincidir, senin yüreğine doldu.

Hayır, hayır, hele dinle:

Esen rüzgâr haber verin yârime
Gönlüm düşmüştür gudara gelsin
O ki sağlığımda gelmedi bana
Alsın kazma kürek mezara gelsin

Esen rüzgâr haber verin yârime, gönlüm düşmüştür bu dara gelsin, O ki sağlığımda gelmedi bana, alsın kazma kürek mezara gelsin…

Bu sesi, bu sedayı, bu yanık havayı kim dinliyordu? Çoban Süleyman:

Yarabbil âlemin, bu Perişan’ın sesi mi acaba?

Ne yapsın, korkuyor, ağanın adamları toplanmış, kapı önü mahşer olmuş:

— Ulan içeri gidersem beni öldürürler, ya, dur hele sabredeyim, Allah büyüktür.

İçerimde açtım derin bir yara
Ne yazık derdime olmadı çare
Zalim beni saldın gam ile efkâra
Merhameti varsa bir ara gelsin
Ağladım derdime olmadı çare
Zalim beni saldı bu intizara
Onun için kaldım ben bahtı kara
Merhameti varsa bir ara gelsin

Demişti,

Süleyman ise:

— Ulan vallahi bu Perişan’ın sesidir, dedi; ama Perişan kararını vermişti ki, bu türküden sonra kendisini intihar edecekti.

Süleyman dedi ki:

Eğer bu Perişan ise… Eğer Perişan ise, kendi adını söyler mi ki? bakalım…

[Âşıklar sözün sonunda tapşırma yaparlar, tapşırma ne demek? Yani isim söylerler.]

Perişan da bu dünyada gülmedi
Ne yazık ki muradını almadı
O ki Çoban Süleyman’ım gelmedi
Alsın kazma kürek mezara gelsin

Süleyman dedi ki:

Ulan ne olursa olsun, burada bir kaval çalacağım.

İnceden kavalı çalınca Süleyman, Perişan Sultan anladı ki, bu Çoban Süleyman’dır; çünkü o yanık kavalı o güzel sima çalardı:

Çoban Süleyman, dedi; ama ipi attı, düştü bayıldı. Hemen bunun üzerine gül suyu falan döktüler, Perişan Sultan’ı ayılttılar; ama Ağanın adamları Çoban Süleyman’ı yakaladılar.

Fakat şunu da ifade edeyim ki; büyük insanda büyük keramet olur, Kahraman Bey’in babası Ahmet Bey duymuştu ki, Perişan bir çobana gönül vermiş; ama çoban geri dönmemiş. Gönülden yaralı olduğunu biliyordu; fakat işin son anını bekliyordu. Son anı öyleydi ki zaten, biliyordu bu çoban geri dönmedi, döneceği de yok. Mahmut Bey kıvranır, Perişan’ın babası ne yapsın?

İçeri aldılar, Ağanın adamları seslendi, Ahmet Bey’in adamları:

Ağam, Çoban Süleyman’ı yakaladık, öldüreceğiz, arzunuz nedir?

Ağa… Darağacına götürülmeden, onun evvela bir arzusu alınır…

Süleyman içeride dursun; size haberi nereden verelim? Perişan Sultan’la cariye arkadaşı olan Telli’den…Telli nişan yüzüğünü zaten getirmişti; ama Çoban Süleyman’ın geliş haberini duydular ya, sevinçliydi, ayıttılar Perişan Sultan’ı. Perişan Sultan dedi ki:

Telli, çok sevinçliyim; ama Ağanın adamları -korkuyorum- Süleyman’ı öldürecekler.

Telli dedi ki:

Süleyman’ı içeri aldılar; ama ben o tarafa gidemiyorum. Hemen yanındaki arkadaşa sordu:

Perişanım sen bazı bir türkü söyle. Peki, hep hüzünlü anlarını söyledin, şu an öyle içinde bir duygu yok mu?

Olmaz mı? dedi, alır Perişan Sultan, ne söyler bakalım? Cariye arkadaşı karşılık verecek miydi? Sağlığınıza söyleyelim, söylesin serhat Karslı Halk Ozanı Sabri Yokuş, sağ olun, var olun:

Telli soruyordu:

Çoban Süleyman’ın geldi
Perişanım mutlu musun?
Ağa onu gelip aldı
Perişanım mutlu musun?
O bana gönül ilacı
Gayrı mutlu olmaz mıyım?
Nice acı çektim bacım
Gayri mutlu olmaz mıyım?
Bu gönüle acı saldı
Felek bizi taşa çaldı
O da sana âşık geldi
Perişanım mutlu musun?

Dedi ki Telli Perişan’a:

Hele dinle:
Öldürseler kahrolurum
Her bir günü zehrolurum
Ben onunla nişanlanırım
Gayri mutlu olmaz mıyım?
Telli söyler yara sarsam
Sarıp ilacını bulsam
Sen gibi sevdiğim alsam
Perişanım mutlu musun?

Deyince, Perişan biliyordu ki, Telli de aynı köyden Yaver Bey’in oğlu İhsan’ı seviyordu; ama onların da kavuşması mümkün değildi. Temenni ediyordu ki, ben sevdiğime kavuştum kavuşacağım ama umarım sen de böyle olursun, sözle az da olsa teselli veriyordu:

Perişana doğru gelsen
Yarasını gayrı sarsan
Sen de sevdiğini alsan
Gayrı mutlu olmaz mıyım?

Demişti, size haberi nereden verelim?

Onlar burada sevine sevine dursunlar, Perişan Sultan bekliyordu, Süleyman’la nişan yüzüğü mü gelecek, Kahraman Beyle mi gelecek? İki endişenin arasında kalmıştı. Çoban Süleyman çarmıha gerilmiş artık.

Ağa sordu:

— Yavrum Süleyman nereliydin sen?” Ahmet Bey soruyor Kahraman Bey’in babası.

Mahmut Bey dedi ki; Perişan Sultan’ın babası, Kahraman Bey’in babası Ahmet Bey’e:

Ağam bağışlayın, Çoban Süleyman bir hata yaptı geldi; fakat takdir sizindir. Ne emir buyurursanız tabii ki olmak zorundadır; ama ben Perişan Sultan’ın babası olarak, benim sizden arzum, istirhamım Süleyman’ın hayatını bağışlayın.

Olmaz, dedi. Mademki Süleyman, Perişan Sultan’ı seviyordu, benim dünürcülerim, atlılarım gelmeden gelmesi gerekiyordu, fakat iş bu mevzuata gelmişken Süleyman’ı affedemem.

Adamları seslendiler:

Ağa öldürelim mi Süleyman’ı?

Hayır bekle.

Döndü Ahmet Bey, Kahraman Bey’in babası:

Yavrum Süleyman, gelenekte böyledir darağacına giden bir insan, ölüme giden bir insan, çünkü seni darağacına çekecekler, son arzunu söyle. Benim bildiğim, benim duyduğum âşıklar, âşıkare konuşurlar, sen de öyle misin?

Eee, korkuyordu Süleyman ne yapsın? Ağa onbir kardeş, arkalı, dallı budaklı, ikide bir sesleniyorlar:

— Ağa öldürek mi Süleyman’ı?

— Bekleyin.

Alır Süleyman, bakalım Ağaya ne söyler burada, hikâyenin mevzuatı zaten kendisini gösteriyor burada değerli dinleyenler.

Alır Çoban Süleyman, bakalım Ağaya ne söyler?

Ben garibim ağam değmeyin bana
Ey yaradan Rahmana bağışlan beni
Öyle derde düştüm çarem olmadı
Okunan Kuran’a bağışla beni

Seslendiler Ağanın adamları:

— Ağa, Süleyman halen bir gönül meselesinden bahsediyor, Süleyman’ı öldürelim.

— Hayır, söyle yavrum, var ise gene söyle.

Alır Süleyman:

Ağa sorma beni ben bir garibim
Bırakın da başımı alıp gideyim
Ben garibim buna çare nedeyim
Yaradan Süphan’a bağışla beni

Ağa merhametliydi, Ahmet Bey’in gözünden bir yaş döküldü ki, parmak kalınlığında, Mahmut Bey ağlıyordu zaten, Perişan Sultan’ın Babası, Süleyman’a döndü baktı, yüreği yanıyor; ama ne yapsın? Karşı taraf güçlü kuvvetli, bir şey desem, beni de öldürürler, Süleyman’ı da. Perişan Sultan ise balkonda olup bitecekleri çok merak ediyordu, bakalım, bakalım, Ağa dedi ki:

— Yavrum benim bildiğim âşıklar sözü üçte tapşırırlar, sen de öyle misin?

Dinle Ağa:

Ağa sorma benim halim çok yaman
Ne yapım ki bana aşık Perişan
İsmim Süleyman’dır mesleğim çoban
Veysel Karani’ye bağışlan beni

Ağanın adamları:

— Ağa, Süleyman ölümü, darağacını artık hak etmiştir, ne senin bunu azatlamana gerek var, ne bizim bağışlamamıza, deyince; Ağa adamlarına seslendi:

— Hayır, Süleyman’ı asmayacağız, dedi.

— Ya?

— Mahmut Bey, kızın Perişan, Çoban Süleyman’ı seviyor mu?

Ahmet Bey’in oğlu Kahraman Bey de oturuyor mecliste, Kahraman Bey dedi ki:

— Babam hiç öyle konuşmazdı, ne oldu Babama acaba bugün?

Mahmut Bey kıvranarak:

— Ne haddimize Ağam, emir sizindir, deyince…

— Hayır, gerçeği soruyorum, dedi.

— Kızının yanına birini gönder, sor bakayım, kızın Süleyman’ı seviyor mu?

Sevmez mi, Perişan, Süleyman için ölüyordu. Geldiler yanına, Telli kapıyı açtı, cariye arkadaşı:

— Nişan yüzüğünü mü getirdiniz?

— Hayır, bir sor bakayım Perişan Sultan’a, Perişan Sultan, Süleyman’ı seviyor mu? Sevmez mi?

— Benim 366 damarım, 144 parça kemiğim yıllardır onun için yanar tutuşur. Ben isterseniz bunu size bir türküyle göndereyim, dedi.

Bakalım burada Perişan ne söyler? Sağlığınıza, sağ olun, var olun:

Gidin o babama böyle söyleyin
Sevdiğimden başkasını istemem
Ben onun için yandım kavruldum
Sevdiğimden başkasını istemem
Derde kerem
Gör düştü derde kerem
Koşmuşum gam çiftini
Dert sürer derde kerem

Alır Perişan Sultan:

Yıllar oldu onun için kavruldum
Sulanmayan bir bağ gibi kırıldım
Onun için ben de yandım kavruldum
Ey sevdiğimden başkasını istemem
Kar seli
Yağmur seli kar seli
Kaldım gurbet ellerde
Gözümdedir Kars eli
Perişanım gözden akar kanlı yaş
Cariye arkadaşım Telli’dir sırdaş
Ben Kahraman’a bacı o bana kardaş
Süleyman’dan başkasını istemem

Bu haberi kime getirdiler? Ahmet Bey’e; Ahmet Bey dedi ki:

— Perişan Sultan’dan bir haber alındı mı?

— Evet, dediler.

Yazılısını kendisine takdim ettiler, Ahmet Bey’e; Ahmet Bey alıp okuduğu zaman bir sessizlik bürümüştü ortalığı, çok merak ediliyordu, acaba bu nişanın, bu düğünün, bu muhabbetin, bu cengin sonu nereye varacaktı? Herkeste bir endişe vardı. Hele ki, Mahmut Bey, kendisi için yanmıyor, Süleyman’ı da çok seviyordu:

— YarabbilÂlemin, keşke bu düğün, bu nişan Süleyman’ın hakkı olsaydı.

Ama Süleyman kendisini de, cenge düşürdü beni de… Bunu düşünürken, Kahraman Bey’in babası Ahmet Bey emri ferman etti:

— Mahmut Bey, Perişan Sultan senin kızın, Çoban Süleyman da benim oğlum, şimdi iste kızının başlığını, bu düğün, bu nişan ancak Çoban Süleyman ile Perişan Sultan’ın hakkıdır. Kahraman Bey oğluma da Perişan Sultan’ın yanındaki cariye arkadaşı olan Telli’yi eğer münasip görürlerse almak istiyorum.

Böylece onları da birbirinden ayırmamış oluruz. Allah cümle hasretleri kavuştursun, mutluluklar, sevinçler bir aradaydı, mutluluk paylaşılıyordu, Perişan Sultan’ın Çoban Süleyman’la nişan yüzüğü takılıyordu. Böylece bu hasretler kavuşmuştular, Çoban Süleyman ile Perişan Sultan’ın düğünü bir arada yapılır, Kahraman Beyle Perişan Sultan’ın cariye arkadaşı olan Telli’nin de nişanları yapıldı.

O düğüne, o nişana, gariban Âşık Sabri Yokuş’u da davet etmiştiler, düğünün aşığı, düğünün ozanı olarak çalıp söyleyecekti. Allah hepinize hayırlı düğünler nasip etsin, sağ olun, var olun:

Başka günde buluşalım
Hoş geldiniz güle güle
Bu düğün de sona erdi
Hoş geldiniz güle güle
Arzumuz vardı nerede
Hepimiz kaldık sırada
İki düğün bir arada
Hoş geldiniz güle güle
Söndü gönlüğümün ışığı
Hayatı parmak arşığı
Sabri Yokuş düğün aşığı
Hoş geldiniz güle gül.

hikaye, hikaye oku, halk hikayesi, halk hikayeleri, gerçek hikaye, aşk hikayesi, gerçek aşk hikayesi, âşık, gerçek halk hikayesi, hikâye, Halk hikâyesi,

Gülten AJDER

Kitap okumayı seven insanlar daha zeki ve daha başarılı olurlar. Bende bu yüzden kitap okumayı sevdirmek istedim bu site ile. Gizli kalmış bütün bilgilerin kitaplarda saklı olduğuna inandığımdan, kültür seviyemizi yükseltmek, bilgi hazinemizi daha da zenginleştirmek, gizli yeteneklerin ortaya çıkmasına destek olabilmek için, okusun yazsın benim ülkemin insanları diye bir işin ucundan tutmak isteyen birisiyim.

İlgili Makaleler

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu