Güzel Bir Hikaye; “Hayatın Kiri”
Babaannesi büyüttü Ali‟yi, tabii tek başına değil, tüm mahalleyle birlikte. Üstünde emeği olanlar sadece komşular da değildi üstelik, çocuk parkındaki ağaçlar, kediler ve hatta o uzun saçlı, pis kokulu adamın bile katkısı vardı büyümesinde.
Kimsenin görmediği ya da herkesin görmezden geldiği bir adam. Üstü başı kirli, dişleri sararmış, sakalı ağarmış, sabahtan akşama bankta oturup etrafını sarmış kedilere dert anlatırdı. Gece nerede yatar, nereden yemek yer, bilen yoktu. Parka gelen anneler anneanneler, küçüklerin yaramazlık yapmalarını önlemek için bazen iğneci doktordan bazen başıboş köpeklerden bazen de bu kimsesiz biçareden medet umarlardı. Çocuklarına adamı göstererek, “bunu böyle yaparsan seni amcaya veririm” veya, “şunu şöyle yapmazsan seni kimse sevmez, onun gibi olursun…” diye korkutmaya, doğru yolu buldurmaya çalışırlardı. Bu tarz sözler çoğu zaman ve çoğu çocuğa gözdağı vermeye yeterdi. Ali farklıydı. Babaannesinin önünden koşarak parka girer ve oyuncaklara koşmadan önce ağaçlara selam verirdi. Sonra sırasıyla kuşlara, kedilere ve de Amca‟ya. Sonuncusu oldukça uzaktan ve ses çıkarmadan, sadece kalpten verilirdi, ama olsun selam selamdı.
Herkesten önce gelir, kalabalık artınca da babaannesine gidip, “Tamam, bu kadar yeter,” derdi. Yaşlı kadında torununun bu huyunu bilir, kendisi de zaten onlarca çocuğun hep bir ağızdan bağırmasını kaldıramadığı için ısrar etmezdi. Biri köhnemiş bir gövdede diğeri körpe bir bedende de olsa örselenmiş ruhlar birbirini anlıyordu. Ali belki de sırf bu yüzden, adeta o bölge mayınlanmışcasına kimsenin yanına yaklaşmadığı adama yakınlaşmak istiyordu. O da kendisi ve babaannesi gibi terk edilmiş olmalıydı. Başkalarının neşesini kıskanıyor, kendine acıyor olmalıydı. Rüyalarında sevdiklerini de görüyordu mutlaka. Artık sadece “O adam” tanımlamasıyla yetinemiyor ama mahalledekilerin taktığı isimleri de aşağılayıcı bulduğu için benimseyemiyordu. Etten kemikten bir insanın gerçek bir ismi olmalıydı. Annesi babası onu nasıl çağırıyorlardı acaba? Muhittin, Nurettin, Şemsettin, Emrullah, Abdullah… Aklına hep tanıdığı büyüklerin isimlerini getiriyor ama nedense hiçbirini yakıştıramıyordu.
O sabahki yağmurdan sonra henüz kimse parka gelmeye cesaret edememişken o amca yine buradaydı. Sanki Ali‟den önce gelip, Ali‟den sonra gitmeye çabalıyor ve başarıyordu da. Oturduğu bankı hiç değiştirmezdi. Haftalardır merak ettiği adamı yakından tanımak için bundan iyi fırsat bulamam diye düşündü. Babaannem kapıdan girinceye kadar en azından adını sorar ve kimsenin bilmediği bir şey öğrenirim diye heyecanlandı. Belki de sadece kedilerle konuşmayı biliyordur diye aniden beklentisine başka bir yön verdi ve bastırdı içindeki coşkuyu. Islak kum kokusunu içine çekerek küçük adımlarla ilerlemeye başladı. Bu koku Ali‟ye okul açılmadan önceki son günleri çağrıştırdı. Yaz yağmurunda denize girmeyi, iri damlaların kumdan kalesini delik deşik edişini seyretmeyi severdi. En yakın banka vardığında sırt çantasını ve yağmurluğunu bıraktı ve adamdan yana kaçamak bir bakış attı. Midesinde bilmediği bir kasılma hissediyor, dizleri sanki oyuncak askerlerinki gibi yavaş hareket ediyordu. Bilinmeyeni keşfetmenin, peşin hükümlü olmamanın önemini öğrenmişti babasından. İnsanın kendi içindeki kötüye yenik düşmesinden başka korkulacak bir şey olmadığını da ezberletmişti babası uzun uzun. Ali şimdi içinde, derinlerde bir yerde azıcık korku hissediyordu. Yine de yürümeye devam etti. Keşke babam görse beni, cesaretimle gururlanırdı, diye iç geçirdi. Annesi, “merak etme, bir gün babanı tekrar göreceksin, baban üzülmeni istemez…” demişti ama kesin bir tarih söylememişti. Bir gün ne kadar sürerdi acaba. Babasının gidişinden sonra Ali yalnızlığını biraz olsun azaltmak için hayali bir arkadaş edinmiş ve kendini “diğer Ali” ile avutmuştu. Derken bir gün annesi de gitti. Ali, o günden sonra “biz” diye konuşmayı adet haline getirdi, uslu Ali ve yaramaz Ali. Babaannesi bu durumu çok garipsemedi, çünkü kendisinin de dul kaldığı yıllardan beri hayali bir arkadaşı vardı. Aslında çocukluktan kalma bir arkadaştı, ama gece yatakta yaslanacak güvenli, sıcak, kokusu bildik bir sırtın eksikliği dayanılmaz olunca daha sık hatırlanır olmuştu. Yaşlı kadın her gece saatlerce, tüm mahallede üstüne dinleyici olmayan bu arkadaşıyla sohbet eder, içini döker, dua eder rahatlardı. En iyi arkadaşının dualarını kabul ettiğini görmekten de sonsuz bir mutluluk duyardı. Çok şükür sağlığı yerindeydi, torunu da akıllı mı akıllıydı, daha ne olsun diye düşünür, sözcükler ağzından dökülmemesine rağmen nazar değmesin diye dilini ısırırdı. Yine de torununun yaşı, etten kemikten gerçek arkadaşlar edinmek için daha uygundu. Ali’nin gönlünü biraz olsun ferahlatmak için babaannesi, dili döndüğünce anne-babasına olanları anlatmaya çalıştı. Uslu Ali’nin aklı biraz olsun yattıysa da yaramaz Ali bulutların ötesinde bir ülke olduğuna inanmamıştı.
Ali düşüncelerinden sıyrıldığında kedili, kokulu, dertli adamın dibine kadar girmişti bile. Siz beni terk etmezsiniz değil mi benim kuzucuklarım? Adam kendisi gibi kirli bir kediyi kucağına almış okşuyor, bir taraftan da kendisini çevrelemiş diğerlerine içini döküyordu. Ali, gözlerini dikip ağaç kabuğunu andıran tırnaklı ellere bakmamak için büyük bir irade sarf ederek kafasını kaldırdı. Merhaba, ben Ali. Yıllardır sevgi dolu bir çift göz değmemiş çapaklı gözlerini kocaman açarak baktı adam. Hayretle ama sesini çıkarmadan, yaşıtlarından farklı olduğu su götürmeyen bu çocuğa baktı. Kediler de Ali‟yi fark etmiş ve geçmesine izin verir gibi oluşturdukları çemberi aralamışlardı. Yerine değiştirerek Ali‟yi süzen gri-boz kedi, belli ki eskiden sıcak bir yuvada yaşıyordu ve kesinlikle bu renkte değildi. Dört ayaklı savunma hattını yararak bankın ucuna ilişti. Tam merak ettiği soruyu dillendirecekken, babaannesinin telaşlı sesini duydu. Aliii, gel evladım, terli terli üşüteceksin… Babaannesi dizlerini kırmış, elindeki yağmurluğu Ali‟nin kollarını geçirebileceği hizaya indirmişti. Ali yüzüne özür diler gibi bir gülümseme yerleştirerek yaşlı adama döndü ve usulca, “döneceğim,” diyerek kalktı. İsteksizce babaannesi doğru koştu ve yağmurluğunu giydi. Aralarında geçen fısıldaşmalardan sonra zamanın yaşlandıramadığı bakımlı elinden tutarak babaannesini kedilere doğru çekiştirmeye başladı. Adam misafirlerin çoğalacağını anlayarak hafiften toparlandı. Tanıklık edecek kimsesi kalmamasına rağmen eskiden iyi eğitim görmüş, görgülü bir ailede büyümüştü. Liseden sonra iki sene yurt dışında yaşamışlığı bile vardı. Zamanında boylu poslu, ağzı laf yapan, etrafı kalabalık bir erkekti. Sohbet için uğrayanlar, fikir danışanlar, borç isteyenler kapısından eksik olmazdı. Karısının en iyi arkadaşlarından biriyle evden kaçmasından çok, iki oğlunun, sorumluluğu onun omuzlarına yükleyip, ilgisizliğinden, sevgisizliğinden, zamansızlığından şikayet etmeleri onu yaralamış. Kendi çocuklarını mutsuz ettiğini görmeye dayanamayarak tüm mal varlığını bir mektup eşliğinde onlara bırakarak şehri terk etmiş. Artık zamanı bolmuş ama kimsenin beş parası olmayan bir adamın zamanına ihtiyacı yokmuş. Zaten o da giderek insanlardan kaçar ve Ali‟nin de şahit olduğu gibi sadece kedilerle arkadaşlık yapar olmuş.
Ali önde, babaannesi arkasında yanına geldiler. Merak etme amca, ben seninle oynarım, yağmur da yağsa, babaannem hasta olmadıkça hep geliriz parka. Adam başını kaldırdığında yüzüne belli belirsiz bir renk geldiğini gördüler veya onlara öyle geldi. Yaşlı adam bu parkı mesken tuttuğundan beri ilk kez kendi türünden biriyle konuşmak üzere ağzını açtı. Benim adım Ali, yanınızda bizim için bir şey var mı, çok açız!
Çantasından babaannesinin hazırladığı sandviçi çıkarttı. Peçeteleri sıyırıp, ekmeği bankın üstüne bıraktı. Salam kokusunu alan kediler banka doğru hareketlendiler. Gri-boz olan diğerlerinden atak davranarak patisiyle ekmeği kenara itti ve ortaya çıkan pembe ete bir dil darbesi attı. Salam kaşardan sıkıldın mı Aliciğim, neden kediye verdin yemeğini? Çok açız dedi babaanne, sen bize evde başka bir tane yaparsın diye düşündüm. Gülümseyerek, “Ah bu yaramaz,” diye mırıldandı yaşlı kadın. İstemiyorum demiyor da, aklı sıra beni kandırıyor, neymiş, kediler açız demiş.
Soğuklar kapıyı çalıp oyun mevsimi kapandığında kediler bile terk etti parkı. Ali oyuncaklarını bırakmıştı parkta, bir devri kapatan. Ve bir de keskin gözlerin, saf bir ruhun okuyabileceği bazı silik izler kalmıştı sadece. Kirli izler ve çocukluk, Ali’nin kalbinde, göz korkutan. Küçük bir çocuk, hayali bir arkadaş ve yaramaz bir Ali kaldı geride, boş bankta yalnız oturan.
Murad Ertaylan