Gerçek Bir Hikaye; Canım Öğretmenim…
Yıl 1969… Babamın mesleği gereği tayinimiz Trakya’da bir İle çıktığında henüz 7 yaşında minicik bir kızdım, o küçük aklımla pek üzülmüştüm, ayrılmak çok zor gelmişti Adapazarı’ndan… Gideceğimiz yerde nasıl bir hayat bekliyor bizi diye merak ediyordum. ADAPAZARI benim ve kardeşimin doğduğu yerdi o yüzden çok özel bir yerdi benim için. Hazırlıkları bitirince veda zamanı gelmişti. Babamın ellerinde bavullar… annemin kucağında kardeşim, bir otobüse binişimizi hatırlıyorum hayal meyal, hoşuma gitmişti bu yolculuk… Bir ara uyumuşum babam “Hadi geldik” dediğinde, şaşkın şaşkın etrafıma bakındım yeni yerimiz Kırklareli idi.. Alıştığım yere hiç benzemiyordu “Burayı sevmedim,” dedim kendi kendime… Otobüsten inip bir arabaya bindik. Yeni evimize giderken merakla etrafımı inceliyordum bir yandan kocaman eski bir binanın önünden geçerken bir yer dikkatimi çekti, döndüm bir daha baktım. Hani filmlerde olur ya… konak gibi. Ne kadar büyük ve eski bir binaydı hiç bu kadar eski, bir o kadar da güzel bir bina görmemiştim, her nedense burası beni çok etkilemişti… Nerden bilirdim bir kaç ay sonra burası benim ilk mektebim olacaktı. Gerçekten de evimize yerleştikten tam üç ay sonra, annem ve babam okul hazırlıklarımı yapıp beni elimden tutarak, ”Hadi bakalım artık okullu oldun”diyerek o gördüğüm eski konağa götürdüler, şaşırmıştım, burası nasıl bir yerdi böyle… tavanları öyle yüksekti ki kendimi o binanın içinde ufacık hissettim… Babam bana okulu gezdirirken hikayesini anlattı:
Burası eskiden Vali Konağı imiş … Gazi Mustafa Kemal Paşa Kırklareli ziyaretlerinde burda kalırmış, buranın okul yapılmasını da”O” istemiş ve sonradan okul yapmışlar…
Öyle güzel bir yapıydı ki kocamaan tavanları, tahta merdivenleri, muhteşem tabloları, pencerelerinde somon rengi perdeleri, işlemeli büyük kapıları vardı.. Hatta sınıfıma girdiğimde sınıfın ortasında sanki taştan yapılmış kocaman yuvarlak bir sobaya bayılmıştım. Siyah kapkara önlüğümü, boynumu kesip yara yapan, kolalı beyaz yakamı ve acısını hala unutmuyorum … ”Bir dee, elinde hep büyükçe bir zil olan, çok yaşlı tombiş bir hademe teyzemizi.” Bize beslenme saatinde kazanlarda ısıtıp dağıttığı sütün ve sıcak poğaçaların tadı da hala damağımdadır, garip ama çok sevmiştim bu konağı… Heyecanla öğretmenimi beklerken yeni arkadaşlarımla tanıştım, bir ikisiyle sıkı fıkı olmuştum bile… birden bire kapıda beliren bir bey velileri dışarı çıkarırken “Bu da kim ki !” dedim kendi kendime merakla arkadaşıma sordum, o da bilmiyordu, merakımızı gidermekte geç kalmamıştı herkes dışarı çıktıktan sonra kapıyı kapattı masasına geçti. O zaman anladık ki kır saçlı orta yaşlardaki insan bizim ilk ÖGRETMENİMİZDİ… Biraz sert birine benziyordu! Önce çok korkmuştuk hepimizle tek tek tanışmak isterken, gözleri öyle sevecen bakıyordu ki! korku ve heyecanımızın yerini tatlı bir huzur almıştı, bir an göz göze geldik “Sen Sınıf Başkanısın” dedi birden, görevlerimi anlattı, bu görev beni çok sevindirmişti. Severek layıkı ile yapmam gerekirdi.. Almış olduğum ilk ciddi görevdi çünkü… Ve ben öğretmenimi sevmeye başlamıştım, ilerleyen günlerde ona hayran olduğumu fark ettim. İdealist kelimesinin anlamını o zamanlar bilmediğimden şimdi ona daha çok hayranım, bana ve arkadaşlarıma ders dışında hayatla; daha doğrusu hayatın gerçekleri ile ilgili konuşmalar yapar; şiirler, romanlar okur ve çok güzel hikayeler anlatırdı. Kültürlü bir beyefendiydi, toplum içinde nasıl davranmamız gerektiğini, insanlara saygı duymayı, sevmeyi, sevilmeyi, şefkati, iyimserliği unutmayacağımız şekilde anlatırdı. Öyle ki.. sesi hala kulaklarımdadır. Hayatım boyunca zaman zaman karşıma çıkan zorluklar karşısında nasihatlerini gözlerim dolarak hatırlarım ve onu takdir ederim.
O farklı ve özel biriydi, öğretmenlik mesleğine yakışır meziyetlere sahip harika bir insandı, yaramazlık yaptığımız da bile kulağımızı çekecek olsa, şöyle yalancıktan burkardı canımız yanmasın diye, bunu o minicik halimle dahi hissederdim ve onu her gün daha fazla sever ve bağlanırdım. Aradan geçen bunca seneye rağmen anlattıkları ve öğrettiklerinin izindeyim. Edebiyatı çok sevdiğimi hissetmiş olmalı ki bana hep büyüklerin okuyabileceği romanlar verir mutlaka anlayarak okumamı isterdi. Biliyor musunuz ? Bazen eski yazarların romanları gözüme takıldığın da hala gözyaşlarımı tutamam… gerçi ona layık bir mesleğe sahip olamadım belki ama sayesinde iyi bir insan olmayı becerebildim galiba… Bende bu kadar derin iz bırakan ve hala saygı duymama vesile olan, yüreği sevgi dolu bu harika insanı malesef ki tüm aramalarıma rağmen bulamıyorum… Nerdedir? Yaşıyor mu? Bilmiyorum… Ancak şu an karşımdaymış gibi önünde saygıyla eğiliyor ve ellerinden öpüyorum.
Nur Büyükkalkan Saylan / Yüksek Ökçeler