Masallar

Anadolu Masallarından Çok Güzel Bir Masal

Masal

Anadolu Masallarından Çok Güzel Bir Masal

YERALTI SULTANI

Çok eski zamanlarda Danyal yanında bilgelerin bilgesi bir adam yaşıyormuş. Bu bilgenin onu zamanına saygı ve hayranlıkla dinleyen, bilgisinden faydalanmak isteyen pek çok öğrenci ve seveni var. Ama gel gör ki, değerli el yazmalarına ve onca kitabına sahip olacak, mirasçısı olacak bir çocuğu yokmuş. Derdinden ve üzüntüsünden ne öğrenemeyen bilge, bir evlat sahibi olmak için neyi geliştirdiyse de olumlu bir sonuç elde edememiş.

Bir gün evinin kapısında kendisine bırakılmış; İçinde çeşitli otların bulunduğu küçük bir kese ve bir değil. Notu açmış, şöyle yazıyormuş: “Bunu iç, muradina kavuşmuş. “

Bunu kaybetmete bir olumsuzluk gösteren bilge, bitkilerden bir çay hazırlatmış eşine. Sonra da afiyetle içmiş. Denemekte başarısızlık görmeyip bırakılan ottan yapılan çay içse de, hiç inanmıyormuş iyi bir sonuç elde etmeye.

 

Aradan bir ay sonra eşinin hamile olduğu öğrenilmiş; ama bu sefer de ölüm korkusu sarmış tüm ruhu. “Ölümüm yakın,” diye içinden geçirmiş bilge, “doğmasını beklediğim çocuğum, benim için çok değerli olan elyazmalarıma ve kitapları bozulmadan sahip olabilir miyim bilmiyorum.” Ve hemen ardından kitaplarında var olan tüm bilgileri özetleyerek birkaç büyük kâğıdın üzerine yazmaya başladı. Sahip olduğu beş bin elyazının özünü, çok ince bir yazıyla beş adet kâğıda sığdırmış. Sonra yazmayı okumuş ve bu beş kağıttaki bilgilerin özetlenebileceğine karar vermiştir. Bu beş kâğıdın özetini de tek bir kâğıda yazmış. Bu iş bitince yorulmuştu anlamış. Sonun yaklaştığını hisetmiş. Kitaplarına ve el yazmalarına sahip olmaktan korktuğu için, tek kağıt hariç, elindeki tüm yazılı belgeyi denize atmış yaşlı bilge. Şimdi elinde, üzerinde tüm bilgilerin özetinin bulunduğu kâğıttan başka bir şey kalmamış. Karısının yanından gidip, “Sevgili buluşma, sanki sona yaklaştım. Çok aranan halde göremeyeceğim şekilde çocuğumuzu yetiştirme işi sana düşüyor. Senden dilediğim çocuğumuza beni sordu gün, şu mektubu verdim. Bu benden ona bir miras,” demiş ve “eğer o, kâğıdın üzerinde yazılanları çözer ve ne demek istediğimi kavrayabilirse yaşadığı çağın en bilge kişisi olur. Senden başka bir dileğim de şayet çocuğumuz erkek olursa ona Hasip adını veren?” Diye sürdürmüş.

 

 

Aradan geçen birkaç günün ardından bilge öldü ve hemen ertesi gün oğlu dünyaya geldi . Kadın bir yandan eşi için üzülürken, dünyalar güzeli bir çocuk doğurmanın da sevincini yaşamaktaymış. Oğluna, rahmetli eşinin iradesi üzerine Hasip adını vermiş ve Hasip’in yeteneği öğrenilebilmek için eve astrologlar toplamış. “ Ey hanım, oğlunun, bilim konusunda çok başarılı; aynı zamanda da zengin biri olacak” demiş ve eklemiş “fakat bir sorun var. Delikanlılık döneminde büyük bir sorunla karşı karşıya gelecek. Söylediklerim, bu sorunu atlatabilirse.” Bunları kazanan kadın oğlu için endişelenmeye başladı.

 

Yıllar geçmiş, Hasip beş yaşına gelmişti. Annesi onu okuma yazma öğrensin, bilgi sahibi olsun diye okula yollamış; ama çocuk okul ile hiçbir ilgisi yokmuş. Ne dersmiş çalışıyor ne de verilen ödevleri yapıyormuş. Böyle olunca hiçbir şey öğrenememiş. Anne bakmış çocuğu okumayacak, onu okuldan alıp bir meslek sahibi olmak için bir makinenin dükkânına çırak olarak verdi. “Bak çocuğu” demiş kadın, “çok çalış, işi öğrenilir. Tembellik beni utandırma.

Daha sonra da para kazan ve evin giderlerine katkı bulun.” Ama yok, oğlan orada da başarılı olamamış. Daha iyi durumda olmak için hiç çaba harcamamış. Sonra da o dükkândan başka bir dükkâna, oradan bir başkasına dolanıp durmuş. Girdiği yerde en fazla üç gün kalıp çıkıyormuş. Böylece on yıl daha geçmiş ve Hasip on beşine basmış. bunlarla ilgili hiçbir kimse kalmayan anneye, günün birinde komşusu şöyle bir fikir vermişti: “Sen onu evlendir, karısı, çocuklarının da dünyanın kaç bucak olduğunu anlasın. parçaları açmamak için nasıl çalışırsa, onun bir işi senden benden iyi yapar.” Anne bu fikra sımsıkı sarılıp mahalleden, eli yüzü düzgün bir kızla evlenmiş.

Hasip eşini yedi ve değer veren bir koca olmuş ama evde, hiçbir şey yapmadan ve hayattan zevk almadan devam etmiş.

Anne, hayatta kalanların bakımları arasında, odunculukla birlikte yaşayan komşulardan birine rastlamış. Yolda sohbete dalmışlar ve kadın sıkıntısını, çok eski komşusu olan oduncuya açmış. Adem, “Üzüldüğün için bak. En iyisi sen ona hemen bir eşek, urgan ve keskin bir balta al, o da bizimle dağlara çıkan odun kessin. Hem bu işte çok iyi para vardır. üstelik hem sana yardımcı olur hem de evini rahat rahat geçinir. Ne dersin?” demiş. Anne o kadar sevinmiş ki, komşularından ayrılanlar çarşıya dönerken, kendisinin söylediği şeyleri ve eşeği yaşamıştı. Ertesi sabah, tüm malzemeyi ve Hasip’i oduncu komşularına emanet edip yardımcı oldukları için teşekkür etmişti.

Odunculardan biri, “Ne demek,” demiş, “Hasip bize çok değerli üstadımız Danyal’ın emanetidir. Sen hiç merak etme, onu onun zamanından ayır, güzel güzel gidebiliriz.” Sonra da oduncular önde Hasip arkadaş yola koyulmuşlar. Uzunca bir yol kat ettikten sonra ormanlık bir alana gelmişler. Burada ona ağaç kesmeyi, kesilen ağaçları eşeğe yüklemeyi öğretmişler. Sonrasında pazara gidiş nasıl satılacak… Hasip kendisine öğretilenleri çok iyi kavradığı gibi bu işi çok da sevmiş. Para kazanmaya başlamada hoşuna gitti. Artık bir yandan hem kendi hem de ana evine bakarken, diğer yandan da odun kırmak için oradan gelmek zevkle dolaşıyormuş.

Bir gün yine oduncu dostlarıyla birlikte dağda odun keserken amansız bir fırtınaya yakalanmışlar. Şiddetli yağmur ve sürekli sağa sola düşen yıldırımlardan korunmak için bir mağaraya sığınmışlar ve ateş yakmak için odun toplamaya karar vermişler. Hasip, “En genciniz benim, izin verin de ateş için odunu ben toplayayım” diyerek mağaranın önüne çıktı.

Hızlı hızlı hareket ederek sağdan soldan topladığı odunları mağara kapısının önüne yığmış. Kimi odunların çok büyük kesilmesi gerekmiyordu. Hasip baltasını kaldırmış ve vurmaya başlayan oduna her vuruşunda, sanki zeminin altı boşmuşçasına, tınlayan bir ses çıkıyormuş. Biraz merak, biraz da heyecanla kazmış ayağının altında yatan hava. Gördüğü şey onu şaşkına çevirmiş bir anda. Açılmayı bekleyen mermer bir kapak, ayağının altında öylece duruyormuş. Hemen mağarada bekleyen adamlara seslenmiş. Onlar da şaşkınlıkla bakmışlar kapağa. Biri, “ Hemen açalım,” demiş. Bir başkası, “Ellemeyelim, ya tehlike yaratacak bir şey içinden çıkarsa?” diyerek gerilemiş. Bir başkası daha “Açalım” diyince Hasip’de açılma yönünde fikir beyan etmiş. Ortak karardan sonra kapağın kaldırılmasıya yeltenmişler. Kapak o kadar ağarmış ki, dört adam zorluklarla açabilmiş.

Açılan kapağın içi mahzen gibiymiş. İçinde sayılamayacak miktarda, ağızları mühürlenmiş, eski toprak küpler mevcutmuş. Elbette tüm bunların ne olduğu saklanabilmek için mahzene birinin inmesi gerekiyormuş. Hasip hemen atlamış: “En genciniz benim, izin verin de ben gireyim.”

Şimdiki adamlar yukarıda Hasip mahzende küplere bakıyormuş. Bir parçasını kırmaya ve içinde ne yapmaya karar verip baltasını kaldırmış küplerden birine indirmiş. İçersi karanlık olduğundan yukardan bakan adamların neler olup bittiği, küpten ne çıktığı net olarak göremiyormuş. “Ne içinden çıktı?” diye bağırmış bir tane. Bezgin bir ses tonuyla yanıt vermiş Hasip: “Yoğun, koyu sarı bal.”

Küplerden altın özelliklerini uman oduncuların çok üyeleri: ancak bunca küp içindeki balı satarak iyi para kazanabileceklerini programlamak, fazla vakitlerini almamış. Halatlarını mahzene sarkıtmışlar, Hasip küpleri bağlamış, onları da tek tek yukarıdan çekmiş. Bu şekilde oldukça zaman geçmiş. Küpleri yukarı çektikçe, oduncuların neşesi yerine geliyormuş. Onun çektiği küple neşeleri daha da artıyormuş. Son küp de yukarıya doğru izlenebilir. Adamlardan biri, “Bu baldan iyi para kazanacağız. Neden onu Hasip’le paylaşalım ki? Zaten biz de bunları buralarda nasıl biliyorduk?” demiş ve devam etmiş, “en iyisi onu mahzende bırakıp gitmiş.”

Oduncular bu öneriye sıcak bakmış. Eşekleri odun değil de küplerle yükleyerek, yağmura götürmeden dönüş yolundan geçtiler. Mallarını satmak için doğruca pazarlamaya devam ediyorlar. İçlerinden biri, Hasip’in annesinin evine gidip, daha önce kararlaştırıldığı üzere, kadına uyumdukları yalan söylemeye başladı: “Çok kabarık” demiş, “dağda odun keserken şiddetli bir fırtınaya yakalandık. Onun ülkesine yıldırımlar düştü. Oğlunun eşeği, bu seslerden korkup kaçtı. Oğlunun onu yakalamak için devam etmesi gitti. Biz de bir mağaraya sığındık.

Sonra bir kurt uluması ve yumurtanın bağırışlarını duyduk. Yağmur dinip de çıktığımızda, bir yığın kemik ve oğlundan kalan kıyafet listelendi, muhtemelen kayıtlı ve eşeğini kurt yedi,” diyerek bitirmiş ko nuşmasını.

Bunu kazanan zavallı anne dizlerinin üstüne çökmüş. Dövünmeye, bağırıp bağırmaya başladı, “Vah benim zavallı, bahtsız oğlum, bunun için mi, ölüm haberini getirsinler diye mi yolladım seni oduncularla.” O sırada gelini arifesinde gelmişti ve acı haberi o da almıştı. Zavallı gelinin sandığı eşinin ardından öyle ağlamış öyle bağırmış ki sonunda ne dökecek ağlayacak ne de bağıracak gücü yaşadı.

Bu sırada bal küplerini satıp iyi bir kazanç elde eden oduncuların her biri, çarşının en güzel yerde dükkân açmış. Her biri, dayayıp döşediği dükkânında güzel güzel, süslü püslü mallar satmaya başladı. Keyifleri yerinde, zengin bir hayat sürüyorlarmış artık. En güzel evlerde oturmaya, en güzel kıyafetleri giymeye ve en güzel arabaları kullanmaya başladılar.

Bırakıp gittikleri ve ölüme mahkûm oldukları Hasip’i hiç beklemiyorlar, onun hakkında söylenenler de olsa asla konuşmuyorlarmış.

Sanki Hasip hiç kalmıyor, ona kötülük yapılmamış ve sanki eskiden beri hayatları satın almış gibi yaşayıp gidiyorlarmış.

Gelelim Hasip’e: Mahzende kalanlar ve o çok güvendiği oduncuların kendini bırakıp gittikleri ülkelerinin arkalarından bağırmaya ve yalvarmaya başladı. “Lütfen,” demiş, “lütfen bırakmayın beni burada.” Gel gör ki onu kimse dinlememiş, duymazlığa gelmiş ve orada öylece, kendi kaderine terk edip ayrılanlar.

Zavallı delikanlı önce yukarıya tırmanmayı denemiş. Ama olmuyormuş. Basabileceği, tutunup kendini yukarı çekebileceği hiçbir duvarda oyuk yokmuş. Hemen baltasını akışı gelişi güzel sallamış kullanıcı; ama duvarların granitten olduğu ufacık bir delik bile açılmamış. Bir hayli uğraşmış, yok, olmuyormuş. Sonunda bu işten vazgeçip başka bakımlar aramak için mahzenin içlerine doğru yürümüş. Bir yandan yürüyüp bir yandan ne yapabileceğini düşünürken bir yarasa saldırısına maruz kaldı. Panikle sallamış baltasını, yarasaları kaçırmış. Fakat yarasalardan biri, duvarda küçücük bir aralığa sıkışmış, yaşamış. Hasip iyice yaklaşıp bakmış ki ne görsün. O küçük aralıktan incecik bir ışık sızıyor.

Yarasayı parçacıklarını doğru atmış. Korkunun küçük hayvanı oradan hızla uzaklaşıyor. Baltasını küçültmeyi büyütmek için yazan bir kez vurmuş. O darbe ile duvarda büyük bir taş kapı, gürültüyle sola doğru kayarak açılmaya başladı. Tamamen açıldığında Hasip gördüğü manzara karşısında şaşkınlıktan neredeyse küçük dili yutacakmış. Açılan kapının ardından tamamen zümrütten bir tepe, tepenin eteklerinde billur bir göl ve kenarda da değerli taşlarla depolanmış bir taht bulunuyormuş. Ayrıca tahtın çevrelenmiş binlerce, altın, zümrüt ve gümüşlerle tasarlanmış sandalyeler mevcuttu. Hasip, sersemlemiş bir vaziyette tahtaya doğru yürümüş. Göz cihazı tüm gücüyle ile tam olarak direniyormuş. Yavaşça, biraz da tedirgin bir vaziyette tahta. Oturmuş oturmasına ama bir anda çanlar ve ziller çalmaya başladı. Hasip panik halinde oturduğu yerden fırlamış.

Ayrıca zümrüt dağlardan kalabalık bir insanın gittiğiun göle doğru, kayarcasına duvarı görmüş; ama mesafeden gelenleri seçemiyormuş. Yaklaşan kalabalığa dikkatlice bakınca gelenlerin yönlendiricisi baş döndürücü güzelliğe sahip olan kadınlar olmuştu. Ama bir terslik varmış. Bu kadınlar yürümüyor, kayarak ilerliyormuş; çünkü kadınların bedenlerinin alt kısmı uzun bir yılan kuyruğundan ibaretmiş. Uzun ince kuyruklarının üzerinden buluna, sürüne sürüne yol alıyor, bir ülkede da sahip oldukları o pek güzel sesleriyle, kim olduğunu bilmediği bir kraliçeye övg ü dolu sözler içeren şarkılar söylüyorlarmış. Hasip şimdi tepenin ardından hızla aşağı inen ve başlangıçta, altın bir minder üzerinde, kraliçe olduğu her halinden belli olan kadının dört yılanı kadına bakıyordu. Kadınlar, Hasip’in karanlığında da korkuyla kalktığı tahtaya yaklaşıp kraliçeyi oturtmuş. Tepeden aşağı inen tüm yılanlar kadınlar da, tahtın etrafında sıralanmış sandalyelere sahiptir. Şimdi bölgede derin bir özgürlük hakimmiş. Kraliçenin büyülü bir ses tonuyla sahip olduğu bir şeylerin örnekleri orada bulunanlara. Sonra tekrar çan ve zil sesleri duyulmuş. Tüm yılanlar hücrelerindeki çekirdekler için genel olarak bir şarkı söyleyip tekrar yerlerinde bulunur. İşte o esnada kraliçe Hasip’i görmüştüm. göz göze gelen Hasip’in dizlerinin bağı çözülmüş, düşecek gibi olmuş. Kraliçe gülümseyerek “Gel” işareti yapmış başı ile. Hasip’in bir ne yapması düşünülmüş. Hareketsiz kalmıştı. Kraliçe bu sefer dağıtımında “Gel” işareti yapılmıştır. Hasip korka korka Kraliçeye yaklaşmış. “Ülkeme hoş geldin”, demiş kadın ve devam etmiş, “nasıl geldin, burada nasıl buldun Bilmiyorum ama işte buradasın. Görüyorum ki korku içindesin. Rahat ol, burada sana kimse kötü bir şey yapmaz. Şimdi lütfen bana adını söyler misin yanlış?”

Hasip ağzını ürkekçe açmış ama yalnızca bir sesin parçaları arasında duyulmuş. “Ben,” demiş, “ben…” Kraliçe gülümsemiş. “Bak ey genç adam, benden korkmana gerek yok. Ben bu ülkenin, ülkelerinin kraliçesiyim . Adım
Yemliha. Burada görülenlerin tüm bu yılanları kadınlar benim satın aldığımdır. Haydi konuş… Yazının yaşadığım Kafkas dağlarından kışın yaşadığım bu yerde, bu gizli cennetime sen nasıl ve Nereden geldin?”

Hasip kraliçenin sözlerinden sonra oldukça rahatlamış. Kraliçe Yemliha’nın önünde eğilip eteğini öptükten sonra da, hemen tahtın yanında duran boş koltuğa dönüşür. Ve başladığı şey : “Ben rahmetli bilge Danyal’ın oğluyum adım da Hasip. Aslında babam gibi zeki ve becerikli olan ben, iyi bir tacir, bilge ya da başarılı bir iş adamı mümkünken, bir oduncu olmayı tercih ettim. Dağlara, ormanlara vurdum kendim. İşim odunu kırdı, kestiğim odunları eşeğe taktı ve onları götürüp pazarda sattı. Zavallı bir anam, bir da Karım var şu koca dünyada. Başka da kimsem yok. Ama onlar da bozuluyor, dağılıyorlar ki… Şimdi benim patlamamış sanıp arkamdan ağlıyorlar. Ah anacığım ah karıcığım…” çeye .

Kraliçe genç Hasip’i büyük bir sessizlikle dinlemiş. Ve onun anlattıklarından çok etkilenmiş. “Sevgili Hasip,” demiş, “eminim ki, uzun süreli yedek yemek yememiş, su içmemişsindir.” Daha sonra yaptığı bir baş hareketiyle, yılanımsı birkaçı vardı, içinde çeşitli yiyeceklerin bulunduğu tepsiler Hasip’in önüne konulmuştu. Bir kadın da yakuttan yontulmuş bir bardaktan şarap sunmuş ona. Hasip karnını iyice doyurduktan sonra da, kraliçeye, “Şunu bilmelisin ki, ülkede herkesin hep iyi şeylerle karşılaşacak, güvende olacaksın. Ama yok gitmek istersen de, biraz dinlenip gitmen iyi olur” deyip eklemiş, “zaten biz de burada çok kalacağız. Birazdan hep hareket etmenizi rica ederiz.”

Kısa bir süre sonra kışlık mekana doğru çalışmak için hazırlıkların sahasında buyurmuş emrindekilere. Sonra da Hasip’e dönerek, “Kararın ne, bizimle mi geliyorsun, evde mi dönüyorsun?” diye sormuş. Hasip, “Sevgili kraliçem, bana vaat etiğin sorunsuz hayat çok güzel. Kalmayı ve kurtuluşunu yaşamamayı; ama annemin ve parlamasının, ölmeyi düşünerek ne kadar kazandığını biliyorum. onlardan dönmem gerek” demiş. Kraliçe, “Seni anlıyor ve sana hak veriyor. Gitmek için son derece geçerli bir sebep söyledin bana. Yoksa sohbetinden bu kadar hoşlandığım birinden farklılaşacağından gitmene izin vermeyebilirdim,” demiş ve eklemiş, “bundan
böyle sen sen ol, sakın hamamda yıkanma! Yoksa yok olup gidersin…”

Hasip kraliçenin ne istediğini anlayamasa da, ona karşı çıkmamak için, bundan böyle hiç hamama gidip yıkanmayacağına söz vermişti. Sonra da vedalaşmalar başladı. Kraliçe Hasip’in yanında yılanı bir kadın vererek, ona çıkışa kadar devam etmesini istemekiş.

Hasip, büyümenin yeni ortaya çıktığı bir zamanda evin kapısını çalmış. Annesi, uykulu gözlerle kapıyı açmış. Karşılığında doğumun sevinç çığlıkları atmaya başladı. Bu çığlıkları duyan gelin de koşmuş kapıya. Bir de bakmış kocası
kapıda öylece duruyormuş. Kadın mutluluktan ağlamaya, ayakları çırpmaya başladı. Sonra hepsi toplanıp, hasret gidermişler. Hasip yaşadıkları geçenleri tek tek anlatmış ailesine. Sonra da kendini ölüme terk eden odunculardan haber alıp almaları sorunca, annesi, “Ah benim güzel çocuğum,” demiş ve devam etmiş, “onlar sana oynadıkları oyundan sonra, açtıkları dükkânlar sayın esinde zengin birer tüccar oldular. Sonsuz zenginlik ve refah içinde yaşamaktadırlar.” Hasip, karşılaştığı zorluklar biraz düşünüp annesine, “Yarın çarşıda onları bulmayı, bir araya getirmeni, benim döndüğümü ve evde onları beklediğimi anlatmanı istiyorum senden. Bunlara ‘Oğlum sizi tekrar görmekten mutluluk duyacaktır,’ söyleyeceksiniz” demiş.

Ertesi gün, gelirin dediklerini aynen uygulayan kadın oduncuları, tek tek dükkânlarında ziyaret edip bir araya getirmiş. Daha sonra da Hasip’in onları görmeyi tercih etmesi. Adamlar bu öneriyi memnuiyetle kabul etmiş ve aralarında bu işi çözmek için en iyi yolu takip ederek karar vermiş. Öncelikle Hasip’in annesi ve eşi için hediye olarak metrelerce, renkli ipek kumaşlar paketlemişler ve yola çıkmışlar. Yolda, kendi aralarında, servetlerinin yarısını Hasip’e vermemişler . Hasip’in yanında varınca da onu selamlayıp bağışlamasını isteyip, verdikleri karardan bahsetmişler. Hasip onları beslemediğinden önerilerini kabul etmiş.

Adamlar Hasip’e hizmet sürelerinin sağladığı gibi, büyük bir ev ve evde çalıştırılmak üzere hizmetçiler de verdi. Hasip de bir dükkân açmış, tacirlerin arasından karışmış.

Bir gün dükkânına giderken çarşının girişinde bulunan hamamın önünde geçiyormuş. Hamam sahibi de kapıda durmuş, gelen geçiyori selamlıyormuş. Hasip’i eğilmiş, ona, “İşin yerine emeğimin karşılığını almamı diliyorum,” demiş ve devam etmiş, “bugün seni ağırlamak istiyorum. Tellaklarım kıldan yapılmış keselerle seni ovar, hiç kullanılmamış sabunlarla sabunlar. Gel ve şeref ver bana.” Hasip, “Senin davetini kabul etmeyi çok gizle ama hiç hamama girmeyeceğime yeminliyim, kusura bakma,” demiş. Bunun üzerine hamamcı “Eğer davetimi kabul etmezse de hamamıma gelmezsen, reddedilmekten dolayı çok utanırım,” demiş. iç organların bağırış çağrısı başladı. Hasip “Gelmem” dese de hamamcı, “geleceksin” diyormuş. Çevreden, kavga olduğunu sanıp duruyorlar, Hasip’in böyle bir daveti neden kabul etmediğini anlayamayıp, hamamcının öldüğü duruma üzülerek, Hasip’i yaka paça hamama sokmuşlar. Tellaklar onu güzel bir şekilde yıkamış. Hamamın sahibi şimdi çok mutluymuş. Sevinçle Hasip’e bir tas şerbet sunmuş ve “Sıhhatler olsun, ben çok rahatladım, umarım sen de rahatsındır,” demiş. Hasip kraliçeye verdiği sözü tutamadığı için çok mutlu ve kopmuş. Onu tam güzel kokular sürüp yolcu edeceklermiş ki hamam, hükümdarın muhafızları tarafından işgal edilmiş. Hasip’i yaka paça saraya götüren muhafızlar, onu hükümdarın yanına çıkarmış.

Hükümdedarındığını taht-yatakta, yüzü gözü sarılı ve ölü gibi yat gören Hasip çok üzülmüş ve değişen ayakucuna, durumlar yere. Ama vezir onu ortadayken, “Ey Danyal’ın oğlu, senden ricamız hükümdarımız Gerezdan’ı sağlığına kavuşturman,” demiş. “Bugüne kadar bir cüzamlı olarak hep saklanarak, yüzünü kapatarak yaşadı. Sen bir bilgenin oğlusun ve onu ancak sen geliştirirsin, senden gelen şifa vardır,”diye devam etmiş. “Aman Yarabbi,”
demiş Hasip, “siz beni bilge mi sanıyorsunuz? Ben doğru dürüst okuma yazmayı bile bilmem, hükümdarı nasıl iğleştiririm?” Vezir, “Ey Danyal’ın oğlu, şunu çok iyi başlatıyor ki bilim konusunda doğuda, batıda senin bir eşin ve benzeri yok. Hiç şüphemiz yok ki,” demiş, “onu başarmayı başarabilirsin. Hem sen ayrıca, büyüme hükümdarı Yemliha’yı da mevcutsun. Hiçbir şey yapamayan bile, onun yeteneklerinden geçemez. Çünkü onun çalıştığı, onun kardeşleri devadır,” diye eklemiş. Hasip, “Hayır” demiş, “söylediğiniz kişiyi tanımıyorum.” Vezir, “Bak Hasip” demiş, “Yemliha’yı gören herkesin karnı mandası gibi kalın olur. Yemliha, onu görenlere hamama gitmemesini söyler çünkü su değince karın derisi kalınlaşır. Senin de karının derin manda alayı gibi. Bu da onu gördüğün ve değerlerinin anlamı geliyor. Şimdi bizi ona götür,” diye davam etmiş sözüne. Hasip gomleğini göbeğine bir bakmış, gobeğinin derisini kapkara. Kendi halinden korkan Hasip, “Tamam” demiş, “sizi ona götüreceğim.”

Hükumdarın adamlarıyla birlikte yılanı kadının onu sakladığı yerde mevcutlar. Hasip olanca gücünle “Yeraltı kraliçem Yemliha,” diye bağırmış. Kısa bir süre sonra Yemliha, yine birkaç kadının başında taşıdığı bir minder üzerinde yere çıkmış. “Bana ne söz sözün ha?” diye sormuş Hasip’e, “insanın sözünü tutmaz mı?” O da ne kadar zor durumdaysa, buraya neredeyse zorla getirildiğini anlatmış. Kraliçe, “Seni seviyordu, kullanıyor. Cezalandırmayacağım o yüzden” diyerek, Hasip’in isteğini ona verdi. Sonra da geldikten sonra hızla geri dönmüş.

Hasip, kraliçeden gelen şirketlere, hasta hükümdara götürülmüş. Hükümdar hattı bir dikişte içmiş ve aynı anda ayrılmaya, vücudundaki yaralar pullar halinde dökülmeye başladı. Alttan parlak bir deri çıkmış ve hükümdar çok kısa bir sürede tamamen iyileşmiş.

Bunun üzerine Hasip’e yanında, sarayda kalma isteğinde bulunma seçenekleri. Vezirini, onu iyileştiremediği için görevden alıp, Hasip’i vezir olarak atanmış yerine. Sonra da değerli taşlarla bezenmiş bir onur bedelini verdi. Tüm saray m ensuplarına yeni veziri tanıtmış. Ona armağan olarak annesi ve eşi ile yaşaması için eski vezirin yaşadığı sarayı vermiş; ayrıca yanında yüz bin altın, üç yüz katır, üç yüz deve ve manda, inek, koyun gibi pek çok şey daha verdi.

Hasip, annesi ve eşi ile saraya yerleşmiş. Okuyup yazma öğrenmiş ve annesine, “Anacığım, babam ölmeden önce bana kitaplarından ya da elyazmalarından bırakmadı mı hiç?” diye sormuş. Annesi, “Oğlum, babası ölmeden önce sana bir kağıt bıraktı ve bunu görmek istediğinde, beni sana vermekle görevlendirdi” demiş. Hasip’de, “Onu almak çok istiyorum, çünkü artık dahil olanların sürdürülmesi için çok fazla bilgiye ihtiyaç var” demiş.

Bunun üzerine mücevherlerle birlikte sarıp sakladığı kâğıt parçasını çıkartıp Hasip’e verdi. Hasip, babasının ona bıraktığı bu değerli değerin, süresi boyunca kullanılana kadar kullanılmış ve korunmuştur. Taki onu kendi oğluna miras bırakana kadar…

Anadolu Masalları

Anadolu Masalları, masal, büyüklere masallar, çocuk masalları, en çok okunan masallar, hikaye, hikayeler, en çok okunan hikayeler, en güzel masallar, en güzel hikayeler, çocuk hikayeleri, çocuk öyküleri, sa öyküler, kısa masallar, kısa hikayeler, masal arşivi , hikaye arşivi, anlamlı hikayeler, anlamlı masallar, bilgelik hikayeleri, bilgelik öyküleri, bilgelik masalları, 

Gülten AJDER

Kitap okumayı seven insanlar daha zeki ve daha başarılı olurlar. Bende bu yüzden kitap okumayı sevdirmek istedim bu site ile. Gizli kalmış bütün bilgilerin kitaplarda saklı olduğuna inandığımdan, kültür seviyemizi yükseltmek, bilgi hazinemizi daha da zenginleştirmek, gizli yeteneklerin ortaya çıkmasına destek olabilmek için, okusun yazsın benim ülkemin insanları diye bir işin ucundan tutmak isteyen birisiyim.

İlgili Makaleler

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu