Çanakkale Savaşı Hikayelerinden Gerçek Bir Hikaye;”Şehitler Ölmez. Vatan bölünmez….”
Bir gün mahallede topraklarla oynuyordum. Hasangilde bizim mahalleye yeni taşınmışlardı. Babasının tayini çıkmıştı Çanakkale‘ye.
Aslen Ağrı’lı olan Hasan’ın konuşması ilk başta garibime gitsede zamanla alıştım. Hasan yanıma geldi. ‘Selamun Aleyküm ben Hasan seninle oynayabilir miyim?’ dedi. Bende gel oyna dedim. O gün öyle oynadık. İlk önceleri Hasan’ı hiç sevmemiştim. Ben yapıyordum Hasan bozuyordu. Bu konuda çok kavga ettik onunla. Her seferinde de dövdü beni. Ben icatlar yapıyordum. Arabalar, evler, kaleler Hasan ise hepsini itina ile kırıp bozuyordu. Eve geldim anama anlattım;
‘Ana bizim Hasan var ya o çocuk çok bencil ben ne zaman bi icat yapsam bozuyo’ dedim. Anam hafif gülümsedi ‘Nolacak yavrum kardeş kardeş oynayın işte’ dedi. Bende ‘Ya ana kalıplı olmasa döverim ama çok kalıplı o beni döver en iyisi ben yapayım o bozsun’ dedim. Anamla beraber güldük. Bu arada ben evin tek çocuğuyum. Ondandır ki anam üstüme pek düşkün. Babamı küçük yaşta kaybetmişim, yüzünü bile hatırlamıyorum. Ama her hafta Hasan’la mutlaka ziyaret ediyoruz babamın mezarını. Önceleri Hasan peşimden geldiğinde onu taşlıyordum, sonra zamanla alıştım Hasan’a. Ben fikirler üretip oyuncaklar yapmaya devam ediyordum. Hasan’da itinayla kırmaya. Ben yapıcı, Hasan kırıcıydı. Ama çok eğleniyorduk. Zamanla çok alıştık birbirimize. Düşünce yapısı olarak Hasan bana ters bir çocuktu ama işte zıt kutuplar birbirini çekiyor napalım. Ben hep mühendis olmak istemiştim Hasan ise asker. Hep onun için çalışıyorduk. Okulda derslerin en başarılı iki öğrencisi Hasan’la bendim. Okula hergün beraber gidiyorduk. Okulumuz çok uzaktı. Ama o yoldaki muhabbetimiz 5 km yolu, 5 dakikalık yola çeviriveriyordu. Bir gün hiç unutmam ayakkabım yırtılmıştı. Okula çıplak ayak gitmem gerekecekti. Hasan o gün beni okula kadar sırtında taşıdı. Sonra eve dönünce bana bir tane daha ayakkabı yaptık beraber. Artık Hasan benim yaptıklarımı kırmak yerine daha iyisini yapabilmem için fikirler veriyordu. Beraber camiye gidiyorduk. Hangimiz daha güzel ezan okuyacak diye birbirimizle yarışıyorduk. Cami’de müezzinlik yapabilmek için adeta savaşıyorduk. Hasan’ın sesi benden kötüydü ama ona bunu hiç belli etmeden sırayla müezzin yapıyorduk Cami’de.
Zaman böyle böyle geçti. Takvimler 1915 yılını göstermeye başladı. Ben ve Hasan kurduğumuz hayallere sonunda ulaşmak üzereyken, benim cennet vatanım düşman istilasına uğradı. Cepheye gitmemiz gerekiyordu. Aslında Hasan’ın hayali gerçekleşecekti. Ama ben tedirgin bir insan olduğum için pek olumlu bakmıyordum cephe işine. Birgün evde otururken anam geldi yanıma.
‘Oğul noldu sana bi tedirgin gördüm seni. Nedir seni böyle kara kara düşündüren şey?’ dedi anam. ‘Ana cepheye gitmemiz gerekecek ben mucit olacaktım. Bir sürü hayalim vardı benim’ dedim. Anamın yüzü bi anda düştü. Babamdan sonra beni de kaybetmek istemiyordu. Yapacak birşey yoktu ama. Vatan bu durumdayken hayallerimin pekte önemi yoktu aslında. Cepheye gitmeden önce anama son kez veda ettim. Anamın gözleri yaşlıydı. Bana sıkı sıkı sarıldı. Bir daha dönmeyecekmişim gibi. Kokumu iyicene içime çekti. ‘Abdullah’ım benim kınalı kuzum. Eğer ben evimde namazımı rahat kılamayacaksam, eğer ben Kur’an’ımı rahat okuyamayacaksam sen sağ dönme oğul.’ dedi. Bir daha bağrına bastı beni. Sonra Hasan geldi bize. Ona da sıkı sıkı sarıldı. Sonra anam ağlayarak içeri gitti, bizde cepheye.
Henüz daha 17 yaşında en yakın arkadaşımla cepheye gitmiştik. En yakın arkadaşım Hasan cesur mert ve yürekli bir insandı. Ben ise karamsar, endişeli ve söylemeye çekiniyorum ama tırsak bi insandım. Tabi savaş esnasında tırsak olmanın sana bir faydası yoktu. Hergün yüzlerce şehit veriyorduk. Ben ve Hasan yaşımız küçük olduğu ve biraz çekingen olduğumuz için yaralıları revire götürme görevini üstlenmiştik. Aslında Hasan değil, bendim çekingen olan. Hasan beni yalnız bırakmamak için rol yaptı. İçi içini yesede o kadar ısrar etmeme rağmen gitmedi cepheye. Her gün onlarca yaralı taşıyoduk Hasan’la revire. Şehit olanların yüzlerinde tatlı bir tebessüm, yaralılarda şehit olamamanın verdiği buruk bir hüzün. Belkide Çanakkale’nin en zorlu cephesinde görev yapıyorduk ama mutluyduk vatan uğruna görev yaptığımız için.
Ben kendimi iyice ilerlettip yaralılara ilaç üretmeye başladım. O sırada Hasan’da yavaş yavaş cephede savaşmaya başlamıştı. Hasan hayalini gerçekleştirmişti. Aslında bende gerçekleştirmiştim. Sadece çalışma alanım hayallerimin dışındaydı. Ama artık revire de veda vakti gelmişti. Cephede savaşan asker sayısı düşmeye başlamıştı. Tırsak olmama rağmen gönüllü olarak cephede savaşmayı kabul etmiştim. Hasan iyice alışmıştı cepheye. Geleni indiriyor gideni indiriyor. Kuş bile uçurtmuyordu.
Bir gün bir mektup geldi. Üstünde anamın adı yazıyordu. Koydum cebime mektubu. Savaşmaya devam ettim. Namaz molası vermiştim. O sırada açtım anamın yazdığı mektubu, başladım okumaya.
‘Oğlum, Abdullah’ım benim kınalı kuzum. Ben çok hastalandım. Böyle giderse çok yaşamam gibi. Zaten yaşlanmıştım oğul beni merak etme sen ülkenin hali vaziyeti nasıl? Hasan nasıl sen nasılsın? Hasan’ın anası yanımda zaten. Ha bu arada oğul Hasan’ın babası cephede şehit düşmüş anasının dili varmamış söylemeye sen söylersin Hasan’a. Ama bi anda pat diye söyleme alıştıra alıştıra söyle oğul. Önce Allah’a sonra Hasan’la birbirinize emanetsiniz.’
Anam neler söylüyordu öyle. Hasan’a nasıl söylerdim ben baban şehit olmuş diye. Mektubu okuduktan sonra Hasan’ın yanına cepheye gittim. Moralim bozuktu ve Hasan anlamıştı. Sebebini sorduğunda ise sadece annemin hasta olduğunu söyleyebildim. Hasan bişeyleri anlamış gibiydi ama pek üstüme gelmedi. Tam bu sırada bir mermi geldi. Yanımdan geçişini hissettim. Hemen kendimi kontrol ettim. Tam Hasan’a bakacaktım ki Hasan bağırıyordu. Mermi göğsüne isabet etmişti. Ne yapacağımı bilemedim. Hemen sedye istedim. Hasan’ı hemen revire götürdüler. Bende ateşe devam ettim. Olduğum yeri başka bir askere emanet ettim. Hemen revire koştum. Yere yatırmışlardı. Bu bu bu benim can kardeşim yoldaşım sırdaşım davadaşım Hasan beni yarı yolda bırakacaktı. Hasan beni gördü bişeyler söylemeye çalıştı önce anlamadım sonra cebinden bir tane mektup çıkardı. ‘Bunu anama ver Abdullah’ dedi. ‘Hayır ben vermeyeceğim sen vereceksin ayağa kalkacaksın iyileşeceksin’ dedim. Ama Hasan’ın yarası çok ağırdı. Zaten çok dayanamadı. Şehit oldu. Başladım ben ağlamaya ‘söz vermiştik ayrılmayacaktık birbirimizden neden beni tek başıma bıraktın Hasan’ diye söylene söylene ağlıyordum. Ben daha onun babasını şehit olduğunu ona söyleyemeden anasına nasıl derdim oğlun şehit oldu diye? O sırada bana verdiği mektup aklıma geldi. Okumaya başladım. Her satırında gözyaşım artarak devam ediyordu. Mektupta şunlar yazıyordu;
‘Anacım selamun aleyküm. Nasılsınız? Haliniz hatrınız nasıl? Beni soracak olursanız ben turp gibiyim maşallah. Eğer Abdullah’ı soracak olursanız onunda maşallahı var. Biliyor musun ana bizim tırsak Abdullah bir anda küheylan kesildi. Düşmana adım arttırmıyor vallaha. Anacım babam nasıl iyi mi? Babamı geçen gün rüyamda gördüm anam. Bana doğru yürümeye başladı babam. ‘Noldu baba?’ dedim. ‘Oğul’ dedi ‘Burası benim mezarım, yanımı da sana ayırdım. Ne zaman geleceksin? Senin kokunu özledim vallahi. Çok beklettin beni burda çabucak gel.’ dedi. Rüyaları pek yorumlayamam anam ama Allah hayra çıkarsın bu rüyamı inşallah. Büyüklerimin ellerinden küçüklerimin gözlerinden öperim, Allah’a emanet olun anam’
Hasan hissetmişti babasının şehadetini. Ama hiç bahsetmemişti bana. Hemen anama bi mektup yazdım. Hasan şehit oldu dedim. Anasına yazdığı mektubu da onunla beraber yolladım.
Hasan’ın gidişini kendime yediremedim. Sürekli aklımda Hasan vardı. Çocukken yaşadığımız o kadar şey aklıma geliyordu. Düşmana karşı vatanı savunuyorduk. Hergün beraber yemek yediğimiz insanlar bir bir yanımdan eksiliyordu. Galiba sıra bana gelmişti. Hissetmiştim şehadeti. Tam o sırada göğsüme bir kurşun saplandı. Hemen revire götürdüler beni. Komutanım başımda bekliyor. Doktorlar benim için uğraşıyordu. Tam son nefesimi vereceğim sırada askerin birisi komutanımın kulağına bişeyler fısıldadı. Komutanımın yüzü düştü. Gözünden yaşlar akmaya başladı.
‘Abdullah anan vefat etmiş oğlum’ dedi. Ben tam duyamadım komutanımın dediğini. Çünkü sevgiliye kavuşma vaktim gelmişti. Şehit olmuştum. Şehit Zafer oğlu Abdullah dediler baş ucumda selamladılar beni. Sonrada gömdüler anamın yanına. Herkes benim hiç birşeyden haberim yok, ruhum çıkınca hiç birşeyi görmüyorum zannediyordu. Ama onlar bilmiyordu ki Şehitler Ölmez. Vatan bölünmez….