Vapurda 1. Bölüm
Bugün sevdiğim insanları unutmak için belkide bir gün daha kazanmıştım. Doya doya geçecek bir tutam saat hızlıca akarken, zaman hiç olmadığı kadar hoyratça beni tüketiyordu, hemde sevdiğim tüm insanlar içimde benimle birlikte birer birer erirken. İzmir kordondan vapurla Karşıyaka’ya geçmek için koşturur bir vaziyette idim. Hava ne sıcak ne soğuktu, boğucu bir nem genzimi yakan sigaraya eşlik ediyordu. Bugün nedense insanlar bir tuhaftı, bir şeylerin yarışında idiler, yoksa sorumsuzca harcadığım gençliğim artık kendini sorgular bir hale gelmişti de etrafımdakilerin aslında normal de olması gereken yaşam çabaları, beni tedirgin etmişti? Hastalığımı öğreneli çok olamamıştı. İlk başta sendelemiştim öyle böyle değil okkalı bir darbe yemiş gibiydim. Ne yapacağımı bilmez bir halde kendimi nemden rutubetten nasibini fazlasıyla almış olan vapura atmanın peşinde idim. Vakit geçtikçe, önceden saatlerce bıkıp tükenmeden izlediğim insanlar artık bol boyalı tabloların arka kesitlerinde kalmış silik tipler gibi görünür olmuştu. Her zamanki keyfimden fazlasıyla uzak kalan bir seçim olarak geminin kıç tarafına bir sığıntı gibi yerleşmiş, boş boş etrafına bakınan tuhaf tiplerle dolu güverteyi karşıma almıştım.
Martılar, keyiflice havayı silkelerken, deniz, dibindeki günahlarını köpüklere karıştırarak dünyaya temiz bir umut vadedercesine salıyordu. Etrafımdaki her şey, insanlar hariç, hayatı hiç olmadığı kadar neşeli kılıyordu yada hastalığımdan dolayı ben öyle görüyordum, davetsiz gelen ölüm bana normal zamanda yaşayamadığım mutlulukları zorla hatırlatmak istermişçesine istekli idi ve beni kısa zamanla tamamıyla bitirmeye de.
Onu gördüğüm ilk seferde gözlerimin bir yanılgısı sandım o dağınık kızıl saçlar altında beni dik dik izleyen o hırçın gözler, bir panter çevikliğinde gözlerime saplanmıştı. Orta yaşı biraz geçmiş normal giyimli ama bakımlı bir bayandı. İçimde böylesine tuhaf bir duyguyu hissetmeyeli çok olmuştu. Hastalığımla daha da hırçınlaşan hormonlarım daha önce bastırılmış ve yahut gizlenmiş ihtiraslarımı kamçılamış ve beni bu kadının eline sere serpe bırakmıştı. Yanına sakince yaklaştım.Vapurun içinde daha da sersemleşen rüzgar kadının saçlarında bir melodi tutturmuş, onun kah alnında bir demet, kah yeşil gözlerinden bir salkım misali salınmıştı. Tam da karşısına oturdum, vapurun gürültücü sakinleri kaybolmuş, bana illet rahatsızlığımı bile unutturan bir melek, gökten dibime düşmüştü. Çok tedirgindi öyle böyle değil elleri titremekli, suratı aşırı kaygılıydı. Yavaşça tedirgin olmaya başlamıştım, sinirli bir koca, belki bir sapkın yada kaçmakta başarılı olamadığı karanlık bir geçmiş onun peşini bırakmamıştı.
Ağzımı açmamla kaynar sular sırayla başıma saçılmaya başladı. Kadın olağanca gücüyle bana bağırmaya başlamıştı bir etrafındakilere bakıyor daha sonra bana karşı kendini bilinçsiz hareketlerle savunmaya çalışıyordu. Ne yapacağımı bilemedim ani bir refleksle kendimi geriye doğru ittim ve yavaşça uzaklaştım. O an içinde hissettiğim tuhaflık sarmallaşarak boğazımı sıkmaya başladı. Kadın dışında hiç kimsede bir tepki yoktu. Rüzgarın terden sırılsıklam olan enseme soğuk soğuk üfleyişi ile şokun etkisinden kurtuluyor daha sonra ani bir titremeyle kendimi kaybeder gibi oluyordum. Durdum herkesinde benimle birlikte duracağını farz ederek. Kadın yorulmuş ayaklı bir ölü gibi, salınıyor arada kaçamak bakışlarla etrafını korkuyla dikizlemeye çalışıyordu. O an her şeyin olması gerekenden çok farklı olduğunu tam olarak kavramıştım. Kadın ve ben haricinde kimse ne bir merak ne bir bakış, ne de bir arayış vardı. Boş bir odada ikimiz yalnız gibiydik sanki. Kadın son bir gayretle kendini vapurun kıç tarafına attı. Peşinden gittim ellerim ve ayaklarım titriyordu ama bu olamamalıydı sadece ufak bir heyecandı ama nedense içimi yarıp çıkaracakmışçasına bir şey beni içten içe parçalıyordu.
Sanki bir kara büyü, belki de şu an vapurun arka koltuklarında hastalığımın etkisiyle uyuyorum ve bir karabasan görüyorum ve biri beni uyandırıyor geriliyorum sonra acıktığımı hissediyorum ve her ne olduysa da gülümsemek için yalvarıyorum ahh !! gerçekten istediğim tek şey bu, olmalı evet bu olmalı lütfen….
Kadına bakamadım gözlerinden korkuyordum. Uzaklara Konağın denizle birleşen kayalıklarında gözlerim dalmış bir vaziyette az önceki bitmişliğin tükenmişliğin etkisinden kurtulmaya çalışıyordum. İlk başta gözlerim gerilmeye başladı, sonra istemsizce etrafı sorgulamaya başladılar sonunda yorulup tükeninceye kadar aradılar ama hiç kimse yoktu. Bu saatlerde dolup taşması gereken bir yerde hiç kimse yoktu. Binalar, yollar, bahçeler bomboştu ve tek bir hareketlilik canlılık belirtisi yoktu. En son yanımızdan geçen başka bir vapurun bir hayalet gibi seyrederek gitmesiyle canlandım. Ama kadının çok güçlü çığlığıyla, hiç bir fikrimin olmadığı bu bilinmeze tekrar gömüldüm.
Kadın bir şeyler söylemeye çalışıyordu kekelemek ile saçmalamak arasında gidip geliyor anlatmak istediklerini bir türlü bana izah edemiyordu. Yutkunarak ve yavaş hareketlerle kafasını arkalarında oturan insanlara çevirmeye çalışıyor bunu yaparken arada bana bakarak benden güç almaya çalışıyor gibiydi .Açıklanması zor bir iç güdüyle sadece kadına bakmak ve onun istemiş olduğu gibi onlara bakmamak için kendimi zorluyordum aslında fazlasıyla korkuyordum. Sanki ruhsuz robotlar gibi kimisi hareketsiz kimisi ise kendi aralarında konuşuyor, tartışıyor hatta bir kısmı küfürleşiyordu. Çocuklara takıldı gözüm ne vardı ne oluyordu her şey normal gibiydi, anormal olan bizler miydik.
O an kadını omzundan tutarak kendime doğru döndürdüm ve aslına benim bilmeyip onun önceden hissettiği veya bildiği neydi dercesine gözlerine sorgularcasına baktım ve tam da o sırada allak bullak olarak, deminki gürültülü güvertede tek bir çıt çıkmadığını fark ettim. Yüzler anlamlı anlamsız küçük büyük demeden hepsi birer cansız manken gibi bize dönmüş ve olağanüstü bir açlıkla bizi seyrediyorlardı.
Serhat Özer