İnsanlık Ölmemiş Be Kızım
Ahmet Bey’in annesinin vefat etmeden önceki sözleri hiç kulağından çıkmıyordu. “Evladım hiç kimseye el açma. Hayat bazen büyük fedakârlıklar ister ama sonunda mükâfatını da kendisi verir. Sabretmesini bil, çünkü sabır büyük erdemdir. Güzel ahlaklı ol, Aile sırrını kimseye açma, tembellikten sakın, çalışkanlık insana yeter, insanlara iyi davran çünkü Rabbim birçok hediyeyi kullarına yine diğer insanlar vasıtası ile ulaştırır ve en önemlisi seni tanıyanlar insanlık ölmemiş bakın görün desinler”.
Ahmet Bey çok gururlu ve çalışkan birisi idi. Ancak ekonomik kriz sebebi ile çalıştığı iş yeri pek çok kişinin işine son vermişti ve bunlardan biri de Ahmet Bey’di. Ne yaptı ise de bir iş bulamadı. Çünkü ekonomik kriz herkesi az veya çok etkilemişti. Aslında çalışkanlığı ve dürüstlüğü ile etraflıca tanınmış bir insan olması hasebi ile ona ve ailesine yardım edebilecek birçok tanıdığı vardı. Ancak kimseye muhtaç olmak istemiyordu, bunun yanlış olduğunu düşünüyordu. Ailesi ona, her şeye sonuna kadar sabretmesini öğretmişti.
Ama işsiz kaldıktan sonra içeride kalan son maaşının verilmemesi de onu çok üzmüştü. Üstelik senelerce çalıştığı iş yerinden çıkartılma biçimi hiç hoş değildi. Oysa oraya çok emek vermişti.
Daha sonraları ise işleri iyice kötüye giden Ahmet Bey artık çok zor duruma düşmüştü. Günlük iş bulup kendisinin ve ailesinin geçimini o şekilde sürdürüyordu fakat artık günlük iş bulmak da giderek zorlaşmıştı. Bunun farkında olan hanımı da maddi açıdan yardım etmek istiyordu ancak Ahmet Bey buna izin vermiyordu. Çünkü dünyalara değişemeyecek 2 güzel çocukları vardı ve çocuklarını kimseye emanet etmek istemiyordu üstelik bırakabilecek bir yakınları da maalesef yoktu. Hem çalışmasını da istemiyordu çünkü hayat şartları çok zordu ve eşinin de bu durumun altında ezilmesini istemiyordu.
Üst üste hep olumsuzluklarla karşılaşmış olmasının da neticesinde, insanlardan soğumuştu. Hayat artık ona çok acımasız gelmeye başlamıştı. Annesinin bir sözüne artık katılmıyordu. “Maalesef anneciğim hayat öyle değil insanlık ölmüş ama biz hala farkında değilmişiz,” diyordu sürekli. Uzun zaman önce iş amacı ile geldikleri büyük şehirde hiçbir akrabaları yoktu. Bütün gün ve gece sokaklarda dolaşıyor çevre esnafları kapı kapı dolaşıp iş arıyordu, bulursa kendini şanslı hissediyor bulamaz ise sabrediyor ve ailesine de sabretmelerini her şeyin bir şekilde düzeleceğini söylüyordu. Uzun süren bu durum karşısında artık kendisi içinde, umut yerini ümitsizliğe bırakmıştı. Evin kirasını, elektriğini, suyunu da ödeyemez duruma gelmişlerdi. Henüz evden atılmamışlardı ama elektrik ve suları çoktan kesilmişti. Evdeki eşyaları da bir bir satılmaya başlanmıştı, ta ki satacak bir şeyleri kalmayana dek.
Eve geldiğinde sürekli ağzından kısık bir sesle “insanlık ölmüş” kelimeleri dökülüyordu. Başını dik tutamıyordu, başını yerden kaldırdığında ailesi tam karşısındaydı. Kızının dikkatini çeken bu kelimelere anlam vermesi henüz mümkün değildi ama babası sürekli tekrarlıyordu. “İnsanlık ölmüş”, “İnsanlık nasıl ölür bütün insanlar mı ölmüş, kim ölmüş, hasta mı olmuşlar da ölmüşler,” vs. vs. küçük kızın kafasında bir sürü sorular oluşmuştu. Babası, Ayşe’nin sanki kafasına nakş etmeye çalışıyormuş gibiydi. Bu şekilde bir gün daha geçmişti.
Sabah çok erken saatlerde evine ekmek parası kazanabilmek için yine dışarı çıktı. Ama ümitsizlik onun bütün bedenini sarmış sanki her geçen 1 satte 1 yıl daha yaşlanıyor gibiydi. İki büklüm aç ve sefil bir şekilde nereye gideceğini bilemeden bütün gün sessizce sokaklarda dolaştı durdu.
O gün daha önceki günlerinde verdiği yorgunlukla ve yine iş bulamamanın sıkıntısı ile evine akşam erken döndü, belki çocukları ile biraz vakit geçirip ertesi gün için moral depolayabilirim diye düşünüyordu. Evine girdiğinde onu daha yeni yürümeye başlayan ufak çocuğu karşıladı. Henüz bildiği 2-3 kelime vardı. Önce babasının sımsıcak kucağına fırladı sarıldı öpüştüler, koklaştılar ve en iyi bildiği kelimeleri sıraladı babasına “Baba baba baba mama mama mama” ve eliyle karnını tutuyordu belli ki çok acıkmıştı. Daha sonra Annesi güler yüzle hoş geldin diyerek kocasını karşıladı, ancak gülen yüzünün arkasında belli ki bir sıkıntısı vardı. “Hayırdır bugün erkencisin bey,” dedi zoraki gülümseme ile. Ahmet Bey hanımının sıkıntısının farkına varsa da ne olduğunu sormak için daha uygun bir zaman bekledi ve “hanım yavrumuzun karnı çok acıkmış,” dedi. Sonra da, “bugün evde çocuklarımla vakit geçirmek istedim o yüzden erken geldim.” Evde o gün yiyecek pek bir şey yoktu. Hanımı ise yine de tamam ben bir şeyler hazırlarım hemencecik dedi. Ardından, “sen kızın ile biraz vakit geçirirsen iyi olur okuldan geldiğinden beri hiç konuşmadı, sanırım canı bir şeye sıkılmış, bana anlatmıyor,” dedi ve yavaş yavaş ayaklarını yere sürükleyerek mutfağa doğru gitti.
Kızı Ayşe henüz ilkokul 2. Sınıfa gidiyordu. Küçük yavrusu Osman ile, odaya girdiğinde kızını odanın köşesinde öylece oturmuş başını bacaklarının arasına sokmuş bir halde buldu. Babasının içeri girdiğini ancak fark eden Ayşe, hemen başını kaldırdı ve babasına koştu yüksek sesle “BABAM,” diyerek yanına gitti ve ağlamaklı bir şekilde, “seni bekliyordum bende,” dedi. Sonra da titrek bir sesle, “babacığım bana söz vermiştin geçen hafta bana harçlık verecektin,” dedi. Kızının bu durumu babasına çok dokundu, zaten paranın değerini de bilemeyecek kadar küçüktü. Hatta paranın miktarını dahi hesaplaması mümkün değildi.
Sonra esas meseleye gelen kızı, “arkadaşlarım benimle dalga geçtiler bugün,” dedi, “hatta öğretmenim bile dalga geçti sonra arkadaşlarımın babaları anneleri hepsi gülüştüler bana,” dedi ağlamaya devam ederken. Ahmet Bey şaşkınlıkla, “nasıl yani, ne oldu ki, niye dalga geçtiler seninle, koca insanlar senin neyine gülmüş olabilirler, anlat bana kızım.”
– Bu gün veli toplantısı vardı ya orda dalga geçtiler benimle.
– Ah evet tamamen unutmuşum bugün veli toplantısı vardı.
– Evet, baba bu seferkine de gelmedin.
– Özür dilerim küçüğüm, bir tanem, bir dahakini kesinlikle kaçırmayacağım.
– Peki, bunun için mi dalga geçtiler
– Hayır, baba toplantıda öğretmen çocukların temizliğiyle, giyim kuşam ile ilgili şeyler söylüyordu. Bende kapının yanında dinliyordum. Oradan bir arkadaşımın babası kendisi ünlü ve çok parası olan bir doktormuş, çocuklarını çok iyi giydirdiklerini ardından da gayet temiz okula yolladıklarını söyledi. Hatta temizliğin insan sağlığı için ne kadar önemli olduğundan bahsetti.
– İşte o sırada öğretmen beni yanına çağırarak örnek olarak herkese beni gösterdi. Çoraplarımın yırtık olduğunu daha sonra da saçlarımın yapış yapış olduğunu hatta kötü koktuğumu söyledi. Ben de dayanamadım, annemin her gün beni ıslak bez ile yüzümü, boynumu, kulaklarımı, ellerimi ve vücudumu sildiğini söyledim. Saçlarımı ise suların 3 aydır kesik olduğu için yıkayamadığını ama geçen ay caminin şadırvanından getirdiği içme suyu ile saçlarımı yıkadığını fakat üşütüp hasta olduğum için çok sık yıkayamadığını söyledim. Herkes bana güldü, suların hiç 3 ay kesik olduğuna inanmadılar ve söylendiler. Ben çoraplarımın da yırtık olmadığını annemin yırtık yerleri aynı elbiselerim gibi güzel çiçek desenleri ile diktiğini söyledim. Üstelik babam iş bulunca bana yeni elbiseler de alacak dedim. Ama öğretmen beni daha fazla konuşturmadı. Ailemin benimle ilgilenmediğini bana hiçbir şey öğretmediğinizi söyledi ve dışarı çıkardı. Ben çok üzüldüm babacığım. Ama ben çıkmadan önce babam bana öğretiyor dedim ve senin son zamanlarda çok sık söylediğin şeyi onlara söyledim dedim ki Babam İnsanlık Ölmüş diyor, Keşke İnsanlık ölmeseymiş de siz ölseymişsiniz dedim aklıma başka bir şey gelmedi ve okuldan kaçtım.
Babası bu duruma hem çok üzülmüş hem de çok kızmıştı. Ama ne yapabilirdi ki. Önce öğretmene gidip ona öğretmenliği hak etmediğini söylemek istedi, hatta gerekirse ona haddini bildirmeyi ve kavga etmeyi bile düşündü. Sonra zaten bugün kızının veli toplantısına yırtık ayakkabıları ve eski elbiselerinden dolayı kızının rezil olmaması diğer velilerden utanmaması için gitmediğini düşündü. Ama şimdi ne yapmalı idi.
– Anladım kızım sen hiç üzülme öğretmenin ve diğer insanlar seni çok üzmüşler ama şunu unutmamalısın baban senin herkesin imreneceği şekilde yetiştirecek. En kısa zamanda okuldaki en güzel kız sen olacaksın.
Harçlık meselesini babası unutmuştu ama kız tekrarladı, “baba bu sefer bana harçlık vereceksin değil mi?” dedi. Babası kızını memnun etmek maksadı ile elini cebine attı ve cebinde kalan son bozuklukların hepsini çıkarıp kızına verdi. Paranın hepsini toplasan belki 2 ekmek alabilecek kadar ancak vardı. Demir bozukluklar sırılsıklamdı çünkü bütün gün avuçlarının içinde sımsıkı tutmuştu o bozuklukları yanlışlıkla düşürmemek için ve bu yüzden terleyen avcundan bozuk paralar ıslanmıştı. Zaten o paraları da eve ekmek alabilmek için saklamıştı. Ama bu harçlığa kızı o kadar çok sevinmişti ki; “yaşasın benim güzel babam artık benimde çok param oldu,” diye sevinç çığlıkları atıyordu. Tüm üzüntüsünü unutmuştu küçük Ayşecik.
Ancak kızının okulda yaşadıkları babasının beyninin içinde fırtınalar estirmeye devam ediyordu. Ne yapması gerektiğini bir türlü kestiremiyordu. Bu sırada annesi hala mutfaktaydı. Ahmet Bey mutfağa gittiğinde bu seferde kadıncağızın oturmuş bir köşede ağladığını gördü, “sana ne oldu?” diye sorduğunda o da evde yemek yapabilecek hiçbir malzeme kalmadığını çocukların bu yüzden aç olduğunu ağlayarak anlattı.
Ahmet Bey’in artık ayakta duracak mecali kalmamıştı. Son bir kuvvetle benim işim var, yarın ancak dönerim bugünde sabredin ve artık o okula kızımı kesinlikle gönderme diyerek evden ayrıldı. Kadıncağız kocasının karşısında ağladığı ve onu bu kadar üzdüğü için pişmandı ama bunu bilerek veya düşünerek yapmamıştı. Sadece, “bu saatte nereye gidiyorsun gitme yarın gidersin,” diyebildi. Fakat Ahmet Bey onu hiç duymuyordu, evden çıktı ve boş boş sokaklarda gezmeye başladı. Günlerdir yürümekten ve açlıktan zaten yorgun düşmüştü. Sonunda bir caminin açık olan kapısından içeri girdi. Artık yapabileceği hiçbir şey yoktu bütün gece gözlerinden yaşlar akarak dua etti. Sabah namazını aynı camide eda ettikten sonra ne kadar ümitsiz de olsa yine iş aramaya çıktı. Artık esnaflardan ve iş yerlerinden bir ümidi olmadığı için evlerin kapılarını çalıp, “yapılabilecek bir iş var mı?” diye sormaya başladı. Kimisi onu bir dilenci olarak görüyor ve bozukluk veya ekmek parçası vermeye kalkıyordu. Ama o bunu kesinlikle kabul etmiyordu. Tüm gün yine bu şekilde dolaştı ama kimse kapısına gelen bu dilenci görünümlü insana iş vermiyordu.
Bu sırada kızını okula göndermeyen anne, Ayşeyi karşısına aldı ve “sen kardeşine bak benim dışarıda işim var akşama eve gelirim, bu gün okula gitmek yok,” dedi. “Tamam, annecim” diye kızından söz aldıktan sonra dışarı çıktı. Daha önce komşularından duymuştu karşı mahallede bir apartmanın temizlikçisi hasta olduğu için işi bırakmıştı. Kendisi de çok hastaydı ama belki orada çalışıp eve biraz yardımı olabilirdi. Eşine haber vermeden bir işe kalkışıyordu ama kocasının bunu anlayacağını ve buna sevineceğini düşünüyordu. Orayı buldu sonra da apartmanın yöneticisi ile anlaştı gerçi az bir miktar vereceklerini söylemişti ama hiç önemli değildi. Eve bir ekmek götürebilmek bile onun için çok önemli bir mesele idi. Apartman gerçekten çok kötüydü. Saatlerce çalıştı çok yorulmuştu ama apartmanı güzelce temizlemişti. Yönetici apartmanın temizliğini çok beğenmişti ve hafta da 2 defa temizliğe gelmesini söylemişti. Üstelik temizliğin bu denli özenli yapılmış olmasından dolayı fazla para da vermişti. Parayı alınca sevincinden hemen bakkala gitmeyi düşündü, ancak kendi mahallesinde ki bakkala gitmedi, çünkü bakkala borçları bir hayli birikmişti ve artık bakkal onlara malzeme vermeyebilirdi. Eğer aynı bakkala gitse eve yine erzak alamayacak ve verdiği parayı sadece bakkala olan borcundan düşeceğini düşündü. Bu yüzden bulunduğu mahallede ki en yakın bakkala gitti. Evine yemeklik malzeme aldı.
Bu sırada evde Ayşe artık kardeşini idare edemiyordu, küçük Osman sürekli ağlıyordu, bu yüzden onu dışarı çıkarmak iyi olur diye düşündü. Dışarı çıkınca kardeşi susmuş ve kendisi de oyuna dalmıştı. Annesi karşıdan geliyordu ama annesini gören sadece evin en küçüğü oldu. “Anne Anne Anne,” diyerek Annesine doğru koşmaya başladı. İşte tam o sırada yoldan geçmekte olan bir araba yola fırlayan küçük çocuğa vurdu. Sonrasında ise araba tekrar gaza basıp oradan hızla uzaklaştı. Annesi evlerinin hemen önünde olan bu kazayı gördü ve hızlandı yaklaşınca önce kızını ağlarken, sonra bebeğini küçük Osman’ını yerde yatarken gördü. Ellerindekileri malzemeleri bir kenara fırlatıp hemen küçük Osman’ı kucağına aldı ama durum gerçekten kötüydü. “Eyvahlar olsun” diye bir feryat kopardı “ben ne yaptım? çocuklarımı yalnız nasıl bıraktım. Yıkılmıştı, perişan haldeydi bir yandan da küçük Ayşe annecim evde çok ağlıyordu dışarıya sussun, oynasın diye çıkarmıştım, diyerek ağlıyordu. Ama annesi hiçbir şey duymuyordu. Oğlu Osman’ı aldı ve güç bela kalkıp hastaneye koştu. Ayşe orada kalmıştı. Ne yapacağını bilemiyor sürekli ağlıyordu.
Bu arada babasının da o gün keyfi yerindeydi. Çünkü son uğradığı yerde bahçede atılacak malzemeler vardı. Bunun için ev sahibi ona güzel bir para vermişti. İşi biter bitmez evine koşmaya başladı, çünkü evde aç bekleyen ailesine güzel yiyecekler alacak ve onların yüzünü güldürecekti. Evine geldiğinde ağlamaktan gözleri mosmor olmuş küçük kızını gördü hemen kucağına aldı ve ne olduğunu sordu. Güç bela olanları anlatan kızını da kucağından indirmeden hastaneye koştu.
Hastaneye gittiğinde karısını da aynı perişan halde buldu. Doktorların yavrularını müşahede altında tuttuklarını durumunun iyi olmadığını öğrendi. Çocuğuna çarpan kişinin nerede olduğunu sordu karısına, “bilmiyorum durmadı kaçtı” diyebildi karısı ve olan biteni anlattı. Artık adamın dayanacak gücü kalmamıştı ve oracıkta bayıldı. Uyandığında başucunda sadece küçük kızları Ayşe vardı, karısı da bebeğin yanında idi. Doktorlar Ahmet Bey’e de müdahale etmişlerdi. İki kolunda da serumlar vardı. Ayşe, “babacım kendine geldin mi, bütün kabahatli benim Osman’ı dışarı çıkartmamalıydım, ne olursun beni affet” dedi. Babası da bütün metanetini toplamaya çalıştı. “Hayır kızım bütün kabahat benim şayet ben babalık görevimi layıkıyla yerine getirebilseydim bunların hiçbiri başımıza gelmezdi,” dedi başını okşayarak. Sonra, “hadi bana anneni ve hemşireyi çağır bir an evvel,” diyerek kızını yolladı. Kızı annesini bulmak için kapıdan çıkarken durdu ve baba baygınken neden sürekli “anne insanlık ölmüş senin haberin yok” diyordun diye sordu. Babası, “öyle mi diyordum bilmiyorum baygındım, hadi bana anneni bul bir an evvel,” dedi.
Biraz sonra hemşire karısı ve çocuğu ile birlikte içeri girdi. “Yavrum Osman’ım ne durumda?” diye hemen sordu, sonra hepsinin yüzlerine bakarak birisinden cevap gelmesini bekledi. Sonra hemşire hanım sessizce yanaştı ve serumları çıkarmaya başladı. “Oğlunuz gayet iyi durumda siz de çok halsiz kalmışsınız, vücudunuzu bu kadar yıpratmamalısınız, biraz dinlenmeniz lazım, sakın yerinizden kalkmayın bu serumlar size enerji de verecektir,” diye uyardı ve işini bitirip dışarı çıktı. Karısının ise yüzü hala asıktı, bu sefer kadıncağız kendini suçlu görmekteydi, “hepsi benim suçum affet beni ne olursun, affet kocacığım” diyordu. Ahmet Bey ise, “sizler benim canımsınız hiçbiriniz suçlu değilsiniz sizi bu duruma sokan benim, bundan dolayı çok üzgünüm. Oğlumun gerçekten durumu iyi mi?” diye tekrarladı sorusunu.
Karısı;
– Bilemiyorum doktorlar hastaneden ayrıldılar, yarın sabah bizi bilgilendireceklerini söylediler ancak hemşireler hala gözlerini açmadığını söyledi. Ben sürekli kapıda bekliyorum. Belki bir haber alırım diye ama içeri kimseyi almıyorlar. Sanırım yarına kadar tam bir bilgi alamayacağız, sen dinlenmene bak tatlım sana ihtiyacımız var.
Karısından almış olduğu bu bilgiler Ahmet Bey’i hiç rahatlatmamıştı. Ama anladığı kadarı ile yapılabilecek de bir şey yoktu. Sonra ağlamaklı olan eşine döndü ve bu sefer o zoraki gülüşü kendi yaparak;
– Karıcığım sen meraklanma ve Ayşe’yi de al ve eve git sen hepimizden daha çok yıprandın. Ben yarın sana güzel haberler ve oğlumla birlikte gelirim dedi. Eşi her ne kadar hayır dese de,
– Burada yapacağın bir şey yok, zaten mecburen bende burada kalacağım, hem Ayşe’ye haksızlık etmiş olursun burada kalmakla onun daha fazla üzülmesine gerek yok. Bir önceki gün kazanmış olduğu paraları da karısının avcunun içine sıkıştırdı.
Küçük kızına bakan Anne onunda perişan olduğunu biliyordu onun hiçbir suçu yoktu, bu yaştaki bir çocuğu hem de kardeşinin de sorumluluğunu yükleyerek evde tek başına bırakmamalıydı. Daha sonra,
– Kızımla birlikte evimizde senin ve oğlumun güzel haberlerini bekleyeceğiz.
– Her şey güzel olacak sabretmemiz yeter bir tanem dedi kocası. Karısı da “hoşçakal” deyip çıktı ama sessizce, “daha ne kadar sabredebiliriz ki” diyordu.
Eve gelmeden akşam yemeği için, elindeki para ile 2 yumurta ve 1 ekmek alıp gitmişti. Eve geldiklerinde saat çok geç olmuştu. Soğuk bir akşamdı her zamanki gibi tavada pişirdikleri yumurtaya pek el sürmemiş, daha çok sadece ekmek ile açlığını bastırmıştı. Çünkü küçük kızının beslenmesi gerekiyordu. Ama daha önceleri bunu çok da fark etmeyen Ayşecik bu sefer fark etmiş ve sanki bir günde olgunluğa erişmişti.
– Anneciğim benim karnım çok aç değil ne olursun yumurtadan sen de biraz al, kızının ilk defa bu şekilde konuşması annesini şaşırtmıştı,
– Tabi ki kızım ben de yerim ama hastanede biraz fazla yemişim, bu yüzden karnım şişti, sen doyur karnını,” dedi.
– Sonra da hadi mumu söndürelim, bir an evvel uyuyalım ki sabah çabuk olsun. Babanı ve kardeşini de erkenden karşılayalım.
Bu gece ailenin tüm üyeleri için çok zor geçmekteydi. Doğru dürüst kimseyi uyku tutmuyordu. Annesinin yanına iyice sokulmuş olan Ayşe’de buna dâhildi. Kısa süreli de uykuya yenik düşen ise gördüğü kâbuslardan korku ile yerinden fırlayarak uyanıyordu.
Bütün gece ağzında dualar ile Rabbine yalvararak, hastane koridorlarını arşınlayan Ahmet Bey canından çok sevdiği küçük Osman’ının iyileşmesini istiyordu. Bir ara yavrusunun yatmış olduğu kapısının tam karşısındaki koridordaki sandalyede uykuya dalar gibi olmuştu ki, karşısındaki kapı hafifçe aralandı. Çok parlak bir ışığın içinde, kapıdan ona doğru annesinin geldiğini gördü, annesinin öldüğünü biliyordu ama bu garip durum karşısında nedense hiç şaşırmamış hatta korkmamıştı.
Annesi “sabret, sakın kendini kaybetme Allah mazlumların yanındadır” dedi. Sandalyeden ayağa kalkmak isteyen Ahmet Bey’in dizlerinin bağı çözülmüş bir şekilde yere dizlerinin üstüne düştü. “Annem, benim gücüm kalmadı artık sabretmek istemiyorum. Dayanacak gücüm kalmadı” dedi. Ayağa kalkıp annesine sarılmak istiyordu, ona sarılıp ağlamak ve küçükken olduğu gibi başının okşanmasını onun kendisine şefkatle yardım etmesini istiyordu. Ama kafasını yerden kaldırdığında yine sadece kapalı bir kapıdan başka bir şey yoktu karşısında.
Gecenin kalan kısmında kendisinin o güzel aileyi hak etmediğini düşünüyordu. Ama onların da kendisinden başka dayanakları yoktu. Ne olursa olsun bir şekilde onlara güzel bir hayat sunmak zorundaydı. Bir şekilde kendini toparlamak zorundaydı. Harama da el uzatamazdı.
Sabah olmuş o derin düşüncelerde iken hastane koridorları yavaş yavaş dolmaya başlamıştı. Doktorların bir an evvel gelmesi ve kendine müjdeli bir haber vermesini istiyordu. Sonunda dün oğluna bakan doktor gelmiş ama direk odasına girmişti. Durumu hakkında bilgi alabilmek için doktorun yanına girmek istedi, fakat doktorun asistanı, “kimsenin içeri girmesine izin vermiyoruz,” demişti. “Biraz sonra doktor sizi içeri alacak,” dedi. Bu yüzden beklemek zorunda kalmıştı. Ardından içeri birkaç farklı doktor daha girdi. Bir müddet sonra ise diğer doktorlar dışarı çıktı ve görevli Ahmet Bey’i içeri çağırdı.
Ahmet Bey içeri girdiğinde doktorun karşısına geçti ve oğlumun durumu nasıl doktor bey dedi. Fakat doktor hiçbir cevap vermeden karşısındaki zavallı adamın kılık kıyafetine uzunca bir süre baktı. “Ahmet Bey oturun şöyle lütfen” dedi. Sonra gayet kısa bir iki kelam ile Osman’ın durumunun hiç iyi olmadığını her an her şeye hazırlıklı olmasını söyledi. “Nasıl yani benim küçük Osman’ım” diyebildikten sonra derin bir sessizliğe gömüldü oda. Ardından doktor ama dedi, ama derken bir an bir umut doğdu Ahmet Bey’e, “ne yapılması gerekiyorsa söyleyin yeter,” dedi “her şeyi yaparım oğlum için.” Doktor, “maalesef bu çok zor,” diyerek söze başlar.
– Çarpmanın etkisi ile vücudunda bazı sıkıntılar oluşmuş birçoğu geçici ve en fazla bir iki ay zaman zarfında iyileşebilecek sıkıntılar ama iyileşmesi mümkün olmayan sıkıntılar da mevcut. Kaburga kemiklerinden birisi iç organlarına zarar vermiş. Çocuğun çok küçük olmasından dolayı esnek olan kemikler organların bir kısmını parçalamış. Bunun için şu anda nefes almakta çok güçlük çekiyor. Bu çok önemli bazı ameliyatları gerektiriyor. Bu konuda hastane olarak bizim yapabileceğimiz bir şey yok maalesef. Bu ameliyatlar tam teşekküllü büyük bir hastane gerektirmekte. Ayrıca bu ameliyatlar çok masraflı, olacaktır. Yani… dedikten sonra sessiz kaldı ve Ahmet Bey durumu anlamıştı. Başını önüne eğdi ve dışarı çıktı.
Bu sırada evde yerinde duramayan ailesi hastaneye gelmişlerdi. Eşini gören Ahmet Bey durumu anlattı. Küçük kızları da bu durumu kendince anlamıştı. Kardeşini iyileştirmek için para ve ameliyat edebilecek iyi bir doktor lazımdı. Aklına bir şey gelmişti. Babasına gitti ve “babacığım ben okula gidebilir miyim?” dedi. Babası kızına baktı ve tamam dedi çünkü gerçekten onunla şu an ilgilenecek dermanı kendinde hissetmiyordu. “Annen seni okula bıraksın,” dedi. Annesi ağlamaklı gözlerle kızını giydirdi ve beraberce okula gittiler. Kızının gözleri birisini arıyordu, annesi bunu fark etti ve sordu. “Hayırdır kızım neden sınıfına gitmiyorsun.” “Arkadaşıma bakıyorum anne, belki de buralardadır. Sanırım henüz gelmedi ben onunla beraber gireceğim sınıfa sen babamın yanına gitsen iyi olur.” Annesi küçük kızını okulun bahçesinde bıraktı ve gözlerindeki yaşı gizlemeye devam ederek evinin yolunu tuttu. O kadar çok dalgındı ki neredeyse karşıdan gelen araba kendisine çarpacaktı. Allah’tan araba fark etmiş ve durup onun geçmesini beklemişti.
Ayşe’de annesinin arkasından sınıfına girmeyip doğruca okulun kapısına gelmişti. Annesine arkadaşım dediği o gün veli toplantısında temizliği, giyim kuşamıyla övülen kızdı. Babası onu arabasıyla okula bırakıyordu. Ayşe’de onları bekliyordu ve doğruca arabaya koştu. Kızını sanki bir serçeyi ürkütmemek istercesine, onun bir yerini acıtmamak istermişçesine arabadan indiren arkadaşının babasını seyretti. Gözü arkadaşında değildi onun babasındaydı.
Sonra bir cesaretle yanlarına iyice sokuldu ve “sen doktorsun değil mi amca?” diye sordu. Doktor o gün veli toplantısında kötü örnek olarak gösterilen kızı tanımıştı ve aslında öğretmenin ona bu şekilde davranmasından çok rahatsız olmuştu. Gülerek, “evet ben doktorum bir yerine bir şey mi oldu söyle bakalım küçük kız” dedi. Ayşe o gün olanlardan dolayı aslında doktora çok kızgındı ama kendini bunu yapmaya mecbur hissederek, “hayır” dedi.
– Benim bir şeyim yok, kardeşim kaza geçirdi ve bu benim yüzümden oldu. Kardeşim iyileşmesi için babamda bir şey yapamıyor çünkü o doktor değil. Benimde tek tanıdığım doktor sensin. Sen iyileştirir misin benim kardeşimi? dedi.
Küçük kızın bu şekilde konuşması aslında doktoru etkilemişti ama ufacık bir çocuk sanırım büyütüyor diye düşündü. Zaten işine geç kalmak üzereydi ve acelesi vardı.
– Tamam, ufaklık bunu sonra konuşalım olur mu benim şimdi çok önemli bir işim var ve geç kalmamam lazım diyerek arabasına bindi. Ayşe’nin son umudu da tükenmişti. Bir anda kendini tutamadı ve gözlerinden yaşlar boşandı. Aynı anda arabanın camını yumruklayarak ;
– Yalvarırım kapıyı aç diye bağırıyordu. Babam bütün parasını bana verdi o yüzden kardeşim iyileşemeyecek, al bunları ve kardeşimi iyileştir diye babasının vermiş olduğu bozukluklarının hepsini uzattı. Uzatmış olduğu bozuk paralara şöyle bir baktı, sonrada kızın yüzüne tekrar baktı. Bu titreyen eller, bu samimi gözüken duygular hiç de abartıya benzemiyor gerçekten ciddi bir sıkıntı var diye kanaat getirdi. Kapıyı açtı ve “tamam küçük kız ben sana yardım edeceğim” dedi. “Şimdi sen koy o paranı cebine” dedi. Ayşe çok sevinmişti ama;
– Hayır o paralarla zaten bir şey almayı düşünmüyordum. Sadece arkadaşlarım benimle dalga geçtikleri her seferinde paraları çıkarıp hayır benim babam da bana harçlık veriyor” diyecektim. “Babam kardeşim için çok para gerekli dedi al sen bunları ve kardeşimi iyileştir isterse herkes benimle dalga geçmeye devam etsin yeter ki kardeşim iyileşsin dedi hıçkırıklarla.
Doktor bey küçük Ayşe’nin gözlerinin yaşını sildi. Onda kendi kızının yüzünü görüyordu. Kalbi onu çok sevmiş ve yardım etmeye karar vermişti. Onu ikna ederek elinden tuttu ve sınıfına götürdü.
– Ben şimdi kardeşinin yanına gideceğim sen dersini dinle ve kardeşini merak etme olur mu dedi.
Ayşe çok rahatlamıştı artık kardeşinin kesinlikle iyileşeceğini düşünüyordu. Akşam olmasını sabırsızlıkla bekliyordu çünkü kardeşinin iyileşmiş olacağını ve ona doyasıya sarılacağını, öpüp koklayacağını ümit ediyordu.
Doktor önce şöyle bir düşündü, sonra bugünkü bütün işlerini ertelemeye karar verdi. Durumu gayet yerinde ve çevresi oldukça geniş olan doktor bugün bu işin aslını öğrenmeye kesin kararlıydı ve elinden geleni yapacaktı. Ayşe’den çok etkilemişti. İlk iş henüz derse girmeye gelen öğretmeni ile konuşmak oldu. Öğretmeni aslında kızın zeki birisi olduğunu ve çok da terbiyeli olduğunu söyledi. Ama durumunun ne olduğunu bilmediğini çünkü velisinin okula hiç gelmediğini söyledi.
Bunun üzerine doktor bey, o mahallenin muhtarına gitti. Muhtardan öğrenebileceği pek bir şey olmadığını düşünüyordu, ama yine de biraz bilgi alabilmek amacıyla yanına gitti. Muhtar aile hakkında pek bilgisi olmadığını söyledi. Çünkü fakir durumda olan insanlar zaten kendiliğinden bana gelip yardım edilmesini isterler. Bu yüzden böyle bir durumları olmamalı dedi. Ama yine de karşısındaki doktorun dik duruşundan ve kılık kıyafetinin temizliğinden etkilenerek fazla işi olmadığını, dilerseniz bir kontrol maksatlı beraber gidebileceklerini söyledi.
Eve geldiklerinde bir yanlış anlaşılmaya mahal vermemek için önce komşularına sormaya karar verdiler. Komşuları kapıyı açıp neden geldiklerini öğrenince, onları evine davet edip bütün bildiklerini anlatmaya başladı. Ailenin değerlerine ne kadar bağlı olduğundan tutunda, işten atılmalarına kadar bütün bildiklerini anlattı. Gururlarını kıramayıp hiç kimseden yardım istemediklerinden dolayı muhtara bile gitmediklerini söyledi gelenlere.
Doktor bey, bu işin peşini bırakmamaya kesin kararlılıkla Ahmet bey’in kapısına yöneldi. Muhtarda peşindeydi. Kapıyı tıkladıklarında Ahmet Bey kapıyı açtı ve buyurun diyebildi. Karşılarında üstüne başına baktıklarında her halinden yıkılmış, perişan biri vardı. Müsaitseniz sizinle konuşmaya geldik dediler ve kendilerini tanıttılar. Ahmet Bey içeri davet ettiğinde evde neredeyse hiç eşya olmadığını gördüler.
Doktor bey, söz alarak kendisini bir komşu olarak tanıttı ve bir kaza geçirdiğinizi duyduk çocuğunuzun durumunu öğrenmek için geldik diye söz aldı. Ahmet Bey bu kibar beylere hoş latifeden başka ikram edebileceği bir şey olmadığını söyleyerek, bu güzel niyetli ziyaretleri için teşekkür etti. Ardından biricik oğlunun durumunu kısaca anlattı. Komşularını uğurladıktan sonra karısına evde kalmasını, kendisinin ise çocuğunun yanına gideceğini söyledi.
Yolda yürürken ne yapacağını bilemez halde kendine çıkış aramaktaydı. Şayet mümkün olsa kendi ciğerlerini çocuğu için seve seve verirdi ama durum bu şekilde değildi. Para bulmanın bir yolunu daha önceden bulsaydı zaten belki de bu durumlara hiç düşmeyecekti. Yolda istemsizce kendi kendine “insanlık ölmüş” anne deyip durmaktaydı. Karnındaki gurultu sesi ağzından çıkan sözleri bastırmaktaydı. Etraftaki insanlar ona deli gözüyle bakıyorlardı.
Bu sırada Doktor ve Muhtar kafa kafaya verip ne yapacaklarını düşünüyorlardı. Doktor kendine düşen görevi anlattı ve muhtar içinde kazaya sebep olanı bulmasını, ayrıca belediye ile görüşüp yapılabilecek yardımları öğrenmesi istedi. Doktor arabasına atladı ve hastaneye gitti. Ahmet bey’den önce ulaştığı hastanede doktorla görüşmüştü. Ahmet Bey hastaneye geldiğinde doktoru ile birlikte karşısında komşunu görünce önce şaşırdı. Sonra doktor ona kendisini tam olarak tanıttı ve ameliyat masraflarını komşuluk hakkından dolayı üstlenmeyi istedi. Zaten kendi branşı olduğu için ameliyatta kendisinin de çocuğunun yanında olacağından, her şeyin yolunda gitmesi içinde elinden geleni yapacağından bahsetti. Ahmet Bey komşusunun bu davranışı konusunda ne yapacağını şaşırdı, o kadar seviniyordu ki bulutların üstünde yürüse bu kadar mutlu olamazdı. Belki kendisi için olsa bu teklif ona ağır gelebilirdi ama çocuğu için her türlü yardımı seve seve kabul etmek zorundaydı. Sevinçten ağlayarak doktorun ellerine kapandı. Doktor ise çevik bir hareketle “insanlık öldü mü?” komşum diyerek ellerini geri çekti. Kimse farkında değildi ama duyduğu bu sözler onu derinden etkilemişti.
Çocuğunun emin ellerde olmasının sevinciyle, eşine bu güzel haberi vermek için oradan ayrıldı ve evine koştu. Evinin önüne geldiğinde orada bekleyen bir araba ve birkaç insan vardı. O sırada okuldan eve dönen küçük Ayşe, bekleyen insanlardan birisini çok iyi tanıyordu o öğretmeniydi. Arabayı ise karısı tanımıştı, küçük Osman’a çarpan ve kaçıp giden arabanın ta kendisi idi. Bir diğerini de Ahmet Bey biliyordu evine gelen komşusu yani mahallenin muhtarı. Tereddütle yaklaştılar. Ahmet Bey kendini topladı eşine mutlu haberi vermeden önce, karşılaştığı bu manzara karşısında duraksadı. Daha önceden öğretmenin çocuğuna yapmış olduğu hiçte uygun olmayan sözler aklına gelmişti. Ardından çocuğuna çarpıp kaçan adamında karşısında olduğunu görünce önce birkaç kez öksürdü tıksırdı ve “ne istiyorsunuz bizden?” diyerek sert bir şekilde tek söyleyebileceği kelimeyi etmiş oldu. Sonrasında ise önce öğretmen,
– Bakın sizden af dilemek için geldim, durumunuzu bilmiyordum ve bir hata yaptım. Kızınız bu ufacık yaşında benim tüm öğrencilerime verebildiğim bütün derslerden daha büyük bir ders verdi. Ne olur affedin beni kızınız 2 gündür okula gelmiyor dedi ve devam etti.
– Birkaç gün önce okulda yapmış olduğumuz veli toplantısında durumunuzu bilmeden maalesef büyük bir yanlış yaptım ve kızınızı çok rencide ettim. Onu dışarı çıkarınca tam zıt olarak örnek verdiğim kızın babası dayanamadı ve uyardı. Ardından sizin durumunuzu bilen ve komşunuz olduğunu söyleyen başkası durumunuzu bize anlattı. Bunun üzerine buraya geldim yani sizden ve küçük kızınızdan sizin yanınızda özür dilemeye geldim. O bize çok büyük bir ders verdi.
Hemen ardından sözü orada bekleyen mahallenin bakkalı aldı,
– Ahmet bey yenge hanım mahallede açmış olduğum diğer bakkaldan alışveriş yaptı, ama sanırım beni tanımadı. Sanırım bana olan borcunuzdan dolayı sıkıntıya düşmemek için diğer bakkalıma gitti. Fakat ben sizi yıllardır biliyorum, lütfen bundan dolayı hiçbir üzüntüye girmeyin. Ben sizin borcunuzu zaten tamamen sildim. Başka bir şekilde helalleşiriz şurada komşuyuz. İhtiyacınız olabileceğini düşündüğüm birkaç malzemede yanımda getirdim ama her zaman her ihtiyacınızda lütfen bana gelin.
Ahmet Bey bu olanlara anlam veremiyordu. Ne olmuştu bu insanlara. Birdenbire gelişen bu olaylar kendisinde ufak bir şok etkisi yaratmıştı.
Daha sonra ise bizim yıllardır komşumuz olan Erkan Bey sözü aldı.
– Eski işverenim ile görüşmüş ve o günkü sıkıntısını size çok kötü bir şekilde yansıttığını anlattı. Hatasının farkında olduğundan ve bundan çok pişman olduğunu söyledi. Kendisinin yüzü tutmadığı için gelemedi ama istediği an işinize geri gelebileceğinizi iletmemi istedi. Ayrıca ev kiranız konusunda artık düşünmenize gerek yok. Bu konuyu eski işvereniniz halletti en az bir sene kira derdini düşünmenize gerek yok. Bunu lütfen yanlış anlamayın, dilerseniz Tazminat olarak da düşünebilirsiniz.
Muhtar ise;
– Mahallemizin güvenilir, sorunsuz bir ailesinin bu durumda olduğunu maalesef çok geç haber aldım. Ah keşke bana durumunuzu önceden haber verseydiniz. Doktor bey sizi aramak için bana geldiğinde ancak durumunuzu öğrenebildim. Elektriğinizi ve suyunuzu açtırdım. Üstelik bir işe girinceye kadar ve hatta işe girdikten sonraki 6 ay boyunca ücretsiz bir şekilde kullanabilirsiniz.
Sessizce bekleyen bir diğer kişi ise ağlamaklı gözlerle;
– lütfen beni affedin. Bir korku ile cahillik yaptım, oğlunuz birden yola çıkınca duramadım sonra çok korktum ve kaçtım ne yapacağımı bilemedim. Özür dilemek için geldim diyen kazadan sonra kaçıp giden kişiydi.
Ahmet Bey sonrasında ise hem mecburiyetten hem de sevincinden özür ve yardımları kabul mahiyetinde hepsine teşekkür etti. Sonra karısına ve kızına dönüp küçük oğlunun ameliyatının da yapılacağını ve her şeyin halledildiğini söyledi.
Bu sırada en çok rahatlayan ise kazaya sebebiyet veren adamdı.
– Affedersiniz buraya gelirken bunca insanın sevgisini, güvenini ve itibarını kazanmış bir insanla karşılaşacağımı hiç düşünmemiştim. Sanırım bende uzun süredir aradığımı böyle üzücü bir olayla bulacakmışım ama beni yanlış anlamazsanız size bir iş teklifim var. Bana tam sizin gibi birisi lazım beni kırmazsanız çok sevinirim.
Ahmet Bey’in tüm problemlerinin bir anda böylesine hızlı bir şekilde çözüleceğini kendisi dahi tahayyül bile edemiyordu. Şaşkınlığından ne diyeceğini bilemeyen Ahmet Bey sokak ortasında dizlerinin üzerine çökerek ellerini açtı ve Allah(c.c.) şükretti. Ardından;
– “Sizin hayır bildiklerinizde şer, şer bildiklerinizde hayır vardır” ayeti dilinden döküldü. Sonra, “anneciğim sen haklıydın,” dedi sessizce, sonra kızına dönerek; “ben hata yaptım, yanılmışım İnsanlık Ölmemiş be kızım,” dedi.
Commander
Merhabalar. Ben hikayenizi yeni okudum. Hikayenin fikri çok güzel. Ama açıkçası çoğu yeri atladım. Uzadıkça uzamış… Bu da hikayenin sonucunu basitleştirmiş. Yine de yüreğinize ve kaleminize sağlık.
Beğenmeniz beni mutlu etti çok teşekkür ederim. Bende biraz uzun oldu okuyan olmaz diyordum kendi kendime.
Sitedeki tüm hikayeleri okuyorum. Neden bilmem ama bunu kendimi zorunlu hissederek yapıyorum. Önce hikayenin ne kadar uzun olduğunu görünce bunu da okuyacağım için umarım saçma değildir demiştim. Ama sanırım sitedeki beni etkileyen en güzel hikaye bu oldu. Muhtemelen 5 dakika da okuyacağım yazıyı ağlamaktan yarım saatte ancak bitirebildim. Tebrikler Commander