Güzel Olduğu Kadar İlginç Bir Hikaye; “99 Üzüm” II. Bölüm
Bize de artık bu insanları rahat bırakıp gitmek düşmüştü. O gün ikinci defa Ali abiden gitmek için izin istedik. Bana her şey için çok teşekkür etti, buraya kadar gelmemizden, annesinin de son anlarında yüzünün gülmesine sebep olmamızdan bahsetti. Vazifemiz olduğunu söylemekle yetindik. Aklımda cenazedeki o adam vardı ama bu durumda sormaya çekiniyordum ki o sırada Ali abi, “arkadaşını gördün mü?” dedi. “Kimi?” diye sordum. “Fatih’i, hani o cenazede bir deli vardı ya,” diye ekledi. “Nasıl olur?” dedim. Benim çocukluğumun ve gençliğimin can ciğeri, arkadaşım Fatih miydi O?” dedim. “Evet,” dedi. “Senden sonra o da köyden ayrılıp şehre gitmişti. Çocuğunu kaybetmiş, bu onu o kadar etkilemiş ki aklını yitirmiş zavallı,” dedi. “Sonra iflas etmiş, eşinden ayrılmış, şimdi buraya geldi. Dedesinin evinde yalnız başına kalıyor, gece gündüz çocuğu için ağlıyor,” diye kısa ama beni yıkan bir konuşma yaptık Ali abimle. Fatma anamdan sonra kardeşim gibi büyüdüğüm Fatih’in bu durumunu da duyunca iyice perişan olmuştum. Vedalaştık ve eşimle birlikte arabaya bindik. O ana kadar zorda olsa metanetimi korumuştum ama artık boğazım düğüm düğüm olmuştu konuşamıyordum. Eşim’e Fatma anamın yanı sıra bir de arkadaşımın durumunu anlattım. Anlatırken daha fazla dayanamayıp bende ağlamaya başlamıştım. Kendi yaşamımla meşgul olurken diğer tanıdıklarım, yakınlarım ne hallere düşmüştü, ben ise tamamen bihaber yaşamış kimseye hiçbir zaman merhem olamamıştım. Eşime döndüm ve dedim ki, “hazır buradayken bir de arkadaşımı ziyaret etsem nasıl olur acaba?” dedim. “Elbette olur ama, bir sıkıntı olmasın yani arkadaşın için Ali abin delirmiş demişti, ondan böyle söylüyorum yanlış anlama” diye uyardı beni. Bende, “dün onu gördüm kimseye zarar verecek bir halde görünmüyordu sen kafanı yorma” diye söyleyip arabadan indim. Köyün dışına doğru olan arkadaşımın evine gittim. Çocukken ailesi ile birlikte yaşadıkları evi çok iyi biliyordum. Kapıya tıklattım ama kapı kendiliğinden aralandı. Belli ki kapatmaya gerek duymuyordu. Bende aralanan kapıdan içeri kafamı uzattım ve seslendim. Dikkatle dinlediğimde sesini duymuştum. “Fatih kardeşim orda mısın?” diye tekrarladım ama cevap gelmedi. Bende içeri girerek mırıltı halinde gelen sesin izini sürdüm ve yanına gittim. Arkadaşım bir odada seccadenin üzerinde dizlerinin üzerine çökmüş dua ediyordu. Yanına gittim oturdum. Yüzüne uzanarak baktım çok zayıflamıştı, adeta bir deri bir kemik kalmış gibiydi. Şayet sakalları gür ve dağınık olmasa insanlar bu zayıflığından korkabilirdi. “Fatih kardeşim beni tanıdın mı?” diye seslendim, “ben Ali, senin çocukluk arkadaşın Ali, hani beraber Fatma teyzenin bahçesinde oynardık, bütün günümüz beraber geçerdi.” Ama maalesef Fatih’ten hiç ses seda çıkmıyordu. Sanki ben yokmuşum gibi duasına devam ediyordu. Bahsettikleri gibi bir deli divane hareketi de yoktu. Bir müddet bekledim belki duası biter diye ama boşuna beklediğimi fark ettim. Ona, “beni affet kardeşim” dedim, “bunca zaman seni arayıp sormadım oysa köyden şehre giderken beni aramışsın sormuşsun ilgilenmemiştim, düğününe davet etmiştin ona da gelemedim, sonra oğlun olduğunu haber etmiştin sana dönüş bile yapmadım ne olur beni affet,” dedim. Ama cevap değil tepki bile vermemişti hiç. Etrafıma baktığımda evde doğru dürüst bir eşya yoktu. Belli ki hiç parası pulu da yoktu. Sırtını sıvazlayıp “Rabbim yardımcın olsun,” diyerek dışarı çıktım. Arabanın yanına yaklaştığımda elimi anahtarları almak için cebime attım. Yola çıkmadan önce ne olur ne olmaz diye bankadan çektiğim bir miktar para anahtarlardan önce elime geldi. Şöyle bir paraya baktım sonra aklıma arabadaki üzümlerde geldi, geri döndüm arkadaşımın yanına girdim. Hala aynı vaziyetteydi. “Kardeşim belli ki benim sana bir yardımım olamayacak, ama en azından bu paralar ile bir miktar ihtiyacını giderirsin,” üzümleri de paketi ile birlikte paranın yanına koydum. Tekrar geri döndüm ve arabaya binerek uzaklaştım. Yol boyunca sessiz bir şekilde ilerledik. Ara sıra eşim bana moral vermek için bazı şeyler söylese de benim gerçekten konuşacak pek halim yoktu. Kendimi affedemiyordum, tanıdığım sevdiğim insanları, benden hiçbir zaman menfaati olmayacak insanları hiç önemsememiştim. Bunu düşünüp pişmanlığımı yaşıyordum. O gün eve gittiğimde sanki bir kamyon yük indirip tekrar yüklemişim gibi kendimi yorgun hissediyordum. Ertesi gün işyerime gittim işyerimde de bütün günüm öyle geçmişti. İş çıkışı karar verdim ve bundan böyle herkesi arayacak soracaktım. Başta akrabalarım olmak üzere dostlarımı ve tanıdıklarımı hiçbir zaman unutmayacak ve şayet bir yardım eli uzatabileceksem kesinlikle uzatacaktım. Eve döndüğümde eşime de aynı şeyleri söyledim, onun da belki hayatında unuttuğu önemli kişiler olabilirdi. Ama yine arayacak hiç kimseyi düşünemedik.
O gece uyuduğumda birkaç zamandır görmediğim çocuk yine rüyama girdi. “Babama rahat olduğumu söyle, artık beni düşünmesin, Allah beni affetti,” diyordu. Her zamankinden farklıydı ama yine hiçbir cevap alamadan uyandım. Sabah kahvaltımı yaptım ve tam işyerime doğru gidecekken telefon çaldı. Telefon köyden gelmişti. Arayan Ali abiydi, “kusura bakma kardeşim seni yeniden rahatsız ettim ama dün akşamdan beri bizim deli Fatih kapımdan ayrılmadı. Seni soruyor da başka da bir şey demiyor.” “Neden beni soruyor, ne oldu ki?” dedim. “Bilmiyorum ama ne yaptıysam vazgeçiremedim, kapımdan ayrılmıyor. Müsaitsen az da olsa bir görüşsen belki bizi rahat bırakır ha ne dersin?” Diye rica etti. Bende, “tam işe gitmek üzereydim ama olsun ordaysa görüşürüm tabi,” dedim. İlk aklıma gelen bıraktığım para yüzünden arıyor herhalde tekrar yardım isteyecek olmuştu. Ardından Fatih telefonu eline aldı ve “sen nerdesin? ne olur beni yalnız bırakma, ne olur beni kabul et yanına, söyle yerini ben koşa koşa gelirim” dedi. “Fatih ne demek istiyorsun kardeşim, senin gelmene gerek yok ben Ali abime göndereyim para ondan alırsın,” dedim. O ise, “ne parası be? Ali ne olur beni kabul et yanına, senin öğrencin olayım, sen büyük bir Allah dostusun ben senin gibi birisini arıyordum nice zamandır. Beni geri çevirme, kapında yatar kalkarım, ne dersen onu yaparım” diye yalvarmaya başladı. Ne diyeceğimi bilemedim. Bu sefer bende Fatih’in fena halde delirdiğini düşünmüştüm. “Tamam, sen evine git artık, bak orası cenaze evi rahatsız etme insanları” dedim. Ama o sanki beni dinlemiyordu. Bana sürekli bir evliya olduğumu kendisine ders vermemi öğrenciliğime kabul etmemi istiyordu. Biraz kızgınlıkla biraz da ne yapacağımı bilemez bir halde, “ben senin düşündüğün gibi birisi değilim,” diyerek evine gitmesini söyledim. Telefonu kapattıktan sonra bu hadiseye bir anlam vermeye çalıştım ama nafileydi. Fatih’in deliliğine vererek işime gittim.
İşyerinde öğle saatine doğru bir telefon daha geldi, telefondaki yine Ali abimdi. Zaten tevazu ile benimle konuşurdu, ama bu sefer daha bir hürmet ve tevazu ile “sen ne mübarek bir adammışsın, niye kendini bizden sakladın” dedi. Ardından, “aman abi sen ne diyorsun?” diye sordum. “Nerden çıktı böyle bir fikir, siz birden bire niye böyle konuşmaya başladınız?” diye sordum. O da, “nerden olacak, hangi normal bir insan akrabası olmayan bir tanıdığı için işini gücünü bırakır da gelir. Sadece senin gibi bir mübarek gelir, evliya olduğunu o zaman anlayamamıştım.” “Zaten değilim,” dedim ama o devam etti, “ama iyileşti sandığımızda sen gitmiştin ve öldüğü malum olunca geri geldin. Ben yine anlayamamıştım.” “Yok Ali abi o da bir tevafuktu sadece,” dedim. Bu sefer de “iyi o zaman Fatih’e verdiğin üzümler neyin nesi?” dedi. Benim ısrarcı tavrımdan dolayı o da artık tevazuyu elden bırakmadan ısrarından vazgeçmişti. Ardından neden böyle davrandığını sorduğum için anlatmaya devam etti. “Fatih’e bir miktar para ve üzüm bırakmışsın. Seninle görüşüp telefonu kapattıktan sonra beni kolumdan sürükleyerek zorla evine götürdü. Parayı ve üzüm paketini gösterdi. Üzümleri paketten açtıktan sonra bana verdi ve dikkatle bak dedi. Bende dikkatle bakınca gözlerime inanamadım. Her bir üzüm tanesinin üzerinde Allah’ın (c.c) bir ismi vardı. Sonra ye hadi dedi. Bende bu bir mucize bunları yemeyelim dedim, o da ye diyorum diyerek bağırdı ve hızlıca elimden kapıp, bir tanesini koparıp ağzına attı ama üzüm taneleri eksilmiyordu. Biliyorum imkânsız gibi geliyor ama tüm bunlar gerçek, nedir bunun hikmeti” diye sordu. Telefonda öylece dondum kaldım, “ciddi olamazsın,” diyebildim sadece. Ardından o an ne yapacağımı bilemediğim için, “ben ararım seni Ali abi” diyerek telefonu kapattım.
Bu inanılmaz olayın gerçek olabileceğine aklım kesmiyordu, hele ki benim getirmiş olduğum üzümlerde böyle bir şey olmasına hiç inanamıyordum. Çünkü kişi kendini bilir, bende böyle bir durum olabilecek ulvilik yoktu. O gün akşamı zor ederek eve gittim. Eşime olan bitenleri anlattım. Hayretle ve ağzı açık bir şekilde beni dinledi. “Eee ne duruyoruz, gitmeyecek miyiz köye?” dedi. “Gidelim gitmesine de ne yapacağız?” dedim. “Hiç, bilmiyorum belki bir açıklama buluruz, bulamasak da en azında o üzümlerden bizde birer tane yeriz,” dedi.
Akşam yemeğini bile yemeden evden çıktık. İkimiz de şaşkın bir durumdaydık. Bir ara eşim bana bir şey söyleyecek oldu ama neyse diyerek geçiştirdi. Sonunda yeniden ve yeniden köye doğru gidiyorduk. Bu sıralar uzun zamandır hiç köye gitmememin acısını çıkartırcasına, fazlaca köye gidiyorduk.
99 Üzüm I. Bölümü Okumak İçin Tıklayınız