Yorgun Halayıklar Semti
Ecnebi yorgunluğun gölgesinde susayıp kaldım
Demir kafesin ardını ne görebildim ne de duydum
Hep özenirdim, duvarın küçük menfezinden güneşi yakalamaya çalışırdım
Kafesime uçan küçük kuş tüylerinden bulutlar yaptım
Yerdeki taşları yıldız denilen o muhteşem güneşlerden saydım.
Sergüzeşt ’in Dilberi gibi bir halayığım
Ağlaması bile yasaklanan bir halayık…
Köpüklü su kaynamaya başladı
Sarmaşıklar duvarlarımı kaplıyor, buna hail olamam
Cadılar kazana ağuları attılar, o muhteşem şemsin ziyasında ısınamam
Güllerin büyüleyici kokusuyla teselli olurken, onları da zehirli sulara bıraktılar
Artık lacivert semanın üzerindeki parlak kameri düşlemeye devam etme vakti
Şimdi doğadan bana kalan tek şey; elimdeki dalından koparılmış taze gül
Evet, alışıyorum…
Bir gün özgürlüğe kavuşmanın hayalini ümitsizce kurmaya alışıyorum…
Seyyiatların yüreklerin hakimi
İsyanların dillerde türkü olduğu bir devrin halayığı
Bu mudhikenin bir parçası olmanın huzursuzluğuyla atıyor adımını
Kullara kul olmanın yorgunluğuyla gidiyor
Yorgun halayıkların semti diyorlar oraya
Soğuk kayalıkların arasında sarmaşık gülleri açan
Eflâk gibi mücellâ kebûterlerin uçtuğu
Müz’iç devirden kaçanların ülkesiymiş.
Cambazların muvazenesiz ipinde rakkas gibi kalpsiz bedenlerin sallanmadığı
Galiz zihniyetlerin kök salmadığı bir ülkeymiş…
Şems’in şualarını bileklerine bağladı ve kalbini avuçlarına aldı
Ellerinin arasındaki kalbinin darabanları ilk defa bu denli şeditti
İlk defa bu kadar içten tebessüm ediyordu.
Şimdi nazenin bir rüzgârın saçlarını okşadığı
Kendisini huzurla ihata eden o masalsı ülkedeydi…
Yorgun halayıklar semtindeydi
Ağlamanın memnû olmadığı sadece kalpleriyle konuştukları diyardaydı…
Evet, artık udunu kendisi için çalacaktı ve içten gülümseyecekti…
sizden Gelenler – Betelgeuse