Korku Hikayesi; Hayaletin Laneti 3. Bölüm “Zehir”
Şafak söktükten kısa bir süre sonra yola çıktık, her zamanki gibi Hayalet’in ağır çantasını ben taşıyordum. Ama bir saat geçmeden bu yolculuğun en az iki gün süreceğini fark ettim. Hayalet genellikle çok hızlı yürürdü, ona yetişmek için çabalardım, ama hâlâ güçsüzdü ve nefesi kesildiğinde dinlenmesi gerekiyordu.
Güzel, güneşli bir gündü. Havada hafif bir güz serinliği vardı. Gökyüzü maviydi ve kuşlar şakıyordu ama bunların hiçbiri önemli değildi. Zihnimi meşgul eden tek şey Zehir’di.
Hayalet’in daha önce onu yakalamaya çalışırken neredeyse ölmek üzere olması beni endişelendiriyordu. Şimdi daha yaşlıydı ve yakın zamanda gücünü toplamazsa, onu bu kez yenmeyi nasıl düşünebilirdi?
Bu yüzden öğleyin uzun bir mola verdiğimizde bu korkunç ruhla ilgili her şeyi sormaya karar verdim. Hemen sormadım, çünkü devrilmiş bir ağaç gövdesine otururken çantasından irice bir salam çıkarıp ikimize de büyük birer dilim kesmesi beni şaşırtmıştı. Genellikle bir iş peşinde yola koyulduğumuzda ufak bir parça peynirle idare ederdik; çünkü karanlığa ait yaratıklarla mücadele öncesi oruç tutulmalıdır.
Yine de aç olduğum için, itiraz etmedim. Cenaze töreni sonrasında oruç tutacak zamanımız olacağını ve şimdi Hayalet’in gücünü yeniden toplayabilmesi için yiyeceğe ihtiyacı olduğunu düşündüm.
En sonunda, yemeğimi bitirdikten sonra, derin bir nefes aldım, defterimi çıkardım ve ona Zehirle ilgili bir soru sordum. Defterimi kaldırmamı söyleyerek beni şaşırttı.
“Bunu daha sonra, dönüş yolundayken yazarsın,” dedi.
“Hem Zehirle ilgili benim de öğrenmem gereken çok şey var, bu yüzden, daha sonra değiştirmen gerekebilecek şeyleri yazmanın bir anlamı yok.”
Bunu duyunca ağzım açık kalmış olmalı. Yani ben hep, Hayalet’in, karanlıkla ilgili bilinmesi gereken hemen her şeyi bildiğini düşünürdüm.
“Bu kadar şaşırma evlat,” dedi Hayalet. “Biliyorsun ki ben de hâlâ bir defter tutuyorum ve benim yaşıma gelirsen sen de tutacaksın. Bu işte öğrenmek hiç bitmez ve bilgiye atılacak ilk adım kendi cahilliğini kabul etmektir.
Daha önce de söylediğim gibi, Zehir çok eski zamanlardan kalma, kötü bir ruh ve her ne kadar bundan utansam da şimdiye dek beni alt etmiş olduğunu itiraf etmem gerek. Ama umarım bu kez farklı olacak. İlk sorunumuz onu bulmak,” diye devam etti Hayalet. “Priestown katedralinin altındaki yeraltı mezarlığında yaşıyor; orada kilometrelerce uzanan tüneller var.”
“Bu yeraltı mezarları ne işe yarıyor?” diye sordum. Bunca tünelin neden inşa edildiğini merak ediyordum.
“Mahzenlerle dolu evlat, çok eski zamanlardan kalma kemiklerin tutulduğu yeraltı gömü odaları. Bu tüneller katedralin inşasından çok öncesine dayanıyor. İlk rahipler gemilerle batıdan geldiklerinde bu tepe zaten kutsal bir yerdi.”
“O halde bu yeraltı mezarlarını kim inşa etti?”
“Bazıları bunlara boylarından ötürü ‘Küçük İnsanlar’ der, ama gerçek isimleri Segantii; Zehir’in, bir zamanlar onların Tanrısı olduğu dışında haklarında pek fazla şey bilinmiyor.”
“Zehir bir Tanrı mı?”
“Evet, hep çok büyük bir güç olmuştu ve en eski Küçük İnsanlar bu gücün farkına varıp ona tapmaya başladılar. Zehir’in yeniden bir Tanrı olmak istediğini sanıyorum. Ne de olsa eskiden eyalette serbestçe dolaşabiliyordu. Yüzyıllar içinde yozlaşıp kötüleşti ve Küçük insanlara gece gündüz dehşet saçmaya başladı: Kardeşi kardeşe düşürüyor, ekinleri yok ediyor, evleri yakıyor, masum insanları katlediyordu. İnsanların korku ve yoksulluk içinde yaşadıklarını görmek onu mutlu ediyordu; ta ki yaşamak eziyet halini alana dek. O günler, Segantii’ler için karanlık, korkunç günlerdi.
“Ama yalnızca zayıflara eziyet etmiyordu. Segantii kralı, Heys adında iyi bir adamdı. Tüm düşmanlarını yenmişti ve halkını güçlü, refah bir hale getirmeye çabalıyordu. Ama yenemediği tek bir düşman vardı: Zehir. Kral Heys’ten yıllık bir haraç istedi. Zavallı adama en büyüğünden başlayarak yedi oğlunu da kurban etmesi buyruldu. Hepsi ölene dek her yıl bir oğlunu kurban edecekti. Ama her nasılsa, en son oğlu Naze, Zehir’i yeraltı mezarlarına bağlamayı başardı. Bunu nasıl yaptı bilmiyorum, bilseydim bu yaratığı yenmek herhalde çok daha kolay olurdu. Bütün bildiğim yolunun kilitli bir gümüş kapıyla kapandığı. Karanlığın birçok yaratığı gibi gümüşe karşı bir zayıflığı var.”
“Yani bunca zaman sonra hâlâ orada kapalı mı?”