Korku Hikayeleri

Hayalet Öyküleri 1. Bölüm “İSTİLACI”

Hayalet Öyküleri

Hayalet Öyküleri 1. Bölüm “İSTİLACI”


‘Ne mükemmel bir mehtaplı gece!’ sözcükleri döküldü Alymer Vance’in dudaklarından, ardından döndü ve bana tuhaf tuhaf baktı. Biz Surrey’de aynı küçük handa konuklardık ve hoş kokuların olduğu serin ve güzel bahçede oturuyorduk.

‘Ay ışığı olması seni etkiler mi?’ diye sordu Vance. ‘Böyle bir gece seni belirsiz arzularla  doldurur mu? Evrenin sırrını keşfetmek için yüreğin bir özlemle dolar mı?—Ya da belki de geleceği öğrenebilmek için.’

‘Evet,’ diye yanıtladım yavaşça, ardından ona döndüm. ‘Sen derin bir spiritüel fenomen çalışması içindesin değil mi Vance? “Hayalet Dairesi” adına yıllardır araştırma yürüttüğünü duymuştum.’

Vance başını salladı. ‘Hayır, hayır’ diye yanıtladı alelacele. ‘Sen bununla gerçekten ilgilenmiyorsun, Dexter. Sen bir avukatsın. Bu tür şeylere, hortlaklara veya hayaletlere inanmazsın.’

‘Sen burada yanılıyorsun’ diye karşılık verdim. Konu beni derinden ilgilendiriyor ve bu gece tam da bir hayalet öyküsüne uygun bir gece. Gökyüzünde beyaz, büyülü bir ay var. Ağaçlar uzaktan acayip görünüyor ve rüzgar onların dallarını tuhaf bir şekilde sallıyor. Aylmer Vance gülümsedi. O meraklı bir adamdı. Uzun boyluydu, solgun fakat sıradışı ilginç bir yüzü vardı. Gözleri parlak maviydi, çok keskin bir bakışı vardı. Elleri ince ve uzundu. Yüzünde genellikle sert bir ifade görünüyordu. Bu rahatsız edici olmayan bir sertlikti. Ancak sesi, tarzı ile tuhaf bir tezatlık
oluşturacak şekilde esnekti. Ve ben onun insanı kendine esir eden kişiliğinin etkisi altındaydım.

Biz yaklaşık iki ay önce bir akşam yemeği partisinde ilk kez karşılaşmıştık. O bana bir hayalet-habercisi olarak tanıtılmıştı. Hayalet avcılığı onun ilgi alanıydı. Ve tesadüfen şimdi Surrey’de aynı handa bulunuyorduk. Ben buraya balık avlama amacıyla gelmiştim. Fakat Aylmer Vance ile karşılaştığım için tüm vaktimi Magpie Hanında geçirmeye karar vermiştim. Biz karşılaştığımızda birbirimizi tanımıştık. Aynı yuvarlak masada karşılıklı olarak akşam yemeği yemiştik. Şimdi ise sigara içmek amacıyla hanın bahçesine çıkmıştık ve konuşarak dostluğumuzu ilerletmeye çalışıyorduk. Amacımız aramızda gerçek bir dostluk oluşturabilmekti. Ancak bana Vance’ın çok nadir olarak dost edindiği söylenmişti. O genelde yalnız yaşayan ve her konuda kendi kendine yetebilen biriydi. Essex’te bir yerde eski bir Gregoryen eve sahipti, fakat İngiltere’de çok fazla durmuyordu. O tam bir gezgindi –doğuştan bir gezgin– ve söylemeye gerek bile yok ki o bekardı.

‘Eğer gerçekten ilgileniyorsan sana yaşadığım üç veya dört tuhaf deneyimi anlatabilirim. Spritüel fenomenlerle ilgili olduğum araştırmalarım boyunca birkaç tane sıradışı olay yaşadım.’

Aylmer Vance konuşurken sigarasını kendinden uzaklaştırmıştı. Yüzünde tuhaf bir ifade vardı.

‘Bazı büyüleyici gezilerde bulundum,’ diye devam etti. Bunlar sırasında her türden garip insanlarla karşılaştım. Birkaç tane sahtekarlık durumu ile karşı karşıya geldim. “Medyum” olarak kendini tanıtan bazı kişilerle görüştüm. Onlar çeşitli evlerde hayalet olduğunu öne sürüyorlardı ve bunların “avlanması” yönünde telkinde bulunuyorlardı. Ben de bir veya iki kez buna kesin olarak inanma noktasına geldiğimi kabul etmeliyim—ancak benim kendi gözlerimle gördüğüm veya kendi kulaklarımla işittiğim herhangi bir şey olmadı.’

Vance konuşmasına ara verdi ve uzun ince elini benim kolumun üzerine koydu.

‘Gidelim ve bahçenin sonundaki yazlık bölümde oturalım ve sana altı yıl önce en sevdiğim iki arkadaşımın başına gelen şeyi anlatayım. Bunlar Annie Sinclair ve onun kocasıydı. Ben Sinclair trajedisinden çok etkilenmiştim. Aslında benim psişik araştırmalara ilgi duymama sebep olan Sinclair vakası olmuştu. Bu konu tamamıyla gizem yüklüydü ve benim kendime bile açıklayamadığım gizemli durumlar söz konusuydu. Ben gerçekte ne olup bittiği konusunda hâlâ karanlık bir noktadayım.’ Alymer Vance’in ses tonunda son sözcüklerini söylerken bir vurgu vardı. Gözleri uzaklara dalıp gitmişti.

‘Evet, sana Sindair’lara ne olduğunu söyleyeceğim,’ diye yineledi. ‘Benim öyküm bunu sana kesin olarak kanıtlayacak. Bizim çok az şey bildiğimiz güçler ile haşır neşir olmanın ne denli tehlikeli bir şey olabileceğini de kanıtlamış olacak.’

Elini hâlâ benim omzumun üzerinde tutarak beni yazlık bölüme doğru yönlendirdi. Burası bahçenin hemen altında olan bir yerdi. Ağaçlarının kokusunun nasıl olduğunu hatırladım—havada hafif hafif esen tatlı bir rüzgar vardı ve bunun etkisiyle ağaçların dalları sallanıyordu.

Yazlık bölüme gidince oturduk ve ben bir sigara yaktım. Ay ışığı bu gece her zaman olduğundan daha parlak görünüyordu. Tüm bahçe ışıklandırılmıştı. Ancak ağaçlar uzakta belli belirsiz görülüyordu. Kendimi biraz tedirgin hissettim. Hâlâ yanımdaki dostumun öyküye başlamasını bekliyordum. Onu dinlemek için sabırsızlanıyordum.

‘George Sinclair biz Oxford’da iken benim en iyi arkadaşımdı,’ diye başladı Vance, ‘ve Magdalen’den ayrıldıktan sonra bizim dostluğumuz devam etti, biz arada sırada birbirimizi görmeye devam ediyorduk. Ardından ben iki veya üç yıllığına yurtdışına gittim. İngiltere’ye geri döndüğümde George’un benim için büyük bir haberi vardı. O İskoç bir kızla nişanlanmıştı. Kızın adı Annie Riddell idi.’ ‘Düğün için İskoçya’ya gittim. Aslında ben George’un en iyi dostuydum ve onu gelinden kıskandığımı itiraf etmeliyim, Annie düğün gününde genç bir tanrıça gibi görünüyordu. Uzun boylu ve sarışındı. Çok sevimli bir yüzü ve çok tatlı mavi gözleri vardı; yüzünde çok dingin bir görünüm vardı. George ise bunun tam tersiydi—o çok kayıtsız biriydi. Zayıf, çelimsiz bir hali vardı. Ancak ona delicesine aşıktı, her ikisi de birbirlerini çok seviyorlardı— aralarındaki aşk bir kadın ile bir erkeğin olabilecek en yüksek yoğunlukta birbirlerine sevgi beslemesi seviyesindeydi. Ben altı ay boyunca onlarla birlikte kalmak için Wiltshire’daki evlerine gittim. Bu dönemde benim orada bulunmamdan kaynaklanan herhangi bir memnuniyetsizlik ile karşılaşmadım. Onlar birbirlerine çok düşkün olan bir çiftti. Ancak ben Annie’nin George’a karşı biraz mesafeli davrandığını gözlemlemiştim. O tam anlamıyla mutlu görünmüyordu. George ise kendi açısından kendisini tamamen Annie’ye adamış görünüyordu. Onun Tanrı’nın yarattığı yeryüzü üzerindeki en güzel ve en mükemmel yaratık olduğunu düşünüyordu. Gün boyunca açık bir şekilde ona tapıyordu ve Annie kocasının
kendisine karşı olan bağlılığı nedeniyle çok memnun görünüyordu. Eğer bu kadar güzel olmasaydı onun sıkıcı bir kadın olduğunu düşünebilirdim çünkü o kendi fikrine sahip görünmüyordu. O çok güzel göründüğü için onunla uzun uzun sohbet etme gereği duymuyordunuz. Onu seyretmek, saatlerce ona bakmak mutlu olmanız için yeterliydi. Güzel bir tabloya bakar gibi aynı keyif içinde saatlerce ona bakabilirdiniz.’

Vance bir süreliğine konuşmasına ara verdi. Doğrudan ağaçların bulunduğu yöne doğru bakıyordu. Ardından aniden çok çabuk bir hareketle bana doğru döndü.

‘Evet, onlar son derece mutlulardı. Onlar evliliklerinin ilk üç veya dört yılı boyunca çok mutlulardı. Ancak olağanüstü görünen bu mutlulukları aradan bu kadar zaman geçmesine karşın bir bebek ile pekiştirilmeyince biraz hayal kırıklığına dönüştü. Aralarındaki etkileşim artık eskisi gibi değildi. Bu durum onların derin bir hüsran içinde olmalarına neden oluyordu. George bu durumun nedenini öğrenmek için çeşitli okült araştırmalarda bulunmaya başlamıştı. Bu sorunu aşmak için tıp dışı yöntemleri araştırmaya girişmişti.

‘Okült konular her zaman için onu büyülemişti. Çocukluk yıllarından itibaren bu tür konulara karşı aşırı bir merak içinde olmuştu. Sonrasında bir gün George arkeoloji alanında çalışan bir arkadaşı ile bir mülk konusunda konuşmuştu. Burası Grey Towers bölgesinde bir araziydi. Burası bir zamanlar İngiliz Mezarlığı olan bir yerdi.

‘George bu arkadaşıyla birlikte bir el arabası edinerek bu bölgede kazılar yapmaya başladı. Ve onun çabaları sonuçsuz kalmadı. Bir süre sonra iki ağır altın bilezik buldu. George bu durum nedeniyle son derece heyecanlanmıştı. Onun bu bileziklerin bazı Druid rahibelere ait olduğuna dair bir teorisi vardı. Ve oraya bir medyum götürdü. Bu kişi tüm arazi üzerinde kendi yöntemiyle araştırıma yaptı. Sonunda bunun rahibelere ait olmadığını açıkladı. Bilezikler bir İngiliz prensesine aitti. Bu, çok güzel fakat kıskanç bir prensesti. Tuhaf bir aşk acısı çekmiş olduğu için kötü kalpli olmuştu ve sevgilisi tarafından öldürülmüştü.

‘George artık kendisinin de okült güçlere sahip olduğuna inanıyordu. Ve Annie – söylemeye gerek yok ki– medyuma yaptıkları ziyaretlerde her zaman onun yanında olan biri olarak bu konuda kocasına destek veriyordu. ‘Aslına bakılırsa Annie zaten oldum olası bu tür konularda çok ilgili birisi değildi. O eşinin ilgisi nedeniyle bu konulara bulaşmıştı ve bir şeyler öğrendikçe ilgisi yavaş yavaş artmıştı. Ancak kısa bir süre sonra bu tür konular onu korkutmaya başlamıştı. Hassas bir kadın olarak okült çalışmalarda bulunmanın belli bir tehlike içerdiğini sezinlemeye başlamıştı.

‘Bunun yanı sıra –bir gün bana söylemiş olduğu üzere– ölü erkeklerin ve ölü kadınların ruhlarının George ile konuşuyor olması düşüncesi onun hiç hoşuna gitmiyordu. Annie kocasının gitgide daha tuhaf bir ruh hali içinde olduğunu düşünmeye başlamıştı. Onunla iletişim kurmada gün geçtikçe daha fazla zorlandığını hissediyordu. Sonrasında benzer bir gücün kendisinde de olduğuna inanmaya başladı. Artık ölülerin ruhu kendisini de ziyaret ediyordu.

Ancak bu durum Annie’yi çok korkutmuştu. ‘Bir süre sonra bunlardan kurtulmak için yoğun bir şekilde dua etmeye başlamıştı. Ancak yine de bu durum onun canını sıkıyordu. Yavaş yavaş ruh hali kötüleşiyordu. Annie artık her akşam bir trans durumuna geçmeye başlamıştı— kocası onun bu deneyimi yaşamasından rahatsız değildi. Bütün bunların karısının sağlığı üzerinde korkunç sonuçlar doğurabilecek bir durum olduğunun farkına varamıyordu. Böyle bir durum Annie’nin tüm sinir sistemini olumsuz olarak etkileyebilecek bir görünüme bürünmüştü. George diğer dünyanın sırlarını vaktinden önce öğrenmenin verdiği heyecanla bu durumun farkında değil gibiydi—ruhlar
dünyası ile bizim dünyamız arasında bir bağ kurulmuş olması onun için en önemli görülen şeydi.

Vance konuşmasına ara verdi. Bir sigara yaktı ve derin bir nefes aldı.

‘Ben George’u çok fazla suçlamıyorum. O bilinmeyen dünyaların içine dalan bir kaşifti ve tıpkı diğer kaşifler gibi kendini ve en yakındakileri tehlikeye atabilecek kadar gözükaraydı. Annie’nin translarının tamamen gerçek olduğunu düşünüyordu. Ben bir an için bile onun söylediği şeyleri uydurmuş olabileceğine bir ihtimal vermedim; bunun yanı sıra o böyle bir şey yapabilecek bir kadın değildi —o hiçbir konuda inanmadığı herhangi bir şeyi söyleyebilecek biri değildi.’

‘Peki sen bu transların gerçek olduğunu düşünüyor muydun?’ diye sordum.

‘Evet, öyle düşünüyordum,’ diye yanıtladı Vance. Biraz öne doğru eğildi ve kaşlarını çattı; ben onun solgun yüzünün ay ışığı gibi göründüğünü düşünmüştüm—gerçekten de yüzü son derece beyaz görünüyordu. Ellerini sıkı sıkıya birbirine kenetlemişti; bu öykünün onu derin bir şekilde etkilediği belliydi. ‘Ben Annie’nin tuhaf translarıyla derin bir şekilde ilgiliydim. Altın bileziğin sahibi olan İngiliz prensesin ruhu onunla konuşmuştu.

‘O tutkulu bir aşk yaşamış olmaktan dolayı pişmanlık duyduğunu söylemişti—yeniden canlı olmak ve toprak üzerinde yürümeyi diliyordu. Kendisinin vurdumduymaz bir yapıda olduğunu ve ruha işkence çektirdiğini kabul ediyordu. Onun tek isteği bunlardan arınmak ve maddesel varlığını geri kazanmaktı. George bir zaman sonra prensesin ruhunun karısını ele geçirdiğini düşünmeye başlamıştı—o eşinin bedeni içinde canlanma uğraşı içindeydi. Aslında Annie’nin yaşamdaki yerine geçmek istiyordu. Onun dilini konuşmak, onun yaşantısını sürdürmek ve onun gibi olmak istiyordu. Bütün bunların Annie’nin dudaklarından dökülmesi tam bir şok etkisi yaratmıştı. Zavallı kadın bilincini yitirmiş olarak prensesin isteklerini ifade ediyordu.’

Vance koltuğunda oturma şeklini değiştirdi— onun dudakları titremişti. Yüzü daha da solgun görünüyordu. Bu bir insanın yüzünün solgun olabileceğinin çok ötesinde bir durumdu. ‘İkinci veya üçüncü seanstan sonra, onlar durumun ciddiyetinin daha fazla farkına vardılar. Ölmüş kadın tutkulu bir dille konuşuyordu ve onun istediği şey bunu yapmak için hiçbir şeyden çekinmeyeceğini ortaya koyuyordu. O, Annie’nın ruhunu gitgide daha fazla olarak ele geçirmeye başlamıştı. Annie’nin bedenine yerleşmek ve yaşantısını orada sürdürmek konusunda kararlı görünüyordu. Ben ona bu seansları bitirmenin en doğrusu olduğunu söyledim, ancak o beni dinlemedi; George konuya olan ilgisini dizginleyemiyordu ve deneylere devam etmek için müthiş bir istek duyuyordu.

‘İki gece sonra onunla Annie konuştu ve artık daha fazla trans haline geçmek istemediğini söyledi. Son seanstan sonra prensesin ruhunun kendisini ele geçirmesinden kurtulmak için müthiş bir mücadele vermişti ve buna benzer bir çatışma durumunda olma riskine girmek istemiyordu.

‘O “İtiraf ediyorum ki George, ben çok korkuyorum,” demişti. “Ben prensesin benim bedenimi ele geçirebileceğine inanmaya başladım. O benim bedenimde yeniden yaşamak istiyor ve bunu yapacak güçte görünüyor—ben transtan sonra bile ondan tam olarak kurtulamıyorum. Sen bana uyanmam gerektiğini söylediğin zaman, ben uyanmak istiyorum fakat bu hiç de kolay olmuyor.”

George buna gülmüştü. Annie’nin çok aptalca konuştuğunu düşünmüştü fakat seansları durdurma isteği karşısında ciddi bir şekilde sinirlenmişti—kadının bunlara devam etmesi gerektiğini düşünüyordu. Onun görüşüne göre araştırmalarının ileri seviyeye taşınabilmesi için bunun mutlak surette yapılması gerekiyordu. ‘Annie uzunca bir süre bunu yapmama konusunda direndi. Ancak sonunda bir kez daha yapma konusunda ikna olmuştu. O yeryüzündeki en tatlı kadındı. Bir kez daha transa geçerek kocasının isteğini yerine getirmeye karar vermişti. George bu durumdan son derece memnundu ve sonunda o bir kez daha trans haline geçecekti. Annie koltuğa oturmadan önce bunun son kez olduğunu belirtmişti. George’un buna inanıp inanmadığını bilmiyorum fakat beni Grey Tower’a çağırdığında bunun karısının son seansı olduğunu ve mutlaka gelmemi istediklerini söylemişti. Eğer gelemezsem şeytanın gücü altına girebileceği konusunda da bir yorum yapmıştı.’

Vance aniden ayağa kalktı. Çok halsiz ve bitkin görünüyordu; Sinclair trajedisi sanki kendi trajedisiymiş gibiydi.

‘Bütün bunların üzerinden yıllar geçmiş olmasına rağmen, sanki bugünmüş gibi, bunları tekrar yaşamak kendimi kötü hissettiriyor. Ben Grey Towers’da olanları düşündükçe kendimi bitkin hissediyorum. Anladığın üzere ben öykünün geri kalanını daha sonrasında George’dan dinledim.’

Vance yazlık bölümün kapısına doğru yürüdü. Onun ince yüzüne bakınca acı çektiği anlaşılıyordu. Elleri hâlâ birbirine kenetlenmişti ve sonrasında ellerini birbirinden ayırdı.

‘Bir cumartesi gecesinde oturmuşlardı—bunu bana George söylemişti. Ben daha sonra tüm öyküyü onun ağzından dinledim. O Annie’yi bir kez daha transa sokmuştu. Annie aslında çok sinirli ve isteksizdi. Bunun nedenini anlamak hiç de zor değildi. Ancak bunun gerekli olduğu konusunda da kocası onu ikna etmişti. O önemli bir bağlantı görevi görecekti. George Annie’nin altın bilezikleri takması gerektiği konusunda ısrar etmişti. Kollarında bu ağır bilezikler olarak prensesin geçmişini daha kolay yaşayabileceğine inanıyordu. Annie kocasının çalışma odasındaki koltuğun üzerine oturdu. O olup bitenler konusunda pasif bir aracıydı: Ancak seans başlamadan önce daha önce söylemiş olduğu şeyleri tekrarladı. George’a bunun son kez olduğunu ve bir daha asla seansa katılmayacağını belirtti. Bütün bunlar artık onun vücudunun dayanma direncini kıracak noktaya gelmişti. Oturmadan hemen önce bütün bunları çok anlaşılır ve net bir şekilde tekrarladı—artık bu konunun herhangi bir şekilde gündeme gelmesini bile istemiyordu. Bunun kendisinden bir daha asla istenmemesi gerektiğini söylemişti. İddiaya girerim ki o bunları söylerken bir daha Annie’nin ağzından konuşma şansının olmayabileceğini hissetmişti. Onun çıplak ruhu Annie’nin bedenine bürünecekti ve Annie’nin mücadelesine rağmen onun içine yerleşecekti.

‘Peki ne oldu?’ diye sözünü kestim meraklı bir şekilde. ‘Bayan Sinclair transtan çıkmakta zorluk yaşadı mı? Kalbi buna dayandı mı— yoksa o gece öldü mü?’

‘Keşke öyle olsaydı—Tanrı’dan öyle olmuş olmasını dilerdim,’ diye yanıtladı Vance acı bir şekilde. ‘Fakat daha kötüsü –çok daha kötüsü– Annie’nin başına geldi. İngiliz prensesin şeytani ruhu Annie’nin bedenini tamamen ele geçirdi ve oradan ayrılmayı reddetti. George Annie’yi uyandırdığında transtan çıkan kişi diğer kadındı. Bu tutkulu kadın adama karısının gözlerinden baktı ve adam Annie’nin korktuğu şeyin gerçekleştiğini anladı. İskoç kadının bedenini ele geçirmiş olan yeni yerleşimci oradan çıkmayı kesinkes reddediyordu. Durumun ne kadar korkunç olduğunu gözünde canlandırabiliyor musun Dexter?’

Vance bana döndü ve bir elini kolumun üzerine koydu. Parmaklarının titrediğini hissedebiliyordum.

‘Ben öyküme inandığını sanmıyorum. Bütün bunlar sana inanılmaz geliyor. Ben kendim bile buna inanmakta güçlük çekiyorum; fakat George bana Annie’nin narin sevecen ruhunun bir daha asla onun bedenine geri dönemediği konusunda yemin etti—İngiliz kadın hiçbir zaman onun bedeninin dışına çıkmamıştı. Annie’nin yüzü gözlerinin önünde değişmişti— şeytanca bir ifade onun yüzüne hakim olmuştu. Bu durum tüm sahneye daha korkunç bir görünüm ekliyordu. Eşi olarak adlandırdığı kadın onu şiddetli bir aşkla sevmeye başlamıştı. Bu ateşli, sınır tanımayan bir aşktı. Sıcak, yanan öpücükler adam için dayanılması zor bir hal almıştı; artık ona sarılamıyordu. Onunla birlikte bir şeyler yemeğe korkuyordu ve nerede ne yapacağını bilemediği için ona karşı nasıl davranması gerektiğine karar veremiyordu. Kadın aniden kendi kendine mırıldanmaya ve şarkı söylemeye başlıyordu. George evin dışındaki insanların şarkı söyler gibi gözüktüğüne yemin etmişti—onlar kısık mırıldanmalar şeklinde şarkı söylüyorlardı. Bu tam bir kabus gibiydi—korkunç bir kabus. ‘O gece kadın uykuya geçmeden önce George’un elini tutmuştu—bunu sanki onun gitmesine asla izin vermeyecekmiş bir şekilde yapmıştı. Ve şafak vakti uyandığı zaman kendi kendine şarkı söylemeye başlamıştı. Tuhaf, duyulmamış bir şarkı söylüyordu. Saçlarını fırçalarken şarkısını mırıldanmaya devam ediyordu. Mükemmel altın sarısı saçlar Annie’nin en büyük cazibelerinden biri olmuştu. George kadın uyurken onun saçlarını seyredermiş. Ancak aynı saçlar artık ona ürkütücü gelmekteydi. Artık onlardan korkuyordu.

Vance tereddüt etti ve ardından tuhaf bir şekilde güldü.

‘Ben senin ne düşündüğünü biliyorum. Kendi kendine Annie Sinclair’in muhtemelen tuhaf bir zihinsel koşul içine girdiğini, tüm bu seansların onun psikolojik yapısında tahribata yol açtığını düşünüyorsundur. Kocasının ısrarları üzerine girişmiş olduğu bu durum onda derin bir çöküntü hali yaratmış olabilir diye tahminde bulunuyorsun. Onun davranışının tek açıklamasının böyle bir şey olabileceğini düşünüyorsun. George’un da durumdan fazlasıyla etkilendiğini ve bu tuhaf durum karşısında sarsıldığını düşünebilirsin. Böyle bir durum karşısında bütün bunları düşünmek gayet mantıklıdır. Bunlar aslında akla en makul gelen çıkarımlardır.’

‘Ben böyle düşünmedim,’ diye sözünü kestim. Ben durumu anlamaya ve anlamlandırmaya çalışıyorum. Peki seanstan sonra Bayan Sinclair’i hiç gördün mü?’ ‘Evet, doğrudan Grey Towers’a gittim. George’dan acil bir telgraf almıştım ve ben Annie ile karşılaştığım zaman sanki bir yabancı ile karşılaşmış gibiydim. O her zaman için insanlarla arasına belli bir mesafe koyan ilginç bir kadın olmuştu fakat ben bunu George’a ifade etme cesaretinde bulunamadım. Sanki ters giden hiçbir şey yokmuş gibi davrandım. Yüce Tanrım, başka ne yapabilirdim ki! Annie’nin güzel bedenini sanki kötü bir ruh ele geçirmiş gibiydi. Bu, büyülü ve kötücül bir ruhtu. Annie’nın gözleri sanki hasta gibi bakıyordu. Onun bu görünüşüne güçlükle katlanabildim ve dudaklarında zalimce bir gülümseme vardı. O George’u bir kedinin bir fareyi izlemesi gibi izliyordu ve onun elleri hiç hareketsiz durmuyordu. Kadın sıçrar gibi yürüyordu. Bu Annie’nin hiç yapmadığı bir şeydi. Ve onun giysileri üzerinde sanki paspal bir şekilde duruyordu.’

Vance yine benim yanımdaki koltuğa oturdu. O güçlükle nefes alıyordu; alnında boncuk boncuk terler birikmişti. Onun için çok sıcak bir akşamdı.

‘Bu korkunç bir şey değil mi Dexter?’ diye fısıldadı boğuk bir şekilde. ‘Korkunç değil mi? Gördüğün gibi, George ve ben Annie’nin bedeninin dişi-şeytan tarafından ele geçirilmiş olduğu konusunda hemfikiriz. Onun tatlı, narin, sevecen ruhu yerini bambaşka bir ruha bırakmıştı. Onun içindeki kötücül ruh dünyasal olarak onu ele geçirmişti ve bu istilacı asla buradan çıkmayı düşünmüyordu. Biz ikimiz de onun ruhunun geri dönmeye çabaladığını fakat bunu yapamadığını biliyorduk; ve biz –trajik bir şekilde– bunun bu dünyada sıklıkla olduğunun farkına varmıştık. Şeytan iyiliği fethediyordu. Ancak George’un açısından bakıldığından onun durumu daha da vahimdi. Şeytan onu
parmağının ucunda istediği gibi oynatabiliyordu. ‘Yüce Tanrım—bu ne korkunç bir durum!’ Ben bu sözcükleri düşük sesle neredeyse fısıldayarak söyledim. Vance’dan dinlediklerim inanılması olanaksız bir öykü gibiydi—ancak o olağanüstü bir ikna edici tarzda anlatmıştı; ben merakla ona ‘Devam et, Vance—bütün bunların sonunda ne oldu?’ dedim.

‘Sonunda.’ Vance derin bir nefes aldı. ‘Şey, bu hiç de hoş bir son değildi, Dexter.’ O tekrar ayağa kalktı; ay ışığında son derece canlı görünüyordu. ‘Ben yaklaşık bir hafta boyunca Grey Towers’da kaldım—Aslında orada bir gün bile kalabileceğimi düşünmüyordum. Ancak Annie’nin bedenine yerleşmiş olan bu yaratık kendisini gerçek renklerinde göstermeye başlamıştı. George’un şimdiki karısı barbar ruhlu biriydi—o zalimliği seven ve zalimlik uğruna yaşayan bir kadındı. O George’un köpeğini bir gün öldüresiye hırpalamıştı ve bunun tek nedeni çağırınca köpeğin yanına gelmemesiydi—bunun ne demek olduğunu anlayabiliyor musun? George bileğinden yakalayarak onu durdurana kadar bir sopayla köpeği dövmüştü. George kadını sürükleyerek kendi odasına götürmüştü ve ben o zaman onların arasında ne geçtiğini bilmiyorum. Ancak döndüklerinde kadının gözü korkmuş gibi görünüyordu. Ancak ertesi gün bir kuşu öldürmüştü. Bu Annie’nin evcil kanaryası idi. Kafesindeki kuşu yakalamış ve kasıtlı olarak kuşun boynunu sıkmıştı ve bütün bunların tek nedeni kuşun onun canını sıkacak şekilde şakımış olmasıydı. Benim o öğleden sonra hemen Grey Tower’ı terk etmem gerekiyordu— fakat George’un –ve aslında Annie’nin– hatırına orada kalmam gerektiğini düşünmüştüm.’

Vance kollarını kavuşturdu. Yeniden derin bir şekilde nefes aldı.

‘İki gece sonra George’dan duyduğuma göre durum kötüden daha kötüye doğru gidiyordu. Kadın artık işin çığrından çıktığı şeyler yapıyordu. Grey Towers’daki hizmetliler bunun hemen farkına varmışlardı ve hanımefendilerindeki bu tuhaf değişikliğe bir anlam veremiyorlardı.

‘Ardından George o gece bir trans daha yapmaya karar vermişti. Bundaki amacı kadının içindeki kötücül ruhu çıkarmaktı. Bu niyetini bana mektupla bildirmişti. Ancak sorun kadının trans için oturmayı reddetmesiydi. ‘Kadın gitgide daha yabani ve daha barbar oluyordu diye eklemişti. Grey Towers’da merak uyandıran bir atmosfer olmuştu. Geceleyin tuhaf seslerin duyulduğu söylentisi etrafta dolaşıyordu. Tüm ev fısıldaşmalarla ve söylentilerle çalkalanıyordu. Bir gün önce korkunç bir fırtına olmuştu ve fırtına sanki doğrudan Grey Towers üzerinde patlamış gibiydi. Pencerede duran kadın fırtınaya bakarak gülüyordu. O iki köpeği uzaklaştırmıştı ve uzaktan onların uluma sesleri geliyordu. Onlar aralıksız bir şekilde uluyorlardı. Ve George evde güçlükle yalnızca bir hizmetkarı tutabilmişti. Komşular orada olağandışı bir şeylerin olduğunu anlamışlar ve görüşmeyi sonlandırmışlardı.’ Vance konuşmasına ara verdi.

‘Ben doğrudan Grey Towers’a gitmeliydim, Dexter. Zavallı dostuma bir an önce yardım etmeliydim. Fakat bunu yapmadım— yapamadım. Ben de Georga’a uzun bir mektup yazdım. Onun psişik araştırmalar konusunda ünlü bir uzman olduğunu ve yardıma ihtiyaç duymadan Annie’nın bedenindeki şeytanı çıkarabileceğini yazdım. Ancak George bunu yapamayacaktı. Belki de o öyküsünün insanlar tarafından duyulması konusunda utangaçtı. Belki de kendisi tarafından feth edilmeyi ummuştu.

‘Onun yaptığı şey Grey Towers’dan kendisini ve kadını uzaklaştırmaktı. Dortmoor’da küçük bir daire kiraladı, o ve kadın orada yaşamaya başladılar ve ardından olan uzun bir kavgaydı— günler boyunca ve geceler boyunca süren bir kavga. Adam kadını trans durumuna sokmak için yoğun bir çaba gösteriyordu. Fakat kadın kendisini bırakmayı reddediyordu ve tahmin edebileceğin gibi Annie’nin ruhu hâlâ arka planda belli belirsiz olarak kalıyordu. O olup bitenlerin sessiz ve ıstırap çeken tanığıydı. ‘Onlar dairelerinde hiçbir hizmetkar bulunduramıyorlardı. Sabahleyin bir köylü kadın geliyordu ve temizlik yapıyordu. Ayrıca yapılması gereken basit yemek pişirme gibi işleri yerine getiriyordu. Yaz günleri boğucu bir sıcaklıkta geçiyordu. Ve George artık bana yazmaktan vazgeçmişti.

Kendisini olup bitenlerin karanlığına bırakmıştı. Vance koltuğunda oturuşunu değiştirdi. Elleriyle yüzünü kapatmıştı.

‘Ben George’un sessizliğine dayanamıyordum. Olup bitenleri öğrenemiyordum ve sonunda Dartmoor’a gitmeye karar verdim. George’a geleceğimi bildiren bir mektup yazdım ve benim için köyden bir oda ayarlamasını istedim. Ancak George bana gelmememi bildiren bir telgraf ile karşılık verdi.

GELMEMEN DAHA İYİ OLUR. ARTIK KİMSE BU KONUDA İYİ BİR ŞEY YAPAMAZ. LÜTFEN BİZİ YALNIZ BIRAKIN.

‘Böylece ben onları yalnız bıraktım. Ben— Ben onları yalnız bıraktım.’

Uzun bir sessizlik oldu, bu benim bozmak istemediğim bir sessizlikti. Rüzgarın esmesini ve dalların sallanmasının seslerini duyabiliyordum. Ağaçlar sanki inliyor gibiydi. Ağaçların acı kokusunu alabiliyordum.

Ay birdenbire bir bulutun arkasında kaldı ve Aylmer Vance ve ben karanlıkta yalnızdık ve ben ayın yüzünü saklamasından memnundum. O anda Vance’a bakmak istemiyordum ve onun da bana bakmak istemediğinden emindim. ‘Sen öykünün sonunu duymak istiyor musun, Dexter?’

‘Evet, istiyorum.’

‘Ben telgrafı aldıktan iki gün sonra kulüpte oturuyordum ve birdenbire sokakta gazete satan çocuğun bağırmasını duydum. O doğu Londra şivesiyle avazı çıktığı kadar bağırıyordu:

“Dartmoor’da korkunç cinayet, Dartmoor’da korkunç cinayet” ve ben ne olduğunu anlamıştım.

‘Hemen dışarı çıktım ve bir gazete satın aldım ve haberi okumaya başladım. Bay George Sinclair Dartmoor’da küçük bir daire kiralamış ve bir gece önce karısını öldürmüştü. O bıçağını kadının kalbine saplamıştı ve daha sonrasında kendisini de vurmuştu.

‘Cinayetin romantik tarafı ise katilin kurbanını öldürdükten sonra kadının ölü bedeni kendi yatak odalarına taşıması ve onu beyaz saten bir giysi ile giydirmesiydi. Altın sarısı saçlarını özenli bir şekilde taramıştı ve onun yanında mumları yakmıştı. Sonrasında bahçeye çıkmıştı ve neredeyse her çiçeği toplayarak onların hepsini cesedin ayaklarının yanına kocaman bir küme oluşturacak şekilde serpmişti; onun cinayet işlediğini ortaya koyacak hiçbir kızgınlık durumu yoktu. Gazeteler bu ilgi çekici durumu okuyucularına iletiyordu. Hiç kimse cinayetin gerçek nedenini bilmiyordu ve karısına böylesine sevgi gösterisinde bulunan bu adamın cinayeti neden işlemiş olabileceğini anlayamıyorlardı. Benim ağzımı kapalı tutmam durumunda da hiç kimse bu olayın içyüzünü öğrenemeyecekti. Ancak ben bu sırrı saklamadım.’

‘Onlar aynı gün gömülmüşlerdi. Jüri, doğal olarak, bunun “anlık bir cinnet” olduğuna hükmetmişti. Keşke onlar aynı mezarlıkta uyuyabilselerdi. Ancak bunu engelleyen hükümler vardı. Katil ve kurbanı birlikte yatamazdı; halka göre George Sinclair çok sıcak bir yaz günü cinnet geçirmişti ve karısını öldürmüştü. Ona karşı göstermiş olduğu sevgi gösterisi bu durumu değiştirecek bir şey değildi.’

Vance konuşmasına ara verdi, ardından tuhaf, neşesiz bir kahkaha attı. Elleriyle yine gözünü kapadı.

‘Benim anlattığım şey inanılmaz geliyor, değil mi Dexter? Bunu sindirmek hiç de kolay değil. Ben senden bunlara inanmanı beklemiyorum. George Sinclair ve ben korkunç bir yanılgının kurbanları olduk. Seans için oturmak Annie’nin karakteri konusunda olumsuz etkide bulundu. Onun sinirleri aşırı derecede yıprandı ve isteri nöbetleri geçirmeye başladı. Bir süre sonra şeytanın kendisini ele geçirmiş olduğuna inanmaya başladı. Fakat bu trajedi yalnızca ona dair değil—bu herkes için korkunç bir trajedi, değil mi?’

‘Duyduğum en korkunç trajedi,’ diye tekrarladım. Ay yine ortaya çıkmıştı ve ben Aylmer Vance’ın benimle buluşan gözlerine baktım. Elimi uzattım ve onun kolunun üzerine koydum. ‘Sen inanıyorsun, değil mi?’ diye fısıldadı boğuk bir ses tonuyla. ‘Ölü kadının ruhunun –İngiliz kadının ruhunun– Annie Sinclair’in bedenini ele geçirmiş olduğuna inanıyorsun değil mi? Sen benim hissettiğimi hissediyorsun—George, Annie Sinclair’in dünyasını aldığına inandığı kadını öldürerek doğrusunu yaptı, değil mi?’

‘Bilmiyorum—Bir şey söyleyemem’ diye yanıtladı Vance.

‘Fakat emin olduğum bir şey var ki George Sinclair ve eşi, eğer George Annie’yi bu korkunç seanslara oturtma konusunda ikna etmesiydi, bugün hâlâ yaşıyor olacaklardı. Onlar gömü yerindeki şu altın bilezikleri çıkarmasalardı ve yeryüzü ile ruhlar dünyası arasında bir bağ kurmaya çalışmasalardı bütün bunlar olmayacaktı. Ve bunları aslında Annie de biliyordu ve senin belirttiğin gibi bunu hissetmişti. O aslında George’den daha akıllı bir insandı fakat sırf tatlı ve kibar olduğu için—’ O konuşmasına ara verdi ve cümlesini bitirmedi.

Bu anda onun gözlerine baktığımda aslında Aylmer Vance’ın arkadaşının karısına aşık olduğunu anladım. O kalbi ve ruhu kocasına ait olan kadını seviyordu.

Biz yazlık bölümden çıktık. Ağaçlar her zaman olduğundan daha karanlık ve gizemli görünüyordu. Doğanın insanoğlunun sayısız sırrını koruduğunun bilincindeydim—kadının gönülsüzce vazgeçtiği sırları.

Vance’ın kolunu daha sıkıca kavradım. ‘Vance’ diye fısıldadım, ‘Sen hiç kendi gözlerinde bir hayalet gördün mü—başka dünyadan gelen bir ziyaretçi?’

‘Ben mi?’ diye gülümsedi. Vance tuhaf bir gülümsemeyle. ‘Ben sana yarın akşam bir toplantıda karşılaşmış olduğum küçük bir hayaletten bahsedeceğim. Bunun için handa bir gece daha kalman ve balık avlama işini biraz daha ertelemen gerekiyor. Evet sana Bayan Green-Sleeves ile nerede karşılaştığımı söyleyeceğim. Ve bu öyküde trajik olan hiçbir şey yok, Dexter. O sadece basit bir deneyimdi— romantik bir hikaye.’

romantik bir hikaye, hikaye, hikaye oku, hikaye okuma, hikaye okumak, öykü, korku hikayeleri, korku öyküleri, hayalet, ruh, metafizik, ruhlar, hayalet öyküleri,

Gülten AJDER

Kitap okumayı seven insanlar daha zeki ve daha başarılı olurlar. Bende bu yüzden kitap okumayı sevdirmek istedim bu site ile. Gizli kalmış bütün bilgilerin kitaplarda saklı olduğuna inandığımdan, kültür seviyemizi yükseltmek, bilgi hazinemizi daha da zenginleştirmek, gizli yeteneklerin ortaya çıkmasına destek olabilmek için, okusun yazsın benim ülkemin insanları diye bir işin ucundan tutmak isteyen birisiyim.

İlgili Makaleler

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu