Oz Büyücüsü VIII. Bölüm; “Ölümcül Gelincik Tarlası”
Hikaye Oku; Küçük kafilemiz sonraki sabah uyandığında yenilenmiş ve umutla doluydu, Dorothy nehir kenarında, şeftali ve incirlerle prenseslere yaraşan bir kahvaltı yaptı. Onlara birçok cesaret kırıcı olay yaşatan ama güvenli bir biçimde geçtikleri karanlık ormanı arkalarında bırakmışlardı, önlerindeyse onlara Zümrüt Şehir’e kadar eşlik edecek olan güzel, güneşli bir arazi uzanıyordu.
Tabii ki bu güzel araziyle aralarında geniş bir nehir vardı, ama sal hemen hemen tamamlanmıştı ve Teneke Adam birkaç kütük daha kesip onları tahta çivilerle birbirlerine bağladığında gitmeye hazırdılar. Dorothy salın ortasına oturdu ve Toto’yu kucağına aldı. Korkak Aslan çok büyük ve ağır olduğundan adımını attığında salı çok kötü salladı, ama Korkuluk ve Teneke Adam diğer uca gidip dengeyi sağladılar, ellerinde salı suda itebilmek için uzun sırıklar vardı.
İlk başta her şey yolundaydı ama nehrin ortasına geldiklerinde akıntı yönüne doğru sürüklenmeye başladılar, sarı tuğla yoldan gittikçe uzaklaşıyorlardı, su o kadar derinleşmişti ki uzun sırıklar nehrin dibine değmiyordu.
“Bu çok kötü,” dedi Teneke Adam, “karaya çıkamazsak Batı’nın Kötü Cadısı’nın topraklarına kadar sürükleneceğiz ve o da bizi büyüleyip köleleri yapacak.”
“O zaman bir beyin alamam,” dedi Korkuluk.
“Ben de cesaret alamam,” dedi Korkak Aslan.
“Ben de kalp alamam,” dedi Teneke Adam.
“Ben de Kansas’a geri dönemem,” dedi Dorothy.
“Zümrüt Şehir’e gitmek zorundayız,” diye devam etti Korkuluk, uzun sırığını o kadar sert bastırdı ki sırık nehrin dibindeki çamura saplandı ve sal akıntıyla sürüklenince, zavallı Korkuluk, sırığı çıkaramadan ya da bırakamadan nehrin ortasındaki sırığın üstünde kalakaldı. “Hoşça kalın!” diye arkalarından bağırdı, ondan ayrıldıklarına çok üzülmüşlerdi, Teneke Adam ağlamaya başladı ama paslanabileceğini hatırlayınca gözlerini Dorothy’nin önlüğüyle hemen kuruladı. Tabii ki bu Korkuluk için kötü olmuştu.
“Şimdi, Dorothy ile tanışmadan önceki halimden daha kötü durumdayım,” diye düşündü. “O zaman mısır tarlasındaki bir direğe asılıydım ve en azından kargaları korkutuyordum, ama nehrin ortasındaki bir sırıkta duran bir Korkuluk’un hiçbir işe yaramayacağı kesin. Korkarım hiç bir zaman bir beynim olmayacak!”
Sal hala akıntı yönünde sürükleniyordu, zavallı Korkuluk artık çok geride kalmıştı. Sonra Aslan şöyle dedi:
“Kurtulmak için bir şeyler yapmalıyız. Sanırım, kuyruğumun ucunu sıkı tutarsanız kıyıya kadar yüzüp salı da çekebilirim.”
Böylece suya atlayıp var gücüyle yüzmeye koyulduğunda, Teneke Adam kuyruğuna sıkıca tutundu. Aslan çok güçlü olsa da bu zor bir işti, ama bir süre sonra akıntıdan kurtuldular ve Dorothy, Teneke Adam’ın uzun sırığını alıp salı karaya çıkarmalarına yardım etti.
Kıyıya çıkıp yeşil çimenlere bastıklarında hepsi de çok yorulmuşlardı ayrıca akıntının onları, Zümrüt Şehir’e giden sarı tuğla yoldan çok uzağa sürüklediğini biliyorlardı.
“Şimdi ne yapacağız?” diye sordu Teneke Adam, Aslan güneşin altında kurumak için çimenlere uzanmıştı.
“Bir şekilde yola geri dönmeliyiz,” dedi Dorothy.
“En iyisi yola gelene kadar nehir kenarından yürümek,” diye önerdi Aslan.
Dinlendikten sonra Dorothy sepetini aldı ve nehir kenarındaki çimenlerin üstünden akıntının onları uzaklaştırdığı yola doğru yürümeye başladılar. Burası güneşli, çok güzel bir yerdi, çeşit çeşit çiçekler, meyve ağaçlan vardı, Korkuluk için bu kadar üzülüyor olmasalar çok mutlu olabilirlerdi. Ellerinden geldiği kadar hızlı yürürlerken Dorothy yalnızca bir kez güzel bir çiçeği koparmak için durdu, bir süre sonra Teneke Adam bağırdı:
“Bakın!”
Nehre baktıklarında, suyun ortasındaki direğin üstünde duran, yalnız ve üzgün Korkuluk’u gördüler. “Onu kurtarmak için ne yapabiliriz?” diye sordu Dorothy.
Aslan ve Teneke Adam bilmediklerini anlatmak için başlarını iki yana salladılar. Nehir kıyısına oturup özlemle Korkuluk’a bakarlarken bir leylek uçarak geldi ve onları görünce su kıyısına kondu. “Siz kimsiniz ve nereye gidiyorsunuz?” diye sordu leylek.
“Ben Dorothy,” diye yanıtladı kız, “bunlar da arkadaşlarım, Teneke Adam ve Korkak Aslan, Zümrüt Şehir’e gidiyoruz.”
“Yanlış yoldasınız,” dedi leylek, uzun boynunu çevirip bu garip kafileye dikkatle bakarak. “Biliyorum,” diye yanıtladı Dorothy, “ama Korkuluk’u nehirde bıraktık ve onu nasıl kurtarabileceğimizi düşünüyoruz.”
“Nerede?” diye sordu leylek. “Orada, nehirde,” diye yanıtladı kız.
“Bu kadar büyük ve ağır olmasaydı onu taşıyabilirdim,” dedi leylek.
“Hiç de ağır değil,” dedi Dorothy, hevesle, “içi samanla dolu. Onu bize geri getirirsen sana sonsuza dek minnettar kalırız.”
“Eh, deneyeceğim,” dedi leylek, “ama taşıyamayacağım kadar ağırsa onu tekrar nehre bırakırım.” Bunun üzerine büyük kuş havalandı ve Korkuluk’un sırığın üstünde durduğu yere doğru uçtu. Sonra büyük pençeleriyle Korkuluk’un kolunu kavradı ve onu Dorothy, Aslan ve Teneke Adam’ın oturduğu kıyıya götürdü.
Korkuluk arkadaşlarına yeniden kavuştuğuna o kadar mutlu oldu ki, Toto ve Aslan da dahil hepsini tek tek kucakladı, yürümeye başladıklarında neşesinden yerinde duramıyor ve şarkı söylüyordu,
“Lay-lara-lay-lom.”
“Sonsuza dek nehirde kalmaktan korkuyordum,” dedi, “ama nazik leylek beni kurtardı, bir beynim olursa onu bulacağım ve ben de ona bir iyilik yapacağım.”
“Önemli değil. ” dedi leylek, yanlarında uçarak. “Başı dertte olanlara yardım etmeyi severim. Ama artık gitmeliyim, yavrularım yuvada beni bekliyorlar. Umarım Zümrüt Şehir’i bulursunuz ve Oz size yardım eder.”
“Teşekkürler,” diye yanıtladı Dorothy, ve nazik leylek havalanıp gözden kayboldu.
Parlak renkli kuşların şarkılarını dinleyerek ve toprağı bir halı gibi kaplayan harika çiçeklere bakarak yürüdüler. Kızıl gelincik demetlerinin yanında, ağaçların, Dorothy’nin gözlerini kamaştıran sarı, beyaz, mavi ve mor renklerde parlak çiçekleri vardı.
“Ne kadar güzeller değil mi?” diye sordu kız, çiçeklerin baharatlı kokusunu içine çekerek. “Sanırım,” diye yanıtladı Korkuluk. “Beynim olduğunda daha çok beğenirim herhalde.”
“Bir kalbim olsaydı onları severdim,” diye ekledi Teneke Adam.
“Çiçekleri hep sevmişimdir,” dedi Aslan, “o kadar çaresiz ve kırılgan görünüyorlar ki. Ama ormanda bunlar kadar parlak olanları yok.”
Kızıl gelincikler gittikçe artarken etraftaki diğer çiçekler azalıyordu, ve en sonunda kendilerini koca bir gelincik tarlasının ortasında buldular. Çok fazla gelincik olduğunda, kokularını soluyan birinin uyuyacağı ve oradan uzaklaştırılmazsa sonsuza dek uyuyacağı biliniyordu. Ama Dorothy bunu bilmiyordu, dört bir yandaki parlak, kırmızı çiçeklerden uzaklaşmanın bir yolu da yoktu, göz kapakları gittikçe ağırlaştı ve uyumak istedi. Ama Teneke Adam buna izin veremezdi.
“Acele etmeli ve hava kararmadan sarı tuğla yola çıkmalıyız,” dedi,
Korkuluk da ona katıldı. Dorothy dayanamayacak hale gelene dek yürümeye devam ettiler. Gözleri kendiliğinden kapandı ve kız gelinciklerin üstünde derin bir uykuya daldı. “Ne yapacağız?” diye sordu Teneke Adam. “Onu burada bırakırsak ölür.” dedi Aslan.
“Çiçeklerin kokusu hepimizi öldürüyor, gözlerimi zorlukla açık tutabiliyorum, köpekse çoktan uyudu bile.”
Bu doğruydu, Toto sahibinin yanında yatıyordu. Ama çiçeklerin kokusu, ten kemikten olmadıklarından, Korkuluk ve Teneke Adam’ı etkilemiyordu.
“Koş,” dedi Korkuluk, Aslan’a, “ve bu ölümcül çiçek tarlasından olabildiğince hızlı çık. Küçük kızı biz getiririz ama düşecek olursan seni taşıyamayız,”
Aslan silkelenip kendine geldi ve olabildiğince hızlı koşmaya başladı. Hemen gözden kayboldu. “Ellerimizi kenetleyip kızı taşıyalım,” dedi Korkuluk. Toto’yu kaldırıp Dorothy’nin kucağına koydular ve kızı ellerinin üstüne oturtup çiçeklerin arasından taşımaya başladılar. Yürüdüler, yürüdüler, etraflarını saran ölümcül çiçeklerden oluşan bu halının sonu gelmeyecek gibiydi. Nehrin dirseğini takip ettiler ve
gelinciklerin arasında uyuyan Aslan’ı gördüler. Çiçekler bu koca hayvan için bile o kadar güçlüydü ki gelincik tarlasının bitimine kısa bir mesafe kala kendini bırakmıştı. “Kaldıramayacağımız kadar ağır, onun için yapabileceğimiz bir şey yok,” dedi Teneke Adam, üzülerek, “Onu burada sonsuza dek uyumaya bırakmalıyız, belki rüyasında cesur olduğunu
görür.”
“Üzgünüm,” dedi Korkuluk, “Aslan, korkak olmasına rağmen çok iyi bir yol arkadaşıydı. Ama biz devam edelim.”
Uyuyan kızı gelincik tarlasından uzağa nehrin kenarına taşıdılar ve yumuşak çimenlerin üzerine yatırıp temiz havanın onu kendine getirmesini beklemeye koyuldular.
L. Frank Baum – Çeviren – Volkan Yalçıntoklu