Yanık Kalesi 19. Bölüm
– Hasan, Ölümü Bir Kere Daha Hak Etmişti –
Hasan telaş ve üzüntü ile ayağa kalktı. Kaleden gece yarısı gelen bu haberci her halde iyi bir haber getirmiş olamazdı. Yaksa ağa onu kaleye mi istetiyordu? Bu takdirde rahatı bozulacaktı. Kapıyı açınca karşısında Ali’yi gördü, büsbütün kızdı. Çünkü Ali’yi hiç sevmezdi. Fakat gördüğü Türk terbiyesi icabı miafirperverlik gösterdi:
– Buyur arkadaşım, dedi.
Ali sert bir cevap verdi:
– Ben senin arkadaşın değilim!
İçeri girerken hiddetli hiddetli homurdanmasına devam ediyordu:
– Biz Türkler, kadın avucuna düşenlerle arkadaşlık edemeyiz.
Hasan, Alinin maksadım artık anlamıştı. Davranmak için silahını aradı. Ali hiçbir harekette bulunmadı. Onun silahını arayıp eline almasını sakin sakin seyretti. Fakat o, bu anada her şeyi düşünmüş, kadının başkalarına haber vermemesi için onu da kolundan tuttuğu gibi içeri sokmuştu. Hasan, bilhassa bu son muameleye fena halde kızmıştı:
– Utanmaz herif! diye bağırdı, sen benim karımın nasıl kolundan tutabilirsin?“ Günah değil mi, ayıp değil mi?
Ali, acı acı gülüyordu:
– Demek sen bu kadar namusuna düşkünsün ha?…
– Elbette… Onu gözümden bile kıskanırım.
Fakat senin gözlerin kör olmuş, düşüncen kalmamış. Bu kadın senin karın ama, gönlü başkasında… Ben onun sadece kolunu tuttum… Hem de fena maksatla değil. Fakat sende biraz akıl olsaydı, karının kimlerle düşüp kalktığım fark ederdin!
Hasan, bu ağır hakaretler karşısında kendini kaybetti.
Elinde tuttuğu geniş ağızlı palasıyla Aliye hücum etti. Fakat Ali, buna meydan vermedi. Palasıyla evvelâ onun palasını karşıladı, sonra palasını bir çevirişte Hasan’ın başı üzerinde döndürdü… Hasan’ın başı gövdesinden ayrılmış, odanın içinde yuvarlanmıştı. Bütün bunlar 0 kadar anî olmuştu ki Macar kadını bağırmaya vakit bulamamıştı. Zaten Ali, bu ihtimali de düşündüğü için, Hasan’ın işini bitirir bitirmez, kadının ağzını kapamıştı. Kadında bağıracak kuvvet kalmamıştı. Korkudan açılmış gözleriyle, odanın duvarına çarpıp duran Hasan’ın kellesini seyrediyordu. Bu başta da gözler korkudan yuvalarından fırlamıştı. Hele çene tarafından sızan kanlar kadını büsbütün fenalaştırdı. Dayanamadı, bayıldı. Ali, kadını da öldürmeye niyetli iken ona acıdı. Baygın bir insana pala sallamaya eli varmadı. Hattâ onu kucağına alarak odadan çıkardı, bir başka odaya bıraktı. Ali, kadını ölmüş sanıyordu. Hakikaten kadın biraz sonra korkudan ölmüştü. Ali bunun üzerine süratle dışarı çıktı. Atına atladı. Kapı önünde bir karaltı gördü. Bu, biraz evvel kendisini Hasan’ın evine getiren köylü idi. Onu zararsız, yani haber veremez hale getirmek lâzımdı. Çünkü, o, yola çıkar çıkmaz bu köylü haber öğrenmek için eve girecek, cinayeti öğrenecekti. Tabiî bütün köy ayağa kalkacak, Avusturyalılar da bunu duyacaklar, hem kendisi ele geçecek, hem de belki Peçevi’den dönen zahire arabaları düşmanın eline geçecekti. Ali süratle kararını verdi:.
Ben buraya iki kişiyi elimle öldürmeye gelmiştim. Allah ancak bir tanesini nasip etti. Diğerinin canını kendisi aldı… Demek ikinci öldüreceğim insan bu imiş. Bunun ölmesi lâzım, diyerek atını gölgenin üstüne sürdü.
Gölge kaçmak için bir iki hareket yapmak istedi. Fakat muvaffak olamadı. Alinin beyaz karlar üstünde soğuk bir beyazlıkla parlayan palası şimşek gibi onun başı üstünde döndü ve sıcak kanlar fışkıran kellesini karların içine düşürdü.
Alinin artık rahat olması lâzımdı. Fakat içinde bir sıkıntı vardı. Sebebini o da bilmiyordu. Hattâ bir aralık:
– Acaba bu insanları günahsız mı öldürdüm de şimdi vicdan azabı çekiyorum? diye içinden bir de şüphe geçti.
Alinin sıkıntısı böyle bir vicdan azabından değildi. Çünkü o, haksız yere öldürmemişti O bu haklı cinayetleri işlerken kalede olanların sıkıntısı sanki kendisine malûm olmuştu.
Reşat İleri – Kahramanlar Dergisi – 1952