Tam Kavuşacakken
Osmanlı sultanları içinde müstesna bir yeri olan Yavuz Sultan Selim, tarihin en büyük cihangirlerinden biridir. Rodos Adasının fethini tavsiye edenlere, “Ben dünyayı fethetmek istiyorum, siz beni bu kaşık suda boğmak istiyorsunuz”; kendisine dünya haritası gösterildiği zaman da, “Dünya bir padişaha yetecek kadar geniş değilmiş” cevabını verecek kadar Türk Cihan Hakimiyeti şuuru ile yoğrulmuş, mahir bir avcı ve savaş sanatında benzersiz bir kumandandı.
Yavuz’un bütün gayesi, dedesi Fatih gibi İslam âlemini tek bir bayrak altında toplayıp birliği sağlamaktı. Hayatı boyunca bu birlif gin ateşi ile yanıp tutuşan Cihangirin, her attığı adımda ve aldığı her nefeste bunun izlerini görürüz.
Osmanlı tahtında ancak sekiz yıl kalmış olmasırıa rağmen, dev» let topraklarını 2,5 katına çıkarmış, Anadolu Türk birliğini kesin şe! kilde sağlamış demir pençeli bir hükümdardır.
Yavuz Selim, günlerce düşünüp karar verdikten sonra projelerim’ süratle ve azimle uygulardı. Debdebe ve gösterişten hoşlanmaz, sadeliği severdi. Süslü elbiselerin ancak kadınlara yakışacağını düşün nün erkeklerin aynı şekildeki hareketini hoş karşılamazdı. Bir gün kendisine ipekten, gösterişli elbiseler giymesi, az da olsa ziynete iti-bar etmesi söylendiği zaman:
“Herkes kendisini bize beğendirmek için süslenir, ziynet takar,ya biz kimin için süslenelim. Temiz olduktan sonra her kişi süslü demektir.” Demiştir. Bir gün de oğlu Süleyman’ı (Kanuni)haddinden fazla süslü görünce:
‘Ciğerparem, o kadar süslenmiş, ziynet takmışsınız ki, annenize bir şey koymamışsınız’ diyerek latife etmiştir.
Geniş görüşlü bir kültür adamı ve kudretli bir asker olan Yavuz kitle psikolojisini iyi bilen. cesaretli, zeki, ileri görüşlü, kararlı, sabırlı, ihtiyatlı, soğukkanlı ve liyakate önem veren bir Cihangir; kitleleri arkasından sürüklemesini bilen bir hatip, taşı gediğine koyan bir nüktedandı.
Saltanat süresince karşılaştığı zorlukları yenmek için zaman zaman şiddet gösterdiği olmuştur. Aslında her şey devletin nizamı içindi. Bilgisiz devlet adamlarına devlet kadrolarında asla yer vermez, devlet yönetiminde gevşeklik gösterilmesine göz yummaz, yapılan hataları kolay kolay bağışlamazdı. O yüzden pek çok vezir ve vezir -i âzamını idam ettirmekten çekinmemiştir. Yavuz’un bu tutumu halk arasında da büyük yankılar uyandırıyordu. Nitekim şu iki mısra yüzyıllar boyu tekrarlanmış, bir darb-ı mesel (atasözü) haline gelmiştir.
“Rakibin ölmesine çare yoktur
Vezir ola meğer Sultan Selim’e”
Bununla beraber kılıcı kadar kalemi de kuvvetli olan Cihangir; dedesi ve babası gibi bir şair, hem de iyi bir şairdi. Selim’î mahlasını kullanan Yavuz Selim; duygulu, ince ruhlu, edebî şahsiyeti yüksek, kudretli, Arapça ve Farsça dillerine vâkıf, ilmi sever, bilginlere saygı gösteren nükteden bir zattı.
Cengaverliğini dedesi Fatih gibi şiir haline getirmiştir. Diğer divan şairlerinde olduğu gibi onun şiirlerinde de güzele, güzelliğe, dünyanın gidişatına yani onun elem ve kederlerine ait manzumlara; sık sık rastlanır.
Şiddeti dünyaları titreten Yavuz Sultan Selim, bir güzel karşısında gönül kapılarını ardına kadar açar; hatta onun kapısında kul olmaya bile razıdır. Öyle ki, “arslanlar onun kahredici pençesi altında titrerken, felek kendisini bir ahu gözlüye köle” etmiştir.
1514 yılında Çaldıran’da Şah İsmail’i perişan eden Yavuz, Mısır Kölemenleri üzerine yürüyerek Mercidabık zaferini kazanmış, sonra da kışı geçirmek gayesiyle Şam’a gelmişti. Misafir kaldığı konakta özel hizmetlerine genç ve güzel bir kız bakıyordu. Hususi hayatı düzenli, giyimi basit, her türlü gösterişten uzak, vakûr Cihangir Yavuz’un önünde durmak ve ona bakmak bile cesaret isterdi. Fakat gönül ferman dinlemezdi. Genç kız, bu erkek güzeline yürekten âşık oldu, dayanamadı, Yavuz Selim’in yatağının kurulduğu duvarın üzerine:
“Aşık olan neylesin!”
mısraını yazdı. Çehre ve beden güzelliği kadar şiir zevki de var dı Sultan’ın. Genç kızın şu gönül seslenişi, Farsça Divan sahibi şair Cihangir’i duygulandırmıştı. Güldü ve kızın mısrasının altına:
“Derdi ne ise söylesin”
cevabını yazdı. Kız padişahın yatağını toplarken okuduğu bu cevapla bahtiyar ve ümitli, duygusunu açıkladı:
“Ya korkarsa neylesin?”
O, çölleri ormanlık yamaçlar gibi aşan Koca Cihangir, bu gönül selinin önünde müstesna heybetinin kapısını araladı, tertemiz duyguya değer verdi:
“Hiç korkmasın söylesin. . .”
Genç kız, Yavuz’un duygusuna cevap vereceği vaadinin sevinci içinde en güzel elbiselerini giydi, gözlerinde dünya mutluluğu, heybetli Hakan’ın odasına girdi. Lakin her tarafı titriyordu. Bütün gücünü topladı, başını kaldırdı, Yavuz’un yüzüne baktı. O anda olan oldu. Bu gözlerdeki muhabbet ve şefkat bile, erişilmez heybet ve merhametin yıldırım tesirini giderememişti. Birkaç defa sallandı, sonra yere yıkıldı ve kaldı. Seven, o masum tertemiz duygularla atan kalbi durmuştu.
Mısır seferini üç gün tehir eden Yavuz Selim, somaki mermer mezar yaptırdı. İsmini bilmediği bu güzelin adı yerine tuğrasını işletti ve tebdil giyerek kabri ziyaret etti.