Aşk Başkadır
Hikaye Oku; Ormanlarla örtülü tepenin doruğunu eski çağlar mimarisini bütün özellikleriyle yansıtan büyük bir şato süslüyordu. Çevresindeki kocamış ağaçlardan kuytu gölgeler uzanıyor, önündeki parkın bir yönü, yamacı kapsayan ormana öbür yönü tarlalara ulaşıyor, taşlardan örülmüş bir havuzun yüzeyine çevresindeki kadın heykelleri yansıyordu. Havuzun iki tarafından sırta yükselen ve yükseldikçe küçülen katmerli küçük su birikintilerinde doruktan çıkan bir kaynağın suları süzülüyor, diplerinde yüzyıllardır biriken bembeyaz kireç tabakasını her an biraz daha kalınlaştırıyordu. Artık yaşlanmış güzel ve hoppa bir kadına benzeyen yapıyı değerlendiren yalnız bu görüntüler değil, insan eliyle açılıp türlü deniz hayvanı kabuklarıyla süslenen mağaralarında en azından yüz yıldır biriken aşk anıları, öyküleriydi. Bütün bunlar, hâlâ anlatılıp duran alışkanlık ve töreleri, eski çağların günümüze pek yumuşamış olarak bıraktığı hovardalık ve yürekliliği belirtmeye yetiyordu.
16. Louis biçiminde döşenmiş, duvarları eli sepetli güzel kadınlar, yakışıklı şövalye resimleriyle süslü küçük bir salonda çok yaşlı bir kadın oturuyordu. Mumyalaşmış elleri, koca bir koltuğun iki yanından sarkmaktaydı. Canlılığını öylesine yitirmişti ki, ilk bakışta ölmüş sanılabilirdi. Tülle örtülmüşe benzeyen gözleri durgun bir bakışla, gençliğine ait görüntüleri görmek istermişçesine parka yönelmişti. Ara sıra hafifçe esen rüzgâr salonu çayır ve çiçek kokusuyla dolduruyor, kadının anılarla dolu başının iki yanından inen bembeyaz saçlarını okşuyordu.
Yanında, büyük bir gergefe gerili mihrap örtüsünün işlemelerine dalmış genç bir kız oturuyordu. Sarı saçları iki örgüyle sırtına inmişti. Parmakları makine gibi işlerken rüyalı gözlerinden düşüncelerinin nerelerde olabileceği kolayca seziliyordu.
İhtiyar başını yavaşça çevirdi.
“Berthe,” dedi; “Bana biraz gazete oku. Dünyada neler olup bittiğini bileyim.”
Genç kız gazeteye uzandı, göz gezdirdi.
“Bol bol siyaset var, nineceğim. Okuyayım mı, ister misin?”
“Evet, evet yavrum. Hiç aşk haberi, hikayesi yok mu? Fransa’da çapkınlık, hovardalık öldü mü? Artık ne sevgili kaçırmalardan, ne bu gibi olaylardan söz edilmiyor eskisi gibi..”
Genç kız bu sefer daha dikkatle baktı gazeteye. “İşte, işte bir aşk faciası,” dedi. İhtiyar kadın yüzünün bütün buruşukluklarıyla gülümsedi.
“Oku bakayım.”
Berthe başladı okumaya. Kezzaplı bir öyküydü bu; bir kadın, kocasının sevdiği kadından öç almak amacıyla yüzüne kezzap dökmüş, yaralamıştı. Bu davranışına karşılık daha ilk duruşmada beraat etmiş, mahkeme salonunu dolduran halkın alkışları arasında çıkıp girmişti. Nine koltuğunda hafifçe kımıldadı.
“Gerçekten tüyler ürpertici, korkunç. Bak bakalım, başka bir şey var mı yavrum?”
Berthe aradı, yine “Adliye olayları” başlığı altındaki sütunda bir başka haber buldu:
“Acı bir facia”. Yaşı geçkin bir satıcı kız, yakışıklı bir delikanlıya gönül vererek kendisini teslim etmiş, ancak sevgilisinin bazı kaçamaklarını duyunca tabancaya sarılıp yaralamıştı. Yaralı, hayatı boyunca felçli kalacaktı. Hepsi de saygın ve erdemli kişilerden kurulu jüri ise suçluyu beraat ettirmişti.
Bu sefer nine pek sinirlendi, titreyen bir sesle bağırmaya koyuldu:
“Çağımızda delirdi insanlar. Evet, delirdiler. Tanrı sizlere hayatın en büyük zevkini, soluk aldığımız sürece en tatlı meyveyi, aşkı vermiş, sen kezzap ve kurşunla yok et bu nimetleri. Bütün bunlar İspanyol şarabına sokak pisliği katmaktan başka bir şey değil…”
Berthe ninesinin bu tepkisini kavrayamamıştı. “Ama kadın intikamını aldı. Düşün, evliydi ve erkeği onu aldatıyordu.”
Nine büsbütün çileden çıkmıştı:
“Sizlere, bugünün kızlarına günümüzde ne saçma görüşler aşılıyorlar böyle.”
“Evlilik, nineciğim! Evlilik kutsal bir şey…” ihtiyar kadın, eski hoppa çağını hatırlatan bir titremeyle sarsıldı:
“Kutsal olan aşktır. Şimdi beni iyi dinle, sevgili kızım. Üç kuşağın büyüdüğünü gören, erkekler ve kadınlar çevresinde çok şey bilen bir ihtiyarı dinle! Evlilik de, aşk da ayrı cinslerden iki insanın beraber olmasıdır. İnsan, aile kurmak amacıyla evlenir, toplum düzenine yardımcı olmak amacıyla aileyi kurar ve aslında insan toplumu aile kurumundan vazgeçemez. Eğer toplumu bir zincir olarak düşünürsek her aile bu zincirin bir halkası demektir. Bu halkayı uçlarından kaynatabilmek için uygun madenler seçmek gerekir. Evlenmeyi gerçekleştirmek, bir araya gelecek olanların geçmişleri, servetleri ve durumlarıyla birbirine uymaları, gelir ve çocuk konusunda inanç birliğine sahip bulunmaları şartıyla mümkündür. İnsan her zaman toplum öyle istiyor diye evlenmez, sevgili kızım. Ama belki yirmi defa âşık olabilir, çünkü onu doğa yaratmıştır. Görüyorsun, evlilik bir yasa, ama aşk bizi bazen sağa, bazen sola iten bir güçtür. Yasaları, içimizdeki bazı itişleri sınırlamak için yaparız, ama bu itişler bazen öylesine bir güç kazanır ki, artık karşı koymak imkânsızlaşır. Çünkü bu güçler Tanrı’nın, yasalarsa insanın ürünüdür. Bilirsin yavrum, çocuklara ilaçları şeker katıp verirler. Eğer hayatımıza, imkânların elverdiği ölçüde aşk katıp tatlandırmazsak içimi zor bir ilaca döndürürüz.”
Berthe gözlerini alabildiğine açarak fısıldadı:
‘‘Ama nine, nineciğim, insan çoğu zaman bir defa sevebilir.”
Yaşlı kadın kendi gençlik çağının Tanrısına yemin edermiş gibi ellerini göğe uzatarak haykırdı:
“Siz utanç verici bir kitle oldunuz. Düşük düzeyde bir kitle! Devrimden sonra şükran duygusu ve gereği kayboldu. Her konuyu büyük sözlerle örtüyor, can sıkıcı birtakım görevleri varlığınızın korunması uğruna yapıyor, eşitliğe ve ebedi aşka inanıyorsunuz. Bazı insanlar aşktan ölünebileceğini söylemek için dizeler sıralıyor. Benim çağımda dizeler, erkeklere kadınları nasıl sevmeleri gerektiğini öğretmek için yazılırdı. Yine benim çağımda eğer bir soylu genç hoşa gidiyorsa hemen bir uşak gönderilirdi… Ve yeni bir zevk kapısı açılmışsa, eski âşığa veda edilirdi. Bazen ikisi de pek güzel idare olunurdu.”
İhtiyarın yüzünde derin anlam taşıyan bir gülümseme ve gözlerinde ancak zengin ruhlu kişilerin, öbürleriyle aynı hamurdan yoğrulmadığını, başkalarınca yapılmış kuralları umursamadığını yansıtan bir ışık belirdi.
Genç kızın rengi sapsarı olmuştu:
“Bu tür kadınların onuru yoktur.”
Nine ciddileşti, ruhuna Voltaire’in coşkusu yerine Rousseau’nun yumuşak düşüncesi yayılmıştı sanki.
“Onuru yok muydu? Onun için mi seviyorlardı? (Kendisi onun için mi böyle konuşuyor, duygulanıyordu?) Sevgili kızım, eğer bizlerden, Fransa’nın seçkin kadınlarından biri âşıksız kalırsa, bütün saray katılırdı gülmekten. Eğer o kadın hayatını sürdürmek istiyorsa, manastıra kapanmaktan başka çaresi kalmazdı. Şimdi sizler, kocanızın ömür boyu yalnız sizi seveceğini sanıyorsunuz. Eğer gerçekte böyle bir şey mümkünse tabii… Şimdi sana diyorum ki; evlilik toplumun sürmesi için gerekli bir kuruluştur ama, cinsiyetimizin yapısını etkilemez, anladın mı? Hayatta tek güzel şey vardır: Aşk. İşte bunu anlayamadığınız için kötü eğitiliyorsunuz, kendinizi kutsal inançlara veriyor ya da inancı arsa gibi satın almaya kalkıyorsunuz.”
Genç kız titreyen elleriyle ihtiyarın kupkuru parmaklarına sarıldı:
“Sus nineciğim, yalvarırım, sus!..”
Sonra ninesi hafifçe alnından öperken ellerini göğe açıp çağdaş ozanların zırvalığı olan büyük ve ebedi aşk için duaya koyuldu. Beri yanda nine, 18. yüzyılın hovarda düşünürlerine dayanan tatlı ve sağlıklı inancını mırıldanıyordu: “Dikkat et, sevgili kızım; böyle budalalıklara inanmaya devam edersen, çok mutsuz olursun!”
Guy De Mauppasan (Çeviren: Faruk Yener)