Korku Hikayesi
“BÖREK PİŞİREN CİNLER”
Bir sonbahar akşamı bisikletimle eve gelirken köyün birinden geçtim. Burnuma yufka kokuları geliyordu. Güzergahımın devamında müstakil evler vardı ancak karanlık olmasına rağmen ne sokak lambaları ne de evlerin ışıkları yanıyordu. Bisikletimin far ve stop lambasını çalıştırdım. Orta hızla ilerlemeye devam ettim. Koku artmış köyün çıkış noktasına yaklaşmıştım. Bahçesi geniş bir evin önünde ateş yanıyordu. Kuzine de vardı. Bir dede, iki çocuk ve altı kadın oradaydı. Daha önce bunlardan hiçbirini görmemiştim. Giyim ve kuşamları köylüden farklıydı.
Yufkaya ve böreğe olan düşkünlüğüm beni onların yanına kadar götürdü. Bahçeden içeri girdim. Selam verdim. Cümleten selamıma iştirak ettiler. Dede beni yanına buyur etti. Biraz sohbet ettik.
Kadınlardan biri dedi ki az sonra börek hazır olur… Yemeğimizi ye çayımızı iç, dinlen öyle git eğer acelen yoksa.
Eve telefon açtım. Anneme bir iki saat gecikeceğimi söyledim. İkimiz de rahatlamış olduk. Kadınlar böreği fırından çıkardı. Yufkalar da pişti. Biz dedeyle sohbete devam ediyorduk. Dikkatim hiç dağılmmıştı ta ki kadınlardan biri evin içindeki çocuğun adını seslenene dek..!
Ahmerrr..! dedi kadın. Ahmer kırmızı anlamında cin ismiydi. İçimden okumaya başladım. Ne okuduğumu da iyi hatırlıyorum. Kuranı Kerimdeki tek nakaratlı sureden birkaç ayet…
Bunlar Müslüman cin ailesiydi. Görünecekleri tuttu ve nasıl olduysa bana denk geldiler. Bugüne kadar hiç karşılaşmamak da tuhaftı benim için. Sohbetimiz biterken yavaştan kalkayım ben dedim. Helalleştik… Sanki onlar da insanmış gibi rol yapıyorlardı. Ordan ayrılmadan önce onlara kendilerini farkettiğimi söyleyecektim. Dede bana elini uzattı dedi ki Ahmeri duyduğunda Rahman suresinden ayetler fısıldadın hepimiz duyduk. Şimdi yap itirafını…
Sizler ne ala cin kabilesisiniz. Belki bir daha hiç görüşmeyeceğiz dedim. Hakkınızı helal edin… Helal olsun dediler. Vedalaştık. Eve gelirken yolun nasıl bittiğini anlamadım. Sanki akşam değil de her yer gri bir tonda idi. Eve varmadan önce şiirimi tamamladım.