+18 Dehşet Hikayeleri; “MORELLA1″
(Kendisi, sadece kendisi, sonsuza dek bir tek kendisi.)
Platon, Şölen2
Dostum Morella’ya derin, ama son derece benzersiz bir sevgi duyuyordum. Çok uzun yıllar önce rastlantıyla onun çevresine girdiğimde, ruhum, ilk karşılaşmamızdan itibaren, daha önce hiç bilmediği ateşlerle yanıp tutuştu; ama bu ateşler Eros’un ateşleri değildi; onların sıradışı anlamını hiçbir şekilde tanımlayamayacağıma ya da değişken yoğunluğunu düzenleyemeyeceğime giderek artan inancım ruhum için tam bir azap oldu. Bununla birlikte, anlaştık ve kader bizi evlilik bağıyla birleştirdi; ne tutkudan söz ettim ne aşkı düşündüm. Ama, o, toplumdan uzaklaşıp kendini yalnızca bana, beni mutlu etmeye adadı. Hayret etmek bir mutluluktur – düş görmek de öyle değil mi? Hikaye
Morella tam bir allameydi. Yeteneklerinin sıradan olmadığı apaçık belliydi-algılama gücüneyse diyecek yoktu. Ben bunu hissettim ve pek çok konuda onun öğrencisi oldum. Bununla birlikte, kısa bir süre sonra fark ettim ki, Morella, belki de Pressburg’ta3 aldığı eğitim yüzünden, genelde erken dönem Alman edebiyatının değersiz ürünlerinden kabul edilen o mistik yazılardan bol miktarda önüme koymaktaydı. Bu kitaplar, anlamadığım nedenlerle, onun en çok sevdiği ve sürekli olarak üzerinde çalıştığı konulardı – zamanla, alışkanlığın ve örnek almanın basit ama güçlü etkisine verilebilecek nedenlerle benim de gözde konularım oldu. Hikaye
Bütün bunların, yanılmıyorsam, mantığını üzerinde bir etkisi yoktu. inançlarını, eğer kendimi artık tanımıyorsam, hiçbir şekilde idealler üzerine kurulu değildi; ne faaliyetlerirnde ne de düşüncelerimde, yine çok büyük bir yanılgı içerisinde değilsem, okuduğum metinlerin mistisizminin zerresi görülebilirdi. Bu kanıya vardıktan sonra, kendimi bütünüyle karımın yol göstericiliğine bırakarak onun incelemelerinin labirentine tereddütsüz daldım. Sonra, lanetli sayfalar üzerinde çalışırken içimde lanetli bir ruhun uyandığını hissettiğimde, Morella gelir, soğuk elini benimkinin üzerine koyar, ölü bir felsefenin küllerinden, garip anlamları belleğime kazınan birtakım kaygı verici, acayip sözcükler çıkarırdı. Bundan sonra saatlerce yanında kalır, kendimi sesinin müziğine kaptırırdım; sonunda, bu melodiye dehşet karışır, ruhuma gölgeler düşer, bu dünya dışı seslerle betim benzim atar, içim ürperirdi. Ve böylece, neşe ansızın dehşete dönüşür, en güzel en çirkin haline gelir ve Hinnom Vadisi Gehenna4 olurdu.
Morella ile aramızdaki konuşmaların uzun bir süre boyunca neredeyse tek konusu olan, sözünü ettiğim kitaplar üzerindeki araştırmalarımızın gerçek niteliklerini tam olarak belirtmek yararsız. Bunlar, teolojik ahlak denilebilecek konuda eğitimi olan insanlar tarafından kolayca kavranacak, bu konulardan habersiz kişilerce de hiçbir şekilde anlaşılmayacaktır. Fichte’nin5 tuhaf panteizmi, Pythagorasçıların değişikliğe uğramış Palingenesia6 ve hepsinin ötesinde Schelling’in7 üzerinde ısrarla durduğu “özdeşlik felsefesi” hayal gücü kuvvetli Morella’nın en çok hoşlandığı tartışma konularıydı. Mr. Locke,8 kişisel olduğu söylenen bu özdeşliğin ussal varlığın sürekliliğinden başka bir şey olmadığını çok yerinde olarak söylerken, bence son derece haklıdır. Kişi denince düşünen zeki bir varlığı anladığımıza ve düşünceye her zaman bilinç eşlik ettiğine göre, bizi biz yapan şey bu bilinçtir-bu bilinç bizi diğer düşünen varlıklardan ayırt eder ve bize kişisel kimliğimizi verir. Ama principium individuationis -bu kimliğin ölümle ebediyen kaybolduğu ya da kaybolmadığı fikri- bana göre, sadece sonuçlarının endişe verici ve can sıkıcı niteliği yüzünden değil, Morella’nın ondan söz ederken ki benzersiz ve heyecanlı tavırları yüzünden de her zaman yoğun ilgiyi hak eden bir konu olmuştur. Hikaye
Fakat, aslında, karımın esrarlı tavırlarının bir büyü gibi beni bunalttığı zaman gelip çatmıştı. Artık ne solgun parmaklarının dokunuşuna ne müzikal sesinin derin tınısına ne de melankolik gözlerindeki ışıltıya katlanabiliyordum. Ve o bütün bunları biliyor, ama yüzüme vurmuyordu; zayıflığının ya da budalalığının farkında görünüyordu ve gülümseyerek Kader diyordu. Ayrıca ondan giderek soğuyor olmamın benim bilmediğim bir sebebini de biliyor gibiydi, ancak bu konuda hiçbir açıklama yapmadığı gibi, bu sebebin niteliğine ilişkin bir imada da bulunmuyordu. Morella ne de olsa bir kadındı ve günden güne sararıp soluyordu. Zamanla, yanağındaki koyu kırmızı leke kalıcı bir nitelik kazandı ve solgun alnındaki mavi damarlar iyice belirginleşti; bir an içim bir acıyla doluyor, ama hemen ardından, bakışlarım anlamlı gözlerindeki bakışla karşılaşınca içimi dayanılmaz bir sıkıntı basıyor ve karanlık, dipsiz bir uçuruma bakan biri gibi başım dönüyordu. Öykü
Bu durumda Morella’nın ölümünü nasıl büyük bir özlem ve arzuyla beklediğimi söylemeye gerek var mı? Bekledim, ama narin ruh toprak meskenine günlerce, haftalarca sıkı sıkıya yapıştı -bezginlik verici aylar boyunca sıkı sıkıya tutundu- öyle ki, sonunda perişan sinirlerim alkıma üstünlük sağladı ve bu gecikmeden dolayı büyük bir öfkeye kapıldım; onun nazik canı -batan gün gibi- çekilirken, bana gitgide daha da uzun gelen o saatlere, günlere -o acı dolu anlara- bir iblisin yüreğiyle lanetler yağdırdım. Hikaye
Ama rüzgarın uyuduğu dingin bir güz akşamı, Morella beni başucuna çağırdı, Toprağın üzerine tül gibi ince bir sis çökmüş, sular ışı! ışı! yanıyordu ve ekim ayının bin bir renge boyadığı arınana göklerden muhteşem bir ebemkuşağının indiğine hiç kuşku yoktu.
“O büyük gün geldi çattı,” dedi Morella ben yaklaşırken, “yaşamak ya da ölmek için en güzel gün. Bugün, toprağın ve hayatın oğulları için güzel bir gün – ah, göğün ve ölümün kızları içinse daha da güzel! “9
Alnından öptüm onu. Konuşmasını sürdürdü:
“Ölüyorum, ama yaşayacağım.”
“Morella!” Öykü
“Beni sevdiğin bir tek gün olmadı, ama yaşarken hor gördüğün kişiye ölümünden sonra tapacaksın.” “Morella!”
“Tekrar söylüyorum. Ölüyorurn. Ama içimde, bana, Morella’ya karşı duyduğun sevginin -ah, ne kadar da azdı-nişanesi var. Ben ruhumu teslim ettiğimde, çocuk -senin ve benim, Morella’nın çocuğu-yaşayacak. Ama günlerin hüzünle dolu olacak-hani şu, servinin ağaçların en dayanıklısı olması gibi, duyguların en uzun ömürlüsü olan o hüzünle. Çünkü mutlu saatlerin sona erdi; insan, yılda iki defa devşirilen Paestum’un gülleri10 gibi, mutluluğu hayatında iki defa yakalayamaz. Artık, zaman ile Teoslu adamın11 oyununu oynayamayacaksın; mersin ve asmadan habersiz, Mekkeli Müslümanlar gibi her yerde kefenini sırtında taşıyacaksın.”
“Morella!” diye haykırdım, “Morella, nerden biliyorsun bunu?” Ama yüzünü öte tarafa çevirip yastığa gömdü; hafif bir titreme bedenini yalayıp geçerken son nefesini verdi; bir daha sesini İşitmedim. Ama, önceden haber verdiği gibi, çocuğu -ölürken dünyaya getirdiği ve ancak annesinin son nefesini vermesinden sonra nefes alan- bir kız çocuğu yaşadı, Ve bu çocuk zihinsel ve bedensel bakımlardan tuhaf bir şekilde çabucak büyüdü; hık demiş anasının burnundan düşmüştü; onu, bu fani dünyanın sakinlerinden hiçbirine karşı duyabileceğime ihtimal vermediğim kadar büyük bir aşkla sevdim. Öykü
Ama çok geçmeden bu saf sevginin göğü karardı; kasvet, dehşet ve keder bulutlarıyla kaplandı. Çocuğun zihinsel ve bedensel bakımlardan şaşırtıcı bir hızla büyümekte olduğunu söylemiştim. Bedenin bu kadar hızla büyümesi gerçekten de garipti; zihinsel gelişmesini izlerken aklıma üşüşen fırtınalı düşüncelerse korkunçtu, çok korkunç! Çocuğun düşünce ve görüşlerinde her gün yetişkin bir kadının yeteneklerini keşfederken -onun o çocuk dudaklarından görmüş geçirmiş birinin lafları dökülürken- düşünceli, iri gözlerinde bilgeliğin ve olgun insanlara has tutkuların parıldadığını her an gözlemlerken başka türlüsü nasıl mümkün olabilirdi ki? Dediğim gibi, tüm bunları altüst olmuş duyularımla apaçık kavradığımda -bunu kendimden daha fazla gizleyemez hale geldiğimde ya da algılamaya hazır duyularımın bunları algılamasını engelleyemediğimde- kaygı verici, korkunç kuşkuların ruhuma sızımasında ya da şu anda mezarında yatan Morella’nın ürkünç öykülerinin ve insanın içine işleyen kuramlarının dehşet içerisinde aklıma düşmesinde şaşacak bir yan var mı? Kaderin beni tapmaya zorladığı ve kendisiyle ilgili her şeyi evimin mahremiyetinde ölümcül bir kaygıyla gözlemlediğim bu sevgili varlığı bütün dünyanın meraklı gözlerinden kıskançlıkla kaçırdım. Ve yıllar geçip giderken, ben her gün onun o aziz, o tatlı, o zarif yüzünü seyreder, olgunlaşan o endamını hayranlıkla incelerken, her gün çocukla annesi arasında, o melankolik, o ölü kadın arasında yeni yeni benzerlikler buluyordum. Her geçen an, bu benzerliğin gölgeleri daha kesin, daha belirgin, daha şaşırtıcı ve her bakımdan daha kaygı verici bir şekilde koyulaşıyordu. Gülümsemesinin annesininkine benzemesine katlanabilirdim, ama tam olarak onunla özdeş olması beni dehşete düşürüyordu -gözlerinin Morella’nın gözlerine benzemesine dayanabilirdim, ama bu gözler ruhum un derinliklerine sık sık Morella’nın gözlerindeki o yoğun ve anlamlı bakışlarla bakıyordu. Yüksek alnının hatlarında, ipek saçlarının buklelerinde, aralarında gezdirdiği solgun parmaklarında, sesinin ciddi ve müzikal tınısında ve en çok da -ah, en çok da yaşayan ve sevilen bu varlığın dudaklarından dökülen ölünün tümce ve ifadelerinde yakıp yok eden korkunç düşünce için -ölmeyecek bir kurt12 için- gıda buluyordum. Hikaye
Ömrünün on yılı böyle geçti, kızım hala yeryüzünde bir addan yoksundu. “Yavrum” ve “aşkım” genellikle baba sevgisinin kullanmaya zorladığı nitelemelerdi ve dış dünyadan neredeyse tümden soyutlanmış bir yaşam sürüyor olması başka ilişkiler kurmasını engelliyordu. Morella’nın adı kendisiyle birlikte ölmüştü. Annesinden kızına hiç söz etmemiştim – ondan söz etmem olanaksızdı. Gerçekte, kızcağız şu kısacık ömründe, münzevi-yaşantısının dar sınırlarının elverdiği kadarının dışında, dış dünyadan hiçbir izlenim edinmemişti. Sonunda, ne yapacağımı bilemez durumdayken, aklıma vaftiz töreninin beni kaderimin dehşetlerinden kurtarabileceği fikri düştü. Ama vaftiz kurnasında bir ad seçmekte tereddüde düştüm. Dilimin ucuna eski ve yeni çağlardan, kendi ülkemden ve yabancı diyarlardan birçok bilge ve güzel insanın adı, birçok zarif, mutlu, iyi kalp li insanın adı geldi. Öyleyse, gömülmüş ölünün anısını rahatsız etmeye beni sevk eden ne oldu? Sırf anımsanması bile kanın şakaklarımdan yüreğime bir sel gibi hücum etmesine sebep olan o adı ağzıma almaya hangi şeytan kışkırttı beni? Bu karanlık mahzende, gecenin sessizliğinde, rahibin kulağına fısıltıyla “Morella” sözcüğünü hecelerken ruhumun derinliklerinden hangi kötü ruh konuştu? Çocuğumun yüz hatlarının çarpılarak ölüm rengine bürünmesine, bu güç işitilir sözler dudaklarımdan dökülürken irkilerek donuk gözlerini yerden göğe doğru kaldırmasına ve atalardan kalma mahzenin kara döşeme taşlarına yığılırken “Buradayım!” diye yanıt vermesine sebep olan şeytandan başka hangi varlık olabilirdi ki?13
Bu basit söz, bu soğuk, bu net, bu kuşkuya yer bırakmayan söz bir ıslık sesiyle kulaklarımdan girip bir kurşun gibi beynime aktı. Yıllar, çok uzun yıllar da geçse, bu anın anısı asla unutulmaz! Çiçeklerden ve asmalardan bihaber değildim, ama baldıran ve servi14 gecemi gündüzümü karartıyordu. Ne zamanın farkındaydım ne nerede olduğumu biliyordum; bahtımın yıldızları söndü, dünyam karardı; yeryüzünün tüm varlıkları yanımdan gölgeler gibi geçip gidiyorlardı ve ben bunların arasından sadece birini görüyordum, o da Morella! Rüzgarlar kulağıma semadan bir tek ses taşıyorlardı, denizin yüzeyindeki kıpırtılar bir tek kelimeyi mırıldanıyordu: Morella! Ama o öldü ve ben onu kendi ellerimle taşıdım mezarına ve uzun, acı kahkahalarla güldüm ikinci Morella’yı koyduğum mezarda ilkinden bir iz bulamayınca. Hikaye
DİPNOT
1) “Morella” adı, Lady’s Book’ta 1834’te yayımlanan “Women Celebrated in Spain for Their Extraordinary Powers ofMind” başlıklı makaleden alınmış olabilir. Makale, Barselonalı Juliana Morella’nın yaşamı hakkındadır. Morella, on iki yaşındayken felsefe bilgisiyle ünlenmiştir. Felsefe, ilahiyat, müzik. hukuk ve fıloloji konularında çok bilgili olan Morella, ayrıca, on dört dil biliyordu. Bugün saygıdeğer Juliana Morell Ana (1595-1653) adıyla bilinmektedir. Bir başka gönderme de, zehirli bir yabani ot olan ve bazen öldürücü itüzümü de denen “morel”e (Solanum nigrum veya Atropa belladona) olabilir.
2) Bu alıntı Mantinealı bir kadına atfedilen bir konuşmadandır. Konu, ‘ebedi güzelliğin kendisi’, ‘mutak güzellik’ tir. Tek bir nesnenin güzelliği evrenin güzelliğine ışık tutar ve ona eştir, bilgelik ise ‘bir’liği görebilme yeteneğidir.
3) Pressburg, 1835’e kadar Macar krallarının taç giydiği kent olmanın yanı sıra büyük bir üniversitenin de bulunduğu bir kenttir ve ayrıca Kara Büyü’nün merkezi olarak kabul edilegelmiştir. Bugünkü adı Bratislava’dır.
4) Thomas Hobbes (1588-1679), Leviathan (1651) adlı eserinde (III, 38) eski Yahudilerin Kudüs yakınlarındaki bir vadiye ‘Hinnon Oğullarının Vadisi’ adını verdiklerini söyler. Bu vadide yaşayan insanların puta tapmaya ve çocuklarını Tanrı Molek’e kurban etmeye başlamaları üzerine vadi yanmış ve bundan böyle sadece atıkları ve pislikleri barındırr olmuştur. Atıkları ve pis kokulan yok etmek üzere vadi zaman zaman yeniden tutuşur. Yahudiler de buraya artık cehennem anlamında ‘Gehenna’ demeye başlarlar.
5) Johann Gottlieb Fichte (1762-1814): Immanuel Kant’ın ardılı. Fichte, pratik (ahlaki) usun aslında bütün usun kaynağı olduğunu, insanlığın olduğu kadar bilginin de mutlak temelini oluşturduğunu kanıtlamak istiyordu. Bunu yapabilmek için bağımsız ve egemen olduğu varsayılan, dolayısıyla da bütün öteki bilgilerin kendisinden çıkarsanabileceği bir yüksek ilkeden, yani benlikten yola çıktı.
6) Ruh göçü için kullanılan bir başka sözcük olan Yunanca ‘Palingenesia’, ölümden sonra dirilme anlamına gelir.
7) Friedrich Wılhelm Joseph von Schelling (1725-1854). Schelling’e göre doğanın her köşesinde varlığını duyumsatan Evrensel Tin, tek tek deneysel bilinçleri, yani bireysel insan teklerinin varlığını olanaklı kılan ana etmendir. Bu bağlamda, gerek pratik gerek kuramsal etkinlikleri Tin ile Doğa’nın özdeşliği olarak Saltık olanı anlamaya yönelik bir açıklama modeli sunma gibi bir yetileri olamaz.
8) John Locke (1632-1704). Bilgi kuramı ve siyaset felsefesi alanlarındaki yapıtlarıyla tanınan İngiliz filozof. Locke, idea innatae kavramına şiddetle karşı çıkarak zihnin başlangıçta tabula raisa olduğunu ileri sürer. Ona göre, bilginin duyumdan başka ikinci bir kaynağı da bilme yetisinin kendi kendisini konu edinmesiyle oluşan içebakıştır (reflection). Bu yolla bilgiye algılama, düşünme, kuşkulanma, inanma, usavurma, bilme, isteme gibi zihnin işlemleriyle ilgili idea’lar eklenir. Bu iki kaynaktan edinilen deneyim dışında bilginin temel öğeleri olan idea’ların hiçbir kaynağı yoktur.
9) “( … ) Tanrı oğulları insan kızlarının güzel olduklarını gördüler ve onlardan kendilerine eş seçtiler.” (Tekvin 6:2)
10) Publius Vergilius (İÖ 70-19), Georgica IV, 119. “( … ) Yılda iki kez devşirilen Paestum gül bahçeleri.” Vergilius’tan baka Ovidus, Martialis ve daha birçok klasik yazar bugün İtalya’da bulunan bu eski Yunan kolonisi Paestum’da güllerin yılda iki kez açtığından söz etmişlerdir.
11) Teos, şarap ve aşk üzerine yazdığı şiirlerle ünlü şair Anakreon’un (İÖ 582-485) doğduğu kenttir.
12) “Kurt”, anlatıcının içini kemiren suçluluk duygusuna verilebilir. Ölü bedenleri tahrip eden kurt imgesine Poe’da sık sık rastlanır. Burada, anlatıcının ruhen çoktan öldüğüne işaret ediyor olabilir. Anlatıcı, anneye olduğu gibi kızına da hastalıklı bir düşkünlük göstermektedir, , Yaşarken kendi cehennemini yaratmıştır. “Gidip bana karşı günah işlemiş olan insanların cesetlerine baksınlar; onların ne kurtları ölecek ne alevleri sönecektir ve tüm canlı varlıklar onlardan_iğrenecektir.” (İşaya, 66:24)
13) Ölü birinin adının ağza alınmasının onu diriltebileceği inancına birçok folklorda rastlanır.
14) Her iki ağacın da hüzünlü çağrışımları bulunmaktadır. Baldıran, Sokrates’in ölümünü akla getirmektedir; servi ise tabut yapmada kullanılır ve mezarları başucuna dikilir sıklıkla.
Edgar Allan Poe
hikaye, öykü, dehşet, dehşet hikayeleri, dehşet öyküleri, +18 hikayeler, +18 öyküler, Edgar Allan Poe, Edgar Allan Poe hikayeleri, Edgar Allan Poe öyküleri,