Aşk Hikayeleri “İnsanlar Elindeki Değerlerin Kıymetini Bilmiyor”
Aynı alışveriş merkezinde çalışıyorduk. Ben mutfak eşyaları satan meşhur bir markanın satış mağazasında tezgahtarlık yapıyordum, onun da bir kunduracı dükkanı vardı. Zamanında babasının 25 – 30 kişinin çalıştığı bir ayakkabı imalathanesi varmış. Bu işi babasından öğrenmiş. Babası öldükten sonra imalatı birakmışlar. Şimdi sadece ayakkabı alıp satıyorlardı. Bir de ortağı vardı. Dükkanlarımız karşı karşıyaydı. Orada tanışmıştık.
Ben onu seviyordum, o ise benim için yanıp tutuşuyordu. Yakında evlenecektik, ama son zamanlarda ona birşeyler olmaya başlamıştı.
O gün lokantadan çıktığımızda yüzü asıktı. Bir süre sonra bu asık surat, insanın ciğerini delen bir iğrenme ifadesine bıraktı. Hani insan sevmediği bir yemeğe “Bu ne lan böyle..” ifadesi ile bakar ya, kendimi o an adeta pırasa, adeta bir kereviz yemeği yerine konmuş gibi hissediyordum..” Allah’ım” diyordum “Allah’ım ne yaptım ben, neyi yanlış yaptım??”
Oysa lokantada gayet iyi anlaşmış, gülmüş, eğlenmiş, çalan pop şarkılarla dalgamızı geçmiş, gayet de güzel vakit geçirmiştik.. O yine her zamanki gibi esprileri peşi sıra patlatıyordu.. Gülmekten karnım ağrımıştı. Yine her zamanki gibi gülüp eğlenmemiştik. Saçlarının uçlarıyla oynuyor, o neşeli olduğu zaman hep böyle yapardı. Öyle sıcak ve içten bakıyordu ki bana, tıpkı benim ona baktığım gibiydi. Bundan daha güzel bir fırsat olamazdı artık, dayanamadım söyledim; “Son zamanlarda sana bir şey oldu Arif, her ne kadar gülüp oynasan da sen o eski Arif değilsin, bunun sebebini açıklamalısın, ortada bir problem varsa birlikte çözmeliyiz.” dedim. “Bunu da nerden çıkardın? Senin gibi beni tamamlayacak bir insana ihtiyacım var.” dedi, gülümsedi, fazla bir şey söylemedi. Negatif bir şey söyleseydi ne diyeceğimi bilemez boynuna atlardım, ‘Seni seviyorum’ derdim. Gerçekten onu seviyordum. Ben onu bütün hatalarıyla, kusurlarıyla sevmeye hazırdım, ama söylemedi.. Ben söylediğim cümlenin masamızdan uzaklaşıp, usulca atmosferde kayboluşunu izlerken o başka bir konu açtı.. 1-2 dakika konuştuktan sonra, ” Birer kahve daha içelim mi?” diye sordu.. ” Yok, kalkalım artık” dedim. Kalktık, ısrar etmeme rağmen, hesabı o ödedi..
“Keşke” dedim içimden ” O hesabı ödeyeceğine beni çekip vursaydın daha iyiydi.. Son altı aydan beri işleri iyi gitmiyordu, biliyordum. Benim onun parasında pulunda gözüm yoktu. Benim yaşamımı sürdürebilmem için zaten çok paraya ihtiyacım yoktu. Ben kıt kanaat geçinen bir aile ortamında büyümüştüm, yokluk nedir bilirdim. Hiç para kazanmasada olurdu, benden hoşlanıyordu, beni sevsin, beni beğensin, bana surat asmasın yeterdi bana.
Anlatamıyordum kendimi, nasıl anlatabilirdim ki bu kadar kısa süre içinde? Son zamanlarda bana yeteri kadar zaman ayırmıyordu. Çok az buluşuyorduk. Ben öyle bir insan değilim aslında, aslında tam da onun aradığı özellikte biriydim. Ayrıca biliyorum ki benim ona olduğu kadar, onun da bana ihtiyacı vardı. Biliyordum işlerinin iyi gitmediği, canının sıkkın olduğu zamanlarda efkar dağıtması için benimle gülmeye, benimle eğlenmeye, gülmekten karnını ağrıtacak, efkarını dağıcak benim gibi birine ihtiyacı vardı. Yalnızlıklarını yıkıp, yerine mutluluktan binalar inşa ederken benim gibi biri ona yardım edebilirdi, ama o hep yardım etmeye alışıktı, yardım almaya değil. Bu sebebten olacak benim yardımıma gereksinme duymuyordu. Ben yardım etmeyecek de kim yardım edecekti. Böyle kötü günlerinde ben yanında olmayacak da kim olacaktı. Her buluşmamızda bunların anlatıyordum, anlıyor, ama anlamamış numarası yapıyordu.
Baktım anlattıklarım Yılmaz Erdoğan şiirlerine dönüşüyor anlatmayı kestim.. Adımları hızlanmıştı.. Öyle ki yetişemez olmuştum. Dik ve sert bir şekilde yürüyor, insanların arasından sanki birazdan bir olaya karışacakmış gibi geçiyordu..
Belki de her şey bir yanlış anlaşılmaydı. Çok büyütüyordum gözümde, belki de o an kafasına bir şey takılmış, benle ilgisi olmayan bambaşka bir durum yüzünden böyle davranıyordu.. Ancak anlık bir eylem olan iğrenme ifadesini öylesine büyük bir başarı ile yüzüne yerleştirmişti ki, yeniden “Neyin var?” demeye cesaret edemedim.. Son çare kalmıştı artık, alakasız da olsa onu bir şekilde konuşturmak, bir şekilde tekrar benimle diyalog kurmasını sağlamak.. Ama ne diyeceğimi, neyden bahsedeceğimi bilemediğim için saçmalamaya başladım; “Dilencilere bakma sen aslında senden benden zengin… Ben bir ara pazarcılık yaptım biliyor musun? Senin ayakkabılarını aldığın yer. Seninle ilk defa orada karşılaşmıştık.” dedim. Hiçbirine cevap vermedi..
Uzun bir süre aramamıştı. Ben aradım. Saati ve mekanı tesbit ettik. Sözleşilen saat ve mekanda buluşacağımız yere gitmiştim. Yaklaşık olarak 20 dakika gecikmesinin ve mesajlara belirsiz cevaplar vermesinin etkisiyle hafiften gerilmiştim, fakat, işleri iyi gitmiyor, morali bozuk diyerekten kendimi sakinleştirmeye çalışıyordum. Buna rağmen sanki arkadaş buluşması gibi iki erkek arkadaşını daha beraberinde getirmişti. Artık iyiden iyiye çileden çıkmıştım, ama yapacak bir şey yoktu, seviyordum hayvanı.
Bu “birlikte” sinemaya gideceğim arkadaşı ve şürekasını karşıladım. Bir masaya oturduk.
Beyefendi lütfedip sordu; nasılsın?
Ben sakin olmaya çalışıyorum, ama açıkçası biraz gerginim. “Ben ‘birlikte’ bir şeyler yapacağız sanıyordum lakin görülen o ki ‘beraber’ bir şeyler yapacağız.” dedim.
Beyefendi; “ne mahsuru var ki?” dedi.
Ben de devam ettim: “Ben kafamda bir sürü şey kurmuşum, sohbetin gidişatını belirlemişim, niye benim kafamdakilerle bu arkadaşları muhatap ediyorsun?” dedim.
Ve beyefendi şöyle bitirdi; “Ben bugün arkadaşlarla takılayım o zaman”
“İsabet olur.” dedim.
Ve böylece bir olası bir buluşmanın daha ırzına geçmiş oluyordu.
Bir gün sonra tekrar aradı. Burun kırın bir özür diledi. Yine bir lokantada yemek yedik. Yine hesabı bütün ısrarıma rağmen o ödedi. Kalktık eve dönüyorduk, yürürken dolmuşlara epeyce yaklaştığımızda.. Elini paltosunun cebine attı ve kulaklığını çıkardı. Ben “en azından bir kulak..” diye umut ederken, iki kulağına birden kulaklığı taktı ve yürümeye devam etti.. Çaresizce arkasından yürümeye devam ettim.. Peşine takılan köpekler gibi olmuştum artık, o bana bakmıyor, iki kulağında kulaklık yürümeye devam ediyorken, ben arkasında insanlardan sıyrılmaya çalışarak bir o tarafında, bir bu tarafında beliriyor, ona yetişmeye çalışıyordum.. Tüm bu çabam nihayet trafik işaretlerinde sonuç vermiş, sonunda yan yana durabilmiştik. “Hangisine bineceksin??” dedim, ilerideki dolmuşları göstererek.. Duymadı.. Elimle kulaklığı çıkar işareti yaptım.. Kulaklığını çıkardı.. Tekrar sordum ” Hangi dolmuşa bineceksin??” ” Otobüsle Üsküdar’a gidiceğim ama hangisi geçiyor bilmiyorum..” dedi..
Birden gözlerim parladı, tarih için küçük benim için büyük bir geri dönüşe imza atabilirdim, herşeyi düzeltebilirdim “Ben biliyorum, istersen beraber gidebiliriz, ben yolda inerim, sen de Üsküdar’a devam edersin!” Tüm o sertliği gitmiş gibi ağır bir biçimde bana döndü ve ben öylece kalakaldım ” Gerek yok, ben sorar öğrenirim kendine iyi bak.” O gitti, ben kaldım.. O gitti, ben durdum.. Şimdi bakınca herşey iyi, güzel, hoştu da ne yaptım o gün ben?? Neden beni ömrüm boyunca içinden çıkamadığım sorulara hapsetmişti? Hala öğretmiş değilim.
İsmail Samur
Ismail birader! Böyle kızı olduğundan olmazı olsun. Var olanın kadir kıymetini bilmeyen.