Ağlatan HikayelerAşk HikayeleriSizden Gelenler

Çok Güzel Bir Hikaye, Okumadan Geçmeyiniz; “MEKTUP”

Çok Güzel Bir Hikaye

Çok Güzel Bir Hikaye, Okumadan Geçmeyiniz; “MEKTUP”

Bir e-postayı bu kadar heyecanla açacağı hiç aklına gelmezdi. Kalbi duracaktı neredeyse! Işık hızıyla satırları okudu ve son cümle kalbinin ritmini en üst düzeye çıkardı:

“Talebiniz olan röportaj için uygun olan tarihin 23.03.2019 olduğunu belirtir ve o tarihte sizi ağırlamaktan mutluluk duyacağımızı iletiriz”

Evet işte bu! Aylardır ulaşmak için kendini paraladığı, üniversitedeki çalışması için röportaj yapmak istediği Lale Gürsoy sonunda röportaj talebini kabul etmişti.

Hızla planlama yapmalıydı çünkü iki gün sonraya denk geliyordu verilen tarih. Acaba civarda öğretmenevi veya uygun bir otel var mıydı? Fakat önce uçak biletini alması daha doğru olurdu herhalde. Ne giyecekti giderken? Şöyle ufak bir hediye de almalı mıydı? Eli ayağına dolaşmıştı, bir oturup bir kalkıyordu, ne yapacağını bilemez bir sevinç içinde karmaşık bir mutluluk yumağına dönüşmüştü. Koskoca duayenle röportaj yapacaktı, hem de evinde!

*

Pamuk şekerimsi bulutlara bakarken gezegenin en renkli dâhisi Einstein’a bir kez daha hak veriyordu Selen zira şu iki gün her şeyin istediği gibi olmasına yönelik plan yapmak için çok kısa gelmişken şimdi Lale Gürsoy’la tanışmasına kalan şu son bir buçuk saat geçmiyordu işte…

Nihayet kaptanın iniş anonsu duyulmuştu, süzülerek iniş vaktiydi kadim İstanbul’a…Yalnız bir tezatlık hissediyordu Selen. Şu an gördüğü karmakarışık beton yığıntısı şeklindeki iğrençlik nasıl oluyordu da dünyanın en şahane şehrini saklıyordu içinde? Ne kadar mahvetsek de öyle sihirli bir şehirdi ki kabuğunda sakladığı incinin parıltısı hâlâ sönmüyordu…

Uçaktan inince üstüne başına şöyle bir çeki düzen verip makyajını tazeledikten sonra Arnavutköy’e doğru yola koyuldu. Heyecandan midesi kasılıyordu, kalbi yine deli bir ritim tutturmaya başlamıştı.

Verilen adrese yakın bir yerde indi taksiden ve köşedeki büfeciye yakınlarda bir çiçekçi olup olmadığını sordu. Şanslı günündeydi ki çok yakın bir yeri tarif etti büfedeki tonton amca. Kır çiçeklerinden güzel bir demet yaptırdıktan sonra sokak isimlerine bakarak yürümeye başladı.

Birkaç dakika içinde tarihi ahşap köşkün zilini çalıyordu.

“Buyurun” dedi kapıyı açan genç kız.

“İyi günler, ben Selen Yolcuoğlu. Lale Hanım röportaj isteğimi kabul etmişti, bugüne randevu vermişti.”

“Buyurun Selen Hanım, hoş geldiniz!”

Elindeki çiçeği alıp çok ince bir zevkle döşenmiş büyük bir salona kadar ona eşlik ettikten sonra
“Ben geldiğinizi Lale Hanım’a haber vereyim” diyerek yanından ayrıldı bu çıtı pıtı kız.

Lale Gürsoy’un bu tarihi köşkü, Arnavutköy’ün o güzel ahşap evlerinin günümüzün beton garabetlerine karşı adeta el ele tutuşup “Hâlâ umut etmen için sebebin çok” diye haykırdığı güzel bir sokaktaydı. Pencereden baktığınızda yıllar öncesinin ince zevkinin nakış nakış işlendiği bu zarif evleri ve bir de o şahane boğaz manzarasını görmek ruhunuzu doyuruyordu.

“Hoş geldiniz küçük hanım”

İşte tüm zarafetiyle karşısındaydı Türk tiyatrosunun dev çınarı!

“Hoş buldum Lale Hanım. Akademik çalışmama yardım isteğimi kabul ettiğiniz için minnettarım! Sizinle tanışmak benim için büyük onur. Şu an konuşurken bile heyecanımdan ötürü zorlanıyorum, lütfen kusura bakmayın.”

“Canım benim, olur mu hiç öyle ne kusuru? Eee anlat bakalım Selenciğim, Antakya’dan geliyorsun değil mi? Ne güzel ve özel şehirdir o! ”

Gülümsediğinde masmavi gözlerinin içine kadar gülüyordu sanki… Doksanını aşan yaşına rağmen nasıl da güzel ve zarifti… Hayatta güzel birikimleri olanların yüzlerine de o güzellik yansıyor diye düşündü Selen.

“Evet Lale Hanım. Bildiğiniz gibi Antakya Devlet Konservatuvarında tiyatro bölümündeyim. Cumhuriyetin ilk otuz yılındaki Türk tiyatrosu üzerine bir çalışma yapıyorum. Kaynakları araştırmaktan öte sizin gibi yaşayan bir ustadan bilgi edinmenin bana daha çok yardımcı olacağını düşündüğüm için size ulaşmaya çalıştım. Sizin, mesleğinize ilk başladığınız yıllardan itibaren tiyatroyu Anadolu halkına da sevdirmek için çeşitli çalışmalarınız olduğunu biliyorum. Bana o zamanlara dair anılarınızdan bahsederseniz çok mutlu olurum.”

“Elbette canım. Dur hatta sana anı albümümü getirerek anlatayım da gözünde de canlasın. Bu arada birer Türk kahvesi içeriz değil mi? Nasıl alırsın?”

“Sade”

Lale Hanım’ı beklerken etrafını incelediği sırada gözü karşısındaki büfenin üzerindeki fotoğraflara ilişti. Gençliğinden bugününe kadar farklı zamanlardan bir sürü Lale Gürsoy fotoğrafı vardı. Çoğu sahneden, kimileri ailesiyle, kimileri dostlarıyla…Sepya baskı eski bir fotoğraf dikkatini çekti Selen’in. Burada genç Lale, yanında bir delikanlı ile Pierre Loti tepesine benzettiği bir yerde birbirlerine sarılmış ufka bakıyorlardı. Profilden görünen delikanlı nedense ona Ahmet dedesini anımsatmıştı. Dedesinin gençlik hali de buradaki yakışıklı esmeri andırıyordu.

“Geldim canım” diyerek elinde beş adet kocaman fotoğraf albümüyle beraber belirdi Lale Gürsoy.

Sonrasında birer birer hem fotoğrafları gösterip hem anlatmaya koyuldu. Selen, her bir anıyı hayranlıkla dinliyor ve Lale Hanım’ın izniyle ses kaydına alıyordu. Birden albümde tam önünde duran fotoğrafla birlikte şaşkınca donup kaldı. Ahmet dedesi bu defa gerçekten ona bakıyordu. Köy Enstitülerinde öğretmenlik yapmış olan dedesi görev yaptığı bu okulların birinde etrafında bir sürü öğrencisi ve yanında Lale Gürsoy ile ona gülümsüyordu.

“Ne oldu Selenciğim?”

“Siz Köy Enstitülerini de ziyaret etmiş miydiniz? “diyerek fotoğrafı işaret etti.

“Elbette. Orada konservatuvarda son sınıf öğrencisiydim. Hasan Âli Yücel’in o müthiş vizyonuyla bizler oralara gidip kısa eğitimler veriyorduk. Zaten onun bakanlığından sonra Köy Enstitüleri de bozulmaya başladı.” Bir an duraksadı Lale Hanım

“Bir dakika, sen orasının Köy Enstitüsü olduğunu nasıl anladın? Tabela görünmüyor ki fotoğrafta”

“Buradaki öğretmen benim dedem” diyerek gösterdi Selen.

Bu defa büyük bir şok etkisinde kalma sırası Lale Gürsoy’daydı.

“Öyle mi?” dedi güçlükle.

“Evet. Ahmet Yolcuoğlu benim dedem. Bize hep anılarını anlatıp, fotoğraflarını defalarca gösterdiği için hemen tanıdım.”

Çok uzaklara gitmişti Lale Hanım… Ahmet… Bir isimden çok öteydi onun için. O ücra kasabadan başlayan tanışıklık günümüzde Yeşilçam klişesi diye adlandırılan bir sonla bitmişti.

“Selam söyle canım dedene o zaman.”

“Maalesef iki yıl önce kaybettik kendisini”

Lale Hanım’ın gözlerinin içine oturuveren derin acıyı gördüğünde “Ne kadar hassas bir kadın” diye düşündü Selen.

“Başınız sağ olsun”

“Teşekkürler”

O dakikadan sonra ne anlattığının farkında bile olmadı Lale Hanım…

“Hayatımın en özel günlerinden birisi oldu. Evinizde ağırlama nezaketini gösterdiğiniz için çok teşekkür ederim. Ben artık izninizi rica edeyim”

“Rica ederim, ne şekilde olursa olsun tiyatroya katkıda bulunmak beni mutlu eder.”

Köşkten ayrılırken dedesinin yıllar önce yakaladığı tanışma şansının bugün kendisini de bulduğunu düşündü Selen. Peki o büfedeki fotoğraf? “Yok canım saçmaladım iyice, koskoca Lale Gürsoy ve dedem” diyerek güldü kendisine.

Yarım saat sonra Lale Gürsoy, az önce Selen’in baktığı, büfenin üzerindeki sepya fotoğrafın karşısında kucağında sararmış bir mektupla oturuyordu. Gözlerinden süzülen yaşlarla ıslanmaya başlayan solgun satırların ilki çok net okunuyordu:

“Lalem, olmayacak. Sürdürülemeyecek bir rüyayı uzatmanın lüzumu yok. Hiçbir anlamda yan yana olamayacağımızı sen de biliyorsun“

Betül SARICA

Gülten AJDER

Kitap okumayı seven insanlar daha zeki ve daha başarılı olurlar. Bende bu yüzden kitap okumayı sevdirmek istedim bu site ile. Gizli kalmış bütün bilgilerin kitaplarda saklı olduğuna inandığımdan, kültür seviyemizi yükseltmek, bilgi hazinemizi daha da zenginleştirmek, gizli yeteneklerin ortaya çıkmasına destek olabilmek için, okusun yazsın benim ülkemin insanları diye bir işin ucundan tutmak isteyen birisiyim.

İlgili Makaleler

Bir Yorum

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu