Korku Hikayesi “Hayaletin Sırrı” 3. Kitap 2. Bölüm
“Chipenden’a Elveda”
Korku Hikayesi; Alice odamın önündeki basamaklara oturmuş beni bekliyordu. Hemen yanındaki mumun ışığı kapıya gölgelerimizi düşürüyordu.
Buradan ayrılmak istemiyorum Tom, dedi ayağa kalkarken. Burada mutlu oldum. Kış evi de sıradaki en iyi şeydi. Yaşlı Gregory bana haksızlık ediyor!
Üzgünüm Alice, sana katılıyorum ama kararını vermiş. Yapabileceğim hiçbir şey yok.
Ağlamış olduğunu görebiliyordum, fakat başka ne diyeceğimi bilmiyordum. Aniden sol kolumu kavrayıp iyice sıktı. Neden hep böyle olmak zorunda? diye sordu. Neden kadınlarla kızlardan bu kadar nefret ediyor?
Sanırım geçmişte çok acı çekmiş, dedim usulca. Yakın zamanda ustamla ilgili bazı şeyler öğrenmiştim, ancak şimdiye dek bunları kimseyle paylaşmamıştım. Bak, sana bir şey anlatacağım Alice, ama başka kimseye anlatmamaya ve Hayalet’in de sana bunları anlattığımı öğrenmeyeceğine dair söz vermelisin!
Söz veririm, diye fısıldadı, gözlerini iri iri açarak.
Priestown’dan döndüğümüzde seni az daha çukura kapatacak olduğunu hatırlıyor musun?
Alice başını sallayarak onayladı. Ustam, kötü niyetli cadıları canlı canlı çukurlara hapsederek etkisiz hale getiriyordu. Bir süre önce, hak etmediği halde neredeyse Alice’i de böyle bir çukura hapsetmek üzereydi.
Ona ne söylediğimi anımsıyor musun? diye sordum. Çok iyi duyamamıştım Tom. Debeleniyordum ve dehşete kapılmıştım, ama her ne dediysen işe yaramıştı, fikrini değiştirmesini sağlamıştın. Bunun için sana hep minnettar olacağım.
Ona sadece Meg’i çukura kapatmadığını anımsattım, bunu sana da yapmamalıydı!
Meg mi? diye sözümü kesti Alice. O da kim? Daha önce adını hiç duymadım. Meg bir cadı. Hayalet’in günlüklerinden birinde onunla ilgili çok şey okudum. Genç bir adamken Hayalet, ona aşık olmuş. Sanırım o da kalbini kırmış. Üstelik hala Anglezarke civarında bir yerlerde yaşıyor.
Meg’in soyadı ne?
Meg Skelton.
Hayır, bu doğru olamaz! Çok uzaklardan gelmişti, şu Meg Skelton. Yıllar önce de geldiği yere geri döndü. Bunu herkes bilir. O bir Lamia cadısıydı ve tekrar kendi türünün yanına dönmek istedi.
Hayalet’in kütüphanesindeki kitaplardan biri sayesinde, Lamia cadılarıyla ilgili çok şey öğrenmiştim. Birçoğu, bir zamanlar annemin de yaşamış olduğu Yunanistan’dan geliyordu ve vahşileştiklerinde insan kanıyla besleniyorlardı.
Evet Alice, Eyalet’te doğmadığı konusunda haklısın, ama Hayalet hala burada olduğunu ve bu kış onunla tanışacağımı söylüyor. Kış evinde birlikte bile yaşıyor olabilirler.
Aptal olma Tom. Bu pek olası değil. Hangi aklı başında kadın onunla yaşar ki?
O kadar da kötü değil Alice. Haftalardır onunla aynı evi paylaşıyoruz ve yeterince mutlu olduğumuzu düşünüyorum.
Eğer Meg hala onun evinde yaşıyorsa, dedi Alice, şeytani bir gülümsemeyle. Onu bir çukura gömülmüş bulursan şaşırma.
Oraya varınca göreceğiz, dedim gülümseyerek.
Hayır Tom. Sen göreceksin. Ben başka bir yerde yaşıyor olacağım. Unuttun mu? Ama o kadar da kötü değil, ne de olsa Adlington, Anglezarke’a çok yakın. Yürüyerek bile beni ziyaret etmeye gelebilirsin Tom. Gelirsin değil mi? Hem böylece ben de çok yalnız kalmamış olurum.
Hayalet’in onu ziyaret etmeme izin vereceğine emin olmamama rağmen kendini daha iyi hissetmesini sağlamak istiyordum. Aniden aklıma Andrew geldi.
Peki ya Andrew? diye sordum. Hayalet’in hayatta kalan tek erkek kardeşi ve Adlington’da yaşıyor. O kadar yakınken ustam, ara sıra onu görmek isteyecektir. Herhalde beni de yanında götürür. Köye sık sık geleceğimize eminim, yani seni görebilmek için çok fırsatım olacak.
Alice gülümseyip elimi bıraktı. O halde sık sık gel Tom. Seni bekliyor olacağım. Beni hayal kırıklığına uğratma. Ve Yaşlı Gregory ile ilgili şeyleri bana anlattığın için teşekkürler. Demek bir cadıya aşık ha? Bunu kim tahmin edebilirdi ki?
Yerdeki mumu kaptığı gibi üst kata çıktı. Alice’i gerçekten çok özleyecektim, fakat onu görebilmek için bahane bulmam anlattığımdan daha güç olabilirdi. Hayalet kesinlikle bunu onaylamazdı. Kızlara ayıracak vakti yoktu ve birçok kez beni de onlardan uzak durmam konusunda uyarmıştı. Hayalet’le ilgili Alice’e şimdilik yeterince, hatta belki de gereğinden fazla şey anlatmıştım. Ancak Hayalet’in geçmişinde Meg’den fazlası da vardı. Erkek kardeşlerinden biriyle nişanlı başka bir kadınla, yani Emily Burns’le de yakınlaşmıştı.
Erkek kardeşi ölmüştü ama bu skandal aileyi ikiye bölüp bir sürü soruna neden olmuştu. Emily de Anglezarke civarında yaşıyor olmalıydı. Her olayın iki yüzü vardır. Haliyle ben de daha fazla bilgi edinmeden Hayalet hakkında kesin yargılara varacak değildim; yine de bu sayı, Eyalet’te yaşayan erkeklerin hayatları boyunca yakınlaştıkları kadın sayısının iki misliydi: Hayalet gerçekten iyi yaşamıştı!
Odama çıkıp mumu yatağımın başucundaki masaya bıraktım. Yatağın ayakucunda eski çıraklarca duvara kazınmış bir sürü isim vardı. Kimisi Hayalet’le olan eğitimlerini başarıyla tamamlamıştı: Bili Arkwright’ın ismi sol üst köşede yazılıydı. Çoğu ise başarısız olup eğitimi tamamlayamamıştı. İçlerinden ölenler bile olmuştu. Billy Bradley’nin adı da diğer köşeye kazınmıştı. O benden bir önceki çıraktı. Gelgeldim hata yapıp parmaklarını bir öcüye kaptırmış, sonra da şoka girip kan kaybından ölmüştü.
O gece duvarı dikkatlice inceledim. Bildiğim kadarıyla ben de dahil olmak üzere bu odada kalmış olan herkesin duvarda ismi yazılıydı. Duvarda pek boş yer kalmadığından ismim diğerlerinin yanında epey küçük kalmıştı, ama işte oradaydı. Yine de görebildiğim kadarıyla eksik bir isim vardı. Emin olmak için tüm duvarı baştan aşağı inceledim. Haklıydım: Duvarda ‘Morgan’ ismi yazılı değildi. Peki ama neden? Hayalet onun da
çırağı olduğunu söylemişti, o halde neden ismini diğerlerinin yanma eklememişti?
Morgan’ın farkı neydi?
Ertesi sabah hızlı bir kahvaltının ardından toparlanıp yola koyulmaya hazır hale geldik. Evden çıkmamıza az bir vakit kala Hayalet’in evcil öcüsüne veda etmek üzere mutlağa geri döndüm.
Pişirdiğin tüm yemekler için teşekkürler, dedim boşluğa.
Hayalet’in, yalnızca teşekkür etmek için mutfağa geri dönmemden memnun olup olmayacağına emin değildim. Sürekli olarak yanımızda ‘çalışan’ kimselerle fazla yakınlaşmamamız gerektiğini söylerdi.
Ne olursa olsun öcünün bu övgü dolu sözlerden hoşlandığını biliyordum, çünkü sözlerimi bitirir bitirmez mutfak masasının altından boğuk bir mırıltı duyuldu ve bu ses öylesine yükseldi ki tezgahın üzerindeki kap kacaklar titremeye başladı. Öcü çoğunlukla görünmezdi, ama ara sıra bakır renginde, kocaman bir kedi şeklini alırdı.
Duraksayıp cesaretimi topladıktan sonra yeniden konuşmaya başladım. Öcünün söyleyeceklerime nasıl bir tepki vereceğini bilemiyordum.
Dün akşam seni kızdırdıysam özür dilerim, dedim. Yalnızca görevimi yapıyordum. Canını sıkan şey, şu mektup muydu?
Öcü konuşamadığından soruma anlaşılır bir yanıt alamayacaktım. İçgüdülerim beni bu soruyu sormaya yöneltmişti. Doğru bir şey yaptığımı hissediyordum.
Aniden baca deliğinden gelen güçlü esintiyle birlikte önce belli belirsiz bir is kokusu, ardından da bir parça kağıt gelip şöminenin önündeki kilimin üzerine düştü. Eğilip kağıdı aldım. Kenarları tamamen yanmıştı ve bir parçası ellerimde dağılıverdi. Buna rağmen bunun Morgan’ın mektubu olduğunu anlamıştım.
Yanık kağıdın üzerinde yalnızca birkaç kelime belli belirsiz seçilebiliyordu ve yazılanı okuyabilmek için epey uğraşmam gerekti:
Bana ait olanı geri ver, yoksa seni doğduğuna pişman ederim. Başlangıç olarak.
Hepsi buydu, ancak bu kadarı bile Morgan’ın ustamı tehdit ettiğini anlamam için yeterliydi. Tüm bunlar ne demek oluyordu? Hayalet Morgan’dan bir şey mi almıştı? Ona ait olan bir şey? Hayalet’in herhangi bir şey çalabileceğini hayal bile edemiyordum. Öyle biri değildi. Bunun hiçbir anlamı yoktu.
Hayalet’in ön kapıdan bağırmasıyla irkildim. Hadi evlat! Ne yapıyorsun orada? Aylaklık etme! Fazla vaktimiz yok!
Kağıdı buruşturup gerisin geri şömineye attıktan sonra asamı alıp kapıya koştum. Alice dışarıya çıkmıştı bile, ama Hayalet kapının eşiğinde durmuş, şüpheli bakışlarla beni süzüyordu. Ayaklarının dibinde iki torba vardı ve yanımıza pek fazla şey almamamıza karşın her ikisini de benim taşımam gerekiyordu.
Hayalet sonunda bana kendime ait bir çanta vermişti ama henüz yanımda taşıyacak fazla eşyam yoktu. Çantamda yalnızca annemin verdiği gümüş kolye, babamın hediyesi olan çıra kutusu, defterlerim ve birkaç da kıyafet vardı. Çoraplarımdan bazıları öyle çok yamanmıştı ki neredeyse yeni gibiydiler, cübbemin altına giydiğim koyun derisi paltoyu Hayalet bu kışı geçirmem için almıştı. Kendime ait bir asam da vardı. Ustamın kendi elleriyle üvez ağacından yaptığı, cadılara karşı çok etkili bir asaydı bu.
Hayalet her ne kadar Alice’in yanımızda oluşunu pek onaylamasa da kıyafet konusunda ona oldukça cömert davranmıştı. Onun da yeni bir kışlık paltosu vardı. Ayak bileklerine kadar uzanan siyah, yün bir palto. Üstelik kulaklarını sıcak tutsun diye kukuletası da vardı.
Hayalet soğuktan pek fazla etkilenmiyor gibiydi. Cübbesiyle kukuletasını tıpkı sonbahar ve yazları yaptığı gibi giymişti. Aslında son birkaç aydır sağlığı pek de iyi sayılmazdı, ancak şimdi iyileşmiş ve eski gücüne kavuşmuş görünüyordu.
Hayalet ön kapıyı kilitledikten sonra kış güneşine karşı gözlerini kırpıştırarak hızlı adımlarla yürümeye başladı. Her iki çantayı da sırtlanmış, ona ayak uydurmaya çalışırken Alice de hemen arkamdaydı.
Ah evlat! Bu arada, diye seslendi Hayalet omzunun üstünden, güneye inerken babanın çiftliğine de uğrayacağız. Eğitiminin son ödemesinden bana hala borcu var. Chipenden’dan ayrılıyor olduğumuza üzgündüm. Bu evi ve bahçeleri çok seviyordum ve bundan böyle Alice’ten ayrı kalma düşüncesi de beni üzüyordu. Ancak en azından annemle babamı görme şansım olacaktı. Kalp atışlarım hızlanmış, adımlarıma
canlılık gelmişti. Eve gidiyordum!
Joseph Delaney
Wardstone Günlükleri – 1. Kitap “Hayaletin Çırağı”
Wardstone Günlükleri – 2. Kitap “Hayaletin Laneti”
Wardstone Günlükleri – 3. Kitap “Hayaletin Sırrı”
Hikayenin Bölümleri