Hilal MavişKorku Hikayeleri

Korku Hikayesi; “Çınarlı Vakası”2. Bölüm

Korku Hikayesi; “Çınarlı Vakası”2. Bölüm

(Ertesi Gün)

Sabah namazını kılıp yola çıktık. Asım hocanın evi bulunduğumuz yerden beş saat kadar uzaklıktaydı.

Beş saat sonra oraya vardığımızda önce bir tepe karşıladı bizi, tepeyi geçtik, nihayet iki katlı, bahçesinde iki beyaz atın bulunduğu ev görünmüştü.

Bahçe kapısından içeri girdik, kapıyı çaldık. Kapıyı nur yüzlü, beyaz sakallı, yaşlı bir amca açtı. Bu Asım hoca olmalıydı. Tebessümle hoş geldiniz diyerek bizi içeriye davet etti. Uzunca bir salonu geçtikten sonra oturma odasına gelmiştik.

Oturma odasında bir duvarı kaplayan büyük bir kitaplık, kahverengi bir sedir, ahşap bir masa, soba ve beyaz bir halı vardı.

Sedire oturduk, Asım hoca da elinde tepsiyle içeri geldi. Getirdiği bardaklara çay doldurdu ve bizi dinlemeye başladı.

Hepimiz tek tek anlattık. Bizi dikkatlice dinledi, arada sorular sordu. Eyüp hocadan ağaçta bulduğu bez parçasını istedi, Eyüp hoca onu üzerinde dua olduğunu düşündüğüm Arapça yazıların olduğu küçük ahşap bir kutuya koymuştu. Asım hoca dualar okuyarak onu açtı ve inceledi.

“Bu bir hazine büyüsü… Hazine büyülerindeki tehlike hazineye karşılık bedelin ödenmemesidir. Zamanında bunu yapan kişi, hazineyi almış fakat bedelini ödememiş. Bu da nesiller sonrasına mal olmuş… Cinler kindar varlıklardır. Büyüyü yapan ölse bile büyüyü yapanın nesline ya da onunla alakalı olan kişiye kişilere musallat olurlar. Sizleri kontrol edeceğim, üzerinizde musallat var mı diye. Fakat bu seans akşama kalacak… Şimdi biraz uyuyun dinlenin, yol yorgunusunuz.” dedi.

(8 Saat Sonra)

Bizi uyandıran Eyüp hocaydı, o bizimle uyumamış Asım hocayla beraber uyanık kalmış, araştırmalar konuşmalar yapmıştı.

Asım hoca, bizi bir araya topladı, çember haline getirdi, kendisi ve Eyüp hoca da bu çemberin içine girdi.

Asım hoca bize ne olursa olsun çemberi bozmamamızı söyledikten sonra ışıkları söndürdü, mumları yaktı ve tekrar çemberin içine girdi.

Ortamızda tuz dolu bir kase vardı, ona ne olduğunu bilmediğim bir nesne attı. Ve yine ne olduğunu bilmediğim bir dilde sözcükler fısıldamaya başladı, sonra bu fısıltılar normal ses tonuna, en son da bağırmaya dönüştü. Mumların alevi yükselmeye, kulaklarımız çınlamaya başladı.

Tam kasenin ortasında bir siluet çıktı, biz kulaklarımızı kapatmamak için kendimizi zor tutarken bir de bu gördüğümüz şey karşısında ne yapacağımızı iyice şaşırmıştık.

O sırada Asım hoca cin olduğunu düşündüğüm varlıkla konuşmaya başladı.

Konuştukları dili bilmediğimden dediklerinden bir şey anlamamıştım. Birden ev sallanmaya başladı, sanki ev üzerimize yıkılacaktı ve mum alevleri iyice yükselmişti. Ben çaresiz bir şekilde ölümü beklerken her yer bir anda sessizliğe bürünmüştü. Ölmüş müydüm? Gözlerimi açtığımda Asım hoca mumları söndürmüş, ışıkları açıyordu. Eyüp hoca bayılmış olan Bekiri sedire taşırken Nazım ve Enes öylece donakalmıştı.

Sonra Asım hoca geldi ve bana hiçbir şey sormamamı sadece elimi kaseye daldırmamı söyledi, dediğini yaptım elimi tuz dolu kaseye değdirdim. Hoca o tuzu başka bir kaseye döktükten sonra, Enes ve Nazım şok olduklarından dolayı onların elini kendi kaseye daldırdı ve hepsini ayrı ayrı kaselere döktü. Bittiğini anlamıştım, ben Enes’i aldım, Eyüp Hoca Bekir’in başından gelip Nazımı aldı ve onları yandaki odaya yatırdık.

Sonra Asım hoca gelip onların yanına birer muska getirip onları okudu, bana da bir muska vermişti. Ben oturma odasına geçtim, Bekir’i yalnız bırakmamaya karar verdim ve yere yatak yapıp uyudum.

(Ertesi Gün)

Sabah güneş ışığının yüzüme vurmasıyla uyandım.

Eyüp Hoca sobaya odun atıyordu, Asım hoca bir şeyler okuyordu. Bekir, Nazım ve Enes yoktu. Neredeler diye düşünürken Enes tabaklarla içeri girdi, ardından da Nazım  elindeki kahvaltılıklarla geldi.

Enes onlara baktığımı görünce gülümseyip “günaydın”dedi, Nazım da “tembel tembel oturma şurada, getir bakayım mutfaktan şekeri, çatal bıçağı,” dedi gülerek.

“Sana da günaydın Nazım,” dedim gülerek ve mutfağa geçtim.

Mutfakta Bekir’le karşılaştım, menemen yapıyordu. “Kardeşime bak be, ne güzel koktu ha” dememle Bekir bana döndü “günaydın kardeşim” dedi. “Nasılsın iyi misin? Dün bayıldın ya…” diye sorunca “merak etme kardeşim, iyiyim. Herkes sakin kalamıyor böyle şeylerde, bana da öyle oldu herhalde. Ne yapalım…” dedi.

“Ha iyi iyi..” dedim, “Sana bir şey olmasın da.”

Çatal bıçak, şeker ve ekmeği alıp çıktım mutfaktan. Ardımdan menemenle Bekir gelince oturduk sofraya.

Kahvaltı bitmişti.

Sofrayı toplayıp çayları doldurduktan sonra oturduk. Asım hoca dünkü olayı anlatmaya başladı.

“Şimdi çocuklar… Dün bir cini çağırdık, bilgi almak için. Bilgi vermedi. Ama yaptığım büyü tuzak bir büyüydü, sadece gelmesi yeterdi ondaki bilgileri almak için.

Şimdi sonuca gelirsek Alperen hariç hiçbiriniz de musallat yok, Bekir’e de sonradan baktım onda da yok. Anlaşılan bu büyüyü yapan kişiyle Alperenin bağlantısı var.

Ama nasıl bir bağlantı bilemiyorum, ayrıca bir şey soracağım, Selim yaşıyordu değil mi?”

Biz evet deyince devam etti sözüne, “Şuan iyi midir acaba? Yanına gidelim, ziyaret edelim. Hem de bilgi alalım, o gün hakkında.”

“Haklısınız hocam” dedim,”Hem ziyaret etmiş oluruz arkadaşımızı, iyi olur.”

Bizimkiler de onaylayınca müdürü arayıp bulunduğu hastaneyi öğrendik ve yola çıktık.

(4 Saat Sonra)

Selim’in olduğu hastaneye gitmiştik, girişteki görevliden bilgiyi aldıktan sonra Selim’in odasını bulduk ve odaya girdik.

Selim yatağında televizyon izliyordu, bizi gördü ve gülümsedi.

“Selam Alperen ve çetesi, hoş geldiniz” dedi.

Asım hoca ve Eyüp hocayı da selamladı.

Çiçekleri ve birkaç yiyecek içeceği de yanındaki masaya bıraktık.

“Nasıl oldun kardeşim? Kusura bakma gelemedik biz de başımızdaki bela yüzünden…” dedim.

“Önemli değil kardeşim..” dedi. “Geldiniz ya o yeter, hem biliyorum ben sizin durumu…” dedi.

“Nasıl yani?” deyince “Kardeşim, benim bu başıma gelen durum sizin durumla alakalı. Biliyorsunuz ben tarihe, araştırmaya meraklı bir insanım. Hal böyleyken bulunduğum yetimhane bir tarih abidesiyken araştırmadan duramadım. Kurucusunu, kurucusunun sır ölümünü başına gelenleri öğrendim. Bu arada sen de kurucu N****t S***u’nun soyundan geliyorsun. Bu adam zamanında hazine büyüsü yapmış daha doğrusu yaptırmış, anlaşmanın gereğini yerine getirmemiş. Anlaşmaya göre çok sevdiği birini feda edecekmiş. Önce bir hevesle anlaşmayı kabul etmiş, altınları almış. Tabi sonra pişman olmuş, yerine bir daha götürememiş korkusundan. Bu yetimhaneyi yaptırmış o altınların büyük bir çoğunluğuyla, gerisini yetimhanenin bahçesine, çınar ağacının altına gömmüş.

Ailesini, ilmi oldukça yüksek bir hocanın yardımıyla koruma altına almış. Kimse ölmemiş ama ölene kadar adamla uğraşmışlar, adam en son delirmiş ortadan kaybolmuş.

Kaybolmasından iki sene sonra çınar ağacının içindeki kovukta cesedi bulunmuş. Cinler tarafından olduğu söyleniyor.

Bunu çok yakın arkadaşının torunundan ve ondan aldığım günlükten öğrendim. Adam delirene kadar yazmış günlüğüne…” dedi ve devam etti “Yani anlayacağınız Alperenle uğraşmalarının sebebi bu, nereden biliyorum kısmına gelirsek Alpereni hatta annesinin babasının bu yüzden öldüğünü öğrenince iyice takip ettim Alpereni. Sonra öğrendim bir şekilde başına gelenleri. Anlatacaktım bütün bunları,o gece başıma bu olay gelmeseydi…

Ama cinler bunu fark edince kurtuluş olmuyor tabi, şimdi hiçbir şeyden korkum yok. Öleceksem bir faydam olsun, öyle öleyim.”

Çok şaşırmıştım, bunu beklemiyordum. Yetimhanenin kurucusu benim büyük büyük dedemdi belki de… Demek annem babam bu yüzden ölmüştü… Hem büyük bir nefret duyuyordum, hem de bu durumdan nasıl kurtulacaktım onu düşünüyordum. Bir yandan da Selim’in sağ olduğuna seviniyor başına bir şey gelmemesi için dua ediyordum. Zihnim çok karışıktı, aynı anda birçok şey düşünüyordum. Odaya bir sessizlik hakimdi, tek derin düşüncelere dalan ben değildim demek ki…

Sessizliği Asım hoca böldü “Öncelikle tekrar geçmiş olsun evladım, ben seni Allah’ın yardımıyla korumaya çalışacağım inşallah. Bu günlük yanında mı şuan?”

“Şuan yanımda değil, okuduktan sonra sahibine teslim ettim, miras sayılır sonuçta…”dedi Selim. Sonra devam etti” Ama içindeki her şey aklımda, siz sorun ben cevaplarım.

“Oğlum” dedi Asım Hoca “Şimdi… Bu hazineyi nereden aldığını yazmış mı oraya bu adam?”

“Evet… İki dağ arasında bir yerde, (?) ilçesinin (?) köyünün (?) yaylasında.

Yayla da yaşayan yok fakat bir çoban var sık sık geçer oradan, ona sorarsanız bulursunuz. Tabi önce onu bulmanız lazım, Allah yardımcınız olsun şimdiden.” dedi Selim.

“Sağolasın evladım” dedi Asım hoca. Ben de lafa girdim “Hayatını benim için riske attın, çok sağolasın, hakkını nasıl öderim bilmem” dedim.

Selim de “Ne hakkı kardeşim, biz üzerimize düşeni yaptık. Öğrendik merakımızdan böyle, ihtiyacı olan kişiden mi esirgeyecektik” dedi.

Ona sarıldım sıkı sıkı, sonra bizimkiler, Eyüp Hoca en son Asım hoca sarıldı. Asım hoca muska verdi, en son hepimiz tekrar geçmiş olsun deyip çıktık odadan.

(5 Saat Sonra)

Şanslıydık çobanı bulmuştuk köyden geçerken durmuştuk, oradan birine sorunca kahvede olduğunu söylemişti.

Selam söyledik, olayı özet geçtik yerini sorduk oranın. Sağ olsun hemen cevap verdi, başına gelen garip olayları anlattı, o yeri tarif etti.

Onu orada bıraktık. Şimdi yaylanın yollarında sallana sallana gidiyorduk.

Çobanın dediği yere gelince durduk, indik. Gerçekten iki dağ arasında bir yerdeydi, kimse yoktu, bir yaşam belirtisi dahi yoktu, ne bir kuş ne bir böcek…

Asım hoca, bize gelmemizi söyledi, peşinden gittik, bir mağaraya gelmiştik.

İçeri girdik, içerisi çok kötü kokuyordu. Elimizdeki feneri içeri tutunca korkmuştuk doğrusu… Her yerde kemikler, soğan kabukları vardı. O sırada karşımıza bir adam çıktı. Üstü başı kapkaraydı, tırnakları uzundu ve gözleri kırmızıydı. Daha da korkmuştuk…

Bize doğru geliyordu ki Asım hocayı görünce durdu ve onunla yine bilmediğim bir dilde konuşmaya başladı.

Arada bana bakıyordu, bizimkilere hiç bakmıyordu bile.

Sonra Asım hoca benim haricimde herkesin oradan çıkıp arabaya gitmesini söyledi.

Ben hem çok korkmuştum hem de orada onları izliyordum…

Sonra o adam sustu, bana baktı ve arkasını dönüp mağaranın derinliklerinde kayboldu.

Asım hocayla dışarı çıktık, arabaya bindik ve sorduğumuz soruların hiçbirine cevap vermedi konuşmadı eve doğru yola koyulduk.

Eve gelince hepimize oturmamızı söyledi ve mağarada olanları anlattı.

“Mağarada konuştuğum bir cindi, hazine büyüsü için anlaşma yapılan cinlerin soyundan. Ama ailenin en küçüğü gibi bir şey… Anlayacağınız Alperene karşı kini ve öfkesi yok. Ama Alpereni tanıyor. Ben Alpereni bu musallat durumundan kurtarmamızın bir yolu yok mu? Başka bir şeyle ödeme yapamaz mıyız? dedim. O da ‘Olabilir… Alınan hazine tamamlanır bize verilir, iki keçi kesilir, kanı ve kemiği bize verilirse yeni anlaşma yapılır. O zaman o da kurtulmuş olur. Ama önce büyüklere sormam lazım, ancak o zaman kesinleşmiş olur. Ben geleceğim haber vereceğim.’ dedi.

Şimdi ondan gelecek haberi bekleyeceğiz, eğer olursa hazineyi yerinden çıkartıp üzerini tamamlayacağız. Gerisi zaten kolay.”

“İyi de…” dedim ” Bu altınların büyük bir çoğunluğu harcanmış, nasıl tamamlayacağız biz de beş kuruş para yok.” deyince Asım hoca “merak etmeyin, ben tamamlayacağım. Olmaz   diye bir kelime de duymayacağım, Allah rızası için bir genci kurtaracağım. Bu her şeyden daha değerli…” dedi.

“Çok teşekkür ederim” diyerek sarıldım Asım hocaya, o da sarıldı ve gülümsedi.

O sırada kapı çaldı, kapıyı Eyüp hoca açtı. Gelen mağaradaki adam yani cindi.

Asım hocayla konuştu ve hiçbir şey demeden arkasına dönüp gitti.

Asım hoca “Kabul etmişler. Zor olmuş ikna etmesi… ama sonunda ikna olmuşlar. Tabi bu ikna etmesinin bedelini de istiyor o da biraz altın alacak” dedi ve devam etti “yarın gidip hazineyi alıyor, sayıyor ve üstünü tamamlıyoruz. Bunu Alperen ben ve Eyüp hoca yapacağız. Gerisi gidip keçi alacak, kesimini bahçede ben yapacağım.”

(Ertesi Gün)

Bizim çocukları merkeze bıraktık, yetimhaneye geçtik.

Bu terkedilmiş binada bırakın insanı kuş bile yoktu, öyle sessizdi. Hemen çınar ağacının altına gittik, kazmaya başladık, gelen cinle anlaşma yaptığımızdan sorun çıkmayacağını biliyorduk, o yüzden bir nebze rahat sayılırdık.

Sırayla Asım hoca, Eyüp hoca, ben ve tekrar Asım hoca bir saat kadar kadar kazdık. Sonunda küreğimiz metal bir şeye çarpmıştı, üstündeki toprağı elimizle silkeleyip, küpü yukarı çektik, içini açtık, yarısına kadar altınla doluydu.

Asım hoca bir şey demeden küpün ağzını kapattı ve eve doğru yola koyulduk.

Bizimkiler çoktan eve varmış olmalılardı, öyle tahmin ediyordum.

Eve vardığımızda iki beyaz atın yanında bağlanmış iki siyah keçi duruyordu, tahminimde yanılmamıştım bizimkiler çoktan gelmişlerdi. Bunları düşünürken Bekir kapıda göründü, hoş geldiniz dedi, içeri geçtik.

Nazımla Enes sofrayı kuruyordu.

Sofraya oturduk, yemeğimizi yedik ve ne yapacağımızı konuşmaya başladık.

Asım hoca söze girdi:

”Şimdi ben altınların üstünü tamamlıyorum, keçileri de Eyüp hocayla beraber kesip arabanın arkasına atacağız. Sonra Eyüp Hoca, ben ve Alperen o mağaraya gideceğiz.” dedi. Enes, Nazım ve Bekir itiraz etmek için tam ağızlarını açacaklardı ki Asım hoca sözlerini kesti ”Bir şey olmaması için elimden geleni yapacağım ama her ihtimale karşı tedbirli olmamız gerekiyor. Ama siz diyorsanız ki biz size güvenmiyoruz, o zaman siz bilirsiniz.”

Enes ”Estağfurullah hocam” dedi ”Size güvenmediğimizden değil de kardeşimizi yalnız bırakmak istemedik, bu yola beraber çıktık. Siz diyorsanız ki böylesi daha iyi, o zaman bize bir şey demek düşmez.”

(5 Saat Sonra)

Vardığımızda güneş batmak üzereydi, arabadan indik, Eyüp hoca keçileri, Asım Hoca da altın küpünü aldı, mağaraya doğru yürümeye başladık.

Dünkü adam yani cin bizi mağaranın girişinde bekliyordu, Asım hocayla yine bilmediğim bir dilde konuşmaya başladı.

Sonra mağaranın içine doğru yürümeye başladı, biz de peşine düştük.

Yürüye yürüye mağaranın ortasına gelmiştik.

İçeride aşırı boğuk ve kasvetli bir hava vardı, her yer meşalelerle aydınlanıyor ve her yer altından yapılmıştı, parıl parıl parlıyordu, tam ortada altından bir taht vardı.

Beni asıl şaşırtan şey buydu…

Asım Hocayla cin tekrar konuştu, sonra cin mağaranın gerisine doğru bilmediğim bir dilde seslendi.

Seslenmesiyle beş on kişi kadar olan bir topluluk içeri girdi, çok güzel kadınların ve konuştuğumuz cine benzeyen adamların olduğu bir topluluktu bu…

Aralarında taç giymiş bir adam vardı, onların kralı olduğunu tahmin ediyordum. Hepimize tek tek göz gezdirdi, ellerimizdeki şeylere baktı ve tahtına oturdu. Diğerleri de etrafında çember oluşturup başını önüne eğdi.

Sonra Asım hocayla konuşmaya başladı…

Birdenbire sırtımda keskin bir acı hissettim, kral da dahil bütün cinler kahkaha atmaya başlamıştı…

En son gördüğüm şey Asım hocanın korku ve endişe dolu olan yüzüydü.

(Devamı/Asım Hocanın Gözünden)

Cinlerin kralı ve cinler birdenbire kahkaha atmaya başladı, bu hiç hayra alamet değildi. Arkamı döndüm hemen, gördüğüm şeye oldukça şaşırmıştım…

Alperen kanlarla yere yığılmıştı, arkasında elinde bıçak yüzünde kin nefret olan Eyüp duruyordu.
Ne yapacağımı şaşırmıştım… Alperene mi bakmalıydım, Eyüb’ü mü halletmeliydim yoksa cinleri mi?…

Tam bir araftaydım, zihnim durmuştu…

Tam o sırada mağaranın girişinden bir ışık bize doğru gelmeye başlamıştı, cinlerin kahkaları kesildi, herkes mağaranın girişine bakıyordu.

Bu gelenler bizim çocuklardı, aralarında Selim de vardı…

Selim gelir gelmez Eyüb’ün kafasına vurarak onu bayılttı, Bekir Eyüb’ü aldı, Nazım ve Enes de Alpereni alıp hızla çıkışa yöneldiler.

O sırada ben de cinleri yakmaya karar verdim, işim çok zordu ama kabile güçlü olmadığı için imkansız değildi…

Selime gitmesini söyledim fakat Selim kalacağını söyledi, onu ikna etmeye vaktim yoktu, ritüelleri yaparak dualar okumaya başladım, o sırada Selim de bana eşlik ediyordu, bu çocuğun da bu konularda bilgisi olduğunu bilmiyordum, bu beni şaşırtmıştı.

Ortalık sallanmaya başladı, büyükçe taşlar üzerimize doğru düşüyordu.

Üç saatin sonunda başarmıştık… Kafamız yarılmıştı, Selimin kolu ezilmişti, bir an öleceğimizi sanmıştık ama başarmıştık.

Mağaradan hızla çıktık, girişi kapattık ne olur ne olmaz diye oraya bir muska bıraktım.

Selimle yukarıya çıktık, bizim çocuklar Alpereni hastaneye yetiştirmeleri gerektiğinden çoktandır gitmişlerdi, telefonlar da çekmiyordu, tam burada kaldık diye düşünürken bir kamyon bize doğru gelmeye başladı, bu burayı öğrendiğimiz çobandı. Bindik, iki üç saat kadar sonra hastanenin önündeydik. Selimi pansuman için aşağıya bıraktıktan sonra görevliden Alperenin yerini öğrendim, Alpereni ameliyata almışlardı.

Ameliyathanenin olduğu kata çıktım, bizim çocuklar oradaydı. Enes kapının önünde oturmuş ağlıyordu, Nazım ve Bekir ortalıkta volta atıyorlardı.

Hepsinin gözleri kan çanağıydı… Enesin yanına gittim, hemen bana sarıldı.

Diğerlerinin yanına gittim, tek tek omuzlarına dokundum…

”Alperen güçlü çocuktur, atlatır…”dedim.

(Bir Hafta Sonra/Alperenin Gözünden)

Sağ salim çıkmıştım hastaneden…

Artık her şey bitmişti, tamamıyla. Bugün Allah’a şükür etmek için kurban kestirip bağışladık ve bol bol şükür namazı kıldık.

Şükür edecek o kadar şey vardı ki… Nazım, Enes ve Bekir benim kardeşlerim, dostlarımdı… Gerçek dostlar… Hayatıma bana bir baba sevecenliğini veren Asım hoca ve dostlarım listesine giren Selim de girmişti. Daha ne olsundu…

Eyüp Hoca, artık bizim için sadece Eyüp olan şahıs delirmişti… Bizim gibi sadece Allah’a tapan insanlar için önemli olmayan para onu kötü bir sona götürmüştü… Şimdi o tımarhanede…

Biz ise mutluluk en önemlisi de huzur içindeyiz, sımsıcak çaylarımızı içiyor, gülüyoruz, sohbetler ediyoruz. Bundan sonra daha da sımsıkı sarılacağız birbirimize, tutunacağız hayata.

SON

Hilal Maviş

 

Gülten AJDER

Kitap okumayı seven insanlar daha zeki ve daha başarılı olurlar. Bende bu yüzden kitap okumayı sevdirmek istedim bu site ile. Gizli kalmış bütün bilgilerin kitaplarda saklı olduğuna inandığımdan, kültür seviyemizi yükseltmek, bilgi hazinemizi daha da zenginleştirmek, gizli yeteneklerin ortaya çıkmasına destek olabilmek için, okusun yazsın benim ülkemin insanları diye bir işin ucundan tutmak isteyen birisiyim.

İlgili Makaleler

3 Yorum

  1. GAYET GÜZEL BİR HİKAYE, GAYET GÜZEL BİR ANLATIM, TEŞEKKÜR EDERİM.
    KONU TAHMİNİME GÖRE YAKLAŞIK 15 GÜN OLARAK ELE ALINMIŞ, HİKAYE BİRAZ DAHA UZUN TUTULABİLİRDİ. ONUN DIŞINDA HERŞEY GAYET GÜZEL…

  2. Merhaba arkadaşlar,
    İyi kötü eleştirilerinizi bekliyorum.
    Bu üçüncü hikayem ismime tıklayıp çıkan diğer hikayelere bakabilirsiniz.

    Eğer ilgili olduğunuzu anlarsam dördüncüyü yazacağım.
    Bu arada “gerçek mi?” diye soruluyor, kurgu fakat içinde gerçek olaylar barındırıyor.
    Dördüncü yazmayı düşündüğüm bizzat babamdan dedemden duyduğum olayları içerecek.
    Gönül isterdi ki direkt onları anlatayım. Fakat hem kısa olur hem de yeteneğimi geliştiremem.
    Sağlıcalıkla kalın.

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu