Güzel Bir Hikaye; Sürgünde Açan Çiçek
Bahar gelmiş, her yer çiçeklerle donanmış, ağaçlar açan yapraklarıyla ve çiçekleriyle hayata selam veriyor. Toprak, hayat fışkırırcasına ve tüm canlılığını ilan edercesine çimenlerle ve çeşit çeşit çiçeklerle donanmış. Renk renk, desen desen çiçekler, sere serpe ovanın tüm zeminine serilmişler. Rüzgarların neşeyle danslarına onlar da ayak uydurarak bir ritimde raks ediyorlar. Adeta doğadaki tüm renkler bir araya toplanmış bir renk cümbüşü ve düğünü içinde sanki bayram kutluyorlar. Ovanın hemen kenarına kurulmuş abide bir yapıt gibi duran dağ, kışın büründüğü heybetini, yüzüne aksetmiş soğukluğunu, sert mizacını yansıtan kupkuru haliyle asık suratını kaybetmiş ve ta en zirvedeki beyazlıklar başından giderek ihtiyarlığı gençliğe dönüşmüş, cıvıl cıvıl neşe dolu bir çehre ile tüm ovayı seyrediyor. Üstündeki kibir ve haşinliği atıp en içtenliğiyle ovaya can suyu bir dere sunuyor. Dere, kıvrım kıvrım akarken kenarındaki renk deltasını andıran zümrüt, yakut ve inciye bürünmüş çiçeklerle çevrelenmiş ve suyu da güneş ışıklarıyla parlayan dağın boynuna takılmış bir mücevher gerdanlık gibi ovadan baştan aşağı akıp gidiyor. Coşkulu ve neşeli akan derenin sevincine ortak olmak isteyen ağaçlar da derenin geçtiği yerlerde, aşığın sevgilisine arzı endam ettiği gibi dallarını eğiyorlar.
Büyük bir ressamın elinden çıkmış gibi bir tablo. İnsana huzur veren, baktıkça bakasını getiren muhteşem bir manzara. Bu güzelliğe daha güzellik katan ovanın sahipleri olan hayvanlar ve kuşlar tabloyu tamamlıyor. Hayvanlar o rengarenk çiçekleri ve yeşilin her tonuna boyanmış çimenler ve otları ezmemek için narin narin yürüyorlar. Kuşların bir daldan bir dala konarken çıkardıkları cıvıltılar, arıların bir çiçekten bir çiçeğe gezerken ki vızıltıları, kelebeklerin kanat çırpmaları tablonun güzelliğine ve coşkusuna daha bir muhteşemlik ve seçkinlik katıyor.
Evet, bu haliyle ova büyük bir bilgi sahibi usta bir ressamın elinden çıkmış şaheser bir tuval görünümünde. Eşsiz ve Yüce Yaratıcı en ayrıntısına varıncaya kadar hiçbir şeyi ayırt etmeden baharla birlikte ovayı ve dağı yeniden hayat verip canlandırmış.
Çiçekler renk atlası olması ile ovanın güzelliğini taçlandırıyorlar. O çiçekler içerisinde öylesi var ki ovanın en nadide ve eşsiz çiçeği. Sanki yedi rengi kendisi icad etmiş gibi renklere boyanmış. Renklerinin canlılığı ve güzelliği ile adeta bir cazibe merkezi olmuş, ovaya gelen tüm insan ve hayvanlar çiçeği görmeden onun güzelliğini temaşa etmeden gitmiyorlar. Bütün çiçeklerin en gözdesi, en güzeli, en kibar ve nazik görüntüsü, sanki ufak bir esintide kırılavecek, yıkılıverecek gibi narin incecik bir gövdesi var. Çiçek özü almak için ovaya gelen arılar onun özünü almak için birbirleriyle yarışırlar. Tüm bu sahip olduğu özelliklerine rağmen o kadar mütevazi, narin yapısına rağmen çok güçlü ve sağlam bir çiçek.
Her başlangıcın sonu, her gecenin sabahı olduğu ve her güzel şeyin bozulduğu gibi maalesef baharın da sonuna geliniyor. O güzelim ova yavaş yavaş yeşilliğini kaybetmeye başlıyor. Çimenler, otlar ve çiçekler sararıp solmaya başlıyor. Tabi, ovanın gözdesi ve çiçeklerin en güzeli ve güçlüsü olan çiçeğimiz de bu solup gücünü kaybetme işinden ilk önce o nasibini alıyor. Çünkü köküne bir ağaç kurdu yuva yapmış. Çiçek ne kadar güçlü olsa da ağaç kurdu kökünü için için kemiriyor ve çiçeğin gücünün eritiyordu. Her türlü engellere ve tehditlere pabuç bırakmayan çiçeğimiz benzi solmuş, kuvvetini yitirmiş, yüzünü toprağa dönmüş, en ufak bir esintide kırılavecek hatta kökünden sökülecek hale gelmiş.
İşte insan da böyle değil mi? Çok güçlü, kuvvetli ve iktidar sahibi fakat içindeki düşmanı onu yere seriveriyor. Hem de hiç farkında olmadan hamlenin nereden geldiğini anlayamadan. Çiçeğin düşmanı ağaç kurdu, onu en güçlü yeri olan kökünü için için kemiriyor ve gücünden düşürüyor. Bizlerin ise hırs, haset, fitne, birbirimizi çekememezlik ve gıybet gibi kötü hasletler kalbimize yerleşerek kalbimizi için için kemirip birlik ve beraberliğimizi bozuyor ve bizi çeşitli belalar içerisine düşürüyor. Musibet gelince de tüm dostlar bizi terk ediyor. Aynı şekilde ovanın en güzel ve alımlı çiçeği solup güçten düşünce hiç bir hayvan ne arı ne de böcek ve kuş kendisine uğramaz olmuş.
Böylesine zor durumda kalmasına rağmen hiçbir zaman kederlenmemiş, üzülmemiş ve kimseye de darılmamış. Çünkü yeni baharla birlikte tekrar açıp o eski güzelliğine kavuşacak. Bu hal üzere günler gelip geçerken ovaya acımasız, gaddar bir rüzgar gelir. Önüne çıkanı, esintisine katıp ta uzaklara savuruyor. İyiden iyiye solmuş, bitkin ve kökü güçsüz olan bizim çiçeği de beraberinde alır götürür.
Zavallı çiçek ne kadar dirense de fayda etmiyor. Rüzgarın ağına düşmüş itaatkar bir köle gibi rüzgar nereye götürürse oraya gidiyor. Ovadan iyice uzaklaşırlar. Gide gide bir dağın yamacına gelirler. Çiçek son bir hamle yapar bir kayaya tutunur ve gücünü yitirmiş olan rüzgarın pençesinden kurtulur. Rüzgar elini eteğini çektikten sonra çiçek etrafına yorgun ve bitkin bir halde bakar ve görür ki büyük bir dağın yamacı, çorak, kuskuru bir arazi, ağaç ve çiçeği bırakın yeşili andıran bir ot bile yok. Toprak çoraklığa uygun olarak sert, hemen hemen irilikli ufaklı taşlarla örülü bir arazi görünümünde.
Çiçek ovada iken güçlü idi. Bu gücünü, içinde taşıdığı her hale iyimserliğinden ve umuttan alıyordu. Bu sebeple geldiği yer ne kadar kötü olursa olsun ve kendisi bitkin olmasına rağmen geleceğe ait umudunu kaybetmiyordu. Geleceğe dair hayaller kuruyordu. “Önümüzdeki sene tekrar bahar gelecek, burada ovada açtığı gibi açacak. Etrafında rengarenk çiçekler, otlar olacak, ağaçlar çıkarak gövde gösterisi yapacak.” İşte bu hülyaların eşliğinde gelecek baharda yeniden açmak üzere gözlerini kapattı. Biz buna kış uykusuna yattı diyelim. Bakalım gelecek baharda hayallerinde olduğu gibi umduğunu bulabilecek mi?
Yeni bahar yüzünü göstermiş. Bizim çiçek toprağı yarar bir filiz olarak fışkırır, serpilir ve eski ihtişamına kavuşuyor. Fakat hülyalarındaki ağaçlar, çiçekler, otlar kuşlar ve arılar yok. Ama yine de umutsuzluğu bir kenara bırakıp gülümseme ışıltıları ile etrafına bakınıyor. Sanki ıpıssız bir adaya düşmüş gibi kendisi yalnız diğerleri yabancı. Ev sahibi dağ yamacı, barınağı toprak pek ev sahipliği yapıyor denilemez. Nereden geldi bu der gibi bakıyorlar. Burada yaşayan börtü böcekler nerede ise düşmanca tavır sergiliyorlar.
Kendisine karşı yapılan bu tutumlara rağmen burasının da ova gibi yeşillik olabileceği inancını hiç kaybetmedi. Her ne kadar hayallerini onlara anlatırken ve onları yüreklendirmek için ovadan bahsederken kendisiyle alay etmelerine rağmen hiç yılmadı. Hiç durmadan, usanmadan, bıkmadan anlattı anlattı… Hiç kulak asan olmadı. Hepsi yamaç, toprak, özellikle kaya parçaları taşlar ve börtü böcekler eski sürdürdükleri hayatlarına devam ediyorlardı. Günler böyle gelip geçerken baharın sonuna yaklaşıldığı günlerden bir gün çiçeğin bulunduğu yapmaca bir misafir gelir. Bu tanıdık bir misafirdir. Çiçeğin ovada iken kendisini Her gün ziyaret edip kendisinden tozlarını alan en iyi dostlarından biri olan arı idi. Bu arı, kovanı insanlar tarafından dağıtılınca arkadaşlarını ararken ta buralara kadar gelmişti. Çiçek arıyı görünce uzun zamandan beri tanıdık birisini görmenin mutluluğunu yaşadı. Arı da çiçeği görünce sevindi.
Çiçek başından geçenleri bir bir anlattı. Buraların beraber yaşadığı ovaları gibi çiçeklerle ve otlarla donanmış yeşillik haline çevirebilmek için çok uğraştığını söyledi. Burada bulunanların kendisini dinlemedikleri gibi kendisiyle alay ettiklerini söyledi. Buna rağmen ümidini yitirmediğini, her ne olursa olsun buraların aynı geldiği ova gibi yemyeşil otlarla ve rengarenk çiçeklerle süsleneceğine inandığını söyledi.
Arı, etrafına şöyle bir bakındı; tamamen çorak ve sert bir toprağa sahip bir zemindi. Burada bırakın bir çiçeği bir ot bile yetişmezdi. Arı da buraların yemyeşil olup hayvanlarla hayat bulup çiçeklerle bezeneceğine pek inanamıyordu. Bu düşüncelerle çiçeçeğe acımsayarak baktı. Ona ovaya götürmeyi teklif etti. Zaten bahar bitiyordu. Gelecek baharda ovada tekrar açardı. Ona, diğerlerinin söylediği gibi buraların ova gibi olamayacağını dile getirmek isterken. Çiçek bir anda sözünü kesti.
“Sen de mi bana inanmıyorsun? Halbuki ovadayken benim ne kadar güçlü olduğuma, ne kadar engin görüşlü olduğuma inanıyordunuz. Bu sebeple bir derdiniz olduğunda bana gelip benim görüşlerime müracaat ediyordunuz.” dedi.
Arı, mahçup bir halde boynunu eğdi ve kısık bir sesle çiçeğe ne yapabileceğini, nasıl yardım edebileceğini sordu.
Çiçek, arının kendine inanmaya başladığına çok hem de çok memnun oldu.” Ne dersem yaparmısın?” dedi. Arı da ” Evet, evet. Ne dersen yapacağım. Sana yardım etmek için elimden geleni yaparım.” dedi.
Çiçek, “Öyleyse hemen ovaya git ovadaki tüm çiçeklere kon ve onlardan tozlarını al ve hemen buraya gel. Sonra benden de toz alıp ulaşabildiğin kadar buradaki toprağa tozlarımızı bırak. Aman kuytu yerler olsun. Tohumlarımız rüzgarla saçılıp dağılmasın. Kışın, bahar gelinceye kadar o kuytu yerde hem saklanalım hem de tohumlarımız filizlensin” dedi.
Arı bu sözleri duyar duymaz hemen hızla ovaya doğru kanatlarını harekete geçirdi ve uçtu. Ovaya varınca, tüm çiçeklere, hayvanlara ve ağaçlara, çimenlere çiçekten bahsetti. Çiçeğin düşüncesini ve hayalini anlattı. Buraya geliş sebebini söyledi.
Hepsi arıyı pür dikkat dinledi. İşin içinde çiçek olunca herkes arıya “Tamam biz de sana yardım edeceğiz.” dediler. “Çünkü biz çiçeğe güveniyoruz. Onun söyledikleri, yapmak istekleri ve hayalleri ne kadar imkansız gibi görünse de bir gün gerçekleşir.” diyerek arıya yapmak istediğini hemen başlamasını söylediler.
Arı hemen tek tek çiçekleri dolaşmaya başladı. Küçük olduğu için dört beş çiçeğin tozunu alınca ayaklarındaki toz haznesi doluyordu. Toz haznesi dolunca hemen çiçeğin bulunduğu yamaca gidiyor ve oradaki toprağın müsait yerlerine tozları bırakıyordu. Böylece üç dört sefer yapınca onun bu çalışma hırsı diğer arıları da kamçılar ve onlar da çiçekleri tek tek dolaşıp toz toplamaya başlarlar. Tozları toplayan arılar hep birlikte çiçeğin yanına giderler.
Çiçek, arıları görünce gözlerinde sevinç parıltıları belirdi. “Biliyordum, biliyordum! Bana inanacağınızı ve buraların yeşile bürüneceğine inanıyordum.” diyerek haykırdı. Bunu gören yamaçtaki toprak ve börtü böcekler de çiçeğe inanmaya başladılar. Onlar da hep bir elden arılara yardım etmeye başladılar. Tam bir birlik ve bütünlük abidesine dönüşmüşler, arılar tozları getiriyor, toprak bağrını açmış en yumuşak ve verimli olabilecek yerleri gösteriyor, arılar oralara çiçek tozlarını bırakıyorlar, böcekler de bırakılan tozların üzerini örtüyorlardı. Böylece tozları gelecek bahara kadar koruma altına alıyorlardı.
Böyle hummalı çalışma yamaçta tam bir bayram havası estiyor. Bilhassa çiçeğimizin mutluluğuna diyecek yok. Toprak, börtü böcek ve arılar, çiçeğin hayallerini kurmaya başladılar. Bu hayalleriyle gelecek baharı dört gözle beklemeye koyuldular.
Artık arılar ovada dolaşmadık çiçek, ot hatta ağaç bırakmadı. En sonunda çiçeğe konarlar ve ondan toz alarak toprağa bırakırlar. Böylece işlem tamamlandı.
Yavaş yavaş bahar etkisini yitirmeye başlıyor ve çiçek günden güne solmaya başlıyordu. Fakat mutluydu, huzurluydu. Gelecek baharda burası yemyeşil, çeşit çeşit çiçeklerle bezenecek ve renk cümbüşüne bürünecekti. Böyle umut dolu hislerle gözlerini yumar.
Bahar gitmiş yerini diğer mevsimlere bırakmış. Çiçek ve diğer tozlar toprağın altında güvenli bir şekilde mışıl mışıl uyuyorlar.
Sonunda bahar tekrar gelir. Çiçek toprağı yarar bir filiz olarak çıkar. Onunla birlikte diğer çiçekler de açar. Etraf, yamaç rengarenk çiçeklerle donanmış ve adeta bir bayram yaşanıyor. Çiçek gülümser ve “İşte söylemiştim” der. Bütün çiçekleri selamlar, çiçekler de ona sevgiyle bakarlar.